Galatasaray 2-1 Sivasspor || Sezona Veda Ederken...

Tugay Kerimoğlu'yla başladı gün. Stadlardaki yerimizi biraz daha erken aldık ona şükranlarımızı sunabilmek için. Plaketini aldıktan sonra ortaya gelip bütün tribünleri alkışladı, daha sonra ısrarlara dayanamayıp üçlü çektirdi bütün tribünlere. Büyük oyuncuydu Tugay, Türk futbol kültürünü değiştirme yolunda en önemli mihenk taşlarından biri oldu. Manchester City altyapısında göreve başlayacakmış, kendisi için önemli bir adım ve Türk futbolu adına bir ilk daha. Başarılarının devamını dilemek düşüyor bizlere. Bu güzel jestin ardından bir Hasan Şaş tezahüratı bekledim ama malesef gelmedi. De Sanctis, Lincoln gibi muhtemelen son maçını geçiren oyuncular için de tezahürat yapılmasını istiyordum ama beklentilerimin fazla olduğunun farkındaydım. Yine de sezonun en iyi tribün performanslarından birine şahit olduk diyebiliriz. Tribün takımı, takım tribünü ateşledi maç boyunca. Keşke her maç böyle olsa diyebildim açıkçası. Eski güzel tezahüratlar söylendi bir ara, uzun süredir bu kadar içten bağırdığımı hatırlamıyorum.

Normalde sezonun son maçı olduğundan fazla teknik detaya girilmez ama Galatasaray bu maç bir ara o kadar iyi bir performans gösterdi ki abartısız sezonun en iyi 10 dakikalık bölümünü izledik Sami Yen'de. Hızlı, tempolu, isabetli paslarla her iki kanattan da rakip kaleye inen, pozisyon üreten, baskı kuran bir takım izledik. Eğer şu performansı her maç 30 dakika uygulayabilsek muhtemelen bundan bir ay önce şampiyonluğumuzu ilan ederdik. Aslında onu sorgulamak lazım esasen. Tamam, takımın fizik gücü çok üst düzeyde değildi belki sezon boyunca ama benim sahada gördüğüm futbolu sahada uygulayabilmemizi sağlayan değişken fizik güç değil futbol iştahıydı. Taraftarlara güzel bir veda etme isteği, tribündeki sinerjiyle birlikte apayrı bir 10 dakika izlettirdi bizlere. Nerdeydiniz çocuklar diyesi geliyor insanın.

Maçın geri kalanını uzun uzadıya değerlendirmeye gerek yok. Arda Turan iki gol atsa da oyun içerisinde verdiği kararlarda tereddütler yaşadığını gördüm, sezonun geri kalanında olduğu gibi. Arda Turan'ı bir adım öne çıkaran özellik oyun zekası ve doğru tercihleridir. Hiçbir zaman hızıyla, fizik gücüyle adam geçen bir oyuncu olmadı Arda, mental özellikleridir onu özel kılan. Bunu kaybederse üzülürüm. Sivasspor'u yine boş geçmemesi ise ayrı bir detay. Adam sezon boyu atamadığı golleri Sivasspor'a atıyor. Bir de Hasan Şaş'ın Denizlispor takıntısı vardı bir ara. Sezon boyunca gol atamaz, gider Denizli'ye atardı illa ki. Kilosu belki üç haneli rakamlara yaklaştı ama ben yine de onu görmek isterdim son dakikalarda. Bülent hocam sezon boyunca yaptığını şu son maçta yapsa, bizlere de ona düzgün bir veda etme şansı verme fena mı olurdu?

Hasan yoktu belki ama son dakikalarda oyuna girmesi bizi mutlu eden bir isim vardı, o da Uğur Uçar. Buruk geçmiş bir sezona bundan iyi kapanış olmazdı herhalde. Avuçlarım patlayana kadar alkışladım Uğur'u, topu kazandığında gol atmış kadar mutlu oldum. Tezahürat yaparken kendimi megaloman gibi hissettim ama olsun, onun için değer. Hoşgeldin ait olduğun yere Uğur, ilk defa 3 numaralı formanla seni burda izlemek büyük keyifti.
Bu keyfi kaçıransa maç sonunda aradığım babamdan geldi. 94. dakikada gelen Fenerbahçe golü çok önemli gözükmese de benim hesaplarıma büyük darbe vurdu. Sezonu erken açması gereken takım Galatasaray oldu bu sonuçla, Trabzonspor hem kendini hem de Galatasaray'ı yakmış oldu böylece. Küme düşen son takımsa Konyaspor'du. Aslında kazandılar ve rakiplerinden biri olan Gençlerbirliği de sürpriz bir biçimde kendi sahasında fark yedi Kayserispor'dan ancak Antalyaspor'un galip gelmesi onları dışarda bıraktı. Yönetim anlayışlarıyla bu lige yakışmıyorlardı belki birçok kulüp gibi ama ortada bir stad projesi varken düşmeleri pek iyi olmadı, umarım projeyi aksatmaz bu veda. Rizespor da yeni stadı yapılırken düşmüştü, Konyaspor da. Ben bir Anadolu ekibi taraftarı olsam stad istemeden önce bir kez daha düşünürüm.

Sezon tamamlandı bu maçlarla, Beşiktaş'ı tebrik etmeyi en sona sakladım. Şu kısır ligde rakiplerine oranla bir fark ortaya koyabilen tek takım oldular ve şampiyonluğa uzandılar. 6 yıllık hasretlerini dindirdiler, tüm Beşiktaşlı arkadaşlara tebrikler. Eğer kafama eserse ve finallerden fırsat bulursam Beşiktaş'la ilgili de bir şeyler karalayabiliriz bloga. Resmi olarak off-season da başlamış oldu, transfer haberleri ortalığı saracak doğal olarak. Doğru ve güvenilir olanlarıyla ilgili değerlendirmelerimizi ve önerilerimizi yaparız ancak dediğim gibi iki haftalık süreçte normal tempomuza göre bazı aksaklıklar olacaktır. Tatil demiyorum zira istesem de ara verebileceğimi sanmıyorum, yazı da İstanbul'da geçireceğimden bloga ara vermeyeceğim. Bu süreyi o şekilde yorumlayabilirsiniz. Süper Lig'e ara verme zamanı...

Ferhat Öztorun & Zafer Yelen

Trabzonspor büyük ölçüde bitirmiş bu transferleri son haberlere göre. Benim için şaşırtıcı olan Zafer'den ziyade Ferhat'ın transferi oldu, Trabzonspor iyi iş çıkarmış. Bildiğim kadarıyla Galatasaray ve Fenerbahçe de ilgileniyordu Ferhat'la, Galatasaray'a gelmek üzere olduğu izlenimi vardı bende, blogda fazla dillendirmesem de. Fenerbahçe de Carlos sonrası dönem için en ciddi yerli sol bek adayı olarak görüyordu Ferhat'ı, bu iki takıma değil de Trabzonpspor'a gitmesine hem şaşırdım, hem de sevindim Ferhat adına. Galatasaray'a gelse Balta'nın arkasında unutulma ihtimali vardı, Fenerbahçe'nin bu konulardaki sabıkasını zaten biliyoruz. Ferhat'ı ilk 11 oynatmak için alsa bile muhtemelen Carlos sonrası başka bir yabancı sol beke yönelirler, Ferhat da zaten Galatasaray kökenli olduğu için mimlendiğiyle kalırdı.

Trabzonspor onun adına daha büyük bir şans. Onun bölgesinde iyi iş çıkaran Cale var ama Bundesliga'ya gidecek gibi duruyor o da. Hoffenheim ve Schalke isimleri ağırlıklı olarak geçiyor, Trabzonspor iyi bir bonservis kazanacak ordan. Yerini de bonservisi elinde, iki sezon boyunca takımında banko oynamış, aşama kaydetmiş ümit milli takımın sol bekiyle dolduruyor. Akıllıca bir hamle. Trabzonspor başarının ligin kaşarlanmış, belli bir düzeyin üstüne çıkamamış oyuncularına para dökerek bir yerlere gelemeyeceğini artık anlamış gözüküyor.

Yine de bir Galatasaraylı olarak üzülmedim değil, hem Galatasaray'da bir derinlik yaratmak adına, hem de sevdiğim, altyapı kökenli bir oyuncunun takıma dönecek olması adına isterdim Ferhat'ın dönmesini. Eric Gerets'in Galatasaray'a yaptığı en büyük kötülüklerin başında gelir, Ferhat ve Uğur'a yaptıkları. Uğur Kayseri'de tekrar ayağa kalkıp dönebilmişti ama Ferhat'ın bu şansı olmadı. Umarım bundan sonraki kariyerinde başarılı olur, milli takım seviyesinde de izleyebiliriz onu.

Zafer Yelen ise Trabzon'a gelmiş, sezonun son maçını tribünden izleyecekmiş. Zaten geçen sezonun başında da benzer bir girişimi olmuştu Trabzonspor'un, bonservis bedelinde anlaşılamadığı için transfer gerçekleşmemişti. Bu sene transferin nispeten daha kolay gerçekleşmesinin sebebi Zafer'in takımında süre bulamaması oldu. Bildiğim kadarıyla önemli bir sakatlık da geçirmişti Zafer ama bu koskoca sezonda sadece 91 dakika süre almış olmasının sebebi değil. Çoğunlukla Hansa Rostock'un amatör takımında forma bulabilmiş, bu da büyük ölçüde gözden çıkarıldığı anlamına geliyor. Genç milli takımlar seviyesinde dikkat çeken bir oyuncuydu ama iki senedir düşüşte olduğunu belirtmek lazım Zafer'in. Benim Galatasaray'a istediğim oyunculardan biriydi Zafer ama o Zafer bu Zafer mi, işte o soru işareti...

Veda Busesi

Millet olarak beceremediğimiz işlerin başında gelir veda etmek. Bunu en net şekilde gördüğümüz yerler futbol sahaları belki de. Sürekli yaşadığımız bir durum bu, Galatasaray taraftarıysanız ne demek istediğimi muhtemelen daha iyi anlıyorsunuz. Bu takıma senelerce emek vermiş oyuncular hem kendi tavırları, hem yönetimlerin iş bilmezliği, hem de taraftarın umursamazlığı sebebiyle bir türlü hak edene hak ettiği gibi veda edemedi Galatasaray tribünleri. Buna Hagi'den tutun Hakan Şükür'e, Ergün Penbe'ye kadar herkes dahil. Esas payı ben de yönetimlere biçiyorum elbette. Tepkilerden çekinip son ana kadar hiçbir şey söylemeyip hem futbolcuyu hem de taraftarı zor durumda bırakmak doğru ve ahlaki bir yaklaşım değil. Bugünkü garip medya düzeninde en az hasarla işi kotarmak için doğru belki ama olması gerekenin bu olmadığı çok açık.

Bunda tek sorumlu yönetimler de değil açıkçası, Galatasaray özelinde futbolcuların payını es geçmemek lazım bu konuda. İnatla futbolu bırakmayacağını ilan edip Galatasaray sonrası oynayacak takım bulamayan futbolcuların tavırları da en az yönetimler kadar problemli. Özellikle Hakan Şükür'ün geçen sezon takındığı tavır beni en çok üzenlerden biridir. Futbolculuğuyla, saha içi davranışlarıyla, Galatasaraylılığıyla benim için bir çocukluk kahramanıydı Hakan Şükür. Futbol hafızamın en güzel anıları onun golleriyle süslüdür. Ona 38 yaşına kadar forma vermiş kulübüne bu fırsatı vermeliydi, verebilmeliydi Hakan Şükür. Altyapıdan yetişen ve bütün kariyeri boyunca Galatasaray'da oynamış kaptan Bülent Korkmaz'a verilmemiş olan şans ona verilmişti. Bir ilk olacaktı belki de ama olmadı, onun vedası da hüzünlü oldu.

Anılara tekrar girmeyelim fazla uzatmadan, günümüze dönelim. Bu konuyu esas gündeme getiren büyük futbolcu, büyük insan Tugay Kerimoğlu'nun stadyumda alacağı teşekkür plaketi. Blackburn'deki olağanüstü vedayı hep beraber gördükten sonra Tugay'ın kariyerini Galatasaray'da bitiren birçok oyuncudan daha iyi uğurlanacağına eminim, böyle bir sinerjinin oluştuğunu görüyorum, en azından görmek istiyorum. Ancak bence mesele sadece Tugay'a veda etmek değil. Tugay kadar değerli olduğuna inandığım bir oyuncumuz daha veda edecek Galatasaray'a ligin son maçında, o da Hasan Şaş.
Galatasaray'ın 2000 sonrası kazandığı her şampiyonlukta büyük pay sahibi olan Hasan Şaş. Profosyonel bir oyuncu olamadı hiçbir zaman belki ama gerektiğinde bir adım öne çıkıp saha içi liderliğini kotarabilen adam oldu, Galatasaray azminin, mücadelesinin simgesi oldu. Bugünlerde içi boşaltılan kavramlardan biri olabilir bu ruh meselesi ama gerçekten sahaya bu enerjiyi getirebilen bir adamdı Hasan Şaş. Tüm bunların dışında gerçek anlamda bir takım taraftarı olan ender futbolculardan biriydi Hasan, laf olsun diye söylemiyorum bunu. Futbolcuların dünyası bizimkilerden çok farklı, her ne kadar onları birer kahraman gibi görsek de çoğu oyuncu bu işi meslek olarak yapıyor ve kariyerinin onu getirdiği takımlarda oynuyorlar. Hasan Şaş ise her zaman farklı bir yerde durmuştur bu anlamda.

Son dönemde futbolu artık profosyonel düzeyde oynayacak hali yoktu Hasan'ın, bunu biliyoruz. Aslında Bülent hoca ısrarla onu kurtarıcı olarak oyuna sokmasa bu kadar tepki almayacaktı ama Hasan Şaş bir şekilde taraftarın önünde başarısızlığı getiren düzenin simgesi oldu. Belki de öyledir, bilinmez ama en azından bize 'O An'ı yaşatan bu insana kelime anlamıyla vefa borcumuz var. Vefa deyince nasıl oynarsa oynasın ömür boyu bol sıfırlı sözleşmeler önermek algısı ortaya çıkıyor, aslında öyle değil. Vefa dediğiniz biraz dürüstlük, biraz onore etme ve düzgün ve hak edilen biçimde bir vedadır, fazlası değil. Bunu yapmayı artık öğrenmemiz gerekiyor, Tugay'a Blackburnvari bir veda ederken Hasan'ı da es geçmemek gerek. Benim için son haftadaki en önemli detay bu olacak...

Yoann Gourcuff, Milan & Bordeaux

Avrupanın en iyi çıkış yapan oyuncularından biri oldu bu sene Yoan Gourcuff, başarısız bir Milan deneyiminden sonra bu denli büyük bir çıkışı beklemiyordum ben açıkçası. Yeni Zidane furyasının bile önünü kesti neredeyse, onun bu çıkışının yanında diğer Yeni Zidane'lar biraz sönük kalınca medya da tamamen ona yöneldi. L'equipe bile attığı şahane bir gol sonrası çok iddialı bir manşetle Zidane'ın veliahtı ilan etmişti Gourcuff'u. Haketmiyor da değil hani bu performansıyla, Lyon hegamonyasına son vermek için gün sayan Bordeaux'nun en değerli oyuncusu oldu bu sezon. Bu ona milli takımın kapılarını da açtı doğal olarak, Fransa-Uruguay maçı sonrası yer vermiştik bu detaya blogda. Bu seneki tek eksiği Avrupa Kupalarında ilerleyememek oldu, onu da Galatasaray'a borçlu olması kötü bir sezon finali yapan Galatasaray adına ironik olsa gerek. Şu Bordeaux bence rahatlıkla finalde oynayabilecek bir takımdı.

Neyse efendim, Gourcuff yazmamız boşuna değil elbette. Milan'dan kiralandığı zaman Bordeaux fiyatı yüksek tutsa da önemli bir iş yaparak bonservisi alma opsiyonunu koydurmayı başarmıştı. Milan muhtemelen o dönem pek önemsememişti bu detayı, 15 verirlerse kârdır deyip kabul etmişti ama bu kadar büyük bir çıkışı onlar da beklemiyordu. Bordeaux da bu fırsatı değerlendirip 15 milyon euro'ya Gourcuff'un bonservisini almış. Muhtemelen Gourcuff'u bir sezon daha oynatıp çok daha ışıltılı bir fiyata transfer vitrinine koyma derdinde. Taliplileri de doğal olarak İngiltere'den olur diye tahmin ediyorum.

Milan ise 15 milyon euro gibi kallavi bir bonservis bedeli kazansa da muhtemelen Gourcuff'un dönmesini tercih ederlerdi şu durumda. Kaka'ya Manchester City'den 120 milyon euro teklif geldiğinde en mantıklı plan Kaka sonrası Gourcuff'dan faydalanmaktı ama ikisi de gerçekleşmedi. Kaka transferi aynı bedelle olmasa da gerçekleşebilir istenirse ancak Gourcuff işini bozan daha çok Gourcuff'un Milan'a karşı olan tavrı sebep oldu. Bordeaux'nun bonservis opsiyonu olsa da oyuncu Milan'a dönmek istese yapacakları bir şey yoktu pek. Gourcuff'u bu konuda haklı görüyorum. Başarılı olduğu ve efsanevi bir başarıya götürdüğü bir takım var. Eğer bu sezon sonrası tekrar Milan'a döner ve Kaka-Ronaldinho ikilisi arasında istediği düzeyde bir rol alamazsa bu onun en üst düzeyde kariyerini geçirme fırsatını kaçırmış olacak. Ben de onun yerinde olsam Bordeaux'yla geçirilecek bir dönemden sonra çok daha büyük bir krediyle transfer yapabilir. Hayırlı bir transfer oldu bana göre...

FC Barcelona 2-0 Manchester United || Dünyanın En İyisi Barcelona...

Barcelona müthiş geçirdiği sezonu Avrupanın en büyüğü ünvanıyla taçlandırdı ve Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu. Eksiklerini düşününce güçlü bir orta sahaya karşı aynı etkinlikte pas trafiğini sağlayıp sağlayamayacağı maç öncesi soru işaretleri yaratsa da golü erken bulup oyun insiyatifini tamamen ellerine alan taraf oldular. Orta sahada defansif yükü sırtlayan oyuncu olarak öne çıkan Yaya Toure Chelsea maçında olduğu gibi defanstaydı ve sistemin en önemli tamamlayacılarından dış bekler Abidal ve Alves maçta oynamayacaklardı. Bunu da hesaba kattığınızda sezon boyunca ortaya konan şık ve gösterişli futbolun bir ayağı sallantıda gibiydi ama şampiyonluk motivasyonu ve bu oyuncuların yerine görev yapan muadillerinin işlerini kotarabilmesi Manu gibi bir sistem takımı karşısında bariz bir üstünlük kurmalarını sağladı.Açık söyleyeyim, ben uzun süre berabere giden bir maç izleyeceğimizi tahmin ediyordum, beraberliğin de oyun planını sahaya yansıtma açısından Manu'ya yararlı olacağını düşünüyordum ama futbol bu, hiçbir şeyi önceden kestirmek mümkün değil. Eto'o'nun bireysel becerisinin de ön planda olduğu şık bir golle tamamen kendi lehine çevirdi oyunu Barcelona. Bu kadar iyi pas yapan bir takımın öndeyken topu rakibine vermeyeceği aşikardı zaten, beklenen de oldu. Özellikle ikinci yarıda bir 5-10 dakika sağ tarafta Rooney etkinliği dışında hiçbir Manu organizasyonuna izin vermediler, verdikleri en net pozisyon Messi'nin yukardaki fotoğrafta görülen şık golü sonrası yine sağ kanattan içeri kesilen paralel toptu. O gol olsa belki son bölümü daha keyifli bir maç izleyebilirdik belki ama bu kadar üst düzey bir maçta zaten az gelen bu pozisyonları bir şekilde kaleye itemezseniz Barcelona alır maçı götürür. Zaten son dönemde Barcelona oyuncuları kendine özgü sistemlerine o kadar iyi uyum sağlamış durumdalar ki birbirlerini ik-üç gömlek üste taşıyabiliyorlar, Barça ve diğerleri desek yalan söylemiş olmayız. Lionel Messi'nin üstün meziyetleri de katılınca durdurulması çok zor bir yapı ortaya çıkıyor. Bunu dünya üzerinde yapabilecek tek takım kim deseler birçoğumuz Chelsea derdi, onlar da yapamadıysa ofansif yönü daha kuvvetli bir takım olmasına rağmen Manchester United'ın bile yapacakları sınırlı.

Rıdvan Dilmen bildiğim kadarıyla Avrupa futbolunu yakından takip eden bir yorumcu değil ama iyi idare etti bu akşam bana göre, yanındaki spiker İlker Yasin olunca harikaydı bile diyebiliriz hani. Şampiyonlar Ligi yayın hakları hangi kriterlere göre veriliyor, bilmiyorum ama ben UEFA'nın yerinde olsam bu organizasyonu katletmeye yemin etmiş kendine spiker diyen bu insanlar varken Doğan Medya'ya değil yayın hakkını, organizasyonun adını bile geçirtmezdim. Bu kadar berbat bir yayıncılık anlayışı olabilir mi bir medya kuruluşunun? Şu güzelim maçta bile çıldırtmayı başarıyorlar insanı. Rönaldö kadar taş düşsün başına İlker Yasin, töbe yarabbim!Ronaldo demişken Messi karşılaştırılmaları yapılıyor onunla ilgili ve doğal olarak Messi lehine bir kamuoyu oluşmuş durumda. Türk insanının kanında vardır bu, bir insanı övmek için diğerini yermek. Bunun karşısındayım işte. Messi apayrı bir yetenek, apayrı bir oyuncu belki ama Ronaldo'nun dünyanın en efektif kanat oyuncularından biri hatta en önde geleni olduğunu inkar etmek, onu küçük görmek anlamına gelmemeli bu. Karakterden, daha doğrusu saha içi tavırlarından dolayı kafadan eksi puanla başlayan bir adam Ronaldo ama buna rağmen fazla üstüne gidildiği kanısındayım, belirtmeden geçmiş olmayayım. Rıdvan Dilmen maç içinde Messi ayrı bir yerde, Ronaldo ancak onun arkasındaki 7-8 oyuncu arasına girer dedi ama bu da abartılı bir söylem. Messi'yi kenara koyarsak Ronaldo kadar etkili kaç oyuncu sayabiliyoruz bu tipte, belki biraz Kaka ve Ribery ama o kadar.

Bugün Ronaldo'nun değil, Barcelona'nın gecesi, o yüzden kısa keselim. Fazlasıyla hakettiler bugünkü galibiyetlerini, o yüzden biz de kendi çapımızda övgümüzü yapalım bu güzel oyunculara, güzel takıma karşı. Chelsea'yi son dakika golüyle devirdikleri maçtan sonra şöyle demiştim. "Barcelona'nın bu sezonki futbolunun bir şekilde taçlanması ve gelişimine devam etmesi gerek, bu akşamki sonuca sevinmemin en büyük nedeni budur." Eğer Barcelona bu noktayı zirve kabul etmez ve gerçekten gelişimine devam ederse futbol tarihinin unutmayacağı bir takıma şahitlik edebiliriz...

Bank Asya'da Yılın 11'i?

Uzun süre Blog İdman Yurdu'na kayıtlı blogların üstünde dönen bir banner vardı Bank Asya'yla ilgili, Bank Asya'da Yılın 11'ini internet kullanıcılarının seçeceğini belirten bir duyuruydu bu. Benim de oy kullandığım oylamada sonuçlar belli olmuş, 11'ler ortaya çıkmış yukarda da görüldüğü gibi. En dikkat çekici yanı Bank Asya'da bir fenomen olan, ilk yarıdaki form grafiğiyle son yıllarda görülmemiş bir forvet performansı ortaya koyan Bruno Ferreira Mombra Rosa'nın olmaması şüphesiz.

Oylamanın tamamen internet kullanıcılarına bırakılması her türlü seçimde olduğu gibi burda da problem çıkarıyor. Yalnız burda problem aslında oylama şeklinden kaynaklandı daha çok, bunu dile getirmezsek olmayacak. Çok anlamsız bir biçimde oyuncular sınıflandırılmıştı ve istediğiniz oyuncuya oy verme şansınız yoktu. Bundan daha saçma olanı ise mevkiilerinin en iyi oyuncuları aynı kategoriye konmuş, iki oyuncunun aynı anda seçilmesi engellenmişti. Bu da Bruno'nun seçilememiş olmasının en büyük nedeni. Özgürcan Özcan'ın Galatasaraylı olmasının oylamaya büyük etkisi olduğunu inkar etmek olmaz ancak bence en az Bruno kadar hakediyordu o 11'de yer almayı Özgürcan, ligin en fazla gol atan ikinci oyuncusu olarak. Ben de itiraf edeyim, oyumu Özgürcan'a verdim oylamada, bu haksızlığa uğradığı için. Bruno'nun seçileceğinden emindim ama benim gibi oy veren kişi sayısı sandığımdan fazlaymış herhalde.

Bir dahaki sefere böyle bir ödül töreni düzenlenecekse ilk önce bu oylama sistemi üzerine kafa yormak gerek...

Semih Kaya'nın Çapraz Bağları

Yunanistan'a karşı oynanılan ve 2-1 üstünlüğümzle biten U19 milli takımı karşılaşmasında çok üzücü bir olay yaşandı, Semih yine çapraz bağlarını koparmış. Geçtiğimiz sezonun ortasında 5 gün içinde oynadığı 4 maç sonrasında kopan bağlarının iyileşmesi uzun bir süreç almıştı, tekrarlaması çok kötü oldu. Tekrarlayan bağ sakatlığı Semih için isteyebileceğim son şeydi, gerçekten üzüldüm. Sakatlık konusunda çok talihsiz bir oyuncu olduğunu biliyoruz ama profosyonel düzeye yeni yükselmesine rağmen geçirdiği üçüncü ağır sakatlık bu Semih'in. Umarım yeni başlayan kariyerini sekteye uğratmaz bu sakatlık. Geçmiş olsun diyelim burdan, sakatlıkla ilgili bir gelişme olursa haberdar ederiz blogda.

Gelecek sezon için üçüncü stoper alternatifi olarak düşünüyordum ben Semih'i, Servet ve Emre Güngör'ü yedekleyen oyuncu olarak. Bu gelişme Galatasaray'ın bu bölgeye transfer yapması artık kaçınılmaz, 2 ay sonra çıkılacak muhtemel bir Avrupa Kupası maçı varken. Emre Aşık'ın da artık teklemeye başlaması ona geçtiğimiz senelerden daha büyük bir rol biçilemeyeceğinin kanıtı. Bir yabancı stoper transferi göreceğiz muhtemelen...

Ek Bilgi: Az önce takıma yakın bir arkadaşla konuştum, daha durumu belli değilmiş. Maçlarda oynayamayacağı kesin ama etrafta dolaşan bağlarının koptuğu bilgisi tam doğru değil. Esneme ihtimali üstünde duruluyormuş daha çok ama esas tanı MR'dan sonra konulacakmış. Kısmen sevindirici bir haber diyebiliriz bunun için, en azından korktuğumuz kadar büyük bir sakatlık olmama ihtimali var...

UEFA Avrupa Ligi İhtimalleri

Şampiyonu büyük oranda belirlediğimize göre son haftada en çok merak edilen konu henüz hiçbir şeyin belli olmadığı UEFA Avrupa Ligi adaylarımızda olacak. Kimse herhangi bir sırayı garantilemiş değil. Trabzonspor ve Sivasspor Şampiyonlar Ligi elemesine gitme mücadelesi verecek Galatasaray ve Fenerbahçe maçlarında, Sivasspor bir yandan da daha büyük çapta bir Denizlispor mucizesi kovalama peşinde. Üçüncü olan takım UEFA Ligi elemelerine play-off turundan katılacak ve ikisinin de takım puanı yeterli olmadığından seribaşı olma şansı yok.

Diğer iki takım ise çok büyük bir ihtimalle Galatasaray ve Fenerbahçe olacak, sadece kimin sezonu 15 Temmuz'da açmak zorunda olduğu belirsiz. Fenerbahçe son hafta aldığı galibiyetle Galatasaray'la arasındaki farkı kapattı ve ikili averajda üstünlüğü ele geçirdi. Eğer Trabzonspor deplasmanından galibiyetle dönerse Galatasaray'ın maç sonucuna bakmadan 3. ön eleme turundan katılmayı garantileyecek turnuvaya. Galatasaray'ın ise Fenerbahçe'nin Trabzon'dan çıkardığı puandan fazlasını alması gerekiyor Sivas'dan. Galatasaray'a bir beraberlik dahi yetebilir, galibiyet dahi yeterli olmayabilir. Bu sıralamayı da son haftadaki maçlar belirliyor. Galatasaray ve Fenerbahçe takım puanı açısından en sorunsuz Türk takımları, elemelerde, Şubat ayına kadar bu yönde bir sıkıntı çekmeyecekler.

Dün gözden kaçırdığımız bir nokta vardı, o da Bursaspor'un hala bir şansı olduğu. Bursaspor'un UEFA Avrupa Ligi'ne gitme adına tek şansı üçlü averaj. Bunun gerçekleşmesi halinde Galatasaray dışarda kalır ve Avrupaya giden Bursaspor olur. Bunun gerçekleşmesi için Galatasaray ve Fenerbahçe'nin yenilip Bursaspor'un son maçını kazanması gerekiyor.

Lig sıralamasını belirleyecek esas maç aslında Trabzonspor-Fenerbahçe olacak. Eğer Fenerbahçe kendi göbeğini kesebilirse Trabzonspor'un da iddialarını bitirmiş olacak aynı zamanda. Galatasaray'ın ise Sivasspor'u Sami Yen'de yeneceğini düşünüyorum. Tahmini sıralamam şöyle;

Beşiktaş, Trabzonspor, Sivasspor, Galatasaray, Fenerbahçe.

Sizin tahminlerinizi ise yorumlara alalım...

Beşiktaş 2-1 Galatasaray || Oynayan Galatasaray, Şampiyon Beşiktaş...

Maç öncesi yazılarında, dost sohbetlerinde söylediğim şeylerin çoğunu gördük sahada. Benim tereddütlerimi tamamen kaldıransa Beşiktaş'ın sahaya çıkan 11'i ve Mustafa Denizli'nin kurguladığı oyun anlayışıydı. Beşiktaş'ın belki 75'ten sonra oynayabileceği (ki Beşiktaş'ın maç boyu etkili olabildiği yegane dönemdir.) bir düzeni maçın başından itibaren oynatma çalıştı ve bana göre taraftarının önünde bir intihar girişimiydi bu. Galatasaray bulduğu net pozisyonlardan birinde topu kaleye itip öne geçse eminim ki kendini tutan birçok Beşiktaş taraftarı Mustafa Denizli hakkında hiç de iyi şeyler söylemeyeceklerdi. Kazanan her zaman haklıdır derler, Beşiktaş da bugün kazandı ama burda söylediğimiz her türlü futbol defosunu gözler önüne sermeyi de ihmal etmediler.

Futbol hatalar oyunu diyoruz belki ama bu kadar da aciz hatalar yapamazsınız bir derbi maçında, Galatasaray kendisini iki bacağından vurarak Beşiktaş düzeninin de katkısıyla ikinci yarının en etkili maçını çıkarırken yenilmiş oldu. Arda'nın, Kewell'ın, Nonda'nın etkili olduğu bir maçta Baros vasatın az üstüne çıksa muhtemelen tarihi bir galibiyet alacaktı Galatasaray, rakibini ligin son haftası öncesi liderlikten ederek. Bundan da önemlisi ligi Temmuz ortasında açmamak için kazanmak ya da puan almak gerekliydi, bu akşam Fenerbahçe'ye de geçilmiş oldu takım. Tek teselli Bursaspor'un iki kez öne geçtiği maçta evinde berabere kalmış olması. Bizi Antep'e duacı edenler utansın diyelim, fazla uzatmadan.

Bülent Korkmaz benim artık hayallerimin ötesine geçti. Kondisyonsuz olduğu için durmadan şikayet ettiği takımda 90 dakika boyunca bir değişiklik bile yapmaz mı insan, bu nasıl bir çelişki? Son 15 dakikada takımın tamamen düşmesinin sorumlusu açık ve net olarak Bülent Korkmaz'dır, bunun ötesi yok. Tek tesellim gelecek hafta son kez takımın başında yer alacak olması. Kusura bakma Büyük Kaptan, gördüğüm en kötü teknik direktör performansıdır bu, tartışmasız. Saftig efsanesini bile gölgede bıraktın Kaptan. Gerçekten üzgünüm ama yapacak bir şey yok. Galatasaray böyle yönetilmeyi hak etmiyor.

Beşiktaş'a gelelim. Beşiktaş Galatasaray'ın kazanabileceği tek senaryoyu sahneye koyma peşindeydi bugün ama Galatasaray stoperleri başrolü onlardan kapmaya kararlı görünüyorlardı. 3 stoper+Üzülmez'li defans bloğu, önünde Cisse+Ernst, sol açıkta da Ekrem Dağ. Daha defansif bir kadro hayal edemiyorum açıkçası Beşiktaş adına. Bu düzenin cezasını oyunun kontrolünü tamamen Galatasaray'a vererek çektiler ama dedim ya, Galatasaray bunu cezalandıracak form durumunda değil. Baros, Emre Aşık ve Mehmet Topal malesef bugün maçın kaderiyle oynadılar, Galatasaray adına olumsuz anlamda. Beşiktaş'ta iyi iş çıkardı, diyebileceğim tek bölge Ernst ve Cisse'nin olduğu orta bölge, defans bloğu ve ileri uç elemanları vasatın ötesinde değildi. Buna Yusuf da dahil, Emre-Orkun ikilisinin hediyesi gol onu fazla ön plana çıkarıyor diye düşünüyorum.

Ligdeki son duruma göre Galatasaray gruplara kalmak için 3 ön eleme oynamak zorunda UEFA Ligi'nde, kazasız belasız gidebilmek için. Son hafta Trabzon-Fenerbahçe, Galatasaray-Sivas maçları esas olarak bunu belirleyecek şampiyonluktan ziyade. Kim Şampiyonlar Ligine gidecek, kim dördüncü olacak, artık mesele bu. Şampiyon Beşiktaş'ın arkasındaki dörtlüyü merakla bekliyoruz...

Beşiktaş-Galatasaray || Maç Öncesi

Beşiktaş 6 senelik bir aradan sonra bir haftaya şampiyonluğunu ilan edebilmek için yine bir Galatasaray maçına çıkıyor bu akşam, karşısında ise şampiyonluk iddiası olmayan, Şampiyonlar Ligi elemeleri için ufak çapta bir mucizeye ihtiyacı olan bir Galatasaray var. Tablo Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi öncesine çok benzer yine, o zaman da Beşiktaş maçın favorisiydi, bu akşam da öyle gösteriliyor. Ben yine benzer şeyler söyleyeceğim bu akşam için, Beşiktaş kazanabilir belki ama iyi pas trafiğine sahip her takım Beşiktaş'ın arkasına inebilir ve pozisyon bulabilir. Galatasaray bugün iyi gününde olursa takımın bu karakteristiğini sahaya yansıtabilecek en etkili oyuncusu Lincoln kadroda olmamasına rağmen bir şok yaşatabilir Beşiktaş taraftarına. Ben hala Beşiktaş kadar şansı olduğuna inanıyorum Galatasaray'ın.

Galatasaray'da esas problem orta saha forvet bağlantısını yapacak oyuncu olan Lincoln'ün olmaması ve Emre Güngör'ün yineleyen sakatlığı sebebiyle orta sahanın Topal'sz kalacak olması. Galatasaray'da esas problem kendi içinde. Beşiktaş ise Fenerbahçe derbisinden ders almış gözüküyor muhtemel kadrolara göre, o açıdan Beşiktaş adına daha problemsiz bir maç olarak görebiliriz bugünkü maçı ama ben yine de Galatasaray'ın 'işleyen' oyun planının Beşiktaş'a ters geleceğine inanıyorum. Maçın skorunu bence Galatasaray'ın verimliliği belirleyecek bu anlamda.
Bugünkü derbi özel programında konuşmak istediğimiz konuların başında geliyordu aslında ama 23 dakikalık kısa programda fırsat olmadı bu tabloyu ekrana getirmeye. Daha önce de değinmiştim hatırlarsanız. Beşiktaş'ın ligin üst yarısıyla ilgili ciddi bir problemi var, bu çok açık. Kupadaki Fenerbahçe galibiyeti bunun üzerini biraz örttü gibi ama ligin karakteristiği çok farklıdır kupadan, bunu da düşünmek gerek. Galatasaray 2005 kupa finalinde 5 attığı Fenerbahçe'ye 1 ay sonra şampiyonluk maçında yenilmişti , hatta Şampiyonlar Liginden de olmuştu o yenilgiyle. Tam birebir örtüştürmüyorum bu iki örneği ancak ligin ve kupanın dinamiklerinin çok farklı olduğunu anlatacaktır en azından. Beşiktaş ligin zirvesinde olmanın en önemli gerekliliği olan anadolu puanlarını toplamayı başarmıştır, bunu kenara yazıyoruz elbette ama her maçı kendi özelinde değerlendirmek gerek ve bence Beşiktaş gösterildiği kadar favori olmayacak bu maç. Yenebilir mi Galatasaray'ı, kesinlikle. Hatta erken bir gol bulursa çok rahat da geçebilir ama futbol fikri olarak arkasına sarkabilen takımlara karşı bir B planı geliştiremedikleri gerçeğini değiştirmeyecek. Bunu sürekli tekrarladığımdan dolayı Beşiktaş'ı takdir etmediğim çıkarımı yapılabilir belki ama tam tersi aslında, Beşiktaş bu ligi fazlasıyla hakeden takımdır. Bunu zirvede bu kadar iddialı değilken de dile getirmişliğim var. Sadece yeri gelmişken puan tablosuna bakıp toz pembe bir tablo çizilmemesi gerektiğine inanıyorum. Aynı şekilde ikinci olan takıma olan övgülerin bir anda törpülenmemesi gerektiğini düşündüğüm gibi.

BEŞİKTAŞ: Rüştü, İbrahim Toraman, Gökhan Zan, Sivok, İbrahim Üzülmez, Ekrem, Cisse, Ernst, Tello, Holosko, Bobo
TEKNİK DİREKTÖR: Mustafa Denizli

GALATASARAY: Orkun, Sabri, Emre Aşık, Mehmet Topal, Hakan Balta, Arda, Barış,Ayhan, Kewell, Nonda, Baros
TEKNİK DİREKTÖR: Bülent Korkmaz

Dizilerde Sezon Finalleri: Lost, Fringe, Chuck, How I Met Your Mother...

Yabancı dizi izlemeyi bir alışkanlık haline getirmiş insanlar için zor günler başladı zira bir süreliğine de olsa dizisizliğe alışma zamanı. Önce Chuck ve Lie to Me sonra Lost, Fringe, The Big Bang Theory derken Gossip Girl ve How I Met Your Mother da sezon finalini yaptı. Prison Break efsanesi son dönemlerde hafiften çuvallasa da yine kendini izlettiren bir final yaptı. Sınav dönemindeki arkadaşlar için iyi olmuştur belki ama ben şimdiden dizi arayışına girdim bile. Finallere şöyle bir göz atalım istiyorum ama dizileri takip ediyorsanız ve henüz izlemediyseniz geri kalan bölümü okumanızı tavsiye etmem, spoiler içereceğinden.

Sezonun en görkemli finalini Lost'un mu Fringe'in mi yaptığına karar veremedim henüz ama oyumu Fringe'den yana kullanacağım galiba. Beni bu kadar etkileyen bir son sahne olmamıştı şimdiye kadar, her karesinde ayrı bir anlam yatıyordu adeta. The Road Not Taken bölümünde Walter Bishop'ın açıkladığı paralel evren teorisinin işlenişi gerçekten harikaydı, dizi hiç bitmesin istedim o an. J.J. Abrahams Lost'ta yaptığı hatalardan da ders almış görünüyor, Fringe bana göre Lost'u bile aşan bir bilim-kurgu dizisi olma yolunda hızla ilerliyor. Şu gazete bile beni benden aldı açıkçası.
Lost'un da hakkını vermek gerek yalnız, 4. sezonda düşüş yaşayan dizi 5. sezonda adeta tekrar doğdu, 1. sezon havasını hissettim adeta. Çok iyi kurgulanmış bir final bölümüyle Jacob abinin aslında kim olduğunu, ada üzerindeki çekişmeyi kısmen de olsa görme fırsatı bulduk. Giriş sahnesi tekrar tekrar izlenecek cinsten. Jacob'ın içinde yaşadığı heykel konusunda şüpheler var, kimi Osiris diyor, kimi Anubis. Ben daha çok Seth'e benzettim. Görünen o ki Antik Mısır'la bir şekilde bağlantılı bir final göreceğiz dizide. Benim içime sinmeyen kısım aksiyon sahneleri oldu son bölümde, Jack'ten tutun Kate'e, Juliet'e kadar hepsi kendi çapında bir Polat Alemdar'mış da haberimiz yokmuş, nedir bu allasen! Eline silah alan turnayı gözünden vuruyor maşallah. Yine de tutarlı ve planlanmış bir final olduğu belliydi, Prison Break gibi rotasından sapmış bir dizi izlenimi vermedi bana. Son sezonu da merakla bekliyoruz. Ara biraz uzun gerçi ama alıştık artık, onu da bekleriz.

Benim tescilli bir How I Met Your Mother delisi olduğumu bilmeyeniniz yoktur tahminen ancak buna rağmen özellikle son 5-6 bölümde düşen tempodan hiç memnun değilim. Senaristler aynı anda diziyi izlenir kılan samimi komedi diyebileceğim mizah anlayışıyla genel hikayenin ilerleyişini aynı anda kotaramaz oldular, zaman zaman çok iyi bölümler çıksa da bu 3. sezonun sonundan beri böyle. Marshall'ın işi, Ted'in ilişkileriyle ilgili yapılmak zorunda olan konu ilerlemeleri dizinin asıl hazzını sekteye uğratıyor gibi. Sanki dizinin ismi How I Met Your Mother olmasaydı, ne bileyim, bence gereksiz bir dizi olan Friends'in adı bu diziye konsaydı muhtemelen tarihin en iyi komedi dizilerinden birini izleyecektik. Hikayeyi sürdürme çabası gittikçe dizinin aslının önüne geçiyor gibi. Senaristler de bu durumun farkında olacak ki dizinin tek iş kotaran karakteri olan Barney'e yüklendikçe yüklenir oldular. Neil Patrick Harris'in muhteşem oyunculuğu olmasa muhtemelen üstüne bu kadar yoğunlaşılmış bir yan karakter çoktan insanları bıktırırdı ama çoğunluk hala onu izlemekten memnun. Artık iş, güç meselesini atlattığımıza göre dizinin özüne dönülür artık, inşallah!

Chuck'ın sezon finalinden sonra NBC'nin diziyle ilgili kararını henüz vermediğini söylemiştik son yazıda, bu konuda iyi mi kötü olduğuna tam karar veremediğim bir haber geldi. Chuck'ın devam edeceği ama bütçesinde ciddi bir kısıntıya gidileceği söyleniyor. Ayrıca Kış Olimpiyatları sebebiyle dizinin Ocak 2010 yerine Mart 2010'da dönebileceği de NBC'nin güz dönemi programı açıklamasında satır arası olarak verilmiş. Futurama'yı bir hiç uğruna yayından kaldıran Fox'tan sonra Chuck ve Pushing Daisies'e yaptıklarıyla NBC de tepemi attırmaya başladı, haberleri olsun.

Çok sevilen bir dizi olmasına rağmen House'u seyretmişliğim yoktu, bu boşlukta başlamayı planlıyorum. Başka tavsiyeleriniz varsa yorum bölümüne alabilirim. 2-3 gündür grip olduğumdan dolayı yazılar aksadı biraz, o yüzden kusuruma bakmayın. Bir de programla ilgili bir haber, Pazar günü Yenilsen de Yensen de derbi özel programı saat 15.00'de olacak, bir aksilik olmazsa ben de ordayım, merak edenler için söylemiş olalım...

Marcelo Carrusca Fiyaskosu

Arjantinli oyuncu Türkiye'ye gelirken oldukça iyi referanslarla beraber gelmişti aslında o dönem. Hasan Şaş'ın efsanevi 2002 performansından sonra orayı hakkıyla dolduran bir oyuncumuz olmamıştı ve yıllardır aslında rakiplerine oranla çok daha fazla etkili sol ayağı barındırmış bir kulüp olan Galatasaray'ın bu eksikliğini giderme amaçlı, faydalı bir transfer izlenimi vermişti bizlere. Uçaktan inmesinin üstünden 24 saat geçmeden Ankaraspor maçında sahadaydı. İlk 11'de çıktığı maçta bir net gol pozisyonundan faydalanamadıktan sonra 60'larda çıktı ve onu bir daha kupa maçları ve gazozuna oynanan Liverpool maçı dışında pek gören olmadı.

İtiraf edeyim, gideceği kesinleştiği son ana kadar acaba iki-üç maç şans bulabilseydi faydalı bir oyuncu olabilir miydi diye düşünmüyor değildim, tüm olumsuzluklara rağmen. Bugün bile erken umudu kestiğimiz kanısındayım Carrusca'dan, milyonlarca euro bonservis ödediğiniz adamı iki kere üst üste oynatmadan gönderiyorsanız oyuncu Dominic Iorfa dahi olsa hatalı olanlar transfer komitesi ve teknik heyettir. Bütün Galatasaray altyapısı kariyerinde genelde sol tarafta görev almış olan Arda Turan'ı 6 aylık Manisa kariyeri sonrası sağ bek sanıp ona göre transfer yapıyorsanız Carrusca'nın oynamayışını "ama Arda çıktı?!" şeklinde açıklayamazsınız, bu sefer de sizin sezon planlamasını gelişi güzel yaptığınız ortaya çıkar.2 sene Galatasaray'da kaldıktan sonra kiralandığı Cruz Azul'da da beklenilen çıkışı yapamadı Carrusca, sezon boyunca ilk 11'de çıktığı maç sayısı sadece 4. Ocak ayında MLS kulüplerinden D.C United'a karşı oynanan maçta omzundan ciddi bir sakatlık da geçirince sezonu kapatmış Arjantinli. Bir ara çıkan çakma Liverpool transferi haberleri de artık mümkün gözükmüyor. Sayın Adnan Polat'ın futbol şubesinin başındayken Carrusca transferini "sponsor parasıyla aldık, maliyeti sıfır!" olarak özetlemesi zaten beklentilerimizi yüksek tutarak hata yapanın bizler olduğunu ortaya koyuyor. Sponsor parası da olsa giden paraların aslında sponsorun değil Galatasaray'ın olduğunu anlayabildiğimiz gün Galatasaray bir eşiği daha atlamış olacak.

Sezon sonunda Cruz Azul bonservis opsiyonunu kullanmazsa muhtemelen kısa bir süre daha gündeme gelir, daha sonra tazminatı verilerek gönderilir Arjantinli. Ondan sonra unutulur gider bu fiyasko da diğerleri gibi. Bizim gibi futbol delileri de kumaşı iyi miydi değil miydi diye tartışır durur işte...

Shaktar Donetsk 2-1 Werder Bremen || Kupa Ukrayna'da...

Maç öncesinde favori açık olarak Shaktar'dı hem formsuz hem de eksik Bremen karşısında, bu açıdan beklenen bir sonuç olduğunu söyleyebiliriz Shaktar zaferinin. İtiraf edeyim, bir Avrupa kupası maçı seyrediyor olmama rağmen Galatasaray'ın neden burda olmadığını sorgulayarak geçirdim maçın büyük bir bölümünü. Bu sezonki UEFA sürecini bizim lige de benzetiyorum bir yandan, Galatasaray'ın aslında sonuna kadar yürüyebilecekken gereksiz ve yanlış hamleler yüzünden son yılların en zayıf turnuvalarından birinde son düzlüğe iddiasız girmesi olarak görüyorum bu tabloyu. Hele hele Hamburg'u elemiş olan Bremen'in Diego'suz ne hallere düştüğünü görünce daha da içleniyor insan. Neyse, yine depresyona girmeden maç analizine girelim biz en iyisi.

Bremen tarafında dediğimiz gibi takımın oyun kurucusu Diego yok. Ona ofansif açıdana yardımcı olan ikinci hücumcu orta saha Mesut ise onun rolüne çekilmiş beklendiği gibi ama Mesut'un performansının beklenenin çok çok altında olunca Bremen'in kupa şansı tamamen skoru bağlayıp maçı penaltılara götürme ihtimaline kalmıştı. Pizarro'nun kalabalık ve iyi alan kapatan Shaktar savunması arasında top tutabilmesi bile Bremen'in ön alanda çoğalmasına yetmedi. Bekler Boenisch ve Passanen bindirme yapmaya niyetlendilerse de hücumda pek verimli olamadılar, özellikle Boenisch Bremen adına kritik anlarda topla buluşmasına rağmen pozisyonu gol tehlikesine dönüştürebilecek aksiyonları gerçekleştiremedi. Rakibin teknik kapasitesi de bir hayli yüksek olunca top sizde fazla kalmıyor haliyle, kaldığı dönemlerde de Lucescu'nun futbol fikri gereği topun arkasına geçmiş ve alanını kapatmış 10 adamla karşılaşıyorsunuz. Buna rağmen kalecinin de katkısıyla bir duran top golü bulmaları maça tutunmalarını sağladı normal sürede.

Shaktar ise defansta kontrollü bir oyun ortaya koyup rakibi Srna ve Ilsinho ikilisiyle sağ taraftan yıpratma amacındaydı, bunu da başardılar maçın büyük bölümünde. Baya bir hırpaladılar Bremen defansını ordan. Maçı koparan gol pası da o bölgeden çıktı zaten, kaptan Srna maç boyu sergilediği efektif oyununu yaptığı asistle taçlandırdı. Shaktar Bremen'e göre çok daha ağır basıyordu kadro kalitesi olarak, skoru almalarının bu kadar uzun sürmesi açıkçası şaşırttı beni. Özellikle ilk çeyrekte öyle etkiliylerdi ki maçı farklı alacaklarmış gibi duruyordu. Attıkları ikinci golde Pyatov kadar olmasa da Wiise'nin de payı vardı hani. Anladığım kadarıyla uzak köşeye bir vuruş bekliyordu Wiise ve ona göre yaylanmak üzereyken nispeten daha kolay bir vuruşu çelmekte gecikti ve maçı bitiren gol geldi.

Taraftar sayılarına baktığımızda UEFA Kupasının gittikçe zayıflayan marka değerini rahatlıkla görmek mümkün oluyor. Bundan bir on sene önce Parma, Liverpool, Valencia gibi ekiplerin çok zorlu süreçlerden geçip aldığı kupalara bakıyorum, bir de son 3-4 sezonki şampiyonlara. Shaktar takıma yaptığı inanılmaz yatırımla belki kupayı bir nebze daha hakediyordu ama Bremen şu haliyle kupayı alsaydı gerçekten ayıp olacaktı. Kendi liginde ayakta duramayan bir takımın gelip Avrupa kupası alması benim hoşuma gitmez açıkçası.

Bir de yayıncı kuruluş var tabii, beni maç için bilet almadığıma lanet ettiren Show TV. Avrupa kupası finaline yorumcu olarak koyduğu adam Bülent Tulun olan Show TV. Sözün bittiği yer denir hani, hakikaten öyle. Bundan daha kötü, daha berbat bir yayıncılık anlayışı olamaz herhalde. Maç analizi olarak bize "Shaktar büyük takım gibi oynuyor." diyen bir yorumcuyu ben istemiyorum. aklınca detay vereceğim diye önündeki Ertem Şenervari notlardan "Geçen sene Tomoşçuk (Timoshchuk demeye çalışıyor burda) final oynadı Ukraynalı olarak" demekle Avrupa futboluna hakim olunmuyor sayın Tulun ve Show TV yetkilileri. Ayrıca bir adamın kalkıp da Türkiye'deki yönetim sistemini eleştirmeden önce kalkıp da aynaya bakması gerekir. Türk futbol tarihinin en büyük skandalı olan Franck Ribery olayından sonra hangi yüzle ekranlara çıkıp bunları söyleyebiliyor, insan gerçekten şaşırıyor. Ben bir Galatasaraylı olarak ekran başında utanırken bu adamın pişkin pişkin bunları söyleyebilmesi gerçekten pes dedirtiyor insana. Kupa töreni rezaletine hiç girmeden bitireyim yazıyı, gece gece sinirlerimi daha fazla kaldırmayayım. Yatıp uyumak en iyisi galiba...

Genç Oyuncu Raporları #9: Serkan Şahin'in Dönüşü

Uzun zamandır gelişmeleri rapor olarak toparlamıyorduk, hazır haberler de çoğalmışken bir rapor hazırlamak farz oldu. Özellikle yurtdışından güzel haberler geliyor birkaç gündür. Bunlardan ilki daha önce blogda değindiğimiz Serkan Şahin'den gelen sevindirici haber. Serkan'ın ablası Çiğdem Şahin kardeşinin milli takım tercihini Türkiye'den yana kullandığını söyledi wowturkey forumlarında, ilgili açıklama da menejerinden gelmiş.
Futbolcunun menajeri Yusuf Kara son gelişmeler üzerine yaptığı açıklamada, "Serkan uzun süredir sabretmenin olumlu sonuçlarını almaya başladı. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'tan transfer konusunda resmi teklif aldık. Bu transfer tekliflerinin de etkisi ile Serkan milli takım konusundaki kararını da Türkiye'den yana verdi. Türk futbolu İsviçre kökenli yeni bir yıldıza kavuşacak." diye konuştu.
Açık konuşmak gerekirse henüz izleme fırsatı bulamadım Serkan'ı ama güvendiğim kişilerden duyduğum kadarıyla önemli bir yetenek. Basel gibi bir futbolcu fabrikasından yetişmesi de önemli bir referans benim için. Hücumcu sağ bek bulmak çok zor Türkiye şartlarında, Gökhan Gönül'den sonra ikinci bir ismi sayarken tereddüt ediyorsunuz. Eğer Serkan gelişimini sürdürürse önemli bir eksiğini giderir Türk futbolu. Haberde tercih nedenlerinden biri olarak üç büyüklerin Serkan'a talip olması gösterilmiş, eğer doğruysa kimin bu transferi bitireceği ayrı bir merak konusu olacak gibi görünüyor. Rotasyonlara bakılırsa üç takımda da eksikler var, üçü de olabilir açıkçası. En çok ihtiyacı olan kulüpse bence Beşiktaş. Rahat rahat Galatasaray'a gelsin diyemiyorum zira futbol kariyeri de sonlanabilir çocuğun, Galatasaray sağ beki pek tekin bir mevkii değil.

Bir diğer güzel haber ise yurtdışındaki kalecilerimizle ilgili yazdığım yazıda da yer verdiğim Sinan Bolat'la ilgil, zaten herkesin dilinde ama biz de es geçmeyelim. Son maçlarda kalesini koruduğu takımını kurtardığı son dakika penaltısıyla finale taşımayı başardı Sinan Bolat, Anderlecht ile şampiyonluk için bir play-off maçı yapacak Standard Liege. Liege Avrupa'da sempati duyduğum takımların başında gelir, özellikle sezon başındaki Felliani-Liverpool-Everton hikayesiyle gönlümüze taht kuran ekiplerden biri oldular. Devre arasındaki Sinan Bolat transferi de bunu perçinledi açıkçası, uzun süredir merak ettiğim oyunculardan biriydi Sinan. Liege gibi bir kulüpte parlaması onun kariyeri açısından çok önemli, burdan kalburüstü liglere de sıçrayabilir. Takipteyiz.

Milli takım bazında ise gündem U17 ve U19 turnuvalarıydı ve ara ara değindik bazı yazılarda. Kadrolarımız aslında ortalamanın üstünde olmasına rağmen teknik heyetlerimizin çaylaklığı beni ürkütüyor açıkçası. Bu jenerasyonlardan verim almayı bir türlü öğrenemedik, hala bu yaş kategorileri staj yeriymiş algısı var federasyonda ve milli takım heyetinde. Halbuki bir önceki yazıda ismini andığımız Gündüz Tekin Onay üstad gibi adamlara teslim etmek gerekir bu takımları, oyunculara öğretecek bir şeyleri olan hocalar görev yapmalı orda. Genç olacaksa da kesinlikle eski futbolcu değil bir şekilde genç takım yönetmiş insanlarla çalışılmalı. Bu sistem Türkiye'de oturmadıkça genç oyuncularımızın potansiyellerinden asla faydalanamayacağız. Sorun oyuncularda değil hocalarında anlayacağınız.

Galatasaray bu takımlara 6 oyuncu yolladı takım olarak, bunlardan 5'i U19 1'i ise U17 milli takımına. U17'deki eksiklik çok ciddi boyutlarda, hatta daha alt yaş kategorilerinde durum daha vahim. Galatasaray'ın uzun süredir milli takımlarda bir ağırlığı vardı, A takımda oynama potansiyeli olan en az 2-3 oyuncu bulunurdu her jenerasyonda. 90-91 jenerasyonları sonrasındaki durum pek iç açıcı değil. U17 takımındaki tek oyuncumuz Berkin Arslan da aslında Galatasaray'da parlamış bir oyuncu değil, milli takım performansıyla dikkat çekmiş ve iki sene önce Nazilli Belediyespor'dan transfer edilmişti. Galatasaray'ın oyuncu seçme ve parlatma özelliğini yitirmesi hiç de hayra alamet değil. Umarım transferle de olsa bu jenerasyonların eksikleri giderilir ve sistem işlerliğini devam ettirir.

Önümüzdeki günlerde U19 milli takımında forma giyecek 5 oyuncumuz arasında A takımda da forma giyen Semih Kaya ve Serkan Kurtuluş da bulunmakta, ayrıca Sinan Osmanoğlu, Çetin Güngör ve Emirhan Ergün davet alan diğer oyuncularımız. Takım Elite Round'u geçmeyi başarırsa Temmuz ayında önemli bir turnuva bizi bekliyor olacak, ayrıca U17 takımımız grup üçüncülüğüne rağmen Nijerya'daki Dünya Şampiyonasına katılma hakkı kazandı ki bu da çok önemli. 24 Ekim'de başlayacak turnuvada çok dişli rakiplerimiz var, bu da oyuncular için yeni bir tecrübe demek...

Futbolstar'dan Gaziantepspor'a: Mahmut Bezgin & Murat Ceylan

Süper Lig maç özetlerini seyrederken Gaziantespor kalecisi Murat Şahin'in talihsiz sakatlığını gördüm. Geçmiş olsun diyelim kendisine, umarım bir an önce sahalara geri döner. Murat'ın yerine giren kalecinin adının Mahmut Bezgin olduğunu duyunca garip bir çağrışım yaptı bende, bir süre düşündükten sonra bu ismi bir televizyon programından hatırladığımı farkettim. Popstar furyası sonrası 2004 yılında ülkemize genç futbolcular kazandırmak iddiasıyla yola çıkan, rahmetli Gündüz Tekin Onay'ın danışmanlığını yaptığı bir yarışma olan Futbolstar sonrası transfer yapmış oyunculardan biriydi Mahmut Bezgin.

Programın formatını hatırlayanlar olacaktır illa ki. Hıncal Uluç, Vedat Okyar, Tanju Çolak, Ziya Şengül ve İsmail Dilber'den oluşan jürinin seçtiği 30 futbolcu kampa alınacak ve bu oyunculardan oluşan takım ülkenin önde gelen altyapılarıyla hazırlık maçları yapıp bu oyuncular arasında sivrilenler transfer yapabilecekti. O dönem dikkat çeken oyuncular çoğunlukla unutuldu, en azından benim aklımda kalanların profosyonel düzeyde futbol oynamadığını görüyorum. Yasin Tezcan ve Yasin Hatipoğlu ilk hatırladığım isimler. Organizasyon sonrası transfer olan ilk oyuncu resimde de görmüş olduğunuz ise Mahmut Bezgin'di ancak o dönem basına pek yansımayan çok daha önemli bir transfere imza atmış Gaziantepspor, şimdilerde çift yönlü orta saha avcılarının gözdesi haline gelen Murat Ceylan. Murat'ın isminin o dönemler futbolstar oyuncuları üzerine dönen dedikodularda adının geçmemesi ise ilginç bir detay, yukarda da belirttiğimiz gibi.

Bazen böyle ufak araştırmalar sonrası beklediğinizden çok başka bir yere de çıkabiliyorsunuz, burda da Murat Ceylan benim için büyük sürpriz oldu. Murat Ceylan'la yapılan röportajlarda da geçiyormuş aslına bakılırsa bu detay, benim gözüme takılmamıştı şimdiye kadar. Gaziantepli bir ailenin oğlu olan Murat'ın İstanbul'da bir yarışmaya katılarak Gaziantepspor altyapısına gelmesi de ironik olmuş hani. Gaziantepspor'dan takım arkadaşları İsmail Köybaşı ve Ahmet Arı'yla beraber bu sezon transfer gazetecilerinin sıkça adını andığı oyunculardan biri olacağına şüphe yok Murat'ın, olası bir transferde bonservisinin de 2 milyon euro'dan aşağı olacağını sanmıyorum. Çok beğendiğim bir oyuncu, umarım bu sezonki grafiğinin üstüne istikrarlı bir biçimde koyarak milli takım seviyesine gelir, bu tip oyunculara çok ihtiyacımız var.

Diğer oyunculara şöyle bir göz attığımda profosyonel olarak futbol oynayan kimse takılmadı ama belki de yanılıyorumdur. 30 kişilik liste aşağıda, belki sizlerin hatırladığı isimler vardır diye koyuyorum.
Mahmut Bezgin (01) ,Hasan Aydın (02) ,Yusuf Tatlıdil (03) ,Birol Yiğit (04) ,Vedat Duran (05) ,Alper Kotay (06) ,Veysel Karaman (07) ,Çağdaş Uzun (08) ,Kaan Erdem (09) ,Onur Bilgen (10) ,Erman Deveci (11) ,Tümay Sarıyiğit (12) ,Dağhan Aslan (13) ,Aydemir Yavuz (14) ,Sedat Çağlayan (15) ,Mustafa Aşan (16) ,Yasin Hatipoğlu (17) ,İsmail Asan (18) ,Osman Tirkeç (19) ,Özer Özdemir (20) ,Eren Özdal (21) ,Ahmet Taş (22) Murat Ceylan (23) ,Gökhan Yavuzer (24) ,Yasin Tezcan (25) ,Mustafa Kubilay (26) ,Hasancan Satır (27) ,Mert Demircan (28) ,Suat Mutlu (29) ,Tansu Korkmaz (30)

UEFA Avrupa Ligi Elemeleri & Statüsü

Şampiyonlar Ligi eleme sistemi hakkında daha önce şu ve şu postlarda bilgi vermiştik, yavaş yavaş UEFA Ligi hakkında da bir şeyler yazmaya başlasak fena olmayacak. Bildiğiniz gibi 3 takımla katılıyoruz bu sene UEFA Ligine ve bu takımlarımızın hepsi eleme turlarında mücadele etmek zorunda. Geçtiğimiz sezon takımlarımız en fazla iki ön eleme turu oynayarak UEFA Kupası 1. turuna gelebiliyorlardı, yeni sistemde 1. tur play-off turu olarak değiştirildi ve bu tur da bir nevi ön eleme statüsüne geçti. Yani Şampiyonlar Ligiyle beraber başlayan ve aynı düzende giden bir UEFA Ligi izleyeceğiz. Grup bölümüne gelene kadar fikstür şu şekilde oluyor.

First qualifying round (50 teams)

  • 2 domestic cup winners from Andorra and San Marino
  • 16 domestic league runners-up from associations 35-51 (except Liechtenstein)
  • 29 domestic league 3rd place teams from associations 22-51 (except Liechtenstein)
  • 3 teams from the Fair Play initiative

Second qualifying round (80 teams)

  • 25 winners from the first qualifying round
  • 24 domestic cup winners from associations 28-51
  • 16 domestic league runners-up from associations 19-34
  • 6 domestic league 3rd place teams from associations 16-21
  • 6 domestic league 4th place teams from associations 10-15
  • 3 domestic league 5th place teams from associations 7-9

Third qualifying round (70 teams)

  • 40 winners from the second qualifying round
  • 12 domestic cup winners from associations 16-27
  • 3 domestic league runners-up from associations 16-18
  • 6 domestic league 3rd place teams from associations 10-15
  • 3 domestic league 4th place teams from associations 7-9
  • 3 5th place teams from associations 4-6 (inc. French League Cup winners)
  • 3 6th place teams from associations 1-3

Play-off round (74 teams)

  • 35 winners from the third qualifying round
  • 15 domestic cup winners from associations 1-15
  • 3 domestic league 3rd place teams from associations 7-9
  • 3 domestic league 4th place teams from associations 4-6
  • 3 domestic league 5th place teams from associations 1-3
  • 15 losers from the UEFA Champions League 2009–10 third qualifying round
Hepimizin merak ettiği bazı sorular var elbette, bildiğim kadarıyla onları cevaplamaya çalışayım. İlki Fenerbahçe'nin hangi ön eleme turundan katılacağı ki bu oldukça karışık bir soru aslında. Fenerbahçe Beşiktaş'a finalde kaybedince Cup Winner pozisyonunu da mı kaybetti, yoksa finalist de mi aynı statüde değerlendiriliyor? Açıkçası ben uzun süre CW pozisyonunun Fenerbahçe için geçerli olduğunu sanıyordum ancak Ricardo's Predictions sitesinden anladığım kadarıyla finalist takım UEFA Ligine katılma hakkını elde etse bile CW pozisyonu finalistin değil lig üçüncüsünün oluyor. Bu durumda ligimizde en az eleme oynayacak takım şu anki tabloya göre Trabzonspor olacak.

Kafalardaki bir diğer soru işareti ise gruplardan sonrasına dair. UEFA Liginden gelecek takımlar geçen seneki gibi 8'er birinci, ikinci, üçüncü olarak sınıflanmadığından Şampiyonlar Liginden gelecek takımlarla çapraz eşleşmeye giremeyecek. Bu durumda eşleşmelerin neye göre olacağı merak konusu. Benim tahminim UEFA Kupasında 5li gruplara geçilmeden önceki statünün geçerli olacağı yönünde, yani direkt olarak takım puanlarına göre sıralanacak ekipler. Yine de bu konu hakkında bir veri bulabilmiş değilim henüz, bilenler varsa paylaşabilirler.

Son olarak kimin hangi turda seribaşı olabileceği üzerine ufak bir değerlendirme yaparak bitirelim. Yine Ricardo's Predictions'tan faydalanıyoruz bu noktada ama tabloların geçici olarak oluşturulduğunu ve bütün seribaşıların tur atlaması sistemine göre planlandığını unutmamak gerek. Türkiye'den UEFA Ligine katılma ihtimali en güçlü üç ekip Trabzonspor, Galatasaray ve Fenerbahçe. Trabzonspor eğer ligi üçüncü olarak tamamlarsa direkt olarak play-off turundan başlıyor ancak puanı seribaşı olmak için yeterli değil, önceki üç eleme turunda puanı 10.445'den fazla olan 9 takımın elenmesi gerekli Trabzonspor'un seribaşı olabilmesi için ki oldukça zor bir olasılık bakarsak. Galatasaray 3. ön eleme turundan başlıyor ve her iki turda da 33.445 puanla seribaşı gözüküyor. Fenerbahçe 2. ön eleme turundan başlayacak ve önündeki turlarda 52.445 puanla seribaşı olacak. 2. ön eleme turuna katılan ekipler arasında en yüksek takım puanına sahip olduğunu da ekleyelim Fenerbahçe'nin. Bursaspor'un UEFA Ligine katılma şansı Galatasaray'ı geride bırakmasına bağlı, eğer Galatasaray'ı geçebilirse 3. ön eleme turunda başlayacak, tabii Galatasaray'ı geçerken Fenerbahçe'nin arkasında kalırsa 2. ön eleme turundan başlama durumu da olabilir. Bursaspor sadece 2. ön eleme turunda seribaşı olabilme şansına sahip, diğer turlarda güçlü ekiplerle eşleşecekler.

Yazıda adı sıkça geçen Ricardo's Predictions sitesi yan paneldeki güç kaynaklarında var. Ayrıca wikipedia'nın ilgili sayfasından da faydalandım, ona da şurdan göz atabilirsiniz.

Galatasaray'ın Son 10 Sezondaki Belalıları


Bir süredir aklıma gelen ama yazmaya üşendiğim bir konu bu. Özellikle bu sezon lige yeni çıkan Eskişehirspor'a kaptırılan 6 puan, Antalyaspor'a kaptırılan 5 puan ve Kocaelispor'a kaptırılan 3 puan belki de Galatasaray'ın kaderini çizen eşleşmeler oldu. Özellikle Eskişehir ve Antalya eşleşmelerindeki durum ilgi çekici zira benim maç hafızamda üç büyükler hariç bir takıma aynı sezonda iki kez yenilmişliğimiz yoktu ligde, bu anlamda bir ilk de yaşandı. Bu durum kafamı kurcaladığından ufak çapta bir araştırma yapmaya karar verdim ve son 10 yılda Galatasaray'ı en çok puan kaybına uğratmış kulüpleri sezon sezon derlemek istedim.
1998/99
Gençlerbirliği, Trabzon 3

1999/00
İstanbul 4
Altay, Fenerbahçe, Gaziantep 3

2000/01
Samsun, Fenerbahçe 5
Beşiktaş, Yozgat, Denizli, Kocaeli, Ankaragücü 3

2001/02
Bursa, Fenerbahçe, Ankaragücü, Göztepe 3

2002/03
Beşiktaş 6
Gençlerbirliği 5
Adana 4

2003/04
Beşiktaş, Fenerbahçe, İstanbul 5
Bursa 4

2004/05
Gaziantep, Ankaragücü, Fenerbahçe, Diyarbakır, Denizli, Gençlerbirliği 3

2005/06
Fenerbahçe 6
Gençlerbirliği 3

2006/07
Fenerbahçe 6
Gaziantep 5
Denizli, Konya 4

2007/08
Gaziantep 4
Kasımpaşa, Beşiktaş, Fenerbahçe 3

2008/09
Eskişehir 6
Antalya, Fenerbahçe 5
Kayseri 4

Son sezona Beşiktaş ve Sivasspor maçları dahil değil, Sivasspor maçının sonucuna göre o da listede yer alabilir. Benim bu puan kayıplarından okuyabildiğim en önemli veri şu, şampiyonluğa oynayabilmeniz için 3 ve üzeri puan kaptırdığınız takım sayısı 4'ü geçmemeli. Belki bu sezon bir istisna olabilirdi ama Galatasaray 70 üzerine çıkabilecek performansı ortaya koyamadı bir türlü. Bir takıma 6 puan kaptırdıktan sonra şampiyon olabildiğimiz tek sezon 2005/06 olmuş, onda da Fenerbahçe dışında sadece Gençlerbirliği Galatasaray'ı mağlup edebilmişti, çok ekstra bir performansla şampiyon olabilmişti takım. Ayrıca Hagi'ye de haksızlık yapıldığını tekrar hatırlamış oluyoruz bu tabloda. 2005/06 şampiyonluğunda da ciddi payı olduğunu unutmamak gerek...

Türkiye'nin Kaleci Yetiştirme Sorunu & Gurbetçilerimiz

Türkiye'nin kaleci yetiştirme konusunda çektiği sıkıntıları hepimiz biliyoruz. 20 sene önce gelmiş Rüştü Reçber ve mental problemlerine ve konsantrasyon kaybı sebebiyle ara ara yediği gereksiz gollere rağmen idare edebilen Volkan Demirel hariç milli düzeyde kalecimizin olmaması çok büyük bir sorun, hem kulüpler hem de milli takım adına. Almanya, Fransa, İspanya gibi altyapısı gelişmiş ülkelerde takımların büyük çoğunluğunun kalesinde yerli ve genç kalecilere şans verebilmesi oldukça olağan bir durum ama bizde düzenli olarak forma giyebilen yerli kaleci sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.

Arzın çok düşük olması talebi aşırı boyutlarda gibi gösterdiğinden yeni yeni parlamaya başlamış kaleciler profosyonel düzeyde yeterli duruma gelmeden büyük kulüplerde kariyerli yabancı kalecilerin arkasında duran yedek haline geliyor bir anda ve gelişimleri tamamen duruyor. Bu döngüyü kırabilen tek kaleci hatırladığım kadarıyla Rüştü'dür. O zamanlar maçlar açık kanalda yayınlanıyordu, düşünün halimizi. Bu problemin yakın vadede çözüleceğini öngörmek fazla rasyonel bir yaklaşım değil belki ancak orta vadede çözüme katkı sağlayacak bir ışık görebiliyoruz bu konuda, altyapısını yurtdışında almış gurbetçi kalecilerimiz.

Sinan Bolat Türkiye doğumlu olmasına rağmen altyapısını Belçika'da almış bir kaleci, şu anda Standard Liege forması giyiyor. Bir ara Türkiye'ye transfer olacağı yolunda haberler gelse de o Genk'ten Liege'e geçiş yapmayı tercih etti. Takımında Ekvadorlu kaleci Espinoza'nın arkasında ikinci kaleci olarak görev yapan Sinan bu sezon 7 kez forma şansı bulmuş. İlerleyen senelerde bu rakamın gittikçe artacağı aşikar. 88 doğumlu Sinan aslında Türk futbolseverlere çok yabancı bir isim değil, özellikle 2-3 sezon önce Football Manager oynayan arkadaşların illa ki dikkatini çekmiştir. Şimdi nasıldır, pekl bilmiyorum. Şu anda yurtdışında profosyonel düzeyde forma giyen en kariyerli gurbetçi kalecimiz Sinan Bolat, yolu da bir şekilde Türkiye'den geçencek gibi gözüküyor.

Deniz Mehmet yeni izleme fırsatı bulabildiğim kalecilerimizden, West Ham United altyapısında görev yapıyor. Ayrıca 17 yaş altı milli takımımızın da kalesini koruyan Deniz geçtiğimiz günlerde grup üçüncüsü olarak elendiğimiz turnuvada da kalemizi korumuştu. Bu jenerasyonumuzda defans hattımız zayıf olduğundan onu bu maçlardaki istatistikleriyle değerlendirmek yanlış olur ancak eksiklerine rağmen bunu kapatabilecek izlenimini verdi bana. 17 yaş bir kaleciyi değerlendirmek için oldukça erken bir yaş, Casillas gibi uçuk örnekleri bir kenara koyarsak 20 yaşından önce bir kalecinin profosyonel düzeydeki meslektaşlarıyla karşılaştırılmaları doğru olmaz. Deniz'de kalecilik yetenekleri var ama gerisini getirip getiremeyeceği tamamen ona bağlı. Biz de takipte olacağız kendisini.

Son olarak değinmek istediğim oyuncu Hakan Duyan ya da İngilizlerin ona seslendiği şekliyle Hakan Burton. İzleme fırsatı bulamasam da gerçekten ilgi çekici bir kariyer başlangıcı var Hakan'ın. 91 doğumlu bir altyapı kalecisi olmasına rağmen Liverpool gibi bir takımın Şampiyonlar Ligi listesinde kendisine yer bulması hala önemli bir referans. Bu konuya blogda değindiğim günden beri birkaç kez milli takımlara davet edilmesi dışında herhangi bir veriye rastlamadım Hakan'la ilgili ancak yeri gelmiş onun ismini anmadan olmazdı. Bilgisi olan arkadaşlar varsa bizi bilgilendirsin. Yurtdışında oynayan ve gelecek vadeden başka yerli kaleci biliyorsanız yorumlara bekliyorum.

Ayrıca Arsenal altyapısında forma giyen 93 doğumlu Yılmaz Aksoy var bu oyuncularımız dışında. Blog okuyucularımızdan Hakan Kahraman'ın Yılmaz'la yaptığı röportajı şurdan okuyabilirsiniz...

Yükselenler & Düşenler: Türkiye

Bank Asya'da play-off'lar sonrası Süper Lige yükselen son takım Kasımpaşa oldu. Play-off öncesi değerlendirmede söylemiştim, bu dört takım arasında en oturaklı ve kaliteli kadro Kasımpaşa'daydı ve bir anlamda beklenen bir sonuçtu bu. Futbolla biraz iç içe herkesin dileği artık bir İzmir takımının Süper Lig'de olmasıydı. İzmir'de oturan İstanbul takımı taraftarlarının sezon boyunca takımlarını görebilmek için ne kadar uğraştıklarını biliyorum, bu anlamda ben de bir İzmir takımının gelmesini tercih ederdim ama Kasımpaşa saha içinde futboluyla öne çıkarak iki takımı da elemeyi başarmışsa bence herkesin bu mücadeleyi tebrik etmesi gerekir. İzmir kulüpleri de yapılanmalarını tekrar gözden geçirmeliler artık. Kasımpaşa'nın yaptığı ama onların yapamadığı neler var, bunlara bakmalılar ilk önce. Bank Asya'da gelecek sezon üç İzmir takımı olacak, bu anlamda şansları eskisinden daha fazla. Belki biraz bencilce bir bakış açısı olabilir ancak Kasımpaşa'nın yükselmesiyle ilgili tek üzüntüm Bank Asya'yı canlı seyretme şansımın kalmamış olmasıdır. Neyse, tekrar tebrik edelim Kasımpaşa'yı. Ayrıca bu sezon ligde tutunmaları en muhtemel kulüptür yükselenler içinde, onu da söylemiş olalım.

Bank Asya'ya yükselen ekipler ise nispeten tanıdık. Bucaspor sezon boyunca 2B'de gösterdiği üstün performansla Bank Asya'yı haftalar öncesinden garantilemeyi başarmıştı. Devre arasında en skorer oyuncuları Ozan İpek'i kaybetmelerine rağmen bunu başarmaları kadrolarının 2B'nin ne kadar üstünde olduğunu gösteriyor bizlere. Gelecek sezon Bank Asya'da bir Boluspor etkisi yaparlarsa şaşırmamak gerek. Ayrıca 2B'den yükselmeyi garantileyen bir diğer takım Mersin İdman Yurdu oldu, onlar da Bank Asya gelenekleri kuvvetli bir takım. Gelecek sezon çekişme üst düzey olacak gibi duruyor Bank Asya'da.
Süper Lig'den düşen iki kulüp geçtiğimiz haftalarda belli oldu, Hacettepe ve Kocaeli. İşin ironik tarafı bu kulüpler ligin ikinci yarısında lig ortalamasının üzerinde futbol oynuyorlar. Özellikle Hacettepe'nin pas trafiği hızında pas yapabilecek takım sayısı 5'i geçmez bu ligde ama istikrarlı bir biçimde skor üretebilecek, gol pası verebilecek oyuncuları olmadığı için ligde son günlerini yaşıyorlar. Yine de kadrolarından Süper Lig'e kalacak en az iki-üç oyuncu var, bu kesin. Bir de Tolga Seyhan faktörü var tabii. İlk yarı Kocaeli'de, ikinci yarıda Hacettepe'de oynadı Tolga, iki takım da küme düşüyor yahu!

Bank Asya'ya veda eden kulüplere daha önce değinmiştik, bunlardan en dikkat çekici olanı 39 puan toplamasına rağmen ikili averaj sebebiyle bir alt kümeye gitmek durumunda kalan Sakaryaspor'du. Güngören Belediye de aslında kapasitelerinin çok üstünde puan toplamalarına rağmen ligi domine eden bir takım çıkmamış olması sebebiyle yükselen küme düşme barajının kurbanı oldular. Malatyaspor ise finansal problemler yaşıyordu sezon başından beri. Kartalspor'la beraber alt lige düşmelerini bekliyordum zaten ama Kartal cidden inanılmaz bir iş çıkardı son dönemde ve paralarını alamamalarına rağmen ligde tuttular takımlarını. 2B'de düşenlerin tamamı belli değil ancak en dikkat çekici olanı daha önce de sıkça değindiğimiz Beylerbeyi oldu. Bir jenerasyonu tamamen heba etti orda Galatasaray, halbuki orda rahatlıkla Bank Asya seviyesinde düzenli forma bulabilecek üç-dört oyuncu vardı, yazık oldu. Ayrı bir yazı gerekecek Beylerbeyi için, konudan uzaklaşmaya gerek yok bu sebeple. Yükselen takımları tebrik eder, düşen takımlara ise sabırlar dileriz efendim...

Galatasaray 2-1 Gençlerbirliği || Bir Teselli...

Galatasaray maçlarını düzenli takip edenler için beklentilerin karşılandığı bir maç oldu bu, Galatasaray'ın kazanacağı bir senaryo üret deseniz muhtemelen her 3 kişiden 2'si bunun gibi bir maç yazardı. Maça istekli başlansa da 15-20 dakika sonra fizik olarak düşüş, rakibin kanatlardan gelmesi, pozisyonsuz bir ilk yarı. Tamamen Lincoln-Arda ikilisinin teknik becerisine bakan bir hücum hattı, buna bir de son hareketlerde başarısız olan bir Baros'u eklerseniz Galatasaray ancak bu şekilde maçı kazanabilirdi, herhangi bir kaza olmadan 2-0 öne geçilmesi de sürpriz faktörünün önüne geçti.

Maçın teknik analizini tekrar tekrar yapmanın pek anlamı olduğunu sanmıyorum bu saatten sonra zira Galatasaray etiketli maç yazılarıma baktıkça kendimi tekrar ediyormuşum gibi hissediyorum artık. Bugün biraz daha önde oynayabilen bir takım vardı, kanat organizasyonlarında sıkıntı çeksek de takımın bir adım önde oynayabilmesi kaydedilen tek gelişmeydi benim görebildiğim. Hareketsizlik tam gaz devam ediyor, topa sahip olan oyuncu dışındaki diğer 10 futbolcu sabit, iki üç kişi hareketlenebilirse pozisyon yaratılıyor zaten. Galatasaray sorununa çözüm bulabilmiş değil, son iki maçta da bulamayacaktır muhtemelen ama şu haldeyken bile galibiyet alabilmek çok kritikti, o açıdan taraftarlar bir nebze de olsa mutlu ayrılmayı başarabildi stadtan.

Bursaspor'un Trabzon karşısında aldığı mağlubiyetle beraber fark 4 puana çıktı, bu da büyük ölçüde UEFA Ligini garantilemiş olmak demek. Aslında bizim açımızdan bakarsak son dakikadaki gol talihsiz bir gol oldu zira ikili averajda üstün olduğumuz Trabzonspor eğer burda puan bıraksa ligi üçüncü sırada bitirme şansımız da olabilirdi, bir ön eleme daha az oynamak için bir şansımız daha olacaktı. Bu saatten sonra pek de önemli değil bu detay birçoğumuz için ama gelecek sezonun planlaması adına göz önünde bulundurulması gereken detaylar bunlar. Bursaspor son haftalarda yakaladığı inanılmaz form grafiğiyle gerilerden gelip önemli bir mücadele verdiler, geriye düşseler de son iki haftada ellerinden geleni yapacaklardır yine. Intertoto'nun kaldırılmış olması talihsizlik oldu onlar için, şu potansiyelde bir takıma en azından bir Avrupa şansı gelmeliydi. Takdiri hak ediyorlar.

Geride kalan gün bir önceki postumuzda da belirttiğimiz gibi 17 Mayıs'tı ve bu sebeple son saniyede maça girmiş olmama rağmen bu anlamlı güne yakışır birkaç jest bekliyordum tribünlerden. Ancak geri dönüş beklediğimden baya bir farklıydı, o kadar farklıydı ki bu tribünden kalkıp da "We're the best Galatasaray", "Dağ başını duman almış", "I love you Hagi" bestelerini bekleyebilecek kadar saf olduğumdan dolayı kendime kızdım. Bizim tribünümüz budur işte, yapabilecek bir şey yok. 17 Mayıs günü yaptığı beste Fenerbahçe'ye ana avrat küfretmek olan, hızını alamayıp Beşiktaş'a da aynı seviyesizlikte tezahüratlarla giydirmeye çalışan, Galatasaray'la ne gibi bir bağı olduğunu anlamakta zorlandığım bir tribün. İş o kadar çirkin boyutlarda ki maç boyunca toplu halde söylenebilen tek tezahüratlar da bunlardı, diğerleri de "içime işlerken" ve türevleriydi. Gerçekten üzülüyorum ben bu duruma, Galatasaray adına yakışmıyor bu yapılanlar ve elden hiçbir şey gelmiyor. Yazık...

17 Mayıs 2000

Türk futbol tarihini değiştirdi bu takım 17 Mayıs 2000 tarihinde ve bugün Türk futbolu hakkında ne konuşuyorsak, ne okuyorsak, ne yazıyorsak o tarihin ve öncesindeki sürecin doğrudan ya da dolaylı bir payı var. Galatasaray futbol takımı o gün birçok ön yargıyı, birçok düşünceyi tarihe gömmüştür, bu ülkeye aslında potansiyelinin ne olduğunu tekrar hatırlatmıştır. Bu bile başlı başına yeterli bir neden bu tarihi anmak için.

Galatasaray'a düşen 17 Mayıs 2000 tarihini anlamlı kılan bu tarihi başarıyı daha ileriye taşımaktır çünkü Galatasaray'ın kuruluş felsefesi bunu gerektirir. Amacı İngilizler gibi toplu halde futbol oynamak, bir renge ve isme sahip olmak ve Türk olmayan takımları yenmek olan bu kulüp, yaptıklarını bir adım öteye taşımak için var gücüyle çalışmalıdır, Galatasaraylılık bunu gerektirir. Bu felsefeye nail olduğumuz o günde emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.


Bursaspor & U 19 Elite Round

U 19 Avrupa Şampiyonası için son tur olan Elite Round'a davet edilen oyuncular açıklandı açıklanmasına ama ligin son 3 haftasına girilirken Bursaspor'u zor durumda bıraktı bu kadro seçimi. Kadroda Sercan Yıldırım, Serdar Aziz ve Eren Albayrak da bulunuyor ve bu oyuncular ilk 11'de görev alan oyuncular. Bu anlamda tepki doğurdu bu kadro seçimi Bursaspor taraftarlarında ve bir açıdan oldukça haklılar zira çok önemli bir mücadelenin içindeler son haftalar itibariyle. Kimse takımının en önemli oyuncusunu kaybetmek istemez bu durumda.

Yalnız işin bir de Galatasaray yönüne bakmak lazım. Milli takıma 5 oyuncu yolluyor Galatasaray ve bu oyunculardan Semih ve Serkan son haftalarda ilk 11'de forma bulan oyuncular. Herhangi bir takıma iltimas geçilmiş havası uyanmadı bende, bu açıdan Bursaspor'un mağduriyetinin Galatasaray'la bağdaştırılmasının haksızlık olduğunu da belirtmeden geçmemek lazım. Benim için şüphe uyandıran tek detay 91 doğumlu Semih kadroya çağrılmışken Batuhan'ın neden seçilmediğidir ki Bursasporlu arkadaşların esas itiraz etmesi gereken nokta budur. Bana göre Bursaspor'un UEFA Ligi mücadelesi Eskişehirspor'un küme düşme mücadelesi kadar önemlidir ve buna saygı göstermek gerekir. Bu ligdeki 14 takımın yegane amacı ligde kalmak değil ve küme düşmemeye oynayan bir takıma gösterilen kolaylığın aynısı bence Bursaspor'a da gösterilmelidir.

Fikstüre az önce baktım, 23,25 ve 28 Mayıs'ta maçlar oynayacak milli takım, bu durumda oyuncuların 24 Mayıs'ta oynanacak lig haftasına yetişmesi mümkün değil ancak 31 Mayıs'ta oynanacak ligin son haftasına yetişebilmeleri mümkün. İlk iki maçtaki skorlara göre takımlarında rotasyonda yer alan oyuncuların son maçta oynatılmayıp daha erken takımlarına dönmeleri sağlanabilir. En makul çözüm de bu olur. Bu arada Ertuğrul Sağlam Sercan'ın yerine U 17 milli takımından dönen Muhammet Demir'i oynatabileceklerini söylemiş ki o da en az Sercan kadar yetenekli bir oyuncudur, bunu da söylemeden geçmeyeyim. Takım kadrosunun tamamı şöyle;
Semih KAYA, Emirhan ERGÜN, Çetin GÜNGÖR, Sinan OSMANOĞLU, Fatih Serkan KURTULUŞ (Galatasaray A.Ş.), Eren ALBAYRAK, Serdar AZİZ, Sercan YILDIRIM (Bursaspor), Umut SÖZEN (Ankaraspor A.Ş.), Necip UYSAL (Beşiktaş A.Ş.), Özgür ÇEK (Fenerbahçe), Metin UÇAR (Gençlerbirliği), Furkan ÖZCAL (Kayserispor), Bayram OLGUN (MKE Ankaragücü), Barış MEMİŞ (Trabzonspor A.Ş.), Rıdvan ŞİMŞEK (Karşıyaka), Uğur PARLAK (Dardanelspor A.Ş.), Tunay TORUN (Hamburger SV), Onur AYIK (SV Werder Bremen).

Galatasaray & Fenerbahçe: Başarı Sonrası Yönetim Zaafları

Bu sezon Fenerbahçe'nin düştüğü durum hepinizin malumu, Alper abi gayet iyi özetlemişti geçen. Nisan 2008'de Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finali oynayan, şampiyonluğu son ana kadar kovalayan takımın bir senede düştüğü durum. Bu keskin düşüşler aslında Türk futbolu için çok uzak bir durum değil, eğer genel resme bakarsanız Aziz Yıldırım'ın da işin içinde olduğu daha büyük çapta bir benzerini görmek mümkün. Evet, 2000'de zirve yapan Galatasaray'dan bahsediyorum.

İstikrar son yılların moda deyimi oldu spor medyasında ve camiasında, ille de istikrar diye diye başarı da kulüp değerinde istikrarı sağlayamayan kulüpler görür oldu taraftarlar, görünen o ki bu gerçekle yüzleşmek için sıra Fenerbahçe taraftarında. Ancak bu tablodan genel bir sonuç çıkaracaksak ilk önce işin aslına, yani Galatasaray'ın o dönemine inmek gerekiyor.

17 Mayıs 2000 sonrası yaşanan büyümeyi ve bunun getirilerini değerlendiremeyen ve değerlendiremediği gibi gelen bu büyük başarıyı kendi adına sahiplenmeye çalışan her öğenin yozlaşmasını engelleyemeyen bir yönetim anlayışı hakimdi Galatasaray'a. "UEFA Kupası sonrası forma satılmadı" yüzeyselliğinden bahsetmiyorum bu noktada. Bunlar zaten zamanın ölçütlerinde yapılıyor olması gereken kurumsal hamlelerdir, futbol yönetiminden bağımsız olarak. Benim esas anlatmak istediğim futbolun yönetiminde başarıyla beraberinde gelen sorumluluğu kaldıramamak. Aziz Yıldırım'ın tesadüf diye tanımlayıp işin içinden çıktığı durum tam da buydu işte, kendi vaadi o noktaya ulaştıkları zaman istikrarı sağlayacak yapıyı kurduklarıydı.

Geçtiğimiz seneye kadar daha umutluydum ben bu konuda. Galatasaray yerine hangi kulüp olursa olsun futbol kültürümüzün, hayallerimizin müsade etmediği bu büyük başarıya hangi takım ulaşsa aynı süreçten geçecekti. İlk deneyimde süreklilik sağlanamayacaktı belki ama böyle net bir örnek önümüzde dururken tekrar o seviyeye yaklaşabilen kulüp Galatasaray'ın hatalarını en azından bu kadar sert biçimde tekrar etmez sanıyordum ama Fenerbahçe hatalı yönetim anlamında bunun bile ötesine geçti.

Aziz Yıldırım muhtemelen Galatasaray'ın hatasının sadece yeterli sermayeyi oluşturamamak sanıyor ve paranın olduğu yerde başarının sürdürülebilir olacağını sanıyordu ama öyle değil işte. Aslolan futbol yönetimidir, Galatasaray'ın hataları temel olarak bu noktadaydı o dönem. Sihirli kelime istikrar burda da karşımıza çıkıyor. İstikrar başarılı oyuncularınıza saplanıp kalmak olarak algılanmaya devam ediyor, Galatasaray'ın yapamadığı da buydu. Elinde parlattığı onca oyuncu varken onları değerlendirip yerlerini doldurmayı büyük kulüp olamamak olarak okuyup bu oyunculara uçuk sözleşmeler verip kulüpte tutmaya, üstlerine bir ton bonservisle pek de faydalı olamayacak oyuncu eklemeleri yapmaya çalıştılar. İşte futbol yönetimi bu noktada devreye giriyor.

İstikrar kulübün hem maddi hem de kadro kalitesi yönünden istikrarı demektir ve bunu sağlamak için gerekirse en iyi oyuncunuzu bile satabilirsiniz. Siz bir Barcelona değilsiniz, bir Manchester United değilsiniz. Eğer bu kulüplerle yarışabilmek istiyorsanız ilk önce kulübün altın jenerasyonuyla değil düzenli olarak başarılı olabilmeyi öğrenebilmeniz, sağlayabilmeniz gerekir. Bosman diye bir kural çıktığında ağzı açık bakmak yerine ne olduğunu öğrenmeyi gerektirir devamlılık. Yoksa toplam değeri 40 milyon doları aşan üç oyuncunuzu üç otuz paraya alır götürür Inter, siz de o oyuncuların yerini doldurmak için gerçekten 40 milyon harcarsınız.Şimdi günümüze dönelim. Galatasaray yönetimi o dönem bosman başta olmak üzere 2001 krizi vs. gibi birçok ekstra faktörün de etkisiyle yönetmedi bu süreci. Galatasaray'ınkine benzer bir model kurgulayıp bunun sonunda Şampiyonlar Liginde çeyrek final görmüş olan Fenerbahçe ne yapabildi peki, kadro kalitesini aynı tutmak için daha fazla para harcamaktan başka? Fenerbahçe'nin önünde büyük bir pazarlama şansı yoktu bu kadrosuyla zira bu başarıyı getirenler zaten maliyetli yabancı oyunculardı, kabul ediyorum ama bir kadro yönetimi bu kadar kötü yapılabilir mi? Elindeki her değerli oyuncuyu bosmanla kaptırmakta bu kadar ısrarcı olan başka bir kulüp görmedim, duymadım. İstikrar her başarılı oyuncuya sıkı sıkıya yapışmak, sözleşmeleri bitince de sinirlenip on milyonlarca euro bonservisle yeni adam almak değildir, buna futbol yönetimi derseniz insanlar gülerler. Bunları yapanın Galatasaray'ın Türk futbol tarihini değiştiren efsanevi süreci tesadüf olarak tanımlayan kişi olması da ironik bir durum.

Biraz Rıdvan Dilmen'lik yapalım. Denizli'de yenilen kadroya baktığınızda Tuncay, Appiah, Anelka ve Aurelio gibi isimleri görebiliyordunuz. Bu oyuncuların inatlaşmalar yüzünden takımdan ayrılış sürecinin Fenerbahçe'ye maliyeti nedir? Bu oyuncuların yerine gelen adamlara ödenen bonservis toplamı ne kadardır, bu bedel kimin cebinden çıkmıştır? Fenerbahçeliler bu soruların cevabını sorgulamadıkça her kaçan şampiyonluk sonrası benzer süreçlerden geçmeye alışsınlar, benim söyleyebileceklerim bunlar.

Uzun zamandır bir Aziz Yıldırım değerlendirmesi yapmak istiyordum, 'Galatasaray'ın Geleceğini Kurgularken' serisiyle bu noktada örtüşünce günümüz ağırlıklı bir futbol yönetimi eleştirisine döndü son halinde. Galatasaray'la ilgili fırsat buldukça yazmaya devam edeceğiz tabii...
Related Posts with Thumbnails