Denizlispor 1-2 Galatasaray || Yeni Çocuklar...

Süper Lig klasiklerinden olduğu üzere ikinci yarıya yepyeni ve daha organize bir ekiple giren bir Denizlispor izledik bugün. Eklemelerle beraber orta sahadan net paslarla çıkan, Galatasaray'ın ikinci bölgesini kolayca geçen bir ekip görüntüsündelerdi ve epey sert oynuyorlardı. Hakemin de klasikleştiği üzere pozisyonları okumakta güçlük çekmesi ve ezberlediği ilk yarıda kart vermeme düsturunu kıramaması Emre Çolak'a ve Caner Erkin'in bir yerinin kırılmasına yol açacaktı az kalsın. İlginç olansa pozisyon sonrası uyarı alan oyuncunun Caner'in kaval kemiğine tekmeyi atan Braga'nın değil de Caner'in uyarı alıyor olmasıydı. Bunlar öyle anlar ki adamı futboldan, ligden soğutuyor, Varejao görmüş Murat Kosova'ya dönüyor insan. İsmin Caner, Uğur ya da Tello olması hiçbir şeyi değiştirmiyor. Bu garabeti aşamadığımız sürece futbolun bu ligde aslî unsur olması da zor görünüyor.

Caner Erkin dedik, ordan devam edelim. Caner Erkin, Galatasaray'ın son haftalardaki formda oyuncusuydu dersek yanlış olmaz, bundaki en önemli etkenin orta saha çizgisinin ilerisinde yer alıyor olması da açıktı. Bugün bunu daha net gördük, Caner beke geçince oyunu iki gömlek aşağıya düşüyor, yetenekleri o çizginin gerisinde hiçbir anlam ifade etmiyor. Emre Güngör'ün girişi, Uğur'un sol beke, Caner'in de sol açığa geçtiği oyunun son bölümünde bile Caner'in ön bölgede bir anda farklılaştığını gördük. Böyle bir Caner'i geriye atmak bence üstüne düşünülmesi gereken bir tercih, kendisinden üst düzey bir bek oyuncusu oluşturulabileceğine ben inanmıyorum açıkçası. Rotasyon sıkışır, kullanılır, eyvallah ama zorunlu durumlar hariç pek de tercih edilesi bir seçenek gibi gelmiyor bana. Hazır Denizli'ye uğramışken Hakan Balta'yı rotasyonda ikileyecek Çağlar Birinci için de bir transfer görüşmesi yapılma hiç fena olmazdı hani.

Uğur Uçar ve Barış Özbek, Caner-Arda ikilisinden bireysel beceri olarak çok daha geride oyuncular ancak maç boyunca sağ taraftaki etkinliğin solu katlaması sadece takımın refleksleriyle açıklanacak bir durum değil. Galatasaray'ın ilk golüne kadar Uğur Uçar'ın üç isabetsiz girişimi vardı sağdan, Barış Özbek'in Arda Turan'ın kafasını bulduğu orta golle sonuçlandığında soldan geliştirilmiş herhangi bir organize atağımız yoktu. Hoş, Arda Turan dizilişte sol kanat-forvet olarak yer aldığından son vuruşu yapan isim olması artı hanesine yazılır ancak Balta-Kewell ikilisinden farklı bir şeyler ortaya koyamayan Caner-Arda ikilisinin birlikteliğinin sorgulanması gerekir.

Denizli'de adeti olduğu üzere devre arası hareketli geçer ve takım yeni yıla yepyeni bir yapıyla beraber adım atar ve bir şekilde ligde kalır. Bu sezon ilk yarıyı o kadar kötü geçirdiler ki bu tip bir geri dönüş beklemiyordum onlardan ancak küme düşmenin banko favorileri olsalar da ilk yarıdan çok daha başarılı bir 15 haftanın bizleri beklediği kesin. Orta sahaları epey diri ve derli topluydu, topu ön bölgeye taşırlarken net paslarla Galatasaray savunmasının önüne kadar iniyorlar, hatta zaman zaman bu paslaşmaları ceza sahasına kadar rahatlıkla indiriyorlardı. Galatasaray'ın en temel problemi bu zaten, biraz diri bir takımın orta sahayı geçerken zorlanmasının mümkünatı yok, teknik kapasiteden bağımsız bir gerçek bu. Takım o alanı dolduramıyor, sertleştiremiyor. Yeni transferlerden birinin bu bölgeye yapılması gerektiğinde ısrarcıydım ancak gelişen sakatlıklar ve ihtiyaçlar üç devre arası transferi yapılmasına rağmen o bölgeye bir yenilik getirmedi. Frank Rijkaard da çözümü Emre Çolak'ı o bölgede denemekte buldu.

Maç öncesi şunu demiştim, “Bu Emre Çolak'ın gerçek anlamda Galatasaray rotasyonunda yer edebilmesi için en önemli sınavı olacak.” Emre'nin aynı bölgede görev yaptığı oyunculardan herhangi bir anlamda eksiği olmadığını göstermesi gerekiyordu bu maçta fakat beklediğini buldun mu derseniz cevabım hayır olur. Bu yukarıda bahsettiğim problemlerin bir sebebi de Emre Çolak'ın iç oyuncu kimliğinden epey uzak olmasıydı. Tekniğine laf yok, pas trafiğine de uyum sağlayabileceği aşikar ancak fizik gücünden bağımsız olarak bölgesini savunmakta güçlük çekiyor Emre. Sert olmaya çalışıyor ancak bilerek faul yapmakla, ellerinin çok çalışmasıyla sertlik olmayacağını henüz ayırt edememiş gözüküyor. A2 takımında da aşırı agresif hareketlerinin olduğunu biliyoruz ancak bunları törpüleyemezse belki de kariyeri için en kritik fırsatlardan biri olan bu dönemi iyi notla tamamlayamayacak.

Bugün ilk 11'de ilk kez yer bulan bir diğer oyuncu da Jo'ydu. Eli yüzü düzgün bir sahada ilk kez onu izlemek de ayrı bir keyifti. Yeri gelmişken Denizlispor'u tebrik etmek isterim, sahalarda görmek istediğimiz renklerde ve düzgünlükte çimlere sahip bir stadyumları var. Zemin müsait olunca top sürmeyi seven bir oyuncu olan Jo'nun ayağına topun ne kadar yakıştığına da yakından şahitlik etmiş olduk. İlk yarının son anlarında birebirde rakibini geçişi olağanüstüydü, bunu yapabilecek bir adet daha forvet oyuncusu yok Türkiye'de. Son vuruşu yetersizdi ama olsun, zamanla onları bitirmeye de başlayacaktır, yeni ısınıyor. Top indirmesi, pas dağıtması harika. Kaleciden dönen şutunu hücum ribaunduyla tamamlayıp galibiyeti getiren golü atması da onun adına güzel oldu. Bu adamı Galatasaray'da tutmak mümkün olur mu emin değilim ama 4 ay da olsa ülkemize pek uğramayan cinsten bir oyuncu izleyeceğimiz kesin.

Her şeye rağmen keyifli bir maç izledik Denizli Atatürk Stadı'nda. Arda'nın son pasları vermekteki yetersizliğini kenara koyarsak ara ara gösterdiği becerileri, Gio'yu ilk kez sahada görmüş olmamız da anılmadan geçilmemesi gereken anektodlardı. Leo Franco'nun formsuzluğu ise apayrı bir mesele, onu ayrıca ele almak lazım. Bugün maçı veriyordu az kalsın. Dışarda olduğum için Fenerbahçe maçını izleme fırsatı bulamadım, üstüne yazmak istiyordum Sivasspor'u da katıp, olmadı. Önümüzdeki haftadan itibaren yeniden başlamak gerek maç yazılarına. Yarınki menüde Semih Kaya ve Serdar Eylik'in kiralık gönderilmesi var, yanına birkaç yazı daha ekleyebilirsem ne ala...

+Kontenjan: Bruno Quadros

Galatasaray'da son günlerin gündemi yeni transfer sonrasında yabancı kontenjanında yaşanan şişkinlik ve takımdan kimin gönderileceğiydi. Sakatlığı sebebiyle bu ismin Harry Kewell olacağı söylentileri ağırlıktaydı ancak giden isim Shabani Nonda oldu. Kewell'ın bu şekilde gitmesinin Galatasaray'a yakışmayacağı demecini veren Haldun Üstünel'e ise Galatasaraylıların hislerini yansıttığı için ayrıca teşekkür etmek isterim. Neyse konumuz o değil, konumuz Galatasaray'ın yaklaşık 10.5 sene önce bu kontenjan sorununu aşmak için hangi yola başvurduğu...

99/00 sezonunda Türkiye Ligi'nde yabancı kontenjanı 5 ile sınırlıydı, şimdiki gibi +2 gibi bir ekstra kontenjan da mevcut değil. Şampiyonlar Ligi'nde bir önceki sezon Bilbao deplasmanında yaşadığı talihsizlikle Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinin kapısından dönen Galatasaray bu kez işi sıkı tutup kadroyu geniş tutmak amacında, özellikle yabancı rotasyonundaki darlık yönetimi ekstra bir yabancı oyuncuyu Avrupada oynatabilmek için çözüm üretmeye itiyor. Golcü Marcio ile beraber gelen Bruno Quadros'u Şampiyonlar Ligi listesine bildirebilmek için Taffarel'i kağıt üstünde PAF takım kadrosuna gönderen ve Bruno'yla sözleşme imzalayan Galatasaray, daha sonra bu sözleşmeyi feshederek Taffarel'e tekrar kontenjan açacak ancak oyuncu bu sürede Şampiyonlar Ligi listesine eklendiği için yalnızca Avrupa'da oynayabilecekti.

Fakat Bruno Quadros bu hinliklere değecek miydi? Onu izleyenlerin cevabı büyük ölçüde hayır olacaktır. Hafızamda kendisiyle ilgili yer eden iki anektod var, birisi Hertha Berlin maçında forma giymiş olması, ikincisi İstanbulspor'a kiralanması. İnternette biraz araştırma yaptığımda bundan öte bir şey hatırlayan, bilen, gören de olmadığını gördüm. Bu işin piri Emre Atasoy'dur aslında, bilirse o bilir diyerek bir pas atayım, belki bizleri aydınlatır. Bu kadar kastıktan sonra insan daha iyi bir oyuncu getiremez miydi demeden kendini alamıyor. Muhtemelen sadece Avrupa maçlarında oynamayı kabul etmesi açısından daha düşük profilli bir transfere yönelmiş olabilir Fatih Terim ve yönetim. Başka da makul bir açıklama yok zaten. Bir de Marcio vardı aynı seriden gelen ama o faydalı oldu yine de, Bruno Quadros'un ise sadece adı kaldı.Blogda bildiğiniz gibi iç saha maçlarında bilet de dağıtıyoruz, ilk bilet için son 10 sezondaki 23 yaş altı yabancı transferlerini sorduğum sorunun kilit cevaplarından biri de Bruno Quadros'tu, bugünlerde yapılan Jo ve Gio transferleri sonrası yâd etmeden geçmemek gerektiğini düşündüm. Nerden nereye...

Galatasaray sonrası kariyerine ise önce memleketi Brezilya'da, daha sonra da Japonya'da devam etmiş. Flamengo, Recipe, Sao Caetano, Cruzerio gibi Brezilya'nın hatrı sayılır kulüplerinde de oynamış aslında, Japonya'da ise Osaka ve Sapporo takımlarında oynadıktan sonra son iki yıldır FC Tokyo forması giyiyormuş. Onca sene sonra hala futbol oynayabilen eski bir Galatasaray oyuncusu, epey ilginç geldi bana. Üstteki fotoğraf da Tokyo'yla oynadığı bir maçtan zaten. Bu ay itibariyle takımdan ayrılmış, resmi sitesine geleceğinin hala belirsiz olduğunu yazmış. 77 doğumlu olduğunu düşünürsek futbola devam edecektir tahminen. Oyuncunun resmi sitesi ise şurda, sol üstte Taffarel'le çektirdiği fotoğraf da ordandır. Meraklısına duyurulur...

Dizi Dünyasından Kısa Kısa #3: Konuk Oyuncular

Blogu bu sıra boşladık, düzenin ipini kaçırınca yeniden başlamak için de bir adım atmak gerekiyor. Az zaman ayırınca temel konuları yazıyorum doğal olarak, blogun ağırlık merkezi de futbol ve doğal olarak Türkiye Ligi ve Galatasaray'a kayıyor. Bunu engellemek için işi baştan sıkı tutup apayrı bir yazıyla geri döneyim dedim. Bildiğiniz gibi sıkı da bir yabancı dizi takipçisiyim aynı zamanda, birkaç ilgimi çeken detayı ve haberi sizlerle paylaşmak istedim. Yazının kimi yerlerinin spoiler içerebileceğini, özellikle How I Met Your Mother ve Chuck'ı düzenli takip etmeyenlerin ilgili bölümleri pas geçmeleri rica olunur.

İlki gönüllerimizin şampiyonu How I Met Your Mother ve Rachel Bilson'dan. Şu dizi dünyasında sevdiğin tek dizi ve tek kadın kim deseler vereceğim cevaplar sanırım ikisi olur, bu ikisi How I Met Your Mother'ın 100. bölümünde bir araya geldi. Rachel Bilson Ted'in öğrencisi rolündeydi ve doğal olarak aralarında bir atraksiyon bekliyorduk zira dizi yazarları bu bölümün anne hakkında büyük ipuçları içerdiğini yaklaşık bir 2-3 ay önceden sızdırmışlardı. Peki beni tatmin etti mi diye sorarsanız yok derim ama Rachel'ı görmek bile güzel ekranlarda.

Anne ile ilgili sözde ipuçları ise fazla abartılı ve gerçekçilikten uzak geliyor bana artık, dizinin notunu da epey kırıyor haliyle. Anneyle buluşmayı çok kutsal bir anmış gibi işlemeye başladı senaristler, bundan vazgeçmeliler diye düşünüyorum. Ted merkezli hikayeyi devam ettirmeye yönelik bölümlerde böyle problemler var, komedi öğesinden fazlaca kısılıyor ve havada kalan bir romantizm işleniyor genelde. Ted Mosby karakterini seven vardır, sevmeyen vardır ama bana hep yan karakterde daha başarılı gelmiştir Ted. Ötesini beklemek dizinin bütünlüğünden kaybettiriyor. İlk iki sezonunda HIMYM'ı diğerlerinden farklı kılan beş arkadaşın arasındaki samimiyetti ve bunu seyirciye aksettirebilmekti. Anneyi diziye dahil etme stresi bundan çalıyor gibi duruyor. Şu dizinin adı başka bir şey olsaydı da rahat rahat izleseydik dileğimi tekrarlıyorum.

How I Met Your Mother ile ilgili önemli bir not. Dizinin bu sezon final yapacağı söylentileri ağırlıktaydı ancak senaristlerin Twitter'dan yaptığı açıklamaya göre dizinin 6. sezonunun çekileceği kesinleşmiş, şurdan bakabilirsiniz. Umarım üstlerinden şu stresi atarlar da bir an önce yine 'efsanevi' diye anacağımız bölümler izleriz. Hikaye baskısı sıkıştırıyor çünkü diziyi. Ayrıca konumuz konuk oyuncuyken diziye önümüzdeki bölümlerde Jennifer Lopez'in konuk olacağını da hatırlatayım, belki duymayanlarınız olmuştur.

Bir diğer konuk oyuncu vakası da Smallville'ın yıldızı Kristin Kreuk'un Chuck Bartowski'nin cazibesine kapılan yeni hatun rolünde Chuck'a adım atmasıydı. Biraz spoilera da girersek anlaşıldığı kadarıyla dizide önümüzdeki bölümlerde de epey rol alacak gibi görünüyor. Shaw karakterinin de diziye girişiyle yeni bir kadın oyuncuya ihtiyaç duyulabileceğini düşünmüştüm, Kristin Kreuk'un Hannah rolü o şekilde düşünülüyorsa belki daha uzun süreli kalabilir diye ümit ediyorum çünkü oyuncuların güzellik bakımından yüksek ortalamaya sahip olan dizilerden biri Chuck ve bir güzelliğe daha kimse hayır demez. Yeri gelmişken Ellie Bartowski karakterini canlandıran Sarah Lancaster'a duyduğum hayranlığı bir kez daha dile getirip yazıyı kapatayım. Şimdi futbol zamanı. Gün içinde iki-üç yazı daha görebilirsiniz buralarda, zamanı ayarlayabilirsem...

Shabani Nonda'ya Veda

Galatasaray'da Giovani dos Santos'un gelişi sonrası yabancı sayısı dokuza yükselmiş, gönderilecek yabancının kim olacağı ise merak konusu olmuştu. İş öyle bir noktaya gelmişti ki mevcut rotasyonda yer bulamayacak olmasına rağmen Avrupa Ligi'nde oynayabilme hakkı olduğu için bu sezonun en formda, son yılların ise taraftar, medya ve futbolsever nezdinde en sevilen oyuncusu olan Harry Kewell'ın ismi uzun süreli sakatlığı bulunduğu gerekçesiyle gönderilecek isim gibi duruyordu. Bu kötü sona hazırlanmış ve epey üzülmüş birisi olarak söylemeliyim ki Harry Kewell'ın kalışı beni mutlu etti.

Gelin görün ki işin bir de Shabani Nonda tarafı var. Galatasaray'ın büyük bonservis bedelleri ödeyemediği, oyuncuları ikna edebilmek için bugün kullandığı argümanları henüz geliştiremediği dönemde çok cüzi bir miktara transfer olmuş ve iki sezon boyunca maksimum fayda sağlamıştır. Karakterlidir, fiziği müsade ettiği ölçüde mevcut ihtişamlı kariyerinin dahi ötesindeki yeteneğini sergilemiş, Galatasaray'ın son şampiyonluğuna imza atmış oyuncu olmuştur. Kendine has bir tekniği vardır.

Fakat tüm bunların ötesinde istatistik kağıdında yine faydalı görüntüsüne rağmen geçen seneden hissedilen eksiklikleri bu sezon Milan Baros'un sakatlanması sonrası daha bir ortaya çıkmış, kalitesiyle sakladığı defoları görünür olmuştu. Galatasaray'ın sezonun ikinci yarısında ligde yaşadığı keskin düşüşte bence en önemli pay sahiplerinden biriydi. Yine de severiz Nonda'yı, iyi futbolcu, iyi de bir insandı. Ona gereken saygı gösterilip iyi bir veda tertiplenir diye ümit ediyorum. Gönül isterdi ki sözleşmesini tamamlasın ancak koşullar bunu gerektirdi. Ben kendi adıma çok teşekkür ediyorum Shabani Nonda'ya. Müstehcen de olsa tezahüratıyla, Galatasaray'a kattıklarıyla adını hafızalarımıza kazımıştır, adamdır. 2008 şampiyonluğunun resmi bile yeter.Shabani Nonda'ya veda dedik, bu aynı zamanda Giovani dos Santos'a merhaba da demek. Transfer hakkındaki fikirlerimi bir alttaki yazıda genişçe belirtmiştim ancak merak edilen bir detayı paylaşmak isterim sizlerle. Jo transferinde taraftar nezdinde epey ilgi gören opsiyon konusu Gio için de geçerli ancak bu sefer haberler daha iyi. Gio'nun bonservis opsiyonu Meksikalının ülkesinde verdiği demeçte de belirttiği gibi Galatasaray'a ait. Kimi spor kanallarında bu bedelin 10 milyon avro olduğu iddia ediliyor ancak bu bedelin çok daha makul olduğunu, Tottenham'ın Barcelona'ya ödediği bonservis bedelinden daha aşağıda olduğunu söyleyeyim. Galatasaray eğer isterse 5.5 milyon avro karşılığında 21 yaşındaki genç oyuncuyu kadrosuna katabilecek...

Giovani dos Santos & Galatasaray

Devre arası transfer dönemi Galatasaray için hiçbir zaman bu kadar hareketli geçmemişti. Lucas Neill'ın ve Jo'nun takıma katılmasının ardından üçüncü yabancı oyuncu olarak Frank Rijkaard'ın Barcelona'dan eski öğrencisi Giovani dos Santos resmen açıklandı. Açık söylemek gerekirse benim blog başta olmak üzere hemen her mecrada savunduğum transfer stratejisine çok uygun bir isim Gio, o konuda yönetimi tebrik etmem gerek ancak Galatasaray kadro yapısı ve transfer için gönderilmesi gereken yabancı oyuncu konusu o kadar karışık ki transferi saf olarak değerlendirebilmek hemen hemen imkansız gibi.

Giovani benim Barcelona döneminden beri beğendiğim, ülke sınırları içinde görmek istediğim oyunculardan biridir. Gençtir, yeteneklidir, potansiyellidir. Mart 1989 doğumlu olduğunu unutmamak gerekir ki bu da henüz 21 yaşını doldurmadan Türkiye'ye gelecek olması gerçekten müthiş bir transfer başarısıdır. Piyasasının uygun hale gelmiş olması ya da Totteham'ın onu yanlış bir strateji izleyip "genç yetenek, alalım bulunsun" mantığıyla kadroya katmış olmasının Gio'nun kıvraklığına ve yeteneklerine halel getireceğini düşünmüyorum. Aksine bunlar olmasa zaten bu yaşta, bu yetenekte bir adamın Türkiye'nin yanından bile geçmemesi gerekir. Bu adam Tottenham'da sadece üç maçta forma bulabilmesine rağmen Dünya Kupası'nda oynayacak olan ve birçok kalburüstü yeteneği kadrosunda bulunduran Meksika Milli Takımı'nın en önde gelen oyuncularından biri. Zaten Tottenham'a geçtiğinden beri gözümün üzerinde olduğu oyunculardan biriydi, 2008 yılında başladığım ama arkasını getiremediğim 'Kayıp Aranıyor' serisinde ilk zikrettiğim isimlerden biriydi Gio.


Gio'yla esas tanışıklığımız ise henüz Barcelona A Takımı rotasyonuna dahil olmadan önce forma giydiği 2005 U17 Dünya Şampiyonası'ndan. Nuri Şahin ve şu anda Gio'yla benzer şekilde bonservis opsiyonlu kiralık olarak forma giyen Caner Erkin'i izlemek için takip ettiğimiz o Dünya Şampiyonası'nın parlayan yıldızlarından biriydi. Meksika'yı zirveye taşıyan oyuncuydu Gio, Manchester United'da forma giyen Anderson'un MVP olduğu turnuvada en değerli ikinci oyuncu seçilmişti. Galatasaray'a transfer olması o turnuvayı izleyen herkesi bir kat daha fazla heyecanlandırıyordur sanıyorum.

Bu transferin gerçekleşmesinin en önemli nedeni piyasa uygunluğu kadar Galatasaray'ın elinde müthiş bir koza dönüşen Frank Rijkaard referansı. Galatasaray'ın kendisinden daha fazla transfer bütçesi bulunan Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın bir adım önüne geçmesinin nedeni budur, Haldun Üstünel'in 'üstün' performansının yanı sıra. Bunu Şampiyonlar Ligi gediklisi olmaktan uzak olduğu bir dönemde başarması ise apayrı bir başarı öyküsü. Rijkaard'a ve Gio transferine dönelim. Bu saydığımız nitelikte bir oyuncuyu İngiltere'de mutlu olmasa bile ikna etmeniz için ya oyuncunun kariyer anlamında gerçekten dibi görmesi gerekir ya da ortaya önemli bir referans koyabilmek. Rijkaard bunu sağladı Gio transferinde, eğer Galatasaray'da uzun vadeli çalışma şansı elde ederse buna benzer transferleri görmeye devam edeceğiz sanırım. Galatasaray'ın yeni oluşturduğu vizyonun en temel parçasını da bu oluşturacak.

Birçok olumlu yönü var bu transferin, iyi güzel hoş da dediğim gibi Galatasaray'ın mevcut koşullarından bağımsız değerlendirilmesi mümkün değil transferin. Gelen Messi dahi olsa değimeyecek bazı gerçekler var. İlki Galatasaray'ın mevcut kadrosunda sekiz yabancısının bulunması ve sekizinin de atıl durumda bulunmaması. Öyle bir durum oluştu ki Gio'nun gelişiyle, ilk yarıda Galatasaray'ın en formda oyuncusu olan ama hala nedenlerini çözemediğimiz bir şekilde uzun süreli sakatlık geçiren Harry Kewell'ı takımın en sevilen yabancı oyuncusu olmasına rağmen göndermeyi gündeme geliyor. Dediğim gibi, Messi gelse bu takımın yapmaması gereken şeyler vardır, Harry Kewell'ı sakatlığı sebebiyle bu şekilde saygısızca uzaklaştırmak da benim gözümde bunlardan biridir. Daddy Cool şarkısını duyunca heyecanlanan her Galatasaraylı, hatta her futbolsever gibi Kewell'ın düzgün bir vedayı hak ettiğine inanıyorum ve bunun tazminatını ödemekle olmayacağı da bence açık. Kewell kadro yapısı uğruna gönderilecekse de bu sezon sonunda taraftarın alkışları eşliğinde olmalıdır. Yönetime tribünlerden tepki gelmeyecek, onu biliyorum ancak ben bir Galatasaraylı olarak kırılacağım, üzüleceğim. Benim gibi birçok insan da aynı duyguları paylaşacak. Daddy Cool bir hüzün parçasına dönüşmemelidir, Galatasaray yönetimi planlamalarını sakatlanan oyuncularını gönderecek kadar vahşi temeller üstüne oturtmamalıdır, sadece bunu söyleyebilirim.
Bunun dışında işin bir de kadro yapısı yönü var. Harry Kewell'ı bir kenara koyalım, az önce de adı geçen son haftaların formda oyuncusu Caner Erkin, kaptan Arda Turan, Elano, Jo, Nonda, Keita, gerektiğinde Aydın Yılmaz, hatta Berkin Yılmaz gibi Türkiye'nin açık ara en geniş kanat ve forvet rotasyonuna sahip olan takımda getirilmesi bu kadar zahmet yaratacak dokuzuncu yabancı oyuncunun mevkisi hücumcu kanat oyuncusu mu olmalıydı? Galatasaray'ın belki de son ihtiyacıydı bu transfer. Gio bütün bu oyuncuların önüne geçip çok iyi bir performans ortaya koyabilir mi, belki. Fakat bu takımın kadro yapısı gereği mevcut olan hiçbir sorununu çözmeyecek. Orta sahanın ortasında bu gedik duruyorken devre arasının üçüncü, toplamda dokuzuncu yabancı transferi kanat olmaz, hele Caner Erkin gibi bir oyuncuyu yeniden kazanmışken. Bu transferde benim kafama takılan en temel nokta budur.

Yazının gecikmesi için kusura bakmayın, eve geç gelmem, maç, uyku derken bunların üstüne Firefox da çökünce aynı yazıyı ikinci kez yazmak zorunda kaldım. Maçı da hakkıyla seyredemediğimden dolayı maç yazısı da yazmadım, belki yarın ufak notlar halinde geçeriz. Yedek ağırlıklı keyifli bir kadro, amaçsız bir 90 dakika ve sonunda gelen yavan oyun. Şimdilik diyeceklerim bunlar...

Galatasaray 1-0 Gaziantepspor || Nonda'ya Rağmen...

Galatasaray'ın maç boyu oyunun hakim olan, sert hava koşullarına rakibine göre çok daha iyi adapte olmuş taraf görüntüsündeydi. Bunu ilk yarının başından beri hissettirdi takım, Ahmet Arı'nın atılmasından bağımsız olarak. Sahada bu kadar etkin bir takım varken taraftarları ölüp ölüp dirilten, duran topta Mustafa Sarp'ın doğru arka direk koşusu ve Mahmut Bezgin'in duruş hatası olmasa puan bırakma tehlikesi yaşanmasının en önemli sebebinin yetersizliğin dibine vurmuş merkez forvet Shabani Nonda oldıuğunu herkes görmüştür zaten. Zaten fizik olarak üst düzey futbol hayatının son demlerini yaşayan Nonda'nın bu olağanüstü koşullarda hiç verimli olamayacağı net olarak belliydi. Ben takıma yabancılığına rağmen Jo ile başlamasını isterdim Rijkaard'ın ancak hem oyuncusuna saygısını belli etmek, hem de Jo'yu ortaya atmış olmamak açısından bu yönde bir tercih kullandı. Birçok açıdan doğrudur ancak sahada işlemediğini de kaydetmek gerek.

Rusya tecrübeli Caner Erkin, Ukrayna tecrübeli Elano. Bu iki oyuncunun son dönemdeki form grafiklerini kaybetmeden bu maçta bir adım daha öne çıkmış olmaları tesadüf değil kesinlikle. Türkiye'de bu koşullarda maç pek oynanmıyor, belli bir dönem Sivasspor'un iç saha maçları dışında bu kadar sert iklim şartları mevcut olmuyor. Galatasaraylılarda da hemen Konya deplasmanı çağrışımı yapmıştır, bugün de sağ bekte görev yapan Uğur Uçar'ı görünce. Bu sebeple saha tecrübesinin önemli olduğuna inanınırım, fazla teorik gözükse de. Caner Erkin ilk yarı sonu istatistiklerine göre 5 km'ye yakın bir mesafe kat etmişti ve takımın en çok koşan oyuncusuydu. Dominant oyunun yanında atlanmaması gereken bir detay daha. Top taşıyan ve aksiyonunu illaki bitiren bir Caner Erkin'in takıma ne kadar faydalı olduğu, bu takımın hücum gücüne neler katabileceğini de görülmüştür bir kez daha. Galatasaray'ın bu sezon yaptığı en önemli transfer hamlelerinden biri, kim getirdiyse fikrine sağlık diyorum.

İlk yarı bu üstün oyuna rağmen son paslar ve vuruşlardaki yetersizlik sebebiyle pozisyon bolluğuna dönüşmedi. Nonda'nın maçın başında Caner'in ortasına vurduğu kafa zaten maç boyu nasıl oynayacağını gösteriyordu, Mahmut'un servis ettiği yumuşak topa zamanında hamle yapamaması da cabasıydı. Arda Turan da bugün aralara çok iyi kaçmasına ve Caner'le beraber rakibin defansını boğmasına rağmen soldan iki topu kaleciye teslim edince golsüz bitti devre. Arda bu ince işleri çok rahat yapabilen bir oyuncu aslında, bu tutukluğunun sebebini ben hala çözemedim. Fiziksel olarak yetersiz de değil bence, o açıdan eksik bir Arda defansif açıdan bu denli iyi bir iş ortaya koyamazdı. Kısa sürede formunu tekrar bulur diye umuyorum.

Burda bir Gaziantepspor parantezi açmalı, Ahmet Arı özelinde. Geçtiğimiz sezon Gaziantepspor'un gençleri oldukça revaçtaydı. İsmail Köybaşı ve Murat Ceylan'ın ismi her yerde yazılıp çiziliyordu ancak o jenerasyonun en genç üyesi olan Ahmet Arı biraz geri planda kalıyordu. Bana göre en az onlar kadar kaliteli bir oyuncu Ahmet ancak bugün gördüğü kartlar onun adına büyük talihsizlik. Bir genç oyuncunun vitrin maçında bu kadar yanlış işler içinde olmaması gerek, hem kendini hem de takımını çok zor bir pozisyona soktu. Eminim kendi de pişmandır ancak mental açıdan üst düzey için yetersiz olduğu mesajını da verdi bir yandan. Takipte olunması gereken isimlerden biridir yine, umarım psikoloijk olarak fazla yıpranmaz önümüzdeki dönemde.

Rakip 10 kişi, takım da bu kadar dominantken ekstrem hava koşulları dışında telaşa mahal yoktu pek Galatasaray adına. Mustafa Sarp'ın önderlik ettiği, Elano'nun kaleyi bulmayan şutuyla sonlanan akın bu sahada yapılabilecek en organize ataklardan biri olsa gerek. Takımın kazandığı duran toplar vardı bu dönemde, Caner'in arzulu ve becerikli oyunuyla buna 58. dakikada bir penaltı da eklendi. Topun başına yıpranmış Nonda geçince herrkeste bir tedirginlik oluşmuştur tahmin ediyorum, yine de Nonda fena penaltı değildir diyerek gözlerimi kısıp bekledim ama Nonda tedirginliğin boşa olmadığını gösteren garip bir vuruş yaptı ve topu kaleci Mahmut Bezgin'e nişanladı. Ortaya yavaş ve yerden bir vuruş yapılabilecek en kötü penaltı tercihlerinden biridir gözümde, insan bari biraz sola doğru kavis verir ki top kalecinin ayağına çarpmasın. Kendisine büyük sevgi besleyen tribünlerden bile ıslık sesleri yükselir oldu, Rijkaard oyununa bakıp kendisini kenara alsa muhtemelen büyük bir uğultu da yükselecekti. Kenara gelen ilk oyuncunun Elano olmasına çok şaşırdım ama girişte de söylediğim gibi bunun Nonda'yı kaybetmemek adına yapılmış bir hamle olduğunu düşünüyorum. Doğru, yanlış, o ayrı mesele.

Duran toptan gelen gol sonrası maçın geldiği aşikardı, birkaç duran top ve korner dışında insanı heyecanlandıran bir Gaziantepspor pozisyonu da gelmedi. Lucas Neill'ın defansa gelişi bu anlamda çok önemli. Basit oynayan, sert bir savunma hattı izledim ben bugün, uzun süredir bu kadar diri bir Galatasaray defansı görmemiştim. Uğur Uçar'a olan sempatim olandan daha fazlasını mı gösteriyor bilmiyorum ama Neill'la çok iyi kapattılar o bölgeyi, önünde Barış Özbek'le oynamasına rağmen hücuma da iyi katkı verdi, hem hızlı oyunu hem de doğru paslarıyla. Sabri'yi Barış'ın bölgesine kaydırıp Uğur-Sabri-Keita gibi bir sağ üçlüyle çıkmanın takıma olumlu yansıyabileceğini düşünür oldum bu performans sonrası, ne kadar reailst, tartışılır olsa da.

Toparlamak gerekirse Galatasaray adına artıların fazla olduğu bir maç ve üç puan olarak hafızalara kazınacak Gaziantepspor maçı. Gaziantep, uzun yıllardır Galatasaray'a ters gelir, geçen seneyi saymazsak uzun süredir sürekli çelme takıyorlardı Galatasaray'a. İki maçta 6 puan almak bu açıdan da artı hanesine yazılır. Jo'nun ve Emre Çolak'ın Galatasaray'la çıktığı ilk profesyonel lig maçıydı bu, Jo'nun becerilerini de fragman halinde Sami Yen'de görmek iyi oldu. İlk yarıya olduğu gibi ikinci yarıya da iyi başladı Galatasaray ve Fenerbahçe, sıkı bir zirve yarışı görebiliriz. Kayserispor da puan bıraktı, Beşiktaş ve Bursaspor da birer maç eksiğiyle geriye düşmüş oldular. Erteleme maçları sonunda bir zirve resmi çizebiliriz sanırım, şimdilik bu kadar...

Opsiyonsuz

Kabul edelim ki Jo transferini olumlu açıdan anlamlı kılan en önemli detay Galatasaray'ın hem Jo'nun takıma uyum sürecini değerlendirme fırsatı olması ve orta vadede yeteneğine oranla uygun bir bonservis bedeliyle kadroya katma şansıydı. Bu iki detay transferi kusursuzlaştırıyordu ancak Murat Yalçındağ'dan öğrendik ki Galatasaray Jo'nun bonservisini alırken herhangi bir önceliğe sahip değil, bu da bu kapasitedeki bir forvet oyuncusunu 6 ay sonra kadroya katma şansını oldukça azaltıyor.

Buraya kadar herkes hemfikirdir sanıyorum ancak burdaki ince çizgiyi atlamamak gerekiyor. Tamam, önemli bir detaydır transferin yorumlanması adına ancak Galatasaray bu transfere geleceğe büyük bir yatırım olsun diye girişmemişti. Galatasaray Milan Baros'un yokluğunda, şimdi Harry Kewell'ın uzun dönemli sakatlığı sonrasında o bölgeye çok büyük maliyeti olmayan, kaliteli bir oyuncu getirmek zorundaydı. Sanırım piyasadaki en iyi alternatiflerden biri de Jo'ydu bu anlamda, bundan kimsenin şüphesi yoktur sanıyorum. Burdaki en büyük eksi kısa vadede Avrupa Ligi'nden faydalanamayacak olmamız. Opsiyonlu bir transfer olsaydı önümüzdeki dönem için girilebilecek bir riskti bu ama kısa vade transferiyse Avrupa Ligi daha önemli bir kriterdi.

Galatasaray bulabileceği en değerli oyuncuya yönelmiş oldu lig için, bu da bir tercihtir, saygı duymak lazım. Atlanmaması gereken detaysa şampiyonun bu sezon olduğu gibi direkt olarak Şampiyonlar Ligi'ne katılacak olması. Lige yönelmenin de bir vizyonsuzluk, çapsızlık olarak görülmemesi lazım. Devre arası transfer döneminin bitmediğini de düşünürsek forvet rotasyonuna bir ek daha gelebileceğini unutmamak gerekir. Muhtemelen Caner Erkin de sol ön rotasyonuna geçiş yapacak Kewell'ın yerine, forvetin ortası çözülürse bu açıdan sıkıntı yaşayacağımızı sanmıyorum. Rotasyonda yer bulmasından dahi memnun olmasam da Aydın Yılmaz, A2'den çağrılma şansına sahip bir Berkin Arslan varken Caner'in yedeklenmesinde de problem olmayacaktır. Zaten bir bölgeye aynı çapta sekiz alternatifle başlayamaz bir takım, bu kadar geniş bir rotasyon hiçbir takımda yok.

Esas sorun istisnasız her sezon Galatasaray'ın kritik bölgelerdeki oyuncularını kaybedip bir türlü geri getirememesidir. Çift dikiş ameliyat kavramını tıp literatürüne kazandırdı Galatasaray Sağlık Kurulu, üstünde durulması gereken konu budur. Yoksa Galatasaray her 6 ayda bir yeni Milan Baros, yeni Harry Kewell bakmaya devam edecek. Bu topa şimdilik girmeyelim, önümüzdeki bir yazıya kalsın çünkü tek paragrafla geçiştirilmemesi gereken önemli bir konu bu...

Antalyaspor'un Faydacı Yaklaşımı: Mile Jedinak

Ülke futbolundaki en büyük eksiklerden biri üst düzey kulüplerde dahi herhangi bir transfer stratejisinin bulunmaması, kulüplerin önünü görememesi. Bunu defalarca yazdık, çizdik, tartıştık. Bu minvalde doğru örnek olarak gösterilebilecek tek tük hamleler oldukça bunları vurgulamak gerektiğine inanıyorum, bu sezon Süper Lig'de bu yolda atılmış en mantıklı ve verimli adımlardan biri de Antalyaspor'un Gençlerbirliği'nden kiraladığı Mile Jedinak.

Antalyaspor, şu sistemi ve düzeniyle Türk futboluna katma değer koyan bir kulüp görüntüsünde değil belki ama kısıtlı imkanlarıyla ligde tutunabilecek mantıklı tercihler yapabildiklerini yabancı seçimlerinde açıkça görüyoruz. Yeni yabancılar getirmek yerine yurt içinde boşa çıkmış, ne yapıp yapamayacağı az çok belli alternatiflere yöneliyorlar. Geçen sene Tita'da, bu sene Jedinak'ta başarılı olan bu formül lig için yeni bir vizyon ortaya koymasa da kısıtlı bütçeyle makul bir iş ortaya koyabilmek adına takdir edilmesi gereken bir yaklaşım olduğuna inanıyorum. Ülkemize yabancı girişi çok fazla ve bunların çok büyük bir bölümü sağlıklı yollarla getirilmiyorlar. Böyle olunca yayın geliriniz 1 milyon dolar da olsa 11 milyon dolar da olsa aynı tipte oyuncuları, bu sefer daha fazla para ödeyerek getiriyorsunuz. Kalite/Maliyet oranı fazlasıyla düşüyor bu sefer. Bunu engellemenin en kolay yolu ise transfer yönünün sadece İstanbul ekipleri olmasını engellemek. Antalyaspor da Gençlerbirliği'nden oyuncu alabilirse bu sefer oyuncu alma/gönderme işleri daha sağlıklı bir düzene oturacak, kaliteli oyuncular da ülke içinde dolaşma şansını elde edecek.

Michael Jedinak 10 yıldır konuşulan pazarlama harikası Geremi gibi bir oyuncu değil ama Avustralya Milli Takımı görmüş, belli bir kariyeri var. Gençlerbirliği'nin yeni şartları ona uygun olmadı diye bir Antalyaspor'un, Diyarbakırspor'un, Denizlispor'un bu tip adamlara burun kıvırması içi boş egolardan başka bir şey olmazdı. Antalyaspor'un yaptığına yüzeysel bakılırsa çapsızlık bile denilebilir şu ortamda ama bence kulübün ayağının yere basmasıdır, kendi içinde faydacı bir yaklaşımdır ve her kulübün kendi çapında bunu yapabilmesi gerekir. Bu modele yakın bir diğer ekip olan Eskişehirspor kısa sürede lige uyum sağlayıp bir takım kimliği ortaya koyabildi mesela.

Jedinak'tan başlayan, Eskişehir'e uzanan bir çıkarımda bulundum, nerden esti diyenleriniz olabilir. Mile Jedinak ilk yarının en fazla gol atan orta saha oyuncularından biri aynı zamanda 6 golle. Bu yazının ardından Süper Lig'in en skorer 11'ini değerlendireceğim, onun içinde eriyip gitmemesi gereken bir örnek olduğuna inanıyorum Jedinak'ın. Ayrıca son bir not, Süper Lig'de iki senedir oynayan bir yabancı oyuncunun bir tane adam gibi fotoğrafı olmaz mı, bugün 300'e yakın Antalyaspor maç fotoğrafına bakmışımdır herhalde. Bulduğum fotoğraf da onların arasından değil Galatasaray.org'dan çıktı. Diğer fotoğrafı bulmamın yaklaşık 15 saniye sürdüğünü söylememe gerek yok herhalde...

Beklenen Forvet: Jo Galatasaray'da

İki üç gündür zaten alttan alta konuşulan, dün akşam da resmi olarak açıklanan santrafor transferi bonservisi Manchester City'de olan, son bir sezondur Everton'da kiralık oynayan Brezilyalı Jo oldu. Aslında açıklamayı bekliyordum blogda bir şeyler söylemek için ama sağolsun ters ayak üstünde yakaladı bizi yönetim. Hatta tutup havaalanına bile getirmişler. Hayırlı olsun diyelim öncelikle.

Galatasaray'ın transfer stratejisi açısından bakınca hiç de mantıksız gelmiyor Jo ismi. Premier Lig çıkışlı Nonda, Kewell ve Baros gibi oyuncuların Galatasaray'da yakaladığı başarı Galatasaray'ı son dönemde bu yönde hamleler yapmaya itti. Çıtayı da bir adım öteye koymak adına kariyerleri Türkiye'nin ötesinde olan oyuncuları konjonktürden faydalanarak ve iyi bir maaş teklifi ve vizyonla ikna ederek transfer etmek olarak özetleyebiliriz sanırım bu stratejiyi. Bu yeni nesil stratejinin ilk ayağı olarak Elano'yu görebiliriz ki Elano Galatasaray formasıyla Brezilya Milli Takımı'na seçilmeye devam ederek işin kariyer ayağında ne kadar kuvvetli bir oyuncu olduğunu hala göstermekte, performansından bağımsız olarak.

Jo'da şöyle farklı bir durum var, Jo Manchester City'nin yurtdışı kaynaklı transfer bütçesi oluşturduğu ilk dönem olan Taylandlı Shinawatra'nın en pahalı transferlerinden biri olarak CSKA Moskova'dan City'ye gelmişti. Avrupada Vagner Love ile birlikte adını duyuran Jo için City tam 24 milyon euro ödedi bonservis olarak ki o dönem de bu miktarın fazlalılığından dem vurmuştu herkes. Paraya ihtiyacı olmayan bir Rus kulübü ve transfer çılgınlığına katılmak isteyen yurtdışı sermayeli bir İngiliz kulübü olunca ortaya böyle akıl almaz bonservis bedelleri de çıkabiliyor görüldüğü üzere. Jo da bu bonservis altına ezilen ve daha transfer edildiği gün İngiltere'nin 'bidon' adaylarından biri olarak İngiltere kariyerine pek de istediği başlangıcı yapamamıştı aslında. Zaten daha sonra Sniwatra dönemi bitip transferin son günü Araplar kulübü alıp Robinho transferini duyurunca Jo için City günlerinin yeni başlmış olmasına rağmen sayılı olduğu belli olmuştu. 6 maç forma giydikten sonra Şubat ayı gibi de Everton'a kiralandı zaten.

Everton kariyerine aslında fena da başlamamış gibiydi, kısa sürede uyum gösterip Everton hücum rotasyonuna girmiş, katkı da yapmıştı. David Moyes'un onu tekrar istediği ancak City'ye döneceği değerlendirmeleri yapılıyordu ancak transfer çılgınlığını bir adım öteye taşıyan City sahipleri forvet rotasyonunu Adebayor, Tevez, Santa Cruz gibi adamlarla doldurunca Jo'ya da tekrar yol gözükmüştü. 08/09 sezonunun ikinci yarısında ondan verim alan Everton ve David Moyes da bu fırsatı değerlendirip bonservis bedeli ödemeden tekrar onu kiralama şansı elde etti ancak bu sefer işler hem Moyes'un hem de Jo'nun istediği gibi gitmedi. Bu açıdan biraz Milan Baros'a benzer bir kariyer hikayesi diyebiliriz, kariyer dibi görerek geliyor Galatasaray'a Jo. Baros'un da Portsmouth'a kiralandıktan sonra yaşadığı hayal kırıklığını biliyoruz, ardından da Lyon deneyimi benzer şekilde geçmişti. Jo da bu kadar formsuzken Brezilyalıların klasik disiplin problemi olan tatilden geç gelme işine de girince Everton'da bileti kesildi.

Galatasaray da tam bu noktada devreye giriyor işte. Kariyeri Türkiye'nin çok önünde bir adam, yaklaşık iki sene önce Avrupayı peşinden koşturan ancak formsuzluğun dibine de vurmuş, kaliteli bir santrafor. Milan Baros'un durumu ve Elano transferinde City ile kurulan iletişim devre arasında yapılabilecek en üst düzey santrafor transferlerinden birine imza atmasını sağladı Galatasaray'ın. Sezon sonuna kadar Galatasaray'da kiralık oynayacak olan Jo'nun bonservis opsiyonunun da Galatasaray'da olması geçtiğimiz günlerde karaladığım 'Doğru Seçenek: Opsiyonlu Kiralamak' yazısıyla eşleşmesi de hoş oldu, salt transfer stratejisi olarak başarılı bir iş olduğu aşikar.

Jo hakkında beni esas çeken ise yeteneklerinin yanı sıra doğum tarihinin Galatasaray ve Türkiye'de diğer yabancılar arasında onu farklılaştırması. Bu kariyerde ve kalitede bir oyuncuyu form durumu ne olursa olsun sadece 23 yaşında ülkeye getirebilmek bugüne kadar yapılmış tüm transferlerden farklı bir yere koyuyor Jo'yu. Bunu da çok uçuk bonservis bedelleri ödemeden, kiralayarak ve tercih hakkını elinde tutup sözleşmeye makul denilebilecek bir bonservis yazdırarak yapabilmek bence Galatasaray'ın bütçe değil zihniyet olarak farklılaştığının en önemli göstergesi.

Yalnız Jo transferinde şöyle bir durum var ki o da oyuncudan bağımsız olarak Galatasaray'ın konjonktürel durumu. Galatasaray'ın acil santrafor ihtiyacının altında yatan en önemli neden Milan Baros'un yanlış tedavi sonrası Avrupa Ligi 2.turuna yetişemeyecek olması ve onun boşluğunu kadro içi bir oyuncuyla tolere etmenin zorluğuydu. Harry Kewell bence kariyerinin en iyi performanslarından birini ortaya koyup elinden geleni yaptı ancak oyuncu meziyetleri gereği bunu sürekli yapabilmesinin mümkün olmadığını herkes rahatlıkla söyleyebilirdi, Nonda'nın bu rolü doldurmaya ondan da uzak olduğu zaten belli. Bu anlamda bu boşluğun transferle kapatılması gerekiyordu, Jo bu işi ligde rahatlıkla görebilir belki ama UEFA Avrupa Ligi'nde uzun vadeli bir plan yapan Galatasaray'ın ilk transfer kriteri oyuncunun Avrupa'da oynayabilirliği olmalıydı denebilir. He, benim fikrimi soracak oluyorsanız Jo transferinin artıları eksilerinden daha fazladır ve kaçırılmaması gereken bir fırsat uygun bir maliyetle gerçekleştirilmiştir, ben de olsam alırdım diyebiliyorum ancak işin bu tarafını da görmezden gelmemek gerekiyor.

Son soru işaretim ise Jo'dan yana değil ama Türk medyasının merkezinde olduğu, yabancı düşmanlığının gün be gün körüklendiği yapıdan. Lincoln'e yapılan operasyonun büyük bir zaferle sonuçlanmasının etkileri günümüzde de katlanarak artıyor, artık alenen ırkçılığa varan söylemleri televizyon ve gazetelerden görüp, okuyabiliyoruz. Milan Baros'un ameliyat olması sonrası başta Küçük Hakan olmak üzere yapılanlar malum, Jo da ortalama bir Brezilyalının getireceği sorunları da beraberinde getirdiğinden bu adamların ağzının suyunu şimdiden akıttığına eminim. Henüz günün gazetelerini okumadım ama buna bel altı vurgu yapanların da olacağına adım gibi eminim. İlerleyen aylarda şampiyonluk yarışı kızıştıkça bunun üstüne daha da gidilecektir. Futbolseverlerin ve özel olarak da Galatasaray taraftarının bu muhtemel linç kampanyasına karşı uyanık olması gerekir, şimdiden bunu vurgulamakta fayda var.

Bana göre çok kaliteli ve yerinde bir transferi bitirdi Galatasaray, birçok açıdan geleceğin transfer stratejisini de şekillendirecek bir hamle olduğuna inanıyorum. Form durumunun getirdiği soru işaretini bir kenara yazsak da hemen katkı verebilecek bir oyuncu olduğunu düşünüyorum Jo'nun. Bir kere gol vuruşu ve fizik anlamında bu kadar iyi bir kombinasyonu uzun süredir görmemiştik, orası kesin. CSKA Moskova'da yaptığı gol vuruşları herkesin hala aklındadır eminim. Unutulmamalı ki abartılı da olsa henüz 1.5 yıl önce 24 milyon euro'ya transfer yapmış 23 yaşındaki Brezilyalı milli bir oyuncu Jo. Bu sayılan vasıfları Türkiye Ligi'yle yanyana koyunca bile insan kendinden şüpheye düşüyor. Everton'daki ilk döneminde de bence iyi bir performans ortaya koymuştu. Zaten bu performansına devam etmiş olsa ne Everton onu bırakır, ne de Jo İngiltere'den ayrılmak isterdi, bunu da göz önünde bulundurmadan "ama formsuz" deyip geçmek dar bir bakış açısıymış gibi geliyor bana. Galatasaray'a katkısı konusunu şimdiden bu kadar keskin çizgilerle belirtmek doğru değil, bekleyip görüp ona göre değerlendirmek gerek ancak doğru bir transfer hamlesi olduğunu şimdiden söyleyebilirim. Fazla uzattık, dünden beri blogu ziyaret edip yazıyı okumak isteyip de bulamayanlardan özür dileyerek yazıyı bitireyim...

Galatasaray-Gaziantepspor 3. Bilet

İlk sorunun doğru cevabı Gökhan Öztürk olacaktı, doğum tarihi de 22.03.1990'dı. İlk doğru yanıtı veren arkadaşımız kewell19, profilini açtıktan sonra bilgilerini bana gönderirse ikinci biletin sahibi olacak.

Son sorumuz yine Gaziantespspor'la alakalı ama daha önce blogda yayınlanmış bir yazıda geçiyor. 2004 yılında yayınlanan Futbolstar'dan iki oyuncu Gaziantepspor'a transfer olmuştu. Bu oyuncular şu anda A Takım kadrosunda da yer alıyorlar. Bu oyuncuları ve doğum tarihlerini eksiksiz olarak yazan ilk okuyucumuz bu haftaki son biletin sahibi olacak...

***

Son bileti kazanan sinlikaflı oldu. Mailinden bana ulaşırsa üçüncü biletin sahibi kendisi olacak...

Galatasaray-Gaziantepspor 2. Bilet

İlk soruya en hızlı yanıt veren arkadaşımız karıncaezmez oldu ancak daha önce de belirtiğim gibi sürekli aynı kişilerin kazanmaması adına daha önce bilet kazananlara bilet veremiyoruz. Kendisi daha önce Trabzonspor maçına da bilet kazanmıştı. İkinci bilen arkadaşımız brg nikiyle yazıyor, bana profilinde açık şekilde gözüken mail adresinden bilgilerini gönderirse kendisi ilk biletin sahibi olacak.

İkinci sorumuz ise biraz daha basit olsun. Sezon başında Galatasaray A2 takımından olaylı bir biçimde ayrılıp Gaziantepspor'a imza atan bir oyuncu vardı. Bu oyuncunun adını ve doğum tarihini eksiksiz yazan ilk arkadaşımız ikinci biletin sahibi olacak.

Galatasaray-Gaziantespor Maçı Kapalı Üst Bileti

Avea'nın desteğiyle Galatasaray'ın iç saha maçlarına Kapalı Üst bileti vermeye devam ediyoruz. İlk bilet için sorumuz şöyle.

Bildiğiniz gibi Galatasaray Gaziantepspor'la deplasmanda oynadığı son iki maçı kazandı, Nisan 2009'da 1-0, Ağustos 2009'da 3-2'lik skorlarla ancak bu maçlardan önce Galatasaray lig maçlarında uzun süre Gaziantepspor'u deplasmanda yenmekte zorlanmıştı. Bu iki galibiyet öncesinde Galatasaray'ın aldığı ilk lig galibiyetinin tarihi, skoru ve golleri kimlerin attığını yazan ilk okuyucumuz biletin sahibi olacak...

Doğru Seçenek: Opsiyonlu Kiralamak

Fenerbahçe'de ciddi problemler yaşayan milli oyuncu Colin Kazım'ın transferinden hepinizin haberi vardır eminim, Kazım 6 ay boyunca Toulouse forması giyecek. Fransız ekibi transferi tamamlamak isterse Fenerbahçe'ye belli bir bonservis bedeli ödeyip oyuncuyu kadrosuna katma şansına da sahip. Bu transferdeki esas kilit nokta ise tam olarak bu. Yenilsen de Yensen de programında Mustafa Taha da dile getirmişti bunu, ülkemizde yaygın olarak kullanılan bir model sayılmaz opsiyonlu oyuncu kiralamak.

Opsiyonlu kiralamanın şöyle bir esprisi var. Hem oyuncuyu denemek ve takıma uyumunu görmek, değerlendirmek isteyen takıma çok ciddi bir maddi külfet getirmeden bunu gerçekleştirme şansı veriyor, hem de oyuncuyu göndermek isteyen kulüp o anki değerinden ziyade oyuncunun form tutmuş haline, piyasasına daha yakın bir bonservis bedeli belirleyebildiği için uzun vadede bu transferden daha kârlı çıkma şansını elde ediyor. İki taraf için de kazançlı bir seçenek.

Yalnız bu noktada Türkiye'deki transfer mantalitesinin sakatlığı çıkıyor ortaya. Tek yönlü transfer pazarı derim hep, yerel bazda bir benzeri de Portekiz'de vardır aslında ama onlarda bonservis bedelleri bu kadar uçuk değil. Türkiye'deki kulüplerin ve oyuncuların yegane amacı üç İstanbul kulübünden birine gelip vitrine çıkmak ve kariyerini mümkün olduğunca o takımlarda sürdürebilmek. Birkaç istisna da Trabzonspor'u tercih ediyor, hem maddi imkanlarından, hem de daha göz önünde olabilme imkanından dolayı. Tablo böyleyken hem kulüpler mümkün olduğunca yüksek bir bonservis bedeli koparıp oyuncusunu pazarlamak istiyor, hem de oyuncu bir an önce transferini sonlandırmak. İstanbul kulüplerinin bu sebeple bunu yurt içinde gerçekleştirme şansı yok denecek kadar az, örneği var mıdır, ondan bile emin değilim. Hafızamda yer etmemiş en azından.Yurt içinde daha zor, kabul ama yurt dışından transfer yaparken böyle bir seçenekten bu kadar az faydalanılması henüz bilinçli transfer konusunda yeterince ilerleyemediğimizi gösteriyor. Halbuki çok büyük maliyetlerin altına girmeden bu oyuncuları takıma ısındırma ve Türkiye konusundaki tereddütleri yıkma açısından da önemli bir fırsat tanımış oluyorsunuz. Bu stratejiye en yakın kulüp Galatasaray denilebilir, Franck Ribery gibi bir örnek var zaten önümüzde. Sonunu yönetimsel beceriksizlikler, kiyafetsizlikler yüzünden getiremesek de bu kadar başarılı bir model varken üstüne gitmemiş olmak bence hatadır. Arda bir Barusso denemesi de vardı gerçi ama orda da "Nasıl olsa kiralık, rotasyona girer belki" düşüncesi hakimdi daha çok. Ribery'den sonra bu yöntemle faydalı olan en önemli oyuncu bu sezon CSKA Moskova'dan kiralanan Caner Erkin olacakmış gibi gözüküyor. Son dönemdeki form grafiğiyle dikkat çeken Caner Erkin'i CSKA'dan bonservis opsiyonlu olmak üzere kiralanmıştı bildiğiniz gibi. Galatasaray yönetimi bu minvalde transfer yapmaya devam edecek mi, şimdiden merak ediyorum açıkçası. Ülkemizde transfer piyasasının normalleşmesi adına önemli adımlardan birinin de bu olacağına inanıyorum, Caner'in transferi bu açıdan da önemli. Kazım'ın transferi de gündemdeyken bunu dillendirmek gerek...

Premier Lig'in Avrupa Haritası

Harita, İngiltere Premier Ligi'nde forma giyen Avrupalı oyuncuların dağılımını gösteriyor. Türkiye'ye baktığımızda koyu yeşil renkle temsil edildiğini görüyoruz ki bu da Premier Lig'de sadece 1 oyuncumuzun bulunduğunu gösteriyor. Kendimizi denk gördüğümüz liglere, ülkelerle karşılaştırdığımızda epey gerilerde olduğumuzu söylemeye gerek yok sanırım. Dünyanın en enternasyonel ligine daha fazla oyuncu gönderebilmek gerekir oyuncu kalitesinde belli bir istikrarı tutturabilmek için ama hala Tugay Kerimoğlu'yla övünen, bir yandan da Tuncay'ı
transfer etmeye çalışan bir yapıya sahibiz. Yakın zamanda da Premier Lig'e uğrayabilecek kalite ve tanınırlıkta oyuncularımız da sınırlı, belki Arda Turan diyebiliyoruz sadece.

Haritadaki diğer bir dikkat çekici detay Fransa, İspanya ve Hollandalıların yoğunluğu. Bu üç futbol ülkesi Premier Lig'de 10'un üzerinde temsilciye sahip üç ülke. Fransa'nın artık Premier Lig'e oyuncu yetiştirme konusunda uzmanlaştığını, ligin bile artık bu strateji üstüne şekillendiğini biliyoruz, o açıdan zirvede onların olması şaşırtıcı olmasa gerek ama özellikle İspanyolların yoğunluğunda Rafa Benitez'in hakkını yemeyelim. Biraz daha kalabilirse, ki zor, bu sayıyı daha da yukarılara çekeceği kesin gibi. Hollanda'nın ise vasıflı oyuncu yetiştirme konusunda ne kadar büyük bir ekol olduğunu söyleyemeye gerek yok. Güzel çalışma olmuş, The Best Eleven bu konuda en başarılı yabancı bloglardan birisi zaten. Hangi ülkeden kaçar oyuncunun bulunduğu aşağıda, oyuncuların dökümünü merak edenler ise şurdan bakabilirler.


32 - France
11-20 - Netherlands (12), Spain (11)
5-10 - Belgium (5), Croatia (6), Italy (6), Norway (6), Portugal (8)
4 - Bulgaria, Denmark, Germany, Russia, Serbia, Sweden
3 - Finland, Hungary, Iceland, Israel, Switzerland
2 - Austria, Czech Republic, Greece, Poland, Slovakia
1 - Albania, Bosnia and Herzegovina, Turkey, Ukraine

Kelepir Yıldız Adayları: Muhammet Demir & Orhan Gülle

Ara transfer gündeminin zirvesinde yine beklenen isimler var, başta Bursaspor'un milli forveti Sercan Yıldırım olmak üzere. Bu transfer için en iddialı ekiplerin başında ise Mart ayında kongreye gidecek olan Beşiktaş geliyor ancak bu iki ekibin de bu büyük çapta transfere konsantre olmuşken gözden bir şeyler kaçırdıkları açık. Gözden kaçan bu oyuncuların da potansiyel olarak Sercan Yıldırım'dan pek de farkları yok.

Bunlardan ilki 17 Yaş Altı Milli Takımı'nın da kaptanlığını yapan Bursaspor'un 1992 doğumlu golcüsü Muhammet Demir. Dünya Şampiyonası sırasında da değindiğimiz üzere kendi jenerasyonunun Avrupa'daki en kaliteli forvetleri arasında yer alıyor Muhammet, zaten turnuva boyunca izlenimlerimi aktarırken Muhammet'in ne kadar önemli bir yetenek olduğunu vurgulamaya çalışmıştım. Bursasapor yönetimi ve teknik heyeti de bunun farkındaydı ki turnuva sonrası bu yönde demeçlere rastlıyorduk. Sercan Yıldırım transferi konuşulurken Bursaspor'un elini de rahatlatan Muhammet'le ilgili bir gerçek var ki değerlendirebilen kulüp olursa (tercihen Galatasaray, eheh) Bursaspor'un başını ağrıtacak cinsten.

TFF kayıtlarına göre Muhammet'in sözleşmesi bu sezon sonunda bitiyor, bu da Bosman kurallarına göre isteyen kulüplere Muhammet'in menajeriyle doğrudan görüşme hakkı biliyor. Muhammet ayrılmak ister, istemez, o ayrı bir tartışma konusu ancak siz bu kalibrede bir yıldız adayının sözleşmesini zamanında uzatamıyorsanız orda bir problem var demektir. Sercan'ı tutalım derken Muhammet'i kaptırmak pek akıllıca bir hamle olmasa gerek. Hoş, herhangi bir transfer beklentin var mı derseniz cevabım hayır olur ama riske edilecek bir durum değil bu kesinlikle, ondan eminim. İsteyen herhangi bir kulüp Bursasapor'a belli bir miktar yetiştirme bedeli ödeyerek transfer edebilir Muhammet'i, eğer henüz TFF'ye bildirilmeyen bir sözleşme yok ise tabii.
Buna benzer bir durum da 17 Yaş Altı Milli Takımı'nın bir diğer değerli oyuncusu Orhan Gülle için geçerli. Aynı dönem Muhammet'le beraber İngiltere'den takip edildiği haberleri çıkan Orhan'ın Beşiktaş'la henüz profesyonel sözleşme imzalamadığı konuşuluyor. Beşiktaş biraz daha oyalanırsa İbrahim Kaş'ta yaşadığı problemin çok daha büyüğünü yaşayabilir ki Orhan hem fizik hem de teknik kapasitesiyle profesyonel futbola rahatlıkla uyum sağlayabileceğini şimdiden gösterebilmiş bir oyuncu. Muhammet'le beraber jenerasyonunun en kaliteli oyuncusuyken ikisinin de sözleşme problemi yaşaması ironik duruyor. Gündemdeki transferler iyi, hoş ancak bu iki oyuncudan birini koparmak bence yılın transferlerinden biri olur...

Galatasaray 5-1 Denizli Belediyespor || Emre'nin Gecesi...

Havanın yağmurlu olması ve kupada turu pratikte atlamış olmak maç hakkındaki beklentileri fazlasıyla aşağı çekti. Rotasyonda yer bulamayan iki üç oyuncuyu Sami Yen'de görmek ve son dönemin formda oyuncusu Caner Erkin'i izlemek Sami Yen yolunu tutmuş taraftarların genel beklentisini oluşturuyordu. İlk 11'de Caner dışında özellikle izlenecek bir oyuncunun olmaması baştan hafif bir hayal kırıklığı yaratsa da 8. dakikadan itibaren başlayan goller maçı keyifli hale getirmesini bildi. Denizli Belediyesporlular belki de bu maça en iyi motive olmuş kişilerdi maçta ancak onların motivasyonu Galatasaray'ın bulduğu pozisyonları gole çevirmesiyle maç uygun bilet fiyatlarını değerlendirip Galatasaray'ı canlı izlemeye gelmiş insanları eğlendirme amacına büründü.

Maçta kaydadeğer notlar elbette vardı, başta Emre Çolak'ın profesyonel ligdeki ilk golleri olmak üzere. Arda Turan'ın Emre Çolak'ı bir kardeş gibi gördüğünü, kendi geçtiği yollardan onun da geçtiğini düşündüğünü zaten biliyorduk, bugün penaltıyı Arda'nın Emre Çolak'a attırması da bunun bir resmi oldu adeta. Maçı Kapalı Alt'ta izlediğimden tekrarlara da bakma lüksüne sahiptim, Emre Çolak'ın gol sevinci ve mutluluğu onun bu gole ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu da anlatıyordu bence. Golden hemen sonra kazanılan frikikte de golün geleceği belli gibiydi, rakip defansın kafasının da yardımıyla Emre için unutulmaz bir gece oldu bu akşam. Performans olarak damga vurmasa da kariyerinde bahsedilecek maçlardan biri olacağı kesin Emre için.

Emre Çolak oyuna girene ve iki gol atana dek maçı heyecanlı ve eğlenceli kılan unsur Nonda'nın kaçırdığı gollerdi şüphesiz. Birçoğunuz katılmayacaktır belki ama Nonda kalecinin üstüne yaptığı iki son vuruş hariç kendi ortalamasının üstünde bir performans ortaya koydu bence bu gece, özellikle ikinci golde Arda'yla anlaşması ve topu çekişi muazzamdı. Kendine has topu çekip alan boşaltma hareketini bugün en az üç defa yaptı ve kendine pozisyon yaratmasını bildi ancak Nonda'nın hızlanma problemi olduğunu yeni farketmiş gibi davranmak ve bunun üstünden oyuncuya vurmak bence yersiz, Nonda zaten buydu. Bu gece pozisyon gereği hızlı davranması gerekiyordu birkaç kere, bunu da gösteremeyince dikkat çekti, hepsi bu. Milan Baros'un kesilip Nonda'nın oynatılması gerektiğini iddia edenler vardı bundan 3-4 ay önce, orda Nonda'nın rol oyuncusundan ötesi olmasının bu atletizmiyle mümkün olmadığını yazdık defalarca. Yine de değerli oyuncudur Nonda, rotasyonda faydalanılır sezon sonuna kadar. Frank Rijkaard'ın boşuna santrafor transferi istemediğini de görenler olmuştur belki.Maç içi övgü ya da yergi getirilecek fazla oyuncu yok, en azından algı değiştirecek bir durum olmadığını düşünüyorum. Caner'in formu sürüyor, Arda iyiydi, orta saha hala istenilen düzeyde değil. Elano'nun müthiş füzesi dışında pas ve şutlarında istediği isabet oranına ulaşamaması dikkatimi çekti, onun dışında tespit yapmayı gerektiren bir maç yoktu. 3'te 3 yaparak gruptan çıktı takım, Ankaragücü maçında daha ciddi bir rakibe karşı rotasyon oyuncularını görme şansını elde edebileceğimizi umuyorum, değerlendirme açısından da daha iyi bir fırsat olacaktır. Maçtan kalan ise Emre Çolak oldu daha çok. Gece onun gecesi...

Galatasaray-Denizli Belediyespor 1+1 bilet

Denizli Belediyespor'un stadyumunun adı eski bir futbolcunun ismi. Bu oyuncunun adı nedir?

Ek: Emre nikli arkadaşımız 1+1 biletin sahibi oldu. Yarın saat 12'ye kadar gideceği arkadaşının adı soyadıyla birlikte ismini bana mail atarsa biletlerin sahibi olacak kendisi. Kendisi bana ulaşamazsa yedek talihlimiz de Sidewinder19 nikli arkadaşımızdır, ikisinin de bilgilerini bekliyorum.

Galatasaray-Denizli Belediyespor 1. Kapalı Bileti

Bildiğiniz gibi Avea'nın desteğiyle blogda Galatasaray'ın iç saha maçlarına Kapalı Üst bileti veriyoruz, bu hafta da devam edeceğiz. Toplamda üç bilet vereceğiz ama bu sefer farklı bir uygulama yapıp ikinci soruyu bilene bileti 1+1 verip arkadaşıyla gitme fırsatı tanıyalım dedik. İkinci soru yarın saat 19.05'te sorulacak, ilk bilet için soru ise aşağıda.

Bildiğiniz gibi Denizli Belediyespor, Denizlispor'un pilot takımı. Denizlispor'un U19 milli takımında forma giymiş bir oyuncusu da bu sezon Denizli Belediyespor'da forma giyiyor. 91 doğumlu bu oyuncunun doğum tarihini ve kiralık olarak forma giydiği diğer takımı eksiksiz olarak yazan ilk arkadaşımız Kapalı Üst bileti kazanmış olacak. Maç sonrası da Denizli Belediyespor özelinde değerlendireceğim ilk oyuncu da o olacak zaten. Cevapları bekliyorum...

Ek: Kazanan elma nikli arkadaşımız oldu yalnız niki itibariyle doğrulama şansımız şu an yok. Yarın geceye kadar profil bilgilerini açar ve belirttiği mailden bana ulaşırsa bilet kendisinindir, ulaşamazsa franchi biletin sahibi olacak. Yarın da 1+1 bileti vereceğiz, hazır olun...

Süper Lig Yayın İhalesi & Sonuçları

Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki uzun süredir seyrettiğim en keyifli program oldu. Maça hızlı başlayan iki ekip baştan iyi tempo yapsalar da Telekom tempoyu düşürdü, 300 milyon dolar civarında maça tekrar heyecan gelse de istikrarlı bir şekilde kendi oyununu oynamaya devam eden ev sahibi Digitürk maçı kazanmasını bildi. Şaka bir yana, rakamları görünce kendi ekonomik sınıfını unutan ve "yine az arttırıyorlar, versene 310 milyon" diyerek ihale izleyebilen bir milletiz. O yüzden işin bu tarafına da değinmeden edemedim.

Şimdi işin iki önemli yönü var benim için, birisi kulüplerin gelirlerinin arttırılması, diğeri izleyicilerin ücretlerinde ciddi bir artış yaşanmaması. Bunun için en uygun senaryo da Telekom'un yüksek bir bedelden ihaleyi alması ve yeni kullanıcılara ulaşabilmek için özellikle ilk iki sene ücreti belli bir noktanın ötesine taşımaması olacaktı. Kullanılacak teknoloji IP TV olduğundan internet altyapısına da belli bir yatırım yapmak zorunda olduklarını da unutmamak gerekir, bağlantı hızından sıkça şikayet eden bir millet olarak. Olmadı, Digitürk elindeki kurulu sistemin avantajını iyi değerlendirip ihaleyi bırakmadı. 321 milyon dolar, iyi para. Kulüplerin ortak beklentisi Kulüpler Birliği Başkanı olan Aziz Yıldırım'ın dile getirdiği gibi 400 milyon dolardı. Uçuk bir tahmindi bu ama rekabetin kızışması oldukça tatmin edici bir rakam çıkardı ortaya, bu açıdan kazananın ilk önce kulüpler olduğu şüphesiz. Kaybeden tüketiciler olmaz ama umarım.

İşin teknik boyutuna gelelim ki eminim hepimizin merak ettiği konuların başında bu var. İhale devam ederken forumlarda, msnde arkadaşlarıyla konferans yapıp takıma düşecek payı hesaplayan kişi sayısı epey vardı, ben de bunu üç örnek tabloyla açıklamak istedim. Üç senaryo ortaya koyup bunların üstünden yeni ihalenin sonuçlarını okumak daha doğru.

Futbol Federasyon'dan yapılan açıklamaya göre, yönetim kurulu, 22.07.2005 tarihli TFF Yönetim Kurulu kararında belirlenen ilkeler doğrultusunda, 2008-2009 sezonundan itibaren uygulanmak üzere yayın kriterlerini şöyle oluşturdu:

Naklen yayın gelirlerinin;
- Yüzde 11'i Turkcell Süper Lig'de şampiyon olan takımlara, şampiyonluk sayılarına göre,

- Yüzde 35'i 18 Turkcell Süper Lig kulübüne eşit olarak,

- Yüzde 45'i puan performansına bağlı olarak,

- Yüzde 9'u ise Turkcell Süper Lig'i ilk altı sırada bitirecek takımlara sezon sonu ödülü olarak dağıtılacaktır.


2005 yılında TFF tarafından alınan kararla 2008/09 sezonun itibaren yürürlüğe giren yayın ihale gelirleri dağıtım payları yukardaki gibi belirlenmişti. İki senaryoyu da bu verilere göre oluşturdum. İlk senaryo bir takımın şampiyon olması durumunda kaç dolar gelir elde edeceğini açıklıyor.

Gördüğünüz gibi dört kritere göre Burda önümüzde belirsiz tek veri var, o da performans kalemi. Performansı şimdiden öngöremeyeceğimizden geçen sezonki ligin puan toplamı ve ortalamasına göre ideal bir senaryo oluşturmak gerekti. Hesaplarıma göre geçen sene Süper Lig'deki puan ortalaması 47, toplamda 846 puan toplamış kulüpler. Bu sene toplam puan ve ortalamanın değişmeyeceğini öngörüp 75 puanla şampiyon olacak takımın gelirlerini hesaplayalım.

Galatasaray ya da Fenerbahçe:

17 şampiyonluk: %11 * (17/52)= %3,59
Eşit pay: %35 * (1/18)= %1,925
Performans: %45 * (75/846)= %3,96
İlk 6: %9 * (1/6)= %1,44
Toplam= %10,91=
35 milyon 21 bin dolar

Beşiktaş:

12 şampiyonluk: %11 * (13/52)= %2,75
Eşit pay: %35 * (1/18)= %1,925
Performans: %45 * (75/846)= %3,96
İlk 6: %9 * (1/6)= %1,44
Toplam= %10,07=
32 milyon 324 bin dolar

Trabzonspor:

6 şampiyonluk: %11 * (6/52)= %1,27
Eşit pay: %35 * (1/18)= %1,925
Performans: %45 * (75/846)= %3,96
İlk 6: %9 * (1/6)= %1,44
Toplam=%8,59=
27 milyon 573 bin dolar

Diğer Süper Lig ekipleri:,

Eşit pay: %35 * (1/18)= %1,925
Performans: %45 * (75/846)= %3,96
İlk 6: %9 * (1/6)= %1,44
Toplam= %7,325=
23 milyon 513 bin dolar

Şampiyonluk halinde gelecek gelirler bu şekilde. Bir de lig ortalamasını tutturan, 47 puanla ligi bitiren bir takımın tahmini gelirini hesaplayalım. Burda şampiyonluk olmuş dört takım hesap dışı, dört takım için şampiyonluk paylarını da ekleyip kısa bir hesapla ne kadar kazanacağını bulabilirsiniz, yüzdeleri yukarda vermiştim zaten.

Eşit pay: %35 * (1/18)= %1,925
Performans: %45 * (47/846)= %2,475
Toplam= %4,4=
14 milyon 124 bin dolar

Lig ortalamasına sahip olan takım ilk 6'ya giremediğinden o payı son hesaba katmadım, zaten 47 puanla son yıllarda ilk 6'ya giren bir ekip yok. Televizyonlarda uçuk rakamlar dönüyordu, küme düşenlerin dahi 20 milyon+ alacağı yönünde ama bu hesapta rakamların söylendiği kadar büyümediği anlaşılıyor ortalama bir Süper Lig kulübü için. Yine de ligde tutunmanın dahi senelik getirisinin ne kadar büyüdüğü bir gerçek, onu da unutmamak gerekiyor. Doğru yatırım yapılırsa ekstra bir sermayeye gerek olmadan kendini yapılandırabilir isteyen her kulüp.

Şimdi de 30 puanla küme düşen bir takımın yıllık gelirine bakalım.

Eşit pay: %35 * (1/18)= %1,925
Performans: %45 * (30/846)= %1,595
Toplam= %3,52=
11 milyon 301 bin dolar

Burda da görüldüğü gibi ligin en vasat takımları bile doğru yönetildikleri takdirde bir sonraki sezon Bank Asya'dan tekrar Süper Lig'e yükselecek sermayeye sahip olabilecekler. Bu ihalenin aslında bir de Bank Asya tarafı var ki sporseverler için günün en iyi haberlerinden birisi de o olsa gerek, uygun bir vakitte onu da değerlendirmemiz lazım. İhaleyi TRT'nin kazanması önemli, şifresiz yayınlanması adına. Gelecek sezondan itibaren en azından şehir takımlarının bir bölümü dekoder savaşlarına kurban gitmeyecekler. Yazıyı da fazla uzattım sanırım ama merak edenler için önemli veriler olduğunu düşünüyorum, umarım faydalı olmuştur...

Lucas Neill & Harry Kewell

Kewell geldiğinden beri gündemde olan transferlerden biriydi Neill. Türkiye'ye gelmek konusunda epey nazlansa da West Ham sonrası Everton'da istediğini bulamayınca tekrar devreye giren Galatasaray onu makul sayılabilecek bir teklifle İngiltere'den koparmayı başardı. Sezon başında bedava olduğu düşünüldüğünde bu bonservis bedeli anlamsız gözükebilir ancak oyuncuyu ikna etmek de bu tip transferlerde önemli bir ayak ve bunca yıldır Premier Lig'de istikrarlı bir şekilde forma giyen bir adamı tabiri caizse 'hemşehri referansı' ile getirmek çok da kolay olmuyor. Bu açıdan ilk bakışta oluşan antipatiyi bir kenara bırakıp değerlendirmek gerek transferi.

Galatasaray defans rotasyonu kadro bütünlüğüne bakıldığında en çok sırıtan rotasyondu. Özellikle stoper rotasyonunu bir türlü kurgulayamayan, Emre Güngör'ün tamamen dışarda kalması sebebiyle Hakan Balta'yı o bölgede değerlendirip sol bekte problem yaşayan Galatasaray'da hem bu bölgede Servet'i ikileyecek bir oyuncuya, hem de bek rotasyonlarında defansif anlamda görev alabilecek bir oyuncuya ihtiyacı vardı. Bu ismin Rafa Marquez kalitesinde bir oyuncu olmasını herkes isterdi eminim ama bu düzeyde bir kariyere sahip Lucas Neill'ı da kenara atmamak gerekir diye düşünüyorum. Profesyonellikleriyle öne çıkan bu tip görev adamları büyük oyuncularla beraber takımı çok daha farklı noktalara taşıyabilirler. Bunun dengesini bulabilmek önemlidir yalnız, hatırlanacak bir takım olabilmek adına özel oyuncuları da katabilmeniz gerek takıma. Neill hamlesi bu anlamda taraftarda hayal kırıklığı yaratabilir, farkındayım ama bekleyelim görelim derim ben. Defansı ciddi şekilde toparlayacağına ise bence şüphe yok.

Bu transfer bir diğer yönü de var ki o da transferin kendisi kadar dikkat çekici. Girişte hemşehri referansı demiştik, bu transferin 'hemşehri' Kewell'ı takımda kalmaya ikna etmek açısından yapılmış önemli bir hamle olduğunu da yadsımamak gerek. Katkısı da olacağına da inanıyorum açıkçası, özellikle Neill'ın kontratının 1.5 yıllık olduğunu düşünürsek Kewell'ın da +1 imzalayıp muhtemel dönüşünü bir sene ertelemesi olası. Kewell'ın sözleşme yenilemesindeki problem Galatasaray'da artan maaş barajı. Takımın en çok kazanan oyuncusu geçen sezon Lincoln'dü 2.5 milyon euro ile, Milan Baros da 2.2 milyon euro ile. Kewell da 1.8 milyon euro ile çok farklı bir ücret almıyordu onlardan, takıma katkı anlamında da denge mevcuttu. Elano'nun bu sezon 3 milyon euro'luk bir sözleşme imzalaması ve Kewell'ın bu sezon kariyerinin en verimli yıllarından birini geçirmesi son büyük kontratını imzalayacak Avustralyalı yıldızın taleplerini de yükseltti haliyle. Takımı ve taraftarı çok sevdiğine ben yürekten inanıyorum ama profesyonel futbolda bu tip pazarlıklar her zaman mevcuttur, normal karşılamak gerekir. Fenerbahçe'nin taraftar nezdinde en çok sevilen yabancı oyuncusu Lugano'nun geçen sene serbest kalışını, piyasa araştırması sonrası Fenerbahçe'ye geri dönüşünü unutmamak gerekiyor ki taraftar onun için Mehmetçik Basri pankartları dahi açmıştı. Harry Kewell'ın herkeste uyandırdığı saygı ve sevgi bilinen bir gerçek, Türk futboluna son yıllardaki en olumlu imaja sahip oyuncu olduğunu kimse inkar etmeyecektir sanırım. Onu burda tutacaksa Neill'ın transferini de bu yönde yorumlamak da yanlış olmayacaktır.

Premier Lig oyuncusu olması itibariyle seyretmişliğimiz var elbette ancak işin uzmanı varken detaya fazla girmeden kısa pas yapmak lazım. Salih iki yazıda değerlendirmiş Neill'ı, okuyup öğrenmekte fayda var.

Halil Çolak Galatasaray'da?

Son birkaç gündür Galatasaray'ın gündemindeki isim Halil Çolak, Ruud Van Nistelrooy ile birlikte. Her yerde dönen 'Hagivari' gol videosu dışında bildiğim kadarıyla bu sezon iyi çıkış yapmış gurbetçi oyunculardan biri, özellikle skorer anlamda ancak ismine aşinalığım kağıt üstünde sadece, maçını izleme şansım olmadı hiç. Hollanda'da takip eden arkadaşlar varsa Halil konusundaki yorumlarını bekliyorum, bizim söyleyeceklerimiz kesit görüntüler üzerine olacağından pek de bir hükmü yok açıkçası.

Yalnız işe transfer stratejisi anlamında bakarsak Galatasaray ne yönde adım attığı açık. Adaşı Halil Altıntop da Galatasaray adına adı sıkça geçen isimlerden biriydi uzun süredir ancak 21 yaşındaki Halil Çolak tercihi yavaş yavaş Jan Derks'le beraber hazırlanan bir transfer stratejisinin adımlarının atıldığı anlamına gelebilir. Galatasaray'da Arda Turan fazla göz önünde olduğundan genç bir takım gözüyle bakılır ancak rotasyon içinde yer alan oyunculara baktığımız zaman bu oyuncuların rolleri sanıldığı kadar büyük değil. Gelecek vadeden oyuncu diyebileceğimiz türden bir oyuncu yok Galatasaray'da, Aydın Yılmaz'ı bu sınıfın dışında görüyorum. Şu anki değerinin üzerine çıkabilecek, parlatılabilecek oyuncu eksik, Halil Çolak forvet rotasyonundaki eksiklikle beraber bunu da giderebilir. Sol ve sağ açıkta da görev yapabiliyor söylenene göre ki bu da kanat-forvet rotasyonuna ciddi bir alternatif üretecektir. Maliyet de 600 bin euro olarak konuşuluyor, değişebilir bu fiyat ama oyuncunun potansiyeline bakarsak gayet makul gözüküyor. Her yönüyle olumlu bir transferdir bana göre.

Bunların dışında son bir not, Go Ahead Eagles altyapısı kuvvetli takımlardan biridir Hollanda futbolunda, Jan Derks'le bu transferin bağlantısı da burası. Marc Overmars gibi bir adam çıkarmıştır yahu, ötesi var mı? Galatasaray'da bir sene oynasaydı diye hayıflandığım adamların başında gelir Overmars, sağ panelde de bir fotoğrafı mevcuttur. Halil de onun gibi bir oyuncuyla çalışma fırsatı buldu, bu deneyimi bile ona çok şeyler katmıştır. Transfer henüz resmi olarak gerçekleşmiş değil ama haberlerin bir temeli olduğu belli. Umarım olumlu sonuçlanır, toplamda Galatasaray'a oldukça uygun bir transfer görüntüsü çizdiğini söyleyebilirim kendi fikrimce.

Ek: Şu sitede Halil'in bu sabah Türk medyasında çıkan haberleri yalanladığı söylenmiş. Not olarak düşelim.

Orduspor 0-3 Galatasaray || Caner...

Galatasaray adına son iki maça istediği kadrolarla çıkabilme imkanı vermesi dışında fazla da anlamı olmayan bir maçtı Ordu'da oynanan, zaten 5. dakikada gelen kırmızı kart da maçı iyiden iyiye yumuşattı. Takım da Caner'in soldan bindirmesiyle golü erken bulunca maçı bitirmiş oldu zaten. Galatasaray'ın klasikleşen problemini ilk yarı boyunca yine gördük aslında, pozisyon üretemedikçe futbol aklından uzaklaşan, rakibine teknik kapasitesince yapabilecekleri her şeyi yapma izni veren savunmasızlık baş gösterdi ve İrfan'ın çabalarıyla birkaç pozisyon da üretti Ordu. Galatasaray'ın da şutla sonuçlanmayan etkili pozisyonları mevcut ama o bütünlüğü Galatasaray adına göremiyorsunuz sahada, rakibin kapasitesinden bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken, köklü bir sorun bu. Bu maç özelinde ekstra söylenecek bir şey yok. O pozisyonlardan birisi gol olsa muhtemelen devre 1-1 biter, devre arasında biraz silkinip tekrar skoru alıp götürecekti takım, orda problem yok ama hedefleri kalite olarak dengi ve altındaki takımları yenmek olmayan bir takımın mutlaka çözemesi gereken problemlerin başında geliyor bu.

İkinci yarının ilk 10 dakikasını TBL All-Star'a daldığımdan kaçırdım, orda da gelen ikinci golle maç kopmuş. TRT.net.tr'den golü izledim, diğer iki golde olduğu gibi ikinci gol de Caner'in top sürmesi ve pasör kimliği ön planda. Yeteneğine oranla nispeten düşük beklentilerle gelmiş olması bence hem onun için hem de kulüp için bir artı oldu, bonservisi alınırsa büyük kazanç olacak Galatasaray adına. Maç kondisyonu çok farklı bir olgu, bir sporcu istediği kadar iyi çalışsın, düzenli maç oynamanın getirilerini sağlayamıyor kendi kendine. Caner Erkin'in kaydettiği aşama da bununla ilgili, rotasyona iyi bir giriş yapması hem defansın solu hem de orta saha için büyük yenilik getirecektir. Bu maç özelinde beni en çok sevindiren bu oldu açıkçası. Arda'nın da oyundan çıkana kadar başarılı bir maç çıkardığını söyleyebilirim, tepkisel ruh hali dışında.

Orduspor'da eski altyapı oyuncularından İrfan'ı izlemek de güzeldi, kendince iyi bir performans ortaya koyduğunu söyleyebilirim. 1-0'ken çok net bir pozisyon yakalamıştı, değerlendirse maça da etki edebilirdi. 10 kişilik bir takımı değerlendirmek ne kadar doğru, bilinmez ama geçen sene Bruno'nun yeteneğiyle ve son vuruşlarıyla iş gören Ordu'nun o role yeni bir oyuncu bulamaması takımı oldukça sıradanlaştırmış gibi gözüküyor. Bruno Ferreira Bank Asya kulüpleri adına birer transfer stratejisi belirlemek açısından muazzam bir örnekti. Orduspor'u da bu konuda defalarca övmüştük ama orda da arkasının gelmediği açık. Sezon başında iyi bir transfer daha yaptıklarını açıklamıştı Orduspor başkanı ama o laflar da havada kaldı göründüğü kadarıyla.

Bunlar dışında fazla söylenecek bir şey yok, dediğim gibi alınan net skor son iki maçta rotasyon farklılığı yaratması açısından önemli oldu, Denizli Bld. maçında Berkin Arslan başta olmak üzere genç oyuncuları görme şansımız olabilir. Benim de okulda kritik haftalarım olduğundan bloga ayırabildiğim zaman kısıtlandı, merak edenler varsa belirtmiş olayım. Zaman buldukça yazmaya devam edeceğim...

Efes Pilsen 85-93 Olympiakos

Efes Pilsen'in Top 16'ya kalabilmesi, göbeğini kendi kesebilmesi için kritik bir maçtı Olympiakos maçı. Efes Pilsen yetkilileri de bunun farkında olacak ki büyük bir organizasyona girişip salonu doldurmayı başarmışlar. Ben de dahil gidenlerin çok büyük bir bölümü bilete para ödememişti, bunun iyi mi kötü mü olduğu tartışılır ama 10 bin kişiyi oraya toplayabilmek de önemli iştir en nihayetinde. Maç içinde ekmeği tuza banıp balık yiyenler de vardı ama özellikle maçın son çeyreği ve uzatmalarda elinden gelen her şeyi yapan, düzgün bir seyirci topluluğu vardı tribünlerde, Sezar'ın hakkı Sezar'a.

Açık söylemek gerekirse Euroleague'i sıkı takip edebilen birisi değilim, özellikle bu sezon ipin ucunu kaçırdığımı söylemem mümkün. Zaten bu sezon canlı seyredebildiğim ilk maçtı bu, o yüzden genel bir değerlendirme yapmam mümkün değil. Olympiakos'un oyuncularını da NBA kariyerlerinden ve Avrupa/Dünya Şampiyonalarından tanıyorum daha çok. Kariyer olarak Efes Pilsen kadrosundaki muadillerinin önünde oyuncular bunlar, bu açıdan mağlubiyet de çok şaşırtıcı değildi ama maçı bu noktaya kadar getirdikten sonra kazanmak gerekirdi. Maç boyu harikalar yaratan Teodosic'in son topu kötü kullanmasını Kerem daha iyi değerlendirebilse galibiyeti de konuşuyor olabilirdik mesela. Kerem'in uzatmaların sonuna doğru yaptıklarını da es geçmemek lazm gerçi, Teodosic karşısına gelince topu boşa sallamak bir refleks oldu galiba onda. Avrupa Şampiyonası'nda Sırbistan karşısında son saniyede attığı turnikeyi de düşünürsek.

Teodosic'e apayrı bir paragraf açmak lazım. Son yıllarda saf PG yetişmediği yönünde fikirler ağırlıktaydı ama bu Sırp arkadaşı izlemek bile bu tezi bir kenara itmeye yetiyor. Pas kabiliyeti zaten muazzam, oyun görüşü ve şutunun olmasının yanında inanılmaz da soğukkanlı ve paylaşımcı. İşine geldiği zaman skor üreten ama genelde takımı oynatan ve kendini zorlamayan bir görüntüsü var. Zaten ilk yarıyı tek üçlükle kapatmışken ikinci yarıyı tek başına domine etmesi de bunu gösteriyordu. Bugün deplasman baskısını hissetmeyen tek Olympiakoslu oyuncu desek yanlış olmaz sanıyorum. Şu adamın NBA draftında 2.turdan bile seçilmemiş olmasına akıl sır ermez. Bir ton abuk subuk adam NBA'e uğramayacağı kesin olmasına rağmen seçilirken böyle bir potansiyeli ıskalamak nasıl bir aklın ürünüdür, onu çözebilmiş değilim. Hoş, böyle bir adamın 15-20 dakika süre alması da basketbol adına ayıp olurdu, böylesi daha iyidir belki.

Efes Pilsen'in durumu sanırım şimdi son maçlara kaldı, tur için deplasmanda Orleanaise'yi yenip Rytas'ın da kendi evinde mağlup olmasını bekleyecekler. Turu evine getiren bir takımın ordan vermesi zordur, galip gelmeleri Litvanya ekibine yetiyor. Son maç ne getirir bilinmez ama şu kadroyla ve oyunla bir üst tura çıkması gerekiyor Efes'in. Umarım Fransa'dan ve Litvanya'dan beklenen sonuçlar gelir...

*Fotoğraf Atina'daki maçtan...
Related Posts with Thumbnails