Galatasaray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Galatasaray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi Yolu: Torba 3,5


Öncelikle, özlemiştik... Şampiyonluk bir yana, Galatasaray ve Şampiyonlar Ligi’ni aynı cümle içinde kullanmak dahi büyük bir keyif. 6 senedir buruk bir özlemle ve kıskançlıkla dinlediğim Şampiyonlar Ligi tema müziğini bu kez heyecanla dinlemek, o kura çekimi günü binbir türlü hesabı yapacak olmak şimdiden sabırsızlandırıyor adamı.

Sonra ise elbette torba hesapları... İki senedir büyük fiyaskoların doğal getirisi olarak ilk 30 sınırına dayandığı takım sıralamasında büyük bir düşüş yaşayan ve 38.615 puana kadar gerileyen Galatasaray’ın yumuşatılmış Platini sisteminde dahi üçüncü torba şansı sadece üç seneden gelen puanlarla doğal olarak zor ancak hâlâ imkansız değil. Özellikle Galatasaray’dan düşük puana sahip takımlardan Almanya’da Dortmund, Fransa’da ise Montpeiller’nin doğrudan Devler Ligi biletini kapması Galatasaray’ın lehine oldu ve muhtemel dördüncü torbanın üst sıralarına taşıdı. Ön elemelerde seribaşı takımların kazanılacağı düşünülürse Galatasaray şu anda 4.torbanın ikinci sırasında yer alıyor. Bu da üstünde yer alan takımlardan ikisinin herhangi bir şekilde gruplara kalamaması halinde Galatasaray 3.torbada yer alacak demek.

Bu sürprizlerin gerçekleşebilmesi için iki yolu var. Birincisi henüz sıralaması kesinleşmemiş liglerde puanı Galatasaray’dan yüksek bir ekibin bu şansını kaybetmesi, ikincisi elemelerde puanı Galatasaray’dan düşük bir ekibin Galatasaray’dan daha yüksek puanlı bir takımı eleyerek gruplara girmesi. İkinci seçenek için ise iki farklı yol var: Şampiyonlar ve Şampiyon olmayanlar elemeleri.

1-Yunanistan ŞL Play-offları ve Panathinaikos
Sıralaması kesinleşmemiş Avrupa liglerinden sadece Yunanistan'daki bir ihtimal Galatasaray için gerekli kriterleri sağlıyor; o da 50.920 puanlı Panathinaikos’un ocak dışı kalması. Yunanistan’da şampiyon normal sezonda belirlendikten sonra 2 ila 5.sıra arasındaki takımlar play-off oynuyor ve zirvede yer alan ekip Şampiyonlar Ligi’nin “Şampiyon olmayanlar yoluna” katılmaya hak kazanıyor. Şu andaki puan durumuna göre Panathinaikos iki maç kala grupta 8 puanla lider, buna karşın 7 puanlı PAOK, 6 puanlı AEK ve 5 puanlı Atromitos’un hâlâ kupa 1 şansı var. PAO gruba 4 puan avantajla başlamasına karşın avantajını kullanamadı ve puan avantajına sahip olsa da yerini kaybetme riskiyle karşı karşıya.

Galatasaray’ın buradaki şansı AEK de dahil olmak üzere üç ekibin de takım puanının 38 binden az olması, yani Galatasaray’ı otomatikman bir sıra yukarı atacak olması. Üstelik bu üç takımdan birisi Yunanistan adına elemeye giderse Fenerbahçe’nin elemeye katılması halinde seribaşı olacağı anlamına geliyor.

2-Elemelerdeki ihtimaller
a) Basel
İlk 12 sıra dışında kalan ülkelerin şampiyon takımlarının katıldığı elemede Galatasaray’dan puanı yüksek tek ekip İsviçre temsilcisi Basel. Eğer Basel, iki ön eleme turundan birinde elenirse Galatasaray’ın beklediği sürprizlerden birisi gerçekleşmiş olacak ancak özellikle bu sezonki kadronun edindiği Avrupa deneyimi düşünülürse bunun epey düşük bir ihtimal olduğunu da unutmamak gerekiyor.

b) Şampiyon olmayanlar elemesi
Şampiyon olmayan takımların elemesi sürprizlere, dolayısıyla Galatasaray’ın beklentilerine daha açık. 38 bin puanın üzerinde bulunan takımlardan Braga, Dinamo Kiev ve Spartak Moskova ikişer; Tottenham, Udinese ve Lille ise birer eleme oynayacak. Bu elemelerden gelecek beş takımdan ikisinin Galatasaray’dan düşük puanlı takımlardan olması halinde diğer hesaplara hiç gerek kalmadan otomatikman üçüncü torba yolu açılacak ancak bu pek de kolay değil. Bu ihtimali gerçekleştirmeye en yakın takımlar ise Malaga ile Borussia Mönchengladbach. Sadece bir eleme oynayacak bu ekip gruplara kalmayı başarırsa bu doğrudan Galatasaray’ın işine geliyor. Öte yandan Galatasaray çok değil, sadece 0.400 puan daha fazla puana sahip olabilseydi Lille (38.835) ile Udinese’nin (38.936) kazanma ihtimallerini de cebine koyacaktı. Bu eleme döneminde epey canımızı yakabilir.

Toparlamak gerekirse Galatasaray’ın torbası henüz kesinleşmiş değil ve 3.torba ihtimali hâlâ sürüyor. Özellikle kısa vadede Panathinaikos’un durumunu takip etmek, sonrasında ise elemelerde beklentilere uyan sürprizlerin gerçekleşmesini ummak gerekiyor. Üçüncü torbaya girmek bir prestij olduğu kadar Juventus, Ajax, Olympiakos gibi ekiplerle eşleşmek yerine alt torbadaki takımlardan birini seçmek demek, bu da hiç küçümsenecek bir avantaj değil. Kısacası bekleyelim görelim, şimdilik torbamız 3,5.

İyiler Mutlaka Kazanmaz

Galatasaray taraftarı başta olmak üzere yönetimin, belki de teknik heyet ve futbolcuların üstünde bir yenilmişlik, daha doğrusu adaletsizliğe uğramış ve yapanlar cezasız kalmış hissiyatı var. Bugün de bu psikolojinin kaldığı yerden devam ettiği 2-2’lik Beşiktaş beraberliğinin ardından önce Ali Dürüst, sonra Hasan Şaş’ın yaptığı açıklamalarda görüldü. Halbuki Galatasaray’ın dünüyle bugünü arasında hiçbir fark yok. Kadıköy’de beraberlik ve galibiyet Galatasaray’ı şampiyon yapacaktı, bugün de beraberlik şampiyonluk için yeterli.

Galatasaray’ın sorunu taraftarına, yönetimine ve teknik heyetine bunun yetmemesi, işin çoktan bitmiş olması gerektiği düşüncesi. “Biz zaten şampiyon olduk” demek kadar bugün gelinen noktaya hizmet eden başka hiçbir şey yok. “İyiler mutlaka kazanır” kafasıyla bakmamak, son üç maçtır bu kadroyla harika Fenerbahçe maçları çıkaran hocaya ve teknik heyete bildikleri işi yapma fırsatı vermek gerek. Gerginlik Galatasaray’ın işi değil, Galatasaray bugün ligin hâlâ zirvesindeyse bu oynadığı futbol sayesinde geldi. Şampiyon olacaksa da futbolu sayesinde olacak. Soruşturma, cezalar, o, bu… Bunları Galatasaray’ın gündeminden düşürmek Galatasaray’ın yararına: iki kere iki dört…

Duran top tamam da…
Galatasaray’ın bu beş maçlık seride 2 galibiyeti, 2 beraberliği, 1 de yenilgisi var. Bu 5 maçın 4’ünde Galatasaray’ın açılış golü duran topla gelmiş, diğerinde de gol atılamamış. Bu aslında senelerin duran top özürlüsü bir takım için çok iyi bir şey ama aslında bir o kadar da endişe verici. İyi oynanan, oyunu domine eden bölümlerde dahi oyun akışı içinde gol bulamamak, daha doğrusu oyunun yönünü değiştirememek büyük bir arıza.

Bunda Elmander’in gol vuruşunun zayıflığı, Necati ve Baros’un fiziksel olarak bitikliğinin çok büyük payı var. Elbette Fatih hoca da bunun farkında ancak takım içinden çözüm üretmek pek de mümkün değil. Radikal bir çözüm olarak Riera ve Aydın’ı kanatlara koyup vasatı aşamayan Emre ile Necati/Baros’un oynayanından vazgeçmek bir alternatif olabilir ama 39 maç bitmiş, kalmış geriye 1 maç. Bunun kağıt üstünden pratiğe geçmesini de gerçekçi bulmuyorum, gerisini Kadıköy’de göreceğiz.


Beşiktaş’ın ikinci yarıdaki çıkışında elbette Galatasaray’ın 2-0’ın kendilerini şampiyon yapıp yapmadığı soru işaretiyle oynamasının etkisi var ama çok sağlam bir mücadele ortaya koydular, golü kovaladılar ve 85 sonrasında iki farklı kanattan gol üretip 2-2’yi bulmayı başardılar. Beşiktaş’ın ikinci golünde Tayfur Havutçu’nun Mustafa Pektemek’i oynatmama ısrarından vazgeçmesinin de neler getirebileceğini gördük.  Takım olarak şu son haftada gösterdikleri duruşla takdiri hak ediyor Beşiktaş…

Eurosport'a Trabzonspor maçında yazdığım yazı için: "Galatasaray nerede yanlış yapıyor"

Galatasaray 1-2 Fenerbahçe || Yurdumun Klasiği

Açıkçası tribünde tanık olduğum en unutulmaz maçtı diyebilirim, aynı zamanda en garip olanı da... Ortaya koyan oyun bana hâlâ şampiyonluğun Galatasaray'a yakın olduğunu söylese de Fenerbahçe'nin şu ortamda, şu maçı kazanabilmesini açıkçası beklemiyordum, muazzam iş yaptılar.

Maça dair Eurosport.com Türkiye'ye yaptığım değerlendirme şurada.

Daha geniş olanını ise Salı günü Hayatım Futbol'da okuyabilirsiniz.

Beşiktaş 0-2 Galatasaray | Süper Cinnet


2007 Mayıs’ında, Ali Sami Yen’de ‘sulu derbi’ olarak hatırlanan maçta Galatasaray taraftarının geçirdiği cinnetin bir çıkış noktası vardı ve rakibin Fenerbahçe olmasına indirgenecek bir infial değildi o geceki. Bu akşam oynanan Beşiktaş maçının zıvanadan çıkma sürecine de yüzeysel bakarak ‘tü kaka’ deyip geçmemek, alt okumasını yapmak gerekir diye düşünüyorum ve Beşiktaş taraftarını sahaya atlayacak duruma getirenin çok da ağır tartışmalara yol açmayacak, ortalama bir ofsayt hatası ve birkaç hatalı faul kararı olmadığı kesin gibi. Bu okumayı elbette Beşiktaş’ı çok daha yakından takip eden isimler daha iyi yapacaktır ama Beşiktaşlıların bir sıkışmışlığının olduğu, kulübün gittikçe kötüye gitmesinin ve Demirören sonrası döneme geçişinin etkisinin büyük olduğu belli. Sezon da Beşiktaş adına pratikte bitti, tek makul hedef üçüncülüğü elde edip gereksiz bir baraj maçına mahkum olmamak gibi gözüküyor.

Galatasaray’ı ise bu maçın gerginliğinden ziyade saha içi tarafı daha yakından ilgilendiriyordu. Zaten angarya olarak görülen ya da hissedilen Süper Final’in her an arıza çıkaracak, iş Kadıköy’e uzanacak stresi herkesin üzerinde vardı ve İnönü’den alınacak bir yenilgi işleri epey karıştırırdı. Üstelik tüm oyun planını orta saha presi ve bu bölgede kapılan topların doğru kullanımı üzerine kuran Galatasaray’a bu açıdan en ters gelecek orta saha elemanları da Beşiktaş’ın kadrosunda bulunuyordu. Ne Fenerbahçe’nin, ne Trabzonspor’un orta sahası Galatasaray’ı bozmaya siyah-beyazlılarınki kadar yakın. Bu maçın ilk 10-15 dakikasında da görüldü, takım hücum dahi geliştirmekte zorlandı. İlk 10 dakika Beşiktaş’ın topla oynama yüzdesi yüzde 63 olarak ekrana geldi ve maçta pozisyona en yakın iki deneme de Beşiktaş’a aitti.

İşte bu noktadan sonra maçı Galatasaray’a getiren 30 dakikalık bölüm başladı. Presini doğrudan Beşiktaş savunmasının üzerine kuran, Fernandes gibi takımın en yumuşak ayağına yüzü dönük top aldırmayan Galatasaray presi inanılmaz iş yaptı ve oyun tamamen tersine döndü. Üst üste gelen kornerlerde ise Riera topu doğru yere kesip golü yaratan isim oldu. Elmander’in dönüşünde Melo’nun ofsayt pozisyonunda olduğunun notunu düşelim lakin pozisyonun gelişimi, bir duran topta Galatasaray’ın 9 numarasının bomboş kafa vurması gibi affedilemz savunma hatalarını da es geçmemek gerek. 1-0’ın ardından önce Holosko, ardından Quaresma’yı görmeyip kaleyi deneyen Fernandes 1-1 şansını tepti, bunlar da Beşiktaş adına maçın en net pozisyonlarıydı.

İkinci yarıda Galatasaray’a pozisyon şansı dahi vermeyen bir Beşiktaş vardı ama işin ironik tarafı kendi de pozisyon bulamıyordu. Aslında Beşiktaş’ın İnönü’de baskı kurduğu ilk maç bu değil. Normal sezonda Fenerbahçe karşısında da geriye düştükten sonra Fenerbahçe’ye top göstermeyen, kontra şansı tanımayan Beşiktaş yine üretken olamamış, aradığı pozisyonları bulamamıştı. Senaryo yine benzerdi. Baskı düştüğündeyse 77’de Galatasaray’ın ilk akını geldi, 79’da da Aydın Yılmaz’ın kariyer golü. Maçın futbola benzeyen kısmı da bu dakikada tamamlandı zaten.

Dediğim gibi, Hüseyin Göçek’in toptan maçı elinden kaçırmışlığı ortada, maçı bir yönde katlettiği kanaatine katılmıyorum ama bunu görmemek mümkün değildi. Ernst’in açıkça kendisiyle alay etmesine, Quaresma’nın tribünleri dahi “pozisyon kırmızı” diye bağırtan tekmesine karşı duruş gösterememesi de maçın gidişatından ne kadar etkilendiğini gösteriyordu. Lakin bu cinnetin arkaplanını okumak, bir özeleştiri süreci başlatmak çok daha doğru olur.

Galatasaray bence Kadıköy’e giden süreçteki en zor maçında rakibi tek ayak üstünde yakalamanın da getirisiyle çok iyi iş yaptı, büyük bir avantajı cebine koydu. Süper Final’in son dört maçını anlamsız kılma fırsatı da artık Galatasaray’da. Hafta sonu Fenerbahçe’yi Arena’da yenmek şampiyonluk şarkılarını artık söylemek demek…

Kadıköy Laneti 2.0

Kadıköy’ün Galatasaray için nasıl lanetli bir yer olduğunu zaten herkes biliyordu ama toplamda eksik bildiğimiz bir şeyler daha varmış.
  • Fenerbahçe’nin ilk pozisyonunun gol olması: tamam.
  • Fenerbahçe’nin sezonda kaleyi bulacak topta gol atması: tamam.
  • Galatasaray’da en beklenmedik yabancı oyuncunun sezonun en kötü maçını çıkarması: tamam.
Tüm bunların yanında bir de Galatasaray’ın galibiyet ararken direklerin devreye gireceğini sanırım bilen yoktu, Kadıköy laneti 2.0 sürümü dün sunumunu yaptı.

Şaka bir yana, Alex ve Sow’un sezonun en güzel beş golün ikisini attığı ortamda toparlanmak hiç mi hiç kolay değildi. Fenerbahçe’nin özellikle ilk 5 dakikanın ardından gollerin de katkısıyla ortaya koyduğu 15 dakikalık dominasyonda Alex’in topla rahat bir şekilde buluşabilmesinin büyük bir payı var. Maçın kalan 70 dakikalık bölümünde bir daha hiç o kadar aktif olamadı ama o zaten Melo’nun Selçuk’la aynı çizgide yakalanıp Alex farkını göz ardı ettiği zaman topu doksana yolladığında bunu değerlendirmişti bile. Bunun sebebi de aslında Selçuk ve Melo’nun bir “ikili” oluşu ve 442 aslında. Fatih hoca bu defonun farkında ve son kullanma tarihi geldiğinde bunu değiştireceğini düşünüyorum ama bunu şimdilik kenara ayıralım.

Galatasaray topun hakimiyetini 20’lerde almaya başlamasıyla ısındı ve topu dikine oynama konusunda çok daha cüretkar ve başarılı denemeler Selçuk İnan’ın önderliğinde yapılmaya başlandı. Selçuk’un Necati’ye aniden indirdiği, onun da Elmander’i gördüğü birinci golün öncesi ve sonrasında bunlardan yığınla örnek gördük ki Galatasaray’ın bu sezon en fazla derin top kullandığı maçlardan biri bu olabilir. Hem ligde iki arkası ve yüzü dönük oynayabilen iki forvetle oynayan başka bir takım olmayışı, hem de bu oyunculara Selçuk’un iyi servisler yapması Fenerbahçe’yi daha önce hiç karşılaşmadığı bir oyuna mahkum etti ki bunu sadece geriye kapanma refleksi ya da Aykut Kocaman’ın zaafı olarak tanımlamak doğru değil aslında.

Birçok önemli fırsatı harcasa da Emre Çolak ve Engin Baytar’ın orta saha bütünlüğüne katkı vermesi, ayrıca Eboue’nin savunmada hiçbir aksaklık yaratmadan bir orta saha oyuncusuymuşçasına ortaya koyduğu hücum performansı derslikti. Golü Hakan Balta atmış olabilir ama maçın en iyi iki-üç oyuncusundan biri bence diğer bek Eboue’ydi. Hakan Balta’nın da harika iş çıkarması, zamanı geldiğinde boş bırakılmasını affetmemesi oyunun Galatasaray adına genişlemesini sağladı ve Kadıköy yakın tarihinde görülmemiş bir oyunu ortaya çıkardı. Daha fazlasının olmasına, 6-0’ın, 4-3’ün yanına yazılacak bir maç sonuna birkaç santimetre karar verdi. Kadıköy laneti Galatasaray adına Fenerbahçe’nin kolay gol bulması değilmiş demek ki. Bunun görülmesi de bir o kadar önemli.

Son olarak elbette orası Kadıköy, orada olan herkesin ortak paydası Fenerbahçe ve Galatasaray takımından nefret edilmek dahi anlaşılabilir ama gol attığı için kendi kendine sevinen adama madde yağdırmanın, korner attırmamanın kime ne faydası var, ne ispatlanıyor, bunu anlamakta güçlük çekiyorum açıkçası. Arena, Kadıköy fark etmez, herkesin maç sonu Fatih Terim’in yaptığı konuşmayı dinleyip üzerine biraz düşünmesi şart…

Çubuklu ve Parçalı

Derbiye iki saate yakın bir zaman var, ben de derbiyi bloga yazamasam da Hayatım Futbol ve Eurosport Türkiye'ye değerlendirdim.

Galatasaray'ın 6 Kasım 2002'den bu yana nerede yanlış yaptığını ve bugün ne yapması gerektiğine dair:
"Ya herro ya merro ya da..." / Hayatım Futbol Sayı 24

İki takımın kazanmak için neler yapması gerektiğine dair fikirlerim/görüşlerim için:
"Kadıköy'de kazanma yolları": Eurosport.com Türkiye

Ayrıca Di Massimo Talento asıllı Hayatım Futbol editörü İlker Yılmaz, maçı Fenerbahçe cephesinden değerlendirirken, Eurosport ekibi de derbiye dair geniş bir dosya hazırladı. Seçin beğenin alın...

Foto: trtspor.com.tr

Galatasaray 2-0 Gençlerbirliği || 8 Numara

Kaleyi cepheden gören bir noktadan serbest vuruş kazanılır. 8 numaralı oyuncu topun başına geçer. Tribünde onlarca fotoğraf makinesi gol anına tanıklık etmek için flaşlarını açar ve top barajın üstünden geçip ağları bulur. İlk başlarda sadece yürekleri ağızlara getiren bu denemeler zamanla keskinleşti ve artık Galatasaray taraftarı, Selçuk İnan topun başına geçtiği zaman sadece o anın keyfini çıkarıyor. Gheorghe Hagi’den bu yana bu istikrarda bir serbest vuruşçuya tanıklık etmeyen bir taraftar topluluğu için Selçuk’un bu vuruşlarının büyük bir anlam ifade ettiği kesin. Belki de geçen seneyle bu sene arasındaki farkı açıklamak için 8 numarayı giyen oyunculara bir göz atmak dahi yeterli.

Gençlerbirliği'nin dikkat çeken isimlerindenYasin Öztekin,
forvete daha yakın oynadığı maçta beklenen etkiyi yapamadı.
Gençlerbirliği, Fenerbahçe karşısında erken yediği goller sebebiyle gardını yukarıda tutamayıp 6 gollü bir hezimete uğramıştı. Bu kez dersini daha iyi çalışan Fuat Çapa, defansı orta saha çizgisine 10-15 metre mesafeye kurmaya gayret ederek oyunu toplamda 30-35 metrelik bir alana sıkıştırmayı amaçladı ve Galatasaray’ın ne savunma arkasına havadan top atma, ne de bunları değerlendirecek hıza dayalı bir forvet oyuncu bulundurma şansının olmaması bu hamleyi işler kıldı. Eboue’nin sağdan bindirmeleri ve U-21 milli takımının da kalecisi olan Özkan Karabulut’un çıkardığı Selçuk’un serbest vuruşu akıllarda kalan hücum anlarıydı fakat tabelayı değiştirecek bir üstünlük yoktu.

Bu kısırlığın bir diğer sebebi de Galatasaray’ın dar alana sıkışan oyunda daha hareketli ve hızlı top çevirmekte güçlük çekmesi, oyuncuların topa sahip arkadaşlarına alternatif yaratmak adına topsuz koşuları kısıtlı tutması oldu. Son haftalardaki başarılı performansıyla ilk 11’de forma şansı bulan ve Emre Çolak’ı kesen Albert Riera’nın 45’te kenara gelmesinde bu statik oyunun etkisi büyüktü.
Melo bu sezon 9.golünü atarak kariyer rekorunu geliştirdi.

48’de kilidi açan gol de Gençlerbirliği hatlarını koşu halinde yakalamanın getirisiydi. Orta sahada hızlı paslaşmalarla göbekte Elmander’e inen top, onu karşılamak için öne çıkan Kulusic’i pasla ekarte edip Engin’in boşalan savunma göbeğini değerlendirip Melo’yu görmesi ve son vuruş… Tabelanın cilasının Selçuk İnan tarafından yapıldığını hatırlatmaya gerek yok. Derbi öncesi sarı kart krizinin ötelenmesi de bir başka önemli anekdot.

Gençlerbirliği, Fuat Çapa’nın daha önce Hayatım Futbol’da işaret ettiği 4-4-2 düzenine daha çok yaklaşmak adına Yasin Öztekin’i Herve Tum’a daha da yaklaştırıp oradan pozisyon üretme gayretindeydi ama Galatasaray presinin yavan kaldığı belli bir bölüm haricinde gerçekleştirdikleri hiçbir atak “bu nasıl kaçar” dedirtmedi. Formsuz bir dönemden geçtikleri aşikar ancak yenilgiye rağmen büyükler virajındaki en başarılı savunma oyununu ortaya koyduklarını söylemek mümkün. Yenilgi serisine rağmen Gençlerbirliği halen izlenmesi gereken bir ekip.

Gözler artık derbide...

Galatasaray 1-0 Kayserispor || 4-4-2 Kazanır Mı?

Gençlerbirliği'nin teknik direktörü Fuat Çapa, Hayatım Futbol'a verdiği röportajda "4-4-2 Türkiye'deki kazanma yolu, bu ligde gerçek 4-4-2 oynayan tek takım olan Galatasaray'ın başarısı da ortada" demişti. Sadece iki hafta önce bundan bahsederken bugün çıkan kanatsız Galatasaray'a mı atıf yaptı, emin değilim ama farklı bir Galatasaray deneyiyle karşı karşı olduğumuz kesin.

Bugün Galatasaray'ı sefilleri oynamaktan şampiyonluğun en önemli adayına evrilten iki oyuncu varsa bunlar Selçuk İnan ile Felipe Melo, buna şüphe yok lakin onların sağ ve soluna yardımcı olacak oyuncu bir türlü bulunamıyor. Shaqiri ile başlayan, eldeki bulgur Kazım'ın da gitmesiyle sonuçlanan sürecin perde arkasını bilmiyoruz ama şu kesin; Galatasaray'ın safkan bir kanat oyuncusu kullanma şansı artık yok ve eldeki en mantıklı alternatifler bugün sahaya ilk 11'de sürülen Emre Çolak ile Engin Baytar.

Baytar'a özür borcu
Açıkçası transferi ilk zikredildiğinde hiç akıl kârı gelmemişti, özellikle motivasyonu olmadığında saha içinde yaptığı aşırı zorlamalar, laubali top kayıpları ve daha da önemlisi takım arkadaşlarına, hatta hocasına saygısızlık yapabilecek karakteriyle yok artık dedirtmişti ama Engin ne kadar futbolcuysa o kadar adam da olabileceğini Galatasaray kariyerinde ortaya koydu. İpiyle kuyuyla inilmez dedikçe adam Galatasaray'ı o iple Nisan ayına kadar getirdi, Sivas maçındaki vukuatını kenara koyarsak -ki o da anlaşılmayacak bir şey değildi- bambaşka bir Engin Baytar var, özellikle de saha içinde. Fatih Terim onu Melo ile Selçuk'un yanına vazgeçilmez olarak yazmıştır bile şimdiden. Sebebi de aslında açık: Engin bu takımı statikleşmek uzaklaştıran, top taşıyabilen, sihir yaratabilen bir numaralı isim.

Kanatsız 4-4-2 şimdilik tekerleği patlatmadan ilerliyor, Engin ile Emre, orta ikili formda olduğu sürece iyi birer tamamlayıcı olmayı da sürdürecek gibi gözüküyor. Bugünün iyilerinden Emre'nin hâlâ ispat etmesi gereken belki de tek şey bu, işler iyi gitmiyorken ortaya bir farklılık koyabildiğini henüz gören olmadı. Eğer bu neredeyse dört merkezden oluşan orta sahanın bir parçası olacaksa Engin gibi bir adım öne çıkmalı. O kaçırdığı goldeki cılız vuruşunu da düşünüp bacak kasları biraz kalınlaştırmak adına çalışırsa da fena olmayacak.

Maçın öne çıkanları
Orta sahadan hızlı çıkılan pozisyonda Melo'nun müthiş saha görüsüyle Riera'yı bulup koşusuna devam etmesi ve mükemmel bir kafa vuruşuyla bitirişi... Ujfalusi gibi bir emniyet sübabının dahi teklemeye meyilli olduğu maçta farkı yarattı, üç puanı getirdi. Kayseri, ilk yarıda birkaç kez kaleye inmeyi başardı ama Muslera'yı aşamadılar, aştıklarında ise Amrabat gibi kaleyi bulamadılar. Troisi ise sağdan tırmalayıp Riera'ya kart aldırsa da formunun hakkını veremedi. Sol bekten gelip Melo'ya topu kesen Riera da günün puan toplayanlarından...

Son olarak, otobüs... Maçın bitmesine 30 saniye kala çıkıp düdüğü otobüs duraklarının girişinde alıyorken son otobüsü ucu ucuna yakalıyorsak bir sorun olsa gerek. Bir önceki maçta hiç bulamamış, medeniyete ulaşmak için yarım saate yakın yürümüştük. Oraya metro alternatifi diye otobüs konuyorsa maç düdüğüyle çıkan adamın da binebilmesi gerek. Gerekirse paralı olsun ama en azından bulunsun.

*Yeni açılan Store'u da gezdim, fotoğraflarını ve izlenimlerimi yarın boş vakit yaratabilirsem yazacağım.

Footcast #8: Galatasaray'ın Yiğit Gökoğlan Transferi

Bu haftaki Footcast'lerin ilkinde Galatasaray'ın Manisaspor'dan transferi Yiğit Gökoğlan'ı ve kadroda edinebileceği yeri konuştuk.

Samsunspor 2-4 Galatasaray || O Maç...

İlk yarının son düdüğü çaldığında Galatasaray, Samsunspor kalesini beş kez yoklamış, hiçbirinde isabet sağlamayamamıştı. Pozisyon sayılabilecek tek deneme Emre Çolak'ın bir şutuydu ve takım 2-0 gerideydi. Yenilen gollerin bireyselliği, moral bozuculuğu da ortadayken bir takımı devre arasında ayağı kaldırıp çok doğru müdahelelerle maçı resmen alan adam Fatih hocaya "Saygılar abi" dememiz gerekiyor önce...

Önce goller... Galatasaray'ın oynadığı düzen içerisinde Selçuk İnan çok önemli bir yer kaplıyor olabilir ama Felipe Melo daha kilit bir oyuncu tezini savunuyorum bir süredir çünkü savunma ile orta saha arasında tek kişilik bir hatmış gibi oynuyor Melo. Oradaki her şeyden o sorumlu ve o bugüne kadar oynadığı gibi üstün bir performans ortaya koymazsa yapacağı hatalar, top kayıpları savunmanın başına iş açabilirdi ki maçın ilk golü bu şekilde geldi. İkinci gol de takımın yumuşak karnından, Sabri'den hediyeydi. Aylardır takıma kenardan bile girememiş bir Sabri'nin o olmadığı bir dönemde takımlaşmış bir ekibe hemen katkı vermesi zaten mümkün değildi ama görünen o ki Sabri fiziksel olarak bile henüz o mücadeleye hazır değil. Onun için üzüldüm ama bugün onun günü değildi, kenara gelmesi de doğru bir teknik adam tercihiydi.

Beklentilerden, daha doğrusu takımın ihtiyaçlarından uzak oyun kimliği sebebiyle eleştirilen Albert Riera her şeye rağmen kulübeden getirilebilen en büyük hücum gücü... Belki topu tek başına sürükleyemiyor, çok büyük işler yapmıyor ama her yaptığını düşünüyor, faydalı olmaya çalışıyor. Bugünkü dönüşte onun oyuna girişinin büyük payı var ki üç kişiyle bir top için kapışırken, hamle şansı sıfıra yakınken bakarak, görerek Selçuk'a çıkardığı top alkışı hak ediyor. Bölgesinin, aldığı kontratın oyuncusu olmayabilir ama özverisiz, çabasız olduğu söylemek de ona haksızlık.

Geri dönüşün inşaa edildiği bu beraberlik golünde ve Baros'un kafasında sahada eksik olan Samsunspor'un alan paylaşımında yaşadığı sorunlar da göz ardı edilmemeli. Semih Kaya'nın attığı ilk golde de katalizör görevinde olan Samsun savunması biraz modifiye ve motive edilmiş Galatasarasy hücumcuları karşısında net olarak dağıldı. Belki de 50'de golü yediklerinde bunu hissetmişlerdi ama ortaya herhangi bir direnç dahi koyamadılar. Ekigho'nun fırsatları gole çevirmesine, tabelada 2-0 yazıyor olmasına karşın ilk yarıda da çok matah bir oyun ortaya koyduklarını söylemek güç. Yeni bir planlama içindeler ve muhtemelen yapacakları transferler Gekas gibi doğrudan sahaya çıkacak cinsten oyuncular olacak ama şu an bir bütünlük sergileyebildiklerini söyleyebilmek güç. İki senedir izlediğimiz Young Boys'la bugünkü Samsunspor arasında hiçbir benzerlik göremiyorsak sanırım Vladimir Petkovic de işini istediği gibi yapamamış demektir.

Yarım saatte iki gol yediğiniz bir lig deplasmanında puan bırakmak lig lideri için bile artık bir sürpriz değildir, böyle maçlar lig maratonunda herkesin başına gelir. Hele ki böyle sıkışık bir fikstürün içinde. Galatasaray bugün joker hakkını elinde tutarak büyük iş yaptı, hem de sadece maçın ideal akışı içinde değil, sürpriz durumlara da dirençli olabileceğini gösterdi, en azından o güveni kazandı. Bunlar yeni yeni takımlaşan bir oyuncu grubu için çok önemli detaylar. Eğer bu takım mayıs sonunda şampiyonluğa ulaşırsa bu maç "o maç"lardan birisi olacaktır.

Berk Yıldız

Fatih Terim'in oyuncu kazanma adına ortaya koyduğu farklılıktan defalarca söz ettik, dünkü idman da Fatih hocanın bu oyuncu gözüne bir başka örnek oldu, 1996 doğumlu Berk Yıldız Galatasaray A takımıyla idmana çıktı.



Ağustos ayında "Berkin'den sonrası Buhran" başlıklı altyapı yazısında 92-96 arası jenerasyon kısırlığından söz etmiş, bir sonraki büyük potansiyelin 96'lı Berk Yıldız olduğunu eklemiştim: "Fatih hocanın Galatasaray TV'de verdiği "Sürpriz ve bilinmeyen bir altyapı oyuncusunu A takıma çıkaracağız" demeci de ortada duruyor. Gönül rahatlığıyla söyleyebileceğim tek isim Karşıyaka'dan gelen 1996 doğumlu Berk Yıldız." 

Görünen o ki gecikmeli de olsa tahminim doğru çıkacak. Açıkçası Galatasaray altyapısından belli bir süre oyuncu beklenmemesi gerektiği fikrindeyken Fatih hocanın Semih Kaya ve Emre Çolak'tan aldığı verim, A2'de çıkış gösteren Mertan Caner Öztürk'e gösterdiği özen ve Türkiye'de sayılı birkaç hoca hariç kimsenin düşünmeyeceğini yapıp 16 yaşını daha bu ay dolduracak bir çocuğu A takım idmanına alması hakikaten bu köhneleşmiş zihniyeti artık kanıksamış bizlerin yüreğine su serpti. İyi olsaydı oynardı diyenlere inat iyi olan oynatıyor dedirtiyor Fatih hoca, hakikaten söylenecek söz yok. Büyüksün hocam.

Berk Yıldız, kimdir necidir diye merak edenler için birkaç cümleyle bitireyim. Tıpkı Semih Kaya gibi o da bir İzmir ithalatı, Karşıyaka doğumlu bir oyuncu. Fenerbahçeli İbrahim Serdar Aydın'la birlikte 96 jenerasyonunun en önde gelen ismi ve top tekniği ve dripling becerisiyle hemen aklınızı başınızdan alıyor. Açıkçası 13-16 yaş grubunu doğrudan yorumlamanın, şöyle bir oyuncu olacak demenin o oyuncuyla çalışmadıkça ya da düzenli izlemedikçe doğru olmadığını düşünenlerdenim ama Berk Yıldız bu altyapıdaki açık ara en iyi potansiyel, bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Belki de Arda kalibresinde bir adamı yıllarca beklemek zorunda değilizdir, neden olmasın?

*Videoyu paslayan sevgili ftw1905'e teşekkürler...

Galatasaray 4-1 İstanbul BB || Emre Çolak?



Ortada bir pozisyon yoktu, kafasını kaldırdı ve şutunu attı. Gol olduğunda herkes ayağı kalkmış, vay be diyordu. Geçen yıl Bayrampaşa Stadı'nda oynanan Türkiye-Belçika U-21 maçında bugünküne benzer bir gol atan Emre Çolak ile bugünkü arasında bazı pozitif farklılıklar ve bunun bir numaralı yaratıcısı Fatih Terim.

A2'de klasik bir 10 numara gibi yetişip bununla egosunu besleyen, sinirlendiğinde gidip rakibin ayağına basıp kırmızı yemekten çekinmeyen, takıma katkısı dengesiz, fizik olarak da profesyonel düzeyde tutunması güç bir isim olan Emre'nin bu konularda aşama kaydetmesini sağlayacak yegane şey onun başında duracak sağlam bir karakter ve disiplinmiş. Fatih Terim öncesi yine altyapıda olduğu gibi takımın hücum lideri, oyunu değiştirecek sihirli adam gibi oynamaya çalışan Emre, artık bir orta saha gibi oynamaya çalışıyor, daha basit ve doğru tercihler kovalıyor.

Bugünkü Emre Çolak'ın farkı attığı ilk gol değil, isabetli ve akıllı paslarıydı. Hâlâ topla çok oynadığı, zaman zaman doğru anları ıskaladığı net görülüyor, savunmada hâlâ yetersizlikleri var ama her şeyden önemlisi artık eksiklerini değil, olumlu yönlerini kullanma yolunda ilerliyor. Emre Çolak bu yüzden Galatasaray 18'inin bir parçası haline geldi, o şutu senede bir atabileceğini zaten bilen biliyor. Bu gelişimde Fatih Terim kadar ona ve Semih Kaya'ya özel idman veren antrenörlerin de payı olduğunu söylemek lazım ki gerçekten kas kütlesine ihtiyaç duyan Emre'nin efor sarfederek maç çıkarabilecek hale gelmesinde özellikle onla ilgilenen kondisyonerin takdiri hak ettiğini düşünüyorum.

Semih Kaya, Emre Çolak, Selçuk İnan.
Maça gelirsek... Fatih Terim'in Melo'nun yokluğunda orta sahayı nasıl kuracağı merak konusuydu ki bana kalırsa Galatasaray'ın şu anda en kilit adamı Brezilyalı. Fatih hoca Ceyhun Gülselam'ı oraya monte etmek yerine Selçuk İnan'ı geriye alıp Engin'i merkez orta sahada kullandı, sol açık görünümündeki Emre Çolak da daha çok içeriye girip normalde Selçuk'un ana görevi olan top dağıtma rolünden biraz çaldı. Buna karşın formu serbest düşüşteki Kazım'ın sıfır yaratıcılığı eklenince kanatlar yine kullanılamadı, ilk yarı Emre Çolak'ın ekstra şutu/golü dışında net pozisyon olmadan tamamlandı. Maçı Galatasaray lehine çeviren ise Webo'nun kırmızı kartıydı. Açıkçası topa konsantreyken pozisyonu ıskaladım maçta, tekrarını şimdi izledim, karar yerinde. Zaten Semih'in ayağının durumunu da Kazım twitlemiş. Bu takımda bu işi yapacak son adamın Webo olması gerek, tecrübesi takımın toplamından fazla bir adam bunu yapmamalı. Takımının düzenini de bozdu doğal olarak...

İstanbul Belediye'nin ve Galatasaray'ın oyun kurucuları
Samuel Holmen ile Selçuk İnan karşı karşıya...
İstanbul Belediye'de gözler bu sıra haklı olarak Doka'da fakat bana kalırsa takımın en iyi oyuncusu açık ara Samuel Holmen. Oyunu bu kadar iyi okuyup düşünerek oynayan, bir sonraki hamleyi hesaplayan bir orta saha oyuncusu bulmak çok zor. Bana kalırsa ligdeki tüm takımlarda rahat ilk 11'de oynar, hiç de sırıtmaz. Belediye golünün başlangıcı da ondan geldi, golleriyle değil asistleriyle öne çıkan Visca ise güzel bir şutla bitirdi. 10 kişi kaldıktan sonra ise arkasını getirme şansları yoktu, gelmedi de.

Baros'un ofsayt mı, değil mi tartışmaları bir yana, son olarak Selçuk İnan'ın mükemmel golüne değinmek gerek. Çıkışta yetişmem gereken bir maç olduğundan 3-1'in rahatlığıyla 89'da otobüslere doğru yol alınca bu enfes golü canlı izleyemedim ama tekrarında görülüyor ki Selçuk İnan, Galatasaray'da farklı bir yönüne eğiliyor ve kaleyi Trabzon'dakinden daha çok ve isabetli şekilde yokluyor. İkinci yarıda barajın yanından sağ alt köşeyi gördüğü serbest vuruşta da benzer bir stilde kaleyi yoklamıştı, bu kez nefis bir şekilde ağları bulmuş. Bugün yokluğu özellikle ilk yarıda epey hissedilen Felipe Melo'yla takımın çehresini değiştiren adamdır Selçuk İnan. Bu yapı kurulmasa kolay kolay ne Semih Kaya parlayabilirdi, ne de bugün olduğu gibi Emre Çolak. Büyük oyuncular fark yaratır, Melo ile Selçuk da bence öyle...

Dip not: Watford stili düz sarı altı kırmızı şort da güzel detaydı, yakışmış.

Ligin Kaderini Değiştiren Devre Arası Transferleri

Kervanını yolda düzen bir milletin sporda da işi baştan sıkı tutmayıp ikinci fırsatlara tutunması sürpriz değil, özellikle küme düşme hattındaki ekipler için belki de transfer yeni başlıyor! Futbola giren paranın katlandığı son yıllarda artan hamle şansı daha iyi oyuncuların devre arasında getirilmesini sağladı ve bu oyuncuların bazıları ligin kaderini değiştirdi. Play-off sisteminin de etkisiyle daha büyük önem kazanan ara transfer dönemi öncesi yakın tarihin en başarılı transferlerini birlikte listeleyelim, sizin fikirlerinizi de ayrıca yorum bölümüne alalım.

1- Marcio Nobre (Fenerbahçe): Yakın tarihin açık ara en etkili devre arası transfer Marcio Nobre... Fenerbahçe onu 500 bin avro bedelle Cruzerio'dan kiraladığında beklentileri takımı kurtarması değildi ama Nobre gelir gelmez ligin tozunu attı ve ertelemeli Rizespor maçı da dahil olmak üzere 18 maça çıkıp rakip filelere tam 12 gol attı. 70 güne sığdırdığı bu 12 gol Fenerbahçe tarihinin en dominant üç sezonunu müjdeledi, o ayrıldığından bu yana da gelen şöhretli forvetler bir türlü onun kadar verimli olamadı.

2- Fabian Ernst (Beşiktaş): Devre arası joker hakkını bir sezon önce Filip Holosko ile kullanıp aradığını bulamayan Beşiktaş, Mustafa Denizli'nin isteğiyle bir orta saha transferi yapmak için Almanya'ya gitti ve o dönem düşüşteki piyasasının üstünde bir bedel ödeyip 3 milyon avro bonservis ve yıllık 2 milyon avroluk sözleşmeyle Schalke 04'ten Fabian Ernst'i kadrosuna kattı. Fakat o hamle 2003'teki 100.yıl şampiyonluğunun ardından kazanılan tek şampiyonluğun da kapısını aralayacaktı. Ernst'in enerjisi, pozisyon bilgisi ve hücuma verdiği destekle belki de son yılların en iyi baskı takımını oluşturan Denizli, bir kez daha şampiyon bir takımın hocasıydı.

3- Emre Güngör (Galatasaray): 2008'in ocak ayında savunmanın vazgeçilmezi Rigobert Song'un Afrika Kupası'na gidecek olması sebebiyle kısa vadeli bir takviye düşünen Galatasaray, tam o sırada Ankaragücü ile sorunlar yaşayıp takımdan ayrılmak istediğini açıklayan 23 yaşındaki Emre Güngör için sarı-lacivertlilere oldukça cüzi bir teklif götürdü ve o teklif sezon sonu gelen şampiyonlukta büyük pay sahibi oldu. Sadece ve sadece 400 bin TL'ye alınan Emre, Servet Çetin'le o kadar iyi bir ikili oluşturdu ki kupadan dönen Song kulübede oturmak zorunda kaldı. Maliyet/performans oranında gelmiş geçmiş en iyi devre arası transferi Emre Güngör olabilir.

4- Burak Yılmaz (Trabzonspor): Bugünden bakıldığında şaka gibi gelse de sadece 2 yıl önce Gökhan Ünal'ın Fenerbahçe'ye transferi esnasında bozuk para misali Trabzon'un yolunu tutan Burak, doğru rolde değerlendirildi ve Türkiye'nin en iyi yerli oyuncusuna dönüştü. Değerlendirilen zaman dilimi geniş tutulursa Burak zirveye bile oynayabilir lakin geldiği sezon Trabzonspor'a kattıkları bu ölçüde değildi ve Şenol Güneş ligde sadece bir sonraki yıla damga vuracak ekibi hazırlamak için çalışıyordu. Burak için lige damga vuracak ortam hazır değildi. Yine de alınan Türkiye Kupası ve Kadıköy'deki 34.hafta karşılaşmasında eski takımı Fenerbahçe'ye attığı gol Trabzon açısından olmasa da ligin kaderine sağlam bir çomak da soktu.

5- Franck Ribery (Galatasaray): Bugün Avrupa futbolunun en iyi hücumcularından biri olduğunu herkese kabul ettirmiş olan Franck Ribery, Türk futbol tarihinin en başarılı devre arası transferi olabilir. Ne var ki gösterdiği performansla ağızları açık, kendisiyle aynı gün Türkiye'ye ayak basan Nicolas Anelka gibi bir adamı bile gölgede bırakan Ribery'nin Galatasaray kariyeri 80 puanla şampiyon olan Fenerbahçe'nin 4 puan arkasında kalınıp Devler Ligi bileti bile alınamayan o sezonla sınırlı kalacaktı. Kanepede sızmışken babamın gelip "Kalk Uğur, Ribery gitmiş" dediği günü bana hediye edenlere sevgilerimi hâlâ ara ara iletirim. Bir yandan da Galatasaray yönetimleri tarihinin özeti gibidir Franck Ribery...


Adı anılması gerekenler
Nicolas Anelka (Fenerbahçe):
Ali Lukunku (Galatasaray)
Adrian Ilie (Galatasaray)
Yusuf Şimşek (Beşiktaş)
Rüştü Reçber (Fenerbahçe)
Gökhan Emreciksin (Ankaragücü)
Antonio De Nigris (Ankaraspor)

Vodcast #2 || Galatasaray'ın Ocak Transfer Stratejisi

İlkini Fenerbahçe özelinde yapmıştık, ikincisi Galatasaray'ın devre arası transfer dönemindeki yaklaşımı üzerine... Yarın yayınlanacak iki vodcasti de Trabzonspor'un Olcan Adın ve Torric Jebrin transferlerine ve Beşiktaş'ın tasarruf tedbirlerine ayırdık. İyi seyirler...

Fatih Terim'den Adana Demirspor Yorumu

Rivayet odur ki aynı yıl Adana Demirspor'a 3-0 kaybedilen maçta Erol Togay'a kafa atıp kırmızı kart gören Fatih Terim, 11 Aralık 1983'teki maça fena bilenmiştir. Devre arası geldiğinde skor 5-0'dır ama soyuna odası koridorlarını inleten bir Fatih Terim vardır: "0-0 gibi oynamayanın anasını..." Çünkü bu Fatih Terim için kırmızı kart görüp atıldığı maçın intikamıdır.

Aradan 28 yıl geçti, Fatih Terim üçüncü kez Galatasaray'ın başında ve Türkiye Kupası'ndaki rakipleri Adana Demirspor. Zevkli, nostaljik bir mücadele olacağı kesin, işin içinde Galatasaray'a Adana Demirspor'dan gelen Fatih Terim, bir başka Adanalı Hasan Şaş gibi aktörler de olunca keyfi de bir başka olacaktır.

2007 Erciyes, 2009 Galatasaray, 2012 Karabük

Kalede Orkun Usak, orta sahada Mustafa Sarp ve kulübede tabii ki Bülent Korkmaz... Ayrılmasına ve ayrılış şekline her Galatasaraylının üzüldüğü "Büyük Kaptan"ın 2007 Erciyesspor'unda yaptıklarına saygı duyuyoruz elbette ama kötü organize edilmiş bir kadroyu daha doğru düzenlemek ve gelen sonuçlarla kazanılan özgüvenin getirileriyle yaptıklarının arkası hiçbir zaman gelmedi, bu gidişle de gelmeyecek. Bursaspor, Gençlerbirliği, sonra Galatasaray derken dönüp dolaştığı nokta yine aynı. Beş sene önce de küme düşme hattındaki bir takımın başına devre arası gelmişti, bugün de öyle ama Bülent Korkmaz aradan geçen beş yılda yaptıklarıyla yüzleşmek yerine hâlâ ve hâlâ çözümü geçmişinde arıyor.

İkinci yarısının kısa bir bölümü hariç Beşiktaş kalesine gitmekte dahi zorlanan, orta sahayı dahi geçemeyen Karabükspor'da devre arası transfer çalışmaları başlamış, ilk hedef de Bülent Korkmaz referansıyla Mustafa Sarp... Türk futbolunda linç kültürünün temel öğelerinden biri haline geldiği için çok da laf etmek istemiyorum Mustafa'ya aslında ama Bülent Korkmaz referansıyla Galatasaray'a geldiği günden bugüne çizdiği profil hocasınınkinden farksız. O da 2007'de Erciyesspor'daydı, beş yıl sonra Karabükspor'da aynı role oynayacak ama aradan geçen zamana iki UEFA, üç de şampiyonluk sığdırmışçasına yaptığı özgüven dolu açıklamalara diyecek yok. Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin tekliflerini reddedip Karabük'ü seçmesinde bu yüksek özgüvenin de payı büyük olsa gerek!

2007 Erciyes, 2009 Galatasaray ve 2012 Karabük... Atanına, tutanına, kulübesine kadar her şey aynı.* Eğer Orkun Usak'ı Galatasaray, Bülent Korkmaz'ın başında olduğu Bursaspor'un elinden almasaydı bu listeye bir de 2008 Bursa eklenecekti. Başta Galatasaray'ın olmak üzere Türk futbolunun bu tablodan çıkarması gereken bazı dersler var gibi...

*Mustafa Sarp, Bülent Korkmaz aracılığıyla gelse de Galatasaray'da beraber çalışma şansı bulamamışlardı.

Melo ve Çetesi || Galatasaray 1-0 Manisaspor


Bu sene ligde en sıradışı işi yapan ekip kim derseniz adaylarımdan birisi kesinlikle Manisaspor olurdu. Eti budu belli, daha önce başardıkları sınırlı bu kadroya maddi sıkıntı nedeniyle bonservissiz alınan Akaminko ve Klukowski dışında adam akıllı takviye yapamayan Manisa'nın Kemal Özdeş yönetiminde geldiği nokta hakikaten takdir edilesi. Sahadaki her oyuncu doğru rolde ve birbirini iyi tamamlıyorken özellikle savunmada geçit vermemeyi biliyorlar ki bugün de maçın kilitlenmesinde ve beraberliğe doğru yol alınmasında bunun payı çok büyüktü. Savunmanın göbeğindeki Hüseyin ve Dixon ile eski Ordulu Akaminko harika bir oyun çıkarttı ama golsüzlüğü bozan sihri yapan bir isim vardı: Selçuk İnan.

Sezon başında hangi takıma giderse lig dengelerini o takım lehine bozacak bir anomali görüntüsündeki Selçuk, Trabzon'da ortaya koyduğu ligin en iyi ve istikrarlı oyun kurucusu etiketinin ağırlığını Galatasaray'da henüz tam anlamıyla koyamadı belki, kabul. Fakat Galatasaraylıların yıllardır görmediği orta sahadan gol desteği alma, serbest vuruştan gol bulma gibi yaklaşık bir 10 yıl önce mazi olmuş özel katkıları sağlaması bile bugün onu apayrı bir değer olarak ortaya koyuyor. Beşiktaş maçında denemişti ama falsosu fazla gelmişti, Trabzonspor maçında ağları buldu, Manisaspor maçında topun başına geçtiğinde yanımdakilere "Selçuk barajın üstünden aşıracak ve gool" dedirtecek düzeye geldi. Öyle de oldu. Hakikaten büyük oyuncu, büyük bir futbol talihsizliği yaşamazsa daha da iyi olacağını söylemek güç değil ama bugünkü Galatasaray'ı geçen seneden ayıran isim kim derseniz bu Selçuk İnan değil Felipe Melo olur. Bugünkü takıma da Q7 fenomenine gönderme yapacak olursak olsa olsa "Melo ve çetesi" diyebiliriz.

Bugün Manisaspor maçı tartışılırken Ege ekibinin mükemmel uyumu ve öne çıkan takım kimliğinden ziyade Galatasaray'ın bulduğu pozisyon sayısının diğer maçlara göre az kaldığı, oyunu domine edemediği yönünde yorumlamalar gelebilir ama esas ıskalanan bence Galatasaray'ın kalesinde neredeyse hiçbir tehlike yaşamamış olması. Bunda en büyük pay sahibi ise savunma dörtlüsünün önünde tek başına bir hat, bir duvar gibi duran Felipe Melo'dur. Onu maç içinde sağ ya da sol çizgiden kontraya çıkmak zorunda kalan adamın ayağından topu aldığını, olmadı taca attığını defalarca görebilirsiniz. Birebirde zaten üstün fiziğiyle geçilmesi çok zor oyuncu ki bugüne kadar kariyerinde en büyük eleştiri noktası olarak öne çıkan konsantrasyon problemini de Türkiye'nin ve Galatasaray'ın değişik havasıyla atmış görünüyor. Melo ait olduğu yeri buldu gibi ve bunu saha içine yansıttığı enerjiyle de görebilmek mümkün. Onun yanında çok daha rahat oynayan Selçuk, yetenek tamamlayıcısı Engin, Fatih Terim etkisiyle daha özverili oynamaya gayret eden Emre... Bunları bu sene fark yaratanlar olarak görebilirsiniz ama bu oyuncuları bir arada tutan arkalarında Melo gibi bir bodydguard'ın duruyor olmasıdır.

Manisaspor maçında Muslera'nın tek kurtarışını yaptığını saymazsak kalesinde tehlike dahi yaşamayan Galatasaray'ın galibiyet serisini 6 maça çıkarmasında hücumunun yanı sıra bu savunma performansının da payı büyük ve genelde bu atlanıyor. Devre arasında derinleştirilecek bu kadronun özlenen günlere yelken açabileceğini artık görmek mümkün. Kemal Özdeş'in öğrencileri de büyük bir takdiri hak ettiği gibi ligi ilk 8'de bitirecek oyun düzeni ve kalitesine sahip olduğu gerçeğini kabullenmek gerekiyor. Satabilecekleri oyuncular da belliyken onların alternatiflerini hazırda tutup maddi zorluklara rağmen bir seviye üste çıkma ihtimalleri de var. Güzel takım, güzel ekip. Yolları açık olsun...

İdam Sehpasındaki Milan Baros: Ordu 0-2 Galatasaray

Çok değil, sadece 2.5 ay önceydi. Başkan Ünal Aysal'ın da kitleleri sokağa dökecek açıklamalarının da körüklediği transfer arzularıyla fellik fellik forvet aranıyordu. Bugün methiyeler düzülen Johan Elmander zaten adamdan sayılmıyordu da üç sezonda ligde 40'ın üzerinde gol atmış, oynadığı neredeyse her maçta skora etki etmiş, eti budu belli bir Milan Baros'un adamdan dahi sayılmaması şaşırtıcıydı, çokça da üzücüydü. Öyle bir ortam vardı ki "Yahu bu adam Baros, yapmayın etmeyin" demek bile güçtü. Bugünkü Orduspor maçında ortaya koyduğu oyun, Elmander'le gösterdiği uyum, 10 milyonlarca avro harcamak yerine bazen eldekileri doğru değerlendirmenin önemini de gösteriyor. Oyunun gidişatı itibariyle sıkıntılı geçebilecek maçı bir gol, bir asist, bir de asist kadar değerli pasın haricinde harika bir performansla tamamlayan Baros bugün kral ama aynı zamanda transfer tanrılarına bu kadar da kolay kurban adamamak gerektiğinin de bir kanıtı. Hoş, çok mu ekstra, çok mu beklenmedik oynadı, hayır ama gelen tepkiler bu oyunun ne kadar günlük olduğunu bizlere gösterir cinsten. Bir değerlendirme yaparken derin bir nefes almak ve ona göre düşünmek şart. İdam sehpasına çıkan Baros'a vurulmayan tekme bugün Galatasaray'ın kazanmasını getiren en önemli unsurlardan birisi...

İlk 20 dakikasında neredeyse atak geliştiremeyen, topla oynadığı kısıtlı sürenin çoğunda kendi yarı sahasında baskı yiyen ve çıkamayan Galatasaray'ın Elmander'in muhteşem top kontrolü ve takımı öne yıkışı Fevzi Elmas'ın da hediyesiyle Galatasaray hanesine bir gol olarak yazıldı. Galatasaray'ın görünürdeki en önemli sorunu olan kanatlarda düzenli oynamasına karşın gün geçtikçe formdan düşen Kazım'ın pek de alışkın olmadığımız topsuz koşularla iki net pozisyon bulup birini atması da maçı çözdü. İki pasta da Baros imzası olduğunu not düşelim.

Orduspor ise Fenerbahçe maçındaki dominasyonu ve ön alan presiyle göz dolduran Galatasaray'ı yarı sahadan çıkarmayacak kadar oyuna hakimken pozisyon üretemeyişi ve savunma güvenliğini kuramayışıyla puan şansını sıfırladı. Juan Culio, maçın en başarılı isimlerindendi ki aslında Arena'da yaptıklarından farklı bir şey yapmadı. Bugün eksikliğini çektiğimiz sol kanatta top taşıyabilecek, aynı anda orta sahaya katkı verecek, faul alacak, dengeleyici adam rolünü Ordu'da gayet iyi yapıyor. Zaten başkan da her seferinde "Bonservisini alacağız, o artık bizim oyuncumuz" diyor ki boşuna değil. Yönetime güvenemeyip istediği transfere mecbur bırakma hamlesi olarak onu gözden çıkaran Fatih Terim'in Arda Turan'ın gidişi sonrası yaptığı ilk açıklamanın "Bilsek Culio'yu göndermezdik" olması tesadüf olmasa gerek. Mor-beyazlılar skor üstünlüğünü vermeleri sebebiyle hiçbir zaman inisiyatifi alamadı ve artık iyiden iyiye oturan Galatasaray savunmasını aşamadı. Ön alanda bu kadar çok topla oynayıp neredeyse gol pozisyonuna girememenin sebepleri üzerine düşünmeleri gerek. Yine de dağılmak üzere olan Ankaragücü, Samsunspor, Karabükspor gibi ekiplerden bir gömlek üstün oldukları belli, eksikleri olsa da rakiplerinin üzerinde ligi tamamlayacak gibiler ki Süper Lig'de ilk sezonunu geçiren bir takım olarak bu yeterli bir hedef.

Galatasaray belki oyunu istediği etkinliği özellikle ilk yarıda sağlayamadı, çekip çeviremedi ama kazanmak için buna ihtiyaç duymamayı öğrenmeye başladı ki şampiyonluk hedefindeki bir ekip için bu maçlar hayati derecede önemlidir. Ordu'daki maç bu açıdan hatırlanacak mücadelelerden biri olacak.

Son olarak maç başına bir sarı kart düsturu edinen genç stoper Semih Kaya'nın Manisaspor karşısında olmayacağını da söyleyelim. Kaydedeceği bir sonraki aşama bu sarı kartlarını azalmak olmalı, yoksa korkarım ki 20 küsür 16 sarı kart görüp dört kez cezalı duruma düşecek!

Trabzonspor 0-3 Galatasaray || Geliyor...

Trabzon, Galatasaray'ın uzun süredir zorlandığı bir deplasmandı ve psikolojik bir barajdı. Üstelik Şenol Güneş geldiğinden bu yana Trabzon, kendi ayarındaki ekipler karşısında daha rahat oynayan, istediği sonucu alabilen bir ekip. Şampiyonlar Ligi'nde dahi altı maçta tek mağlubiyet gördüler, onda da oynadıkları oyun belliydi. Böyle bir ekibe karşı Galatasaray'ın 3-0'dan da öte, net olarak üstün götürerek aldığı bir galibiyet olması çok önemli. En başta bu...

Fatih hoca maç sonu toplantısında da söylediği gibi Fenerbahçe maçındaki 11'i bir mesaj vermek için koydu ki Engin Baytar dönmüşken Emre Çolak'ın takımda yer bulması çok kolay değildir normalde. Buna karşın elbette Fenerbahçe maçındaki gibi Hun akıncılarıymışçasına akan hücumlar göremedik ilk yarıda ama rakibin ilk hatasında cezayı kesmek, serbest vuruştan doğrudan gol bulmak belki de oyun dominasyonu kadar önemli. Sezon başında Johan Elmander'in yedek bile olamayacağı sanrısı hakimdi çoğu kişiye ama başta Fatih hoca olmak üzere herkese kendini ispatladı ve övgüyü hak ediyor. Her zaman doğru yerde, her zaman doğru işi yapmaya çalışıyor. Milan Baros'a göre ayağı daha düzgün ve arkasındaki oyuncularla daha kolay top alıp verebiliyor. Elbette Baros'un enerjisi de önemli ki iki maçtır gol atmasa da kötü oynamıyor ama şu düzende İsveçli birinci adam.

Hatırlarsınız, sezon başında Selçuk İnan bu takıma ne kadar hakim olursa bu takım o kadar iyi oynayacak demiştim ki ne zaman tempoyu ayarlayabilecek kadar top alıp verdi, o zaman dişliler daha iyi işlemeye başladı. Bunun için belki de ayağı düzgün son bir parça gerekli takıma. Pas yapmaya elverişli ve pozisyon üretmeye katkı verecek bir açık oyuncusu bu takımı iki seviye üste çıkaracak. Felipe Melo'ya da nazar değmesin, büyük bir deliği tek başına tıkadı, kariyerinin en istikrarlı performanslarından birini sergiliyor burada. Yeteneklerinin karşılığını veriyor, umarım kalıcı olur.

Öte yandan işin bir de işin Trabzon tarafı var ki başta takımdan önce taraftarın analizini yapmak gerekiyor belki de... Hocası Şenol Güneş olan, sahadaki oyuncularının tamamı oyuna konsantre olmuş, ellerinden gelen her şeyi yapan bir takıma bu kadar köstek olmak için hakikaten çaba harcamak gerekir. Selçuk İnan'ın, Engin Baytar'ın ıslıklanmasında değilim kesinlikle ki katılmasam da olabileceğini düşünürüm ama kaptanının olduğu bölgeye su yağdırmak nasıl bir ruh halidir? Tolga Zengin, Trabzonspor'un sahadaki en önemli temsilcisi, kimliği. Kadın taraftarların "Böyle taraftar istemiyoruz" tezahüratı belki de söylenebilecek tek şey...

Son olarak Semih Kaya... Bakın, böyle böyle bir çocuk var, oynatılsa gayet de oynar dedikçe "İyi olsa hocası niye oynatmasın" argümanıyla karşılaşıp durduk. Sonra Fatih Terim geldi ve oynattı, demek ki mesela oynatılmakta değil, oynatmakta. Kim çıkıp "Semih Kaya 18 yaşında böyle değildi, iki senede kendini çok geliştirmiş" diyebilir? Aradan geçen sezonlarda oynadığı maç, geçirdiği sakatlık sayısı da ortadayken. İyi olsa oynatırlardı değil, iyi olsa oynatırdı demek gerekiyormuş demek ki...

İkisi deplasman üç derbi, 7 puan. Farklı bir Galatasaray'ın yolda olduğu biraz da buradan belli gibi. Son birkaç parça daha...

Galatasaray 2-1 Sivasspor || Kırmızı Kart, Sarı Alarm

Terim'in öğrencileri bugün sahaya çıktığında son altı lig maçından sadece ikisini kazanabilmiş haldeydi ve zorlu fikstür öncesi evinde kazanarak lider Fenerbahçe'nin kaybını değerlendirmek istiyordu. Öte yandan sezon başından bu yana sırıtan üretkenlik problemi, Riera ile Kazım'ın form durumu sebebiyle iyiden iyiye gün yüzüne çıkmıştı ve bazı değişiklikler gerekiyordu. Felipe Melo'nun da olmadığı maçta Fatih hoca cesur bir hamleyle savunma ile orta saha arasına başka oyuncu koymayıp 11.oyuncu olarak Milan Baros'u tercih etti. Bu da sezon başında bir kesim taraftarın görmeyi umduğu 4-4-2'yi ilk kez gerçek anlamda sahada görmek demekti.

Baros ile Elmander'in önde olduğu, Riera ile Kazım'ın saf kanat oyuncuları olarak görev aldığı bu düzen, güçlü orta sahanın ve formda savunma oyuncularının da becerisiyle defansta geçit vermedi ama neredeyse 45'teki gole kadar net pozisyon üretemedi. Kazım'a hiçbir zaman uzun maraton oyuncusu gözüyle bakmamak gerek belki ama hakikaten şu formsuzluğu çekilir gibi değil. Sağ kanat şu haliyle tamamen felç gibi duruyor. Yekta'nın yokluğu çok büyük kayıp oldu bu açıdan. Soldaki Riera, ortalamanın üzerinde işler yaptı bugün ama birebirde Uğur Kavuk'a üstünlük kursa da ortaları ve pasları bir türlü Baros ile Elmander'i bulmadı. Göbekten destek sınırlı kalsa da Engin Baytar'ın ekstra koşularından biri biraz da şansın yardımıyla ilk yarıdaki tek pozisyonu üretti ve oradan gol geldi. Görevini eksiksiz yerine getiren Engin'in fark yaratmasına da takım büyük ihtiyaç duyuyordu.

İkinci yarı ise kırmızılarla ve penaltı tartışmalarıyla geçti. Milan Baros'u savunmanın arkasına kaçıran Galatasaray, buradan iki pozisyon çıkardı. Buradan gelen penaltı da aslında oyunu Fatih Terim'in istediği noktaya getirmişti. Ne var ki ayağa daha doğru oynamaya başlayan Sivas, normale göre zaten bir kişi eksik orta sahayı düşürmeye başladı ve rakip yarı sahada daha aktif olmaya başladı. İlk yarıda sadece Pedriel'e top şişirerek iş görmeye çalışan Sivas, Rasmussen'in yerine giren Cerny'nin de etkisiyle pozisyonlar üretti, bunlardan birisinde de üç maçtır mükemmele yakın oynayan Semih'in birebirde Erman'a geçilmesi sonucunda golü buldu.

Ortalığı karıştıran ise Engin Baytar'ın kırmızısı oldu. Kendi sahasında, önde olan bir takımın en başarılı oyuncusu gidip rakip kaleciye kafa atar mı, atıyor işte. Engin, artık değiştiğini dosta, düşmana ilan etmişken tutup da şu yaptığı hareketle birçok kişinin kendisine olan güvenini sarstı. Takımın X-faktörü konumundayken şu yaptığının affedilir tarafı yok. Facia. Ligin en kritik maçlarından Fenerbahçe mücadelesinde de olmayacak böylece. Bu da yetmezmiş gibi Elmander'in en az onun kadar gereksiz müdahelesiyle takımı dokuz kişi bırakması tuz biber ekti.

Sivasspor'un durumu eşitleyecek çok şans bulduğunu söylemek güç ama bu kırmızıların Gençlerbirliği deplasmanında ve Fenerbahçe karşılaşmasında ceremesinin çekileceğini öngörmek zor değil. Hadi ileri uçta Baros var fakat bir türlü Engin dışında bir alternatifin hakkıyla dolduramadığı "Selçuk'un yanı" pozisyonu epey sıkıntı çektirecek gibi. Elbette her şeye rağmen şu hafta kazanmak Galatasaray adına mühimdi, buna şüphe yok fakat iki maç için şimdiden sarı alarm yanıyor bile.

Sivaspor ise 3-1 yenilmesine karşın Beşiktaş maçında ve rahat kazandığı Fenerbahçe maçlarında oynadığı oyunu ortaya koyamadı. Bunda elbette daha dirençli bir orta saha ve savunma bloğu olan Galatasaray'ın da etkisi var ama daha çok birebirde Eboue karşısında varlık gösteremeyen Kamil Grosicki ile bugün takımda yer almayan Eneramo'nun eksikliğinin hissedilmesinin payı büyük. Pedriel de özellikle ilk yarıdaki uzun toplarda duvar olmayı başaramadı ve zaten topla oynama becerisi kısıtlı Kıvanç-Kadir göbeği ekstra pozisyon üretemedi. Hal buyken dokuz kişi de olsa Galatasaray'a gol atmaları güçtü. Yine de derli toplu bir takım oldukları, şu kadroyla -en azından normal yollarla- ligde tutunacakları şimdiden kesin.
Related Posts with Thumbnails