Barış Manço & Milan Tekme Birliği

Çocukluğumun en özel isimlerinden Barış Manço, zamanında Milan'ı ziyaret edip Frank Rijkaard, Marco Van Basten ve Ruud Gullit'le röportaj yapmış. 7'den 77' için yapılan 7 dakikalık röportajda klişe sorular ağırlıkta tabii ama dönemin kıyafetlerinden, Rijkaard'a sorulan "Bir gün Türkiye'ye gelir misin?" sorusuna kadar birçok güzel detay var. Barış Manço'nun mükemmel İngilizcesine ise hayran kalmamak elde değil. Çok büyük adamdın be Barış abi, çok...

Eboue & Keita: Gemi Sağa Mı Çekiyor Kaptan?

Emmanuel Eboue ve Abdul Kader Keita... Eboue zaman zaman kritik hatalar yapsa da her daim beğendiğim bir adamdır, Türkiye'de eksikliği çekilen fiziği sağlam bek kontenjanından yararlı olur. Çok yönlülüğü, önde ve sağ içte oynaması da cabası. Vatandaşı Keita'yı anlatmaya gerek yok. Daha bu sezon içinde Adnan Polat yönetimine tepki tezahüratı olarak adı haykırılan adam. Ayağında fazla top tutsa da, deplasmanlarda kaybolsa da iyi sağ açıktır, Kişisel tereddütlerim olsa da tribünlerde hâlâ sevilir, beğenilir. Türkiye Ligi'nde rahat iş yapabilecek adamdır. Bunlara lafımız yok da şu takımın ihtiyacı ana bölgeleri sağ bek ve sağ açık olan iki yabancı daha almak mıydı?

Dün itibariyle bu takımın ilk 11'ine yazılacak dört yabancı vardı: Muslera, Ujfalusi, Melo ve Baros. Ben puzzle'ın kalan yedi parçasına bakıyorum ve yerliler arasında oynayabilecek ilk üç isim arasına Selçuk'la birlikte Kazım ve Sabri'yi yazıyorum kendimce. Fakat yapılan iki transfer de birebir bu iki oyuncunun oynadığı bölgelere. Kalan yerliler Servet, Yekta, Hakan Balta, Gökhan Zan, Ceyhun Gülselam diye gidiyor. Sizce bu işte bir terslik yok mu?

Hadi yerlileri de hesaba katmayalım fakat Tomas Ujfalusi'nin transfer edildiği bir takıma Emmanuel Eboue'yi almanın mantığını kavramakta güçlük çekiyorum. Klasik "Ujfalusi stoper olacak" savunması havada kalıyor çünkü bu adam son birkaç sezonunu sağ bek olarak geçirdi, Atletico'daki stoper kıtlığı ve zaafına karşın. Aynı şekilde Eboue'nin de sağ içi ve önü, hatta sol beki yedekleyeceği konuşuluyor. İyi de madem bu mevkiilerde yabancıya ihtiyaç var, niye gidip stoper, sol bek ya da sağ iç almıyor da bu takım gidip Ujfalusi üstüne bir de ana bölgesi sağ bek ve açık olan iki oyuncu alıyor? Joker oyuncuları ben de severim de buna güvenip transfer yapmak akıl kârı değil. Bu üç transfer birbiriyle çelişiyor. Eboue'nin Fatih Terim tarafından ısrarla istendiğini bildiğimize göre performansıyla beni şimdiden olumlu yönde yanıltmış olan Ujfalusi'nin "Atletico'dan eli boş dönmeyelim" transferi olduğu ortaya çıkıyor ki çok da şaşırdığımı söyleyemeyeceğim.

Tabii bu yazdıklarım Eboue niye geldi anlamında değil. Fildişili hem hocanın isteği, hem de bana göre gelen oyunculardan en faydalılarından biri olacak bana kalırsa. Üstelik şartları da beklenilenden çok daha olumlu iken (3.5 milyon avro bonservis, 2.5'tan 2 milyon avroya inen yıllık ücret) bu transferi ayrı tutuyorum ama sahadaki yabancı kontenjanımız Eboue ile birlikte bire düşmüşken tutup da Keita'yı getirmenin neye hizmet ettiğini ben anlamış değilim. Madem öyle, Lincoln de gelsin, taraftarın en çok tezahürat yaptığı adamlardan biriydi o da. Mersin İdman Yurdu talip olmasa muhtemelen akıllara dahi gelmeyecek Keita'yı "taraftara hediye" düşüncesiyle almanın faturası sahada çıkarsa o üstlerine oynadıkları taraftar yeri gelir, başka türlü de bağırır. Şu takımda orjini sol açık olan tek insan evladı yokken yapılan bu transferi olumlu kabul etmek de bence mümkün değil, kusura bakmayın dostlar.

Bu gemi biraz sağa çekmiyor mu Fatih hocam?

Fotoğraflar: Galatasaray.org, Twitter.com/mcanmutlu

U-20 Dünya Kupası, Oyuncu Tarama & Türkiye

U-20 Dünya Kupası artık profesyonel futbola hazır hale gelen genç oyuncuların yer bulduğu, dünyanın en prestijli gençler turnuvası. 16-17 yaşlarında artık profesyonel kariyerini ne yönde çizebileceği kestirilebilen oyuncular iki yılda bir bu Dünya Kupası'nda bir araya geliyor ve artık bir hobi olmaktan çoktan çıkmış, en güçlüsünden en zayıfına kadar herkesin yapmak zorunda olduğu oyuncu tarama faaliyetleri için de mükemmel bir ortam yaratıyorlar. Peki bunun Avrupa'nın en iyi altıncı ligi olduğu iddiası resmi kaynaklarca da sıkça tekrarlanan Türkiye'deki yansımaları nedir? Hemen söyleyeyim, koskocaman bir hiç...

Toplam 504 oyuncunun forma giydiği, 24 farklı ülkenin oyuncularının bulunduğu Kolombiya 2011'de yaklaşık 50-60 kulübün gözlemci ve temsilcileri maçları yerinde izliyor ve kulüplerine uygun oyuncuları takip edip gerekirse oyuncularla ön görüşmeleri yapıyorlar. Bizler için de sürpriz olmasa gerek, Real Madrid soyundan gelen büyüklerimizin de dahil olduğu hiçbir, ama hiçbir takım bu turnuvaya tek gözlemci göndermeye tenezzül etmemiş. Galatasaray'ın bugüne kadar bir PR çalışmasından öteye gitmemiş scout ekibinin bir ekiple turnuvayı takip edeceği yönünde söylentiler çıkmıştı ama Kolombiya'da bulunan TFF Medya Sorumlusu, sevgili İlker Uğur sağolsun, bunun da doğru bir haber olmadığını teyid etmiş olduk.

Genç oyuncu konusunun tam bir mit olduğunun, Türkiye'deki yanlış uygulamalar sebebiyle CV'ye bakıp tırnak içinde "hazır" oyuncuya yönelmenin kolaylığının savunulabilirliği bir gerçek. Bunu da kabul etmekle beraber artık 90'larda yaşamadığımızın, hedeflenilen yerledeki kulüplerin "tamamının" bu faaliyetleri en önemli ödevleri arasına koymuş olduğunu da atlamamız gerek. Tamam, kimse "bir Porto" olmak zorunda değil, ki aslına bakılırsa Türkiye'deki büyüklere diğer Avrupa devlerinden daha yakın bir sınıftandır, ama hem şu menajer tekelinden, hem de kısıtlı oyuncu havuzundan kurtulmak adına bu işler şart.

Kimse kusura bakmasın ama 20-25 yaş arası oyuncu sayısı bu kadar kıt olan bir lig yapısıyla bırakın ilk 6'yı, Avrupa'nın en iyi 10 ligi arasına girmek bile imkansız. İsterseniz defansif orta sahanıza 4.5 milyon avro ödeyin, isterseniz La Liga gol kralına 15 milyon avro bonservis ödeyin. Çünkü siz bunları yaparken gidip 22 yaşındaki İsviçre gol kralı Seydou Doumbia'ya aynı parayı ödeyen Rus kulüpleri var ve ellerindeki parayı har vurup harman savurmuyorlar. Galatasaray'ın burun kıvırdığı Keisuke Honda'ya CSKA gidip 6 milyon avroyu basıp alıyor. CSKA, Şampiyonlar Ligi çeyrek finali görürken, Honda'yı ilk 11'ine yazamayacak kadar tecrübesiz, yetersiz gören Galatasaray 6 senedir Şampiyonlar Ligi'ne çıkamıyor. Porto'dan ya da Valencia'dan, Ajax'tan çok uç örnekler vermiyorum. Galatasaray gibi, Fenerbahçe gibi parasıyla işini gören, Avrupa'nın gelişmekte olan bir liginin mensubu olan CSKA'nın, ya da Lucescu'nun Shakhtar'ının yapıp da bizimkilerin yiğitliğe bok sürdürmeme tavrının neresi gerçekçidir, makuldur ve eleştirilmesi yanlıştır?

Kolombiya 2011'de forma giyen 504 oyuncu arasında tek bir tanesi dahi Türkiye'deki bir kulüpte forma giymiyor. İngiltere'den Fransa'ya, turnuvada takımı olmayan İtalya'dan Rusya'ya, Ukrayna'ya, Çek Cumhuriyeti'ne kadar herkes bu oyuncuların bir ucundan tutmuşken Türkiye bu kadar geri kalmışsa bunları artık sorgulama vakti gelmiş demektir.

Popüler tabirle yıl olmuş 2011, Türk takımları hâlâ 80'lerin kafasında. "Mehmet, elinde sol bek var mı?" olmuş "Mendez, elinde forvet var mı?" Fark yok...

Koca Kafa’dan Büyük Kaptan’a: Arda Turan

Galatasaray altyapısı için her zaman söylenen bir şey vardı. 87 jenerasyonu ligin tozunu atacak. Uğur’un yazdığı blogda alt yaş grup milli takım başarılarından falan bahsetmek benim boyumu aşsa da gözümüzün önünde büyüyen ve gün itibariyle Madrid’de soldan soldan bindirecek Arda için bir şeyler karalamak hakkımdır sanırım. Altyapıda ve okuduğu lisenin takımıyla elde ettiklerini hep kulaktan dolma olarak duysak da kendisiyle ilk tanışıklık 2004-2005 sezonunda Denizlispor maçında oldu. 65. dakikada  Ergün Penbe yerine giren genç tıfıl çocuğu az sayıda insan dışında ne tanıyan ne de umursayan vardı. Zaten bir daha da Ali Sami Yen zeminine o çok sevdiği A takım formasıyla çıkmak uzun süre beklemesi gerekecekti. 

Kadroda düşünülmeyen Arda’nın belki de İspanya’ya uzanan yolundaki belki de en önemli isimle karşılaşamsı 2005-2006 sezonunda Manisa’ya gitmesiyle gerçekleşiyordu. Hala devam eden yetenek olarak üst düzey ama fiziksel ve mental özellikleri zayıf kanat oyuncu yetiştirme geleneğine sahip bir altyapıdan çıkmıştı Turan. Ersun Yanal’ın elinde Serdar Özkan olmaktan kurtulacaktı Bayrampaşalı. Kendisini diğer bütün “yetenekli” oyunculardan ayıran en büyük özelliği üstün kayarak top kapma yeteneğini burada kazandı. Kazanan bir takımdan ziyade bir puan için bile her maç seviyesinin üstüne çıkması gereken bir ekipte olmak kafa olarak da gelişimini ilerletti. Fenerbahçe’yi 5-3 yendikleri maçta herkes tarafından konuşulmaya başlandı. Yaptığı iki asist dışında sarı-lacivertlilerin sol kanadını maç boyunca işlemesiyle dikkatleri üstüne çekti. 

Bu çıkışı üstüne küçüklük hayali olan parçalı formaya dönüşü de sürpriz olmadı. Biz onun gittikçe formu düşen Hasan Şaş ile dakikalarını paylaşacağını düşünürken sihirli bir olay oldu. Maradona’nın el verdiği onlarca oyuncudan biri olan Carrusca 9 ağustos 2006’da oynanacak Mlada Boleslav maçı öncesi sakatlandı. Artık Arda kadar tribünün de beklediği o fırsat gelmişti. Aslında bizim beklediğimiz yerde de başlamamıştı 66 numara. Ama sol tarafta öyle bir oynadı ki, yeni bir yıldızın doğuşuna şahit olmamızı sağladı. O maç sonrası ne Carrusca soran kaldı ne de Ribery. Sezonun devamında Arda’nın kariyerindeki kırılma anlarından biri daha gerçekleşecekti. Bordeaux karşılaşmasında bir an için kontrolünü kaybedip attığı kafa medya tarafından yaşayacağı ilk linç olacaktı. TSYD tarafından aldığı ödül geri alındığında yaptığı açıklama bütün Galatasaraylıların “Bu çocuk tamam” demesini sağladı. Benim en büyük ödülüm üstümdeki sarı kırmızı forma derken sesi titremişti. O senenin Arda’ya tek hediyesi de profesyonel kariyerinde Fenerbahçe’ye attığı ilk goldü. 

Gerets’in hücum futbolu sonrası Kalli’nin daha disiplinli futboluyla neler yapacak acaba diye düşünmemize fırsat bile vermedi 2008’de. Şu an efsane olan fotoğraf da o sezonda çekildi.  Sivas maçında A takım seviyesindeki ilk hat-trick’ini gerçekleştirerek şampiyonlukta büyük rol oynuyordu. Arda’nın şansı ya bu Galatasaray’da üçüncü sezonunda üçüncü teknik direktörüyle çalışmaya başlayacaktı 2009’da. Skibbe’nin oynattığı futbol belki de en çok ona yaramıştı ligin ilk yarısında. Kewell ile sağ kanat konusunda anlaşamasalar da sürekli değişerek hem takıma hem de kendi oyunlarına katkı sağlıyorlardı. Ama ne olduysa Almanya’da oynanan Hertha  Berlin maçında Lincoln’un kaptan olarak sahaya sürülmesiyle oluyordu.  İlk defa tribünle sürtüşüyordu Arda. Daha önce maç içinde Servet Çetin ile diyaloga girdiği için ufak bir tepki almıştı ama bu sefer insanlar acaba Arda gitmeli mi demeye başlamışlardı. Hikayenin kırıldığı nokta da burası oluyordu. Devre arasında bizim o benimsediğimiz 66 numara gitti, peşine de sevsek de sevmesek de her zaman takımın abisinde olan kaptanlık geldi. Hem de 10 numarayla beraber. 22 yaşında Metin Oktay olmaya zorlandı Koca Kafa. Büyük kaptan ilan edildi.

 Arda’nın ne kadar iyi bir kaptan olduğu hiçbir zaman sorun olmadı. Düşünceler hep aynıydı. 22 yaşında çocuk Servet’e nasıl kaptanlık yapar, baskıyı kaldıramaz daha çok genç. Turan da bol miktarda malzeme verdi insanlara. Ama ata sporumuz linç olduğu için bir verdiyse 5 üstüne gelindi. Son iki senesini sakatlık, medya ve yönetim baskısıyla geçiren 24 yaşında biri olarak dayanmaya çalıştı. Keşke hiçbir zaman Avrupa’ya gitmek istiyorum demeseydi. Hatta bunu Galatasaray’ı ve ülkemi temsil etmek istiyorum diyerek yapmasaydı. Ama kişisel kararlar üstünden o kadar vuruldu ki, bu konu sadece çizik kalır o kadar darbe üstüne. Beş yıl önce bugün başlayan hikaye, yine bir 9 ağustosta son buluyor. Arda gitsin kendini kurtarsın hiç diyemedim. Ortada kurtarılacak daha büyük bir sevda Galatasaray varken demem de abes olurdu zaten. Kendisine bundan sonra başarılar dilemek ve teşekkür etmek boynumun borcudur. Ama o Denizli maçında oyuna giren tıfıl çocuğu sevdiğim gibi sevemeyeceğim seni Büyük Kaptan.

Onur Saygın

Seyirci Ortalaması En Yüksek 30 Avrupa Kulübü

Avrupa'da seyirci ortalaması denilince akla gelen ilk kulüp olan Dortmund bu kez kılpayı da olsa liderliği Barça'ya bırakmış. İlk 10'da ise Bundesliga'dan dört, La Liga, Premier Lig ve Serie A'dan ikişer takım yer alıyor. Almanya'nın bu konuda ne kadar aşmış olduğu zaten bilinen bir gerçek ama yine de geçen sezon Bundesliga II'de 45 binin üzerinde ortalama yakalayan Mönchengladbach'a şapka çıkarmak gerek. Tabii ki seyirci ortalaması 10 bini dahi bulmayan Süper Lig'den hiçbir takım ilk 30'a yer almıyor.

Bu 30 kulübün son üç yıldaki ortalamaları gösteren listenin tamamı aşağıda. 2009/10 sezonunda liglerin seyirci ortalamalarını ise geçen yıl şurada vermiştik, onu da tekrar hatırlatmış olalım.

Kulüp       08/09       09/10       10/11
Barcelona 71300 77000 79200
Borussia Dortmund 74830 77250 79100
Manchester United 75305 74865 75110
Real Madrid 71960 74990 71300
Bayern Münih 69000 69000 69000
Schalke 04 61385 61325 61320
Arsenal 60040 59925 60025
FC Internazionale 55345 56195 59695
Hamburg SV 54775 55240 54440
AC Milan 59730 42810 53915
Marsilya52275 50045 51080
Celtic 57670 45570 48980
FC Köln 49310 48060 47780
Newcastle United. 48750 43390 47715
Eintracht Frankfurt 47010 47205 47365
Ajax 49015 48735 47315
Kaiserslautern 34425 35400 46390
Hertha BSC 52155 46680 46130
Manchester City 42900 45515 45905
SS Calcio Napoli 39850 40795 45605
Rangers 49535 47570 45310
B.Mönchengladbach 47375 46410 45190
Hannover 96 41860 38245 43900
Liverpool 43610 42865 42820
Feyenoord 44015 44000 42560
FC Nünrnberg 33625 42330 42020
Atletico Madrid 44605 40815 41525
Chelsea 41590 41425 41435
Sunderland 40170 40355 40010
Valencia 38265 41640 39965

Keirrison Nereye?

Brezilya'dan son yıllarda çıkan en potansiyelli 9 numara gözüyle bakılan Keirrison'un Barcelona transferi sonrası pek de hayal edildiği gibi geçmedi. Guardiola, 14 milyon avro bonservis ödeyip aldıkları Brezilyalıya Ibra da büyük sükseyle alınmışken önce bir Avrupa havası aldırıp sonra kadroya katmaya niyetlenmişti. Hesap ise çarşıya uymadı. Rivayete göre Fenerbahçe ve Galatasasaray'ın da yer aldığı birçok kulüp onu kiralamak için sıraya girmişken işi bitiren Benfica'da Cardozo-Saviola ikilisinin çılgın atması genç oyuncuyu dışarıda bıraktı. Aslında Portekiz kültürüyle ve genç oyunculara yaklaşımıyla onun tam da uyum sürecini atlatacağı yer olabilirdi ama onun yerine kabusun başlangıcı oldu. Devre arasında apar topar geri alınıp bu kez İtalya yolu gösterildi ama Fiorentina deneyimi de Benfica'dan farksız oldu. Son sezonu Santos'ta geçirip nispeten toparlasa da eski ışıltısı ve karizmasından uzak.

Keirrison üstün bitiriciliğiyle Barcelona'nın dahi gönlünü çalmayı başardı lakin edilgen bir golcü olması ve gittiği takımlarda sistemin merkezine konmaması onun adına büyük sıkıntı yarattı. Kendi pozisyonunu üreten, uçan kaçan bir forvet değil lakin o saf yeteneğinden bir şey yitirmediğini düşünüyorum. Santos'taki kirası bitti ve Barcelona'ya döndü. B takımla antrenmanlara çıkıyor ve muhtemelen bu kez bonservisiyle gönderilecek. Riskli bir seçim mi, belki evet ama işin sonunda jackpotu vurma olasılığı da göz ardı edilemez.

İşi dönüp dolaşıp Galatasaray'a bağlayacağım yine. Milan Baros ve Johan Elmander gibi bence kalburüstü bir rotasyona hem Baros'la değişmeli oynayabilecek, hem de gerektiğinde yedek kalabilecek bir ek olarak görmeyi isterim fakat Fatih Terim'in eli kuvvetliyken nispeten düşük profilli Keirrison'a yönelmesi yüzde bir ihtimal gibi bile gözükmüyor. Hangi takıma gideceğini merakla bekliyorum.

Fernando Muslera & Benzer Ürünler

Galatasaray, Mondragon sonrası bir türlü dolduramadığı kaleyi bu kez arkasına bakmayacak şekilde sağlama adına kafayı çizmişti ve bu işe bir bütçe ayrılmıştı. Mevcut seçeneklerin en iyisiyle anlaşıp derdi, tasayı geride bırakmak isteyen Fatih Terim ve Galatasaray yönetimi, Lazio'da forma giyen Uruguay Milli Takımı kalecisi Fernando Muslera'da karar kıldı. Kalburüstü bir kaleci olduığu, genç yaşına rağmen Serie A'da gösterdiği performansla adını en potansiyelli kaleci adayları arasına yazdırdığı aşikar ve Türkiye'ye gelmiş en kariyerli kaleciler listesine de yüksek bir yerden giriş yapacaktır, sözümüz yok. Hele ki çılgın attığı, takımının Copa America zaferine uzanmasına başrollerden birini kaptığı bir ayın ardından.

Yalnız diyeceğim odur ki futbol artık paradan bağımsız değerlendirilecek, sadece oyuncu kalitesine yoğunlaşılabilecek bir eğlencelik olmak çıkalı çok oldu ve geçen yıl 4.5 milyon avro ödenen Lorik Cana'nın üstüne verilen 6.75 milyon avroluk fahiş bonservisi de hesaba katmak durumundayız. Muslera, yönetimin omzundaki bu yükü kaldıracak bir performans da sergileyebilir ancak restoranda önümüze gelen pek hoş değil. Menüde de benzer ürünlerin fiyatları insanı düşündürmüyor değil.

Maarten Stekelenburg - Roma (6.3 milyon avro)
Geçen yıldan bu yana Galatasaray'ın transfer listesinde olup olmadığı tartışıldı ancak bu yaz onu almak adına en ısrarcı ekip Roma'ydı. Sıkı bir pazarlık sonucu Ajax'ın 9 milyon avrodan yaptığı açılış 6.3 milyon avroyla son buldu ve Hollanda Milli Takımı'nın kalecisi Serie A'nın yolunu tuttu. Kariyeri su götürmeyecek, Galatasaray kalesini rahatlıkla dolduracak bir isim olabilirdi.

Doni - Liverpool (Bedava)
Roma, Stekelenburg'u alınca Brezilyalı kaleciye ihtiyaç kalmadı ve Doni, Liverpool'da Reina'nın arkasını güvenle dolduracak isim olarak İngiltere'ye uçtu. Muslera alınmaya çalışılırken muhtemelen maliyeti de düşünülerek alternatiflerden biri olarak gündeme de gelmişti lakin yetki verilen Taffarel, Lauro'da karar kılınca taraftar ayaklandı. Roma kariyerli Doni gelse yine mırın kırın eden olurdu illaki ancak bu kadar fırtına kopmayacağı kesindi. Forumlarda ve sosyal medyada patlak veren bu isyan başkanın kulağına gidince maliyet hesapları bir kenara konup Muslera'ya dönüldü ve Doni de Galatasaray adına bir alternatiften öteye geçemedi.

Sebastian Frey - Genoa (Bedava)
Frey, yaz başında Galatasaray'ın gündemine gelmişti...
Başkan Ünal Aysal'ın Muslera'ya parayı basmasını zorunlu kılan beyanat olan "Dünya çapında bir kaleci" tanımı Buffon için yapılmıştı ancak onun olmayacağı anlaşılınca ,ki gidilmesi hatadır, ilk gündeme gelen isim Sebastian Frey'di. Hatta transferde sona yaklaşıldığı haberleri kulağıma gelmedi değil ama ne olduysa çark edildi, Frey transferi gerçekleşmedi. Belki oyuncu ikna edilememiştir, bilemeyiz lakin Fiorentina'nın hocası Mihajlovic'in Frey'e ilk iki kaleci arasında yer vermeyeceği ve Fransızın bedavaya Genoa'ya transfer olacağı akıllara gelse yönetim bonservis maliyeti 11 milyon avroyu geçen Muslera'yı iki kez düşünürdü gibi geliyor bana. Büyük fırsat kaçtı gibi.

Guilherme Ochoa - Ajaccio (Bedava)
Football Manager'ın en iyi kalecilerinden biri olması sebebiyle önce büyük bir ilgiye, sonra da hayal kırıklığına mazhar olan Guilherme Ochoa, Haldun Üstünel döneminde Galatasaray'ın gündeminde yer almıştı. O dönem Club America'dan aldığı çılgın maaşı ancak İngiltere, İspanya gibi üst düzey için bırakacağını açıklayan Ochoa iki sene içinde Ligue 1'in vasat takımlarından birine bedavaya imza attı. Tabii Meksika kulübüyle yaşadıkları, neden daha üst düzey kulüplerin ilgi göstermediği sorgulanabilir lakin refleksleri ve kalecilik yetenekleri ilk bakışta anlaşılan Meksikalıya Avrupa kupalarına katılım olmayan bir sezonda verilecek bir şans iki tarafın da kazanacağı bir senaryoya dönüşebilirdi. Hem transferi ilk olarak FM'den kontrol edip ona göre yorumunu yapan marjinal kesimin de epey hoşuna giderdi hani.
Fransa şampiyonu Lille, Vincent Enyeama
için Hapoel'e bonservis bedeli ödemedi...





Vincent Enyeama - Lille (Bedava)
Fransa'ya bedavaya geçen üst düzey kaleciler Ochoa'yla sınırlı değil. Uzun süredir Nijerya Milli Takımı'nın kalesini koruyan Vincent Enyeama, eninde sonunda İsrail'deki kariyerine son verip Kıta Avrupası'na adımını atacaktı, bu ekip de Fransa şampiyonu Lille oldu. Dünya Kupası'nda Nijerya'yı ayrı bir gözle izlediğimden, Galatasaray'ın kalesindeki boşluğu da bildiğimden dolayı dikkat kesilmiştim ona ve yediği bariz hatalı bir gole rağmen kalenin hakkını verecek yetenekleri ve tecrübesi olduğu belliydi. Lille de sözleşmesi biten Nijeryalıyı ıskalamadı ve Hapoel Tel Aviv'in elinden kaptı.

Brad Friedel - Tottenham (Bedava)
Galatasaray formasını daha önce de sırtına geçirmiş emektar Friedel, yaşına rağmen Premier Lig'deki istikrarııyla hâlâ talep görüyor ve hedefi ilk dört-beş olan Tottenham'ın kalesi tereddütsüz kendisine teslim ediliyor. Muhtemelen dengesizliğiyle meşhur Gomes'i de kesip kaleyi devralacak. Türkiye'ye yeniden uğrayacağından değil de Tottenham ayarındaki bir kulübün kaleye bulduğu çözüm yolunu irdelemek adına Friedel örneği önemli.

Tüm bu kalecilerle Muslera'yı karşılaştırıp Uruguaylıyı tercih edecek olanlarımız elbette olacaktır, hatta imzalar da atılmışken onu iyiden iyiye benimsemiş ve içinden bana "Ne çomak sokuyorsun hırt" demek geçen arkadaşlar da vardır belki lakin yukarıdaki transferler de bir gerçeklik ve bu seneki kaleci piyasası bu kadar düşükken Muslera'nın epey maliyetli bir transfer olduğu gerçeği ortada duruyor. Herkes kendi fikrini oluştururken farklı kriterler seçebilir, yaş, maliyet ya da sadece ve sadece kalite ve yetenek. Fakat internet alışveriş jargonuyla "Benzer Ürünler"in kaça gittiğini de yazmak, üzerine düşünmek gerek diye düşünüyorum. Birçok kez dediğim gibi Fernando Muslera, Galatasaray kalesini uzun yıllar koruyup başarısıyla bu maliyeti de eriteceğini umuyorum lakin yukarıdaki örnekler transferin notunu benim nezdimde birkaç not aşağı çekiyor. Not düşülsün...

Metin Oktay'ın Milli Takımı

Şike skandalının kısmen de olsa sıyrılıp saha içine bakabilmemizi sağlayacak milli maçlar haftasına adım atarken biraz arşivi karıştırayım dedim. Galatasaray'ın ve A Milliler'in unutulmaz golcüsü Metin Oktay, Eylül 1989'da dönemin kült dergisi Gelişim Spor'un anketiyle okuyuculara hayalindeki milli takımı sormuş. Birkaç sayı sonra da hem Metin Oktay'ın, hem de taraftarların seçtiği 11'ler yayınlanmış. Yukarıda iki 11 de görünüyor. Metin Oktay'ın sabit olduğu kadroda en çok oyu alan isim ise %98'le kaleci Turgay Şeren. Onun arkasından %96 ile Lefter Küçükandonyadis, %90 ile Can Bartu geliyor.


Yeri gelmişken Gelişim Spor arşivini benle paylaşma nezaketi gösteren arkadaşım Özgür Akman'a da teşekkür etmek isterim. Zaman zaman bu arşivden çeşitli anekdotlar aktaracağım buradan. Bugünden bakıldığında daha farklı gözüken, unutulan, şu an araştırılsa ulaşılması mümkün olmayan birçok detay var arşivde.

Yukarıdaki fotoğraftan isimleri çıkaramayanlar için 11'leri de yazayım son olarak...

Metin Oktay'ın 11'i: Turgay Şeren / Ahmet Berman, Selahattin Torkal, Naci Erdem, Basri Dirimlili / Mehmet Ali Has, Kadri Aytaç, Can Bartu, İsfendiyar Açıksöz / Lefter Küçükandonyadis, Metin Oktay..

Taraftarların 11'i:  Turgay Şeren / Ahmet Berman, Alpaslan Eratlı, Naci Erdem, Basri Dirimlili / Fatih Terim, Kadri Aytaç, Can Bartu, Lefter Küçükandonyadis / Metin Oktay, Cemil Turan.

Gaziantepspor Türkiye'dir

Adnan Polat döneminde yayınlanan bir bildirinin başlığı olan, bence buram buram popülizm kokan ve Galatasaray'la çok da bağdaştıramadığım "Galatasaray Türkiye'dir" o gün bugündür dillerde dolaşıyor lakin biraz da konuyu saptıracak olursak Türkiye'yi, Türkiye Ligi'ni sembolize eden takım Galatasaray'dan ziyade Gaziantepspor'dur. Geçen sene ligin ikinci yarısında Fenerbahçe'nin ardından en başarılı dereceye imza atan, doğru transfer dersi verirken bir o kadar da takdir gören Gaziantep, Avrupa'ya çıktığında ekonomisi Türkiye'yle karşılaştırılamayacak bir ülke olan Polonya'nın vasat üstü takımlarından Legia Varşova'ya elenebiliyor. İşte zurnanın zırt dediği yer de burası. Nereye kadar?

Hocalığına laf söyleyen çoktur ama Tolunay Kafkas tek tipleşen Türk tipi teknik adam çizgisinin epey dışında bir adam ve arıza yönleri mevcut olsa da bence farklılık yaratabilen, baş altı takımlar için ideal bir teknik direktördür. Gerçek anlamda bir sportif direktör Türkiye'de yok ancak olursa benim bir numaralı adayım da Tolunay hocadır. Buna karşın bu kadar iyi bir kadroyla şu takıma iki maçta da gol atamayıp elenmek hakikaten içler acısı bir durum ve belki de daha da içler acısı olan Tolunay hocanın ilk maç sonundaki açıklamasındaki bir cümleydi: "Türk takımlarının bu kolay gol yeme hastalığı nasıl çözülür, bilmiyorum. Bilen biri varsa gelsin, düzeltsin!"

Türkiye, uzun yıllardır tüm kötülüklerin anası olarak bellense de İstanbul'un üç büyükleri Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş dışında Avrupa'da puan değil, nal toplamakla meşgul. Hâlâ bugün aklımıza Anadolu'dan son katkı olarak Denizlispor'un 2003'teki UEFA son 16'sı akla geliyorsa Türkiye'nin altıncı büyük lig olduğu rüyası baya bir havada kalıyor. Trabzonspor'un bir türlü kıramadığı ön elemelerde seribaşı olamayıp kötü de kura çekip elenme döngüsü bu sene de tam gaz devam ediyor. Bielsa'nın Bilbaosu bir ön eleme turu için fazla iyi ki İspanyollar genelde bizi birebirde hep eleyen taraf olmuşlardır. Bursaspor geçen yıl direk Şampiyonlar Ligi'ne katılmanın getirisini bir üst seviyeye taşıyıp en azından bu elemelerde seribaşı olacak puanı çıkarabilirdi ama geçen yıl onu gerçekleştiremedi. Bu lanet döngüyü bu sene kendilerini gruplara atıp kırabilirler. Anderlecht elenmeyecek takım değil ama şansın yüzde 50'nin ötesine geçmediği de aşikar.

Geçen yıl az buçuk yükselen ivmemize tüy diken Galatasaray ve Fenerbahçe'nin elenişini telafi etme şansımız her zaman bu ekstra katkılara bakıyor ama İskandinav ekiplerinden Balkanlara kadar birçok imkanı kısıtlı ülkeden Avrupa kupalarında sürpriz yapan takımlar çıkıyorken Türk takımlarının hâlâ yerinde sayması artık kabak tadı vermek üzere. Ülke puanı hesaplarını geçen yılın başında altıncılık üzerine kurup üç takımla Şampiyonlar Ligi hayali kurabilecek konumdayken şimdi birkaç yıl içinde Şampiyonlar Ligi'ne biri doğrudan, iki takımla katılma şansımızı da kaybetme ihtimali belirdi. Hele şu şike soruşturmasından çıkacak sonuçların Avrupa'daki konumu etkileme olasılığı da mevcutken karanlık bir kuyuya doğru yol alıyoruz gibi geliyor. En azından bir ümit taşıyabilmek adına Beşiktaş, Trabzonspor ve Bursaspor'un fire vermeden UEFA Avrupa Ligi'ne gidebilmesi çok ama çok önemli.

Beşiktaş-Alania
Trabzonspor-Bilbao
Bursaspor-Anderlecht

Chivas Zamanı: "Barça'yı Dörtlemekten Daha Fazlası"

Bizim memlekette karizması baya yüksek bir içki olarak bilinse de aslen Meksika'nın köklü futbol kulüplerinden biri olan Chivas, tarihin en dominant ekibi olup olmadığı tartışılan Barcelona'ya hazırlık maçında da olsa 4 atınca buraların gündeminde de kendine yer buldu. Fakat Guadalajara ekibi tesadüfen Barça'yı yenen bir ekip olmaktan öte tüm dünyayı kıskandıracak bir altyapı modeline sahip, birçok yönden incelenmesi gereken bir kulüp.

U-17 Dünya Kupası'nı alan Meksika'nın yıldızı Carlos Fierro
Ev sahibi olduğu 2011 U-17 Dünya Kupası'nda zafere yürüyen ve son yılların en sağlam jenerasyonlarından birine sahip olan Almanya'yı dahi eleyip tarihinde ikinci kez bu kupayı alan Meksika'nın en önemli oyuncusu Carlos Fierro'ydu. Futbol zekası ve oyun görüşüyle kendine hayran bırakan, düşünmekle kalmayıp bunu uygulamakta da sıkıntı çekmeyen bu genç forvet Chivas altyapısından yetişme. Tıpkı Barcelona'ya bir de gol atan milli takımdan akranı, benim de favori oyuncularımdan Giovani Casillas'ın yer aldığı üç takımdaşı gibi. Ya da şu günlerde U-20 Dünya Kupası'nda forma giyen, Manchester United'ın ciddi şekilde ilgilendiği Erick Torres'in de içinde bulunduğu beş abisi gibi...

"Yeni Javier Hernandez" gözüyle bakılan Erick Torres
Guadalajara Chivas, hiçbir yabancı oyuncunun forma giymediği, hatta ilk 11'in tamamını altyapı kökenli oyunculardan kurduğu bir takım. 2002'de kulübü devralan Jorge Vergara döneminde, ki bu abi MLS'teki Chivas USA'in de sahibidir, altyapı sistemini yenileyip bu yolu izleme kararı almışlar. Buna karşın Chivas aynı zamanda ligin her zaman en iddialı takımlarından biri konumunda. Meksika deyip geçmeyin, bize epey uzak bir lig görüntüsü çiziyor belki ama yayın geliri açısından dünyanın sayılı liglerinden biri olan Meksika sağlam paranın döndüğü bir lige sahip. Stadyumları da her daim doludur. Oyunculara ödenen maaşlar epey yüksek olduğundan Avrupa'ya gitmeyi tercih etmeyen Humberto Suazo, Cristian Benitez gibi kalburüstü birçok oyuncu bu ligde forma giyiyor. Bu açıdan Türkiye'yle de benzeşen, kendi içine dönük bir yapıya sahipler.

İşte Chivas bu özel yapısıyla Monterrey, Club America, Cruz Azul, Pumas gibi takımlarla zirve mücadelesi verirken bu yapının ürettiği Javier Hernandez gibi birçok özel oyuncuyu da Avrupa'nın kalburüstü lig ve kulüplerine servis etmek üzere. Barcelona'nın sloganına gönderme yapacak olursak "Barça'ya dört atan bir kulüpten daha fazlası!"

Aslında yazı bu noktada bitiyordu ama şöyle son bir göz gezdirirken benim üstümde de emeği olan Ali Murat Hamarat namı diğer Ekşi efsanesi Arvo, Chivas'ın 2006'da yine Barcelona'yla oynayacağı bir hazırlık maçı sebebiyle lige yedek, Katalanlara ise as kadroyla çıktığını, Barça'dan o dönem de bir beraberlik kopardığını not düşmüş sözlüğe. Barça maçıyla girmişken bu anekdotu da atlamak olmazdı.

Yeni Nesil Barçalı: Gerard Deulofeu

Euro 2008'le başladığı yürüyüşünü 2010 Dünya Kupası zaferiyle sürdüren İspanya, başarısını aldığı temel olan genç milli takımlarda da vitesi arttırmış görünüyor ve adeta İspanya ve diğerleri tablosunu zihinlere kazıyor. Bu yıl Danimarka'da düzenlenen Euro U-21'de Thiago'nun önderliğinde şampiyonluğa yürüyen İspanyollar, Euro U-19'u da boş geçmedi ve iki kez geriye düştüğü final'de Çek Cumhuriyeti'ni uzatmalarda 3-2'yle geçmeyi bildi. Yetenek fışkıran bir başka jenerasyonu kendi ekol ve disiplininde yetiştiriyorlar ve bu yapıda kendini gösterme fırsatı bulan oyunculardan biri de Barcelona B takımının 17 yaşındaki yıldızı Gerard Deulofeu.

1994 doğumlu Gerard, U-17 düzeyinde tekniği ve birebir rakiplerini ekarte edebilme becerisiyle o kadar büyük bir fark yaratan bir oyuncu ki İspanya gibi her jenerasyonda yeterli olabilecek kadrolara sahip olan bir ülkede dahi jenerasyon atladı ve kendisinden iki yaş büyük abileriyle U-19 Avrupa Şampiyonası'nda boy gösterdi. Sadece bunla da kalmadı ve kendinden büyüklere karşı da yeteneklerini sergiledi ve arada Türkiye'ye karşı uğradığı 3-0'lık bozgun dışında epey rahat bir turnuva çıkaran İspanyolların Sabaria'yla birlikte en güçlü hücum kozu oldu.

Sağ açık/forvet pozisyonunda görev yapan genç Barçalı, hızının yanına güçlü bir fizik eklemeyi beceren, üstelik bunu İspanya gibi disiplinli pas yapmayı vazgeçilmez sayan bir yapı içinde eritebilecek oyun zekasına da sahip bir oyuncu. Çok uzaklara gitmeden stil olarak Türkiye'nin en potansiyelli oyuncularından Gökhan Töre'ye benzediğini söylemek zor değil. Onun biraz daha ehlileştirilmiş olanı tabii. 9 yaşında La Masia'ya adım atan bir adamın da başka şansı pek yok zaten.

17 yaşında becerilerini üst düzeyde test etme fırsatını yavaş yavaş eline geçiren Gerard Deulofeu, yeryüzünde kadrosunda yer edinmesi en zor takım olan Barcelona'da kendine yer açabilecek bir oyuncu olduğunu kendisini izleyen herkese gösteriyor. Şimdilik neredeyse Cesc Fabregas transferini taca atacak kadar ışıltılı bir sezon öncesi geçiren Thiago'nun gölgesinde olsa da bir, bilemedik iki sene sonra Camp Nou'ya ayak basacak çapta bir yetenekle karşı karşıya olduğumuza şüphe yok.

U-19 Avrupa Şampiyonası Finali
İspanya 3-2 Çek Cumhuriyeti

Berkin'den Sonrası Buhran

Fatih Terim'in bireysel çabaları ve ilgisiyle 96/2000 döneminde oluşturduğu ve birçok milli takım oyuncusunu içinde barındıracağı planlanan 1987-89 jenerasyonundan Galatasaray'ın eline sadece Arda Turan, Uğur Uçar ve Aydın Yılmaz'ın kalması altyapıdan beklentileri özellikle taraftar açısından epey düşürdü. Bu hayal kırıklığına karşın birçok potansiyelin yetersizlikten kırılan kadrolarda şans bulması ihtimali bir plan çerçevesinde olmaktan ziyade, tesadüflere dayalı, üst yapıdaki hocanın inisiyatifine bırakılmış bir terfi sistemsizliği sebebiyle mundar olduğunu da izledik. İster inanın, ister inanmayın ama hayal kırıklığı yaratan bu süreç Galatasaray'ın bu açıdan iyi günleri ve şu anda arkadan gelen üst düzey bir potansiyel için 1996 doğumlu bir oyuncuyu beklemek zorunda kulüp.

Florya, İstanbul'un ve Türkiye'nin en oturaklı antrenman tesisleri olmanın getirisiyle çoğu zaman genç milli takım hocaları için bir merkez görevi görmüştür. Galatasaray'da oynayan milli takım çapındaki bir yeteneğin gözden kaçması hemen hemen imkansız. Hatta kapasitesi doğru değerlendirilememiş birçok oyuncu da vitrinde olmanın getirisiyle milli takımlara kapağı atmakta zorlanmamıştı. Fakat Galatasaray altyapısı şu anda öyle bir konumda ki genç millilerin amiral gemileri diyebileceğimiz U-17 ve U-19 milli takımlarına tek bir oyuncu dahi gönderemiyor. A2 Ligi'nde gelen şampiyonluğa rağmen hiçbir oyuncu üst düzeye çıkamadı ve açıkçası kampa davet dahi edilmeyen Berkin Arslan dışında da Galatasaray potansiyeli taşıyan bir yetenek olduğunu söylemek de zor takımda.

Coca-Cola Akademi Ligi Finalleri
U-17 Ligi: Beşiktaş 2-1 Fenerbahçe
U-16 Ligi: Bursaspor 1-0 Fenerbahçe
U-15 Ligi: Beşiktaş 0-3 Fenerbahçe
U-14 Ligi: Bursaspor 1-2 Trabzonspor
***
U-18 Geliştirme Ligi: Fenerbahçe 0-0 Trabzonspor (pen 3-5)

Her zaman söylene gelen bir laftır, altyapılarda başarıdan ziyade takımdaki oyuncuların yeteneklerine eğilip onları geliştirmek mühimdir lakin başarılı olmak da kendince bir kriter ve o kadar da yabana atılması doğru değil. 14'ten 18'e kadar uzanan kategorilerin hiçbirinde Galatasaray yer almıyor, milli takıma Galatasaray'ın oyuncuları yerine Fenerbahçe, Beşiktaş, Bursaspor, Trabzonspor gibi takımların altyapılarından oyuncular gidiyorsa Galatasaray kulübü organizasyonda bir sorun olduğunu ve bunu bir an önce düzeltmesi gerektiğini fark etmek durumunda.

Fatih Terim ilk döneminde Galatasaray altyapısını ayağa kaldıran isimdi ve uzun vadede elbette bu yapıyla ilgili tasarrufları olacaktır ancak A takımı adam edip organizasyonun tamamını elden geçirmesi önemli bir zaman alacak. Doğru oyuncuların Florya'ya gelmesi, seçilmesi, transfer edilmesi derken muhtemel bir operasyonun meyvelerini vermesinin 2015'ten önce olmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Gerçi Fatih hocanın Galatasaray TV'de verdiği "Sürpriz ve bilinmeyen bir altyapı oyuncusunu A takıma çıkaracağız" demeci de ortada duruyor. Gönül rahatlığıyla söyleyebileceğim tek isim Karşıyaka'dan gelen 1996 doğumlu Berk Yıldız. Topla ilişkisinden farklı bir oyuncu olduğu belli oluyor. Fatih hocanın sürpriz keşfi kim olur, bilemiyorum ama mevcut altyapı havuzundan çok bir şey beklememek gerekiyor bence...

Entourage, Hangover'a Rakip Oluyor

Birçok yabancı diziyi düzenli takip etmeye çalışıyorum ama içlerinde kafam en rahat izlediğim olanı Entourage'dır sanırım. Birkaç arkadaş filmden, oradan, buradan buldukları parayı eziyorlar, kızlar gırla, her bölüm vay arkadaş dedirtecek bir ünlü gerçek kimliğiyle dizide falan. Artık sekizinci sezonuna başlayan ve kısa süre sonra ekranlara veda edecek olan Entourage'ın yapımcısı Mark Wahlenberg bu rahatlığın sinemada da iş yaptığını Hangover serisiyle görmüş olacaklar ki dizi finalinin ardından Entourage'ı sinema perdesine taşıma planlarını açıkladı. Dizinin yaratıcısı olan Doug Ellin ise "Bir film yapacağız, bu kesin ama ne kadar çabuk ve ne zaman yapacağımız önemli. Umarım kısa zamanda doğru fikri bulup uygulamaya koyarız" demiş.

Buradan çıkan dizi finalinin o kadar da final tadında olmayabileceği ve sinemaya kayışa bir uygun bir pay bırakılacağı. Buralarda çıkar mı bilmem ama sinema rahatlığındaki bir Entourage da izlenilir gibi. Yine de Amerika'da bu işin fiyaskoya gidebileceği endişesini taşıyan da çok yazılanlara göre. Artık gelişmeleri takip edeceğiz.

Diziye hiç bulaşmamış ama merak eden okuyucular için bir not, dizi sekizinci sezonunda ve ikinci bölümü bugün itibariyle ABD'de yayınlandı. Sıkı bir maratonla bu kült dizinin son sezonunu canlı takip edebilmek için zamanınız hâlâ var.
Related Posts with Thumbnails