2010'un En Çok Okunanları

1- Bursa'nın Yeni Stadyumu: Timsah Arena
Bursasporlular yeni statlarını dört gözle bekliyor sanırım. En çok okunan blog yazısının bu olmasını beklemezdim açıkçası.

2- Yoldaki Orta Saha: Musa Çağıran
Geçen sezonun devre arasında geleceği kesinleşince bir Musa Çağıran serisi hazırlamıştık. O serinin en çok okunan yazısı. Bu devre arasında da kiralık olarak nereye gideceğini konuşacağız galiba.

3- Cevad Prekazi & Galatasaray
Prekazi, Jovanovic, Galatasaray üçgeninde geçenlerin etik boyutuyla ilgili bir yazıydı. Bu da yılın ilgi görenlerinden.

4- 2010 Dünya Kupası & Excel Fikstürü
5- Jaja Coelho & Trabzonspor
6- Galatasaray'ın En İyi 5 Devre Arası Transferi
7- Çağlar Birinci vs Galatasaray Altyapısı
8- Kelepir Yıldız Adayları: Muhammet Demir & Orhan Gülle
9- Serdar Eylik Fenerbahçe'de (!)
10- Lorik Cana & Galatasaray

Mansiyon Ödülü: Galatasaray Kulübesi
Bu fotoğraf epey ilgi görse de ilk 10'da yer alamadı ama herkesin gönlünü fethettiğine şüphe yok!

Fikir, Twitter ve Blog aleminden tanıdığımız Ata İsmet Özçelik'e ait, ben de yıla böyle veda edeyim dedim. Yeni yılda daha aktif bir blog dileyip tükkanı kapatalım...

Ne Şiddet, Ne Linç. Sadece Herkese Eşit Adalet!

Yazılış sürecine katkıda bulunamasam da benim de gönül ve fikir bağlılığım olan bir grup bağımsız Galatasaray taraftarının ortak emekle oluşturduğu bir fikir metnidir. Benim de kafamda toparlamaya çalışıp yeterli mesai ayıramadığım yazıyı iyi bir şekilde detaylandırmışlar. Çeşitli blog, forum ve sözlüklerde yayınlandı ama görmeyenlerin okumasını tavsiye ederim...

NE ŞİDDET, NE LİNÇ, SADECE HERKESE EŞİT ADALET!


Galatasaraylılardan spor kamuoyuna bir çağrı:


26 Aralık 2010 tarihinde Florya Metin Oktay tesislerinde oynanan U17 Galatasaray-Fenerbahçe maçının devre arasında yaşanan nahoş olaylar kamuoyunu üzmüş ve korkutmuştur. Profesyonel sporun eşiğinde bulunan çocuk yaştaki gençlerin her ne sebeple olursa olsun şiddete maruz kalmalarının mazur görülecek hiç bir yanı yoktur.

Kınama, üzüntüleri dile getirme, ihmalden dolayı özür dileme ile sınırlı tepkilerin ve ilgili federasyonlar tarafından kulüplere yönelik verilen muhtelif cezaların bugüne kadar şiddetle mücadeleye dişe dokunur bir katkısı olmadığı aşikardır. Bu boşluğu doldurma iddiasıyla hazırlanan Sporda Şiddetle Mücadele Yasa Tasarısı'nın ana amacı da şiddeti tetikleyen, körükleyen, şiddet olaylarının önüne geçilemez düzeyde kitleselleşmesine yol açan bütün unsurların bilaistisna tespiti, cezalandırılması ve spor müsabakalarının dışına atılmasıdır.

Dehşet ve ibretle izlemekteyiz ki, 26 Aralık 2010 tarihinden bugüne kadar Galatasaray - Fenerbahçe U17 maçında çıkan olaylarla ilgili süreç, gerek medya gerekse her iki kulübün yöneticileri tarafından, öngörülebilecek en vahim şekilde ele alınmaktadır.

Yazılı ve görsel medyaya yansıyan ve kamuoyuna sunulan bilgi ve yorumlar, olayı aydınlatma ve benzer olayların tekerrürüne mani olma isteğinden çok, insanların özel hayatlarını ve bilgilerini deşifre etmeye varan bir dezenformasyon bombardımanı şeklinde sürdürülmektedir. Öncelikle bütün bu süreçte yayınlanan görüntüler eksiktir. Kamuoyuna sunulan bilgiler, olayların tamamının sağlıklı ve rasyonel algılanmasını sağlamaktan uzaktır. Bu şekliyle de kolayca saha içinde kalması sağlanabilecek bir tartışmanın, seyircilerin müdahil olduğu bir şiddet eylemine dönüşmesine nelerin yol açtığı gündem dışı bırakılmaktadır.

Üstüne üstlük bu eksik ve yanıltıcı teşhis, giderek, insanların özel hayatını görsel ve sesli ifşa eden gerçek ve tüzel kişiler hakkında çeşitli hapis ve para cezası öngörmekte olan TCK'nun 134. maddesi hilafına açıkça suç unsuru içeren bir linç kampanyasına dönüşmüştür.

Pazar gününden beri FBTV'den aldığı görüntülerle eksik ve yanlı haber yapan NTV ve NTVSpor kanalı ile, saat başı olayla ilgili gözaltına alınan kişilerin isimlerini ve ne iş yaptıklarını ifşa eden FBTV yasayı alenen ihlal etmektedirler. Bu yayınlar, sosyal paylaşım alanlarında ve taraftar sitelerinde çeşitli kullanıcı isimleriyle tehdit girişimlerine de yol açmaktadır.

Uygulanan şiddet ve yapılan hataların karşılıklı olduğu açıktır. Adalet eşit dağıtılmalıdır. Bir şiddet olayından ders çıkartmak, gerçeklikten kopmak ve yargı sürecine girmiş olan failleri, yasaları hiçe sayarak bir linç kampanyasının hedefi haline getirmek değildir. Tam aksine, adaletin bu suretle eksik tecellisi, yasal sorumluların görevlerinin gereğini yerine getirmemeleri ve linç kültürü vicdanlarda daha vahim yaraların açılmasına neden olur.

Bu çerçevede:

1 - 26 Aralık 2010 tarihinde Florya Metin Oktay tesislerinde oynanan U17 Galatasaray-Fenerbahçe maçı devre arasında yaşanan olayların seyirciyi de kapsayacak şekilde büyümesinde ağır sorumluluğu bulunan ve görgü tanıklarınca biri Fenerbahçe takımı görevlisi, digeri üzerinde kahverengi deri mont olan en az iki kişinin soruşturma kapsamına alınması en azından hukuki bir zorunluluktur. Ayrıca, bu insanların yayınlanan görüntülerde de Galatasaraylı oyuncuları yumrukladıkları net olarak görülmektedir.

2 - Sorumsuz ve medya etiğine uymayan yayınları yapan kanallar ile sosyal paylaşım alanlarında gözaltına alınan kişileri ve ailelerini tehdit edenlerin internet üzerinden işlenen suçlar kapsamında, haklarında gerekli işlemlerin yapılması; ayrıca bu tür yayınların "Devam eden bir dava ile ilgili" olmaları hasebiyle acilen durdurulması hukuk ve adalet adına diğer bir sorumluluktur.

Bütün bu fotoğrafta, asıl ibret verici olan, Galatasaray ve Fenerbahçe yönetimlerinin sergiledikleri tutumdur.

TFF'nin ifadesiyle, Sporda Şiddet Yasası ve bu yasa çerçevesinde beklenen tavır değişiklikleri içinde en önemlisi, kulüp yöneticilerinin kendi kulüplerinin en önemli çıkarının şiddetin önlenmesi olduğunda birleşmeleridir.

26 Aralık 2010 U17 maçı sonrası Fenerbahçe yönetiminin tutumu hiç de şaşırtıcı değildir. Gerek kendi televizyon kanalları, gerekse medya uzantıları vasıtasıyla süratle bir mağdur/saldırgan temeli oluşturulmuş, yukarıda belirtilen yasadışılığa aldırılmaksızın bu temelde bir kampanya açılmış durumdadır. Böylesi sağlam bir kurguyu bu kadar hızlı sahneye koyanlardan, olayların başlamasına yol açan oyuncularını ve görevlilerini sportif olarak cezalandırma yoluna gitmelerini ve kendi müdahale alanları dahilindeki diğer tahrikçileri yargı sürecine katmalarını beklemek büyük saflık olacaktır.

Şaşırtıcı olan, görünürde şiddetle mücadele uğruna kendi kulüplerinin mağduriyetine aldırmayan Galatasaray Spor Kulübü yöneticilerinin tutumudur.

Tavırları şiddetle mücadelenin ruhuna uygun görünmekle birlikte, olayların bütünüyle aydınlatılmasına; eksik görüntü ve tanıklıkların yargıya iletilmesine; halen yargıya intikal etmiş olanlar dışında başka sorumluların da yargılanmasına katkıda bulunmamak, fiilen şiddete çanak tutmaktır.

GSK Yönetim Kurulu olaylar karşısındaki mevcut duruşuyla, son derece geniş bir taraftar kitlesi tarafından "kritik bir olayda rakip takımın üzüntüsünü paylaşan akl-ı selim yöneticiler" olarak değil, Fenerbahçe Spor Kulübü'nün geçmiş pek çok olayda olduğu gibi bu olayda da kendisine çıkar sağlamaya çalışan geleneksel politikalarının destekçileri olarak algılanacaktır.

26 Aralık 2010 tarihinden bugüne kadar yaşanan süreç, bugüne kadarki şekliyle tüm spor kamuoyuna Sporda Şiddet Yasası'nın ne kadar elzem olduğunu değil, hangi düzeyde tedbir ve müeyyide içerirse içersin hiç bir yasanın, uygulamada adalet hiçe sayıldığı, günlük çıkar ve düşmanlıklar alenen körüklenmeye devam edildiği müddetçe hiç bir faydası olamayacağını ispat etmektedir.

Spor müsabakalarında şiddeti bitirmek için adil uygulamaların yeni yasal düzenlemelerden daha önemli olduğunun bilinciyle, 26 Aralık 2010 tarihinde yarım kalan Galatasaray - Fenerbahçe arasındaki maç dahil olmak üzere geçmiş bütün spor müsabakalarında vuku bulmuş şiddetin her türlüsünü bütün kalbimizle bir kez daha kınıyoruz.

GALATASARAYLILAR

23

 Michael Jordan'ın forma numarası değil bu 23. Galatasaray'ın Spor Toto Süper Lig'de 17 hafta sonunda topladığı puan. Şöyle diyelim. Galatasaray her iki maçından birini kazansaydı bugün daha fazla puana sahip olacaktı. Bırakın şampiyonluğu, oynadığı maçların yarısını kazanamayan bir takıma dönüştü, dönüştürüldü Galatasaray ve bu artık sinir bozucu boyutlarda.

Yönetimin mevcut durumda rasyonel bir tavır alacak pozisyonu yok. Zaten nispeten iyi geçen bir dönemde dahi beklenilen farkla seçim kazanamayan Adnan Polat ve ekibi, o günden beri her şey ters yüz giderken, iktidarını koruma derdindedir şu an. "Futbol dışında her şey iyi gidiyor canıım" söylemi de tamamen karizmasını, gücünü korumaya yönelik bir savunma mekanizmasıdır. Bu pozisyonu bırakıp rasyonel bir tavır sergileme şansı olduğuna ben inanmıyorum. Muhalefetin son dönemde meşrulaşan ancak aslında işi boş olan baskısı buna müsade etmeyecektir.

Bu sebeple gidişatı değiştirebilecek tek isim her türlü yetkiyle donatılmış, transferde karar verici olan bir Hagi'dir ki onun geldiği günden bu yana iyi bir sınav verdiğini söylemek zor. Aslında Hagi'nin ne yapmaya çalıştığını büyük ölçüde anlıyorum. Mevcut iskeleti motive edip kısa vadede onlarla iş görmek istemesi oldukça realist bir yaklaşım fakat doğru olanın bu olmadığı daha ilk günden belliydi. Burada olduğu gibi ilk basın toplantısına gitme şansım olmuştu ve ona direkt olarak "Takımı bugüne kadar izliyor muydunuz, özellikle son birkaç ayı" mealine gelen bir soru sormuştum. Cevap olarak "Takımı tanımaya çalışıp devre arasında neler yapabileceğimize bakacağız" demesi bugüne kadar neden mevcut iskelette ısrar ettiğinin de cevabıdır benim gözümde.

Hagi'den yerli hoca etkisi bekledik lakin o saha içi sorunlara sandığımız kadar hakim değildi. Aslına bakarsak olmak zorunda da değildir ama bunun sıradan bir düşüş olmadığını, motivasyonla aşılamayacak düzeyde bir kadro planlama problemi olduğunu görmesi gerekliydi. En azından şu devreyi daha da rencide olmadan bitirmiş olmak önümüze bakmamızı kolaylaştırabilir. Son maçta Anıl'ın çıkıp gol atması, Hakan Balta'nın orta üçlüde (bence) mevcut alternatiflere göre daha iyi iş görmesi gibi detaylar daha geniş çaplı bir operasyonun önünü açacaktır. Uzun yıllardır yapılamayan yerli kadrosunu yenileme fikrinin uygulamaya koymak bence en kritik bölüm olacak. Yabancı gönderip yabancı almanın bu takımın mevcut durumunu düzeltmeye yetmeyeceği defalarca görülmüştür. 10'dan en büyük beklentim de bu...

Konya'daki Anıl Dilaver

Galatasaray'ın ilk 11'leri açıklandığında en büyük sürpriz olarak Anıl Dilaver öne çıksa da birçok kişi kadrodan pek de memnun değildi. Gökhan Zan'ın oynaması (ki bence bugün iyiydi), Serdar Özkan, Neill'ın sağ bekte olması gibi birçok etken öne çıkıyordu ama her zaman savunduğum bir şey var. Bir takımın belli bir kadroyla kötü gittiği açıkken her türlü yeni alternatife açık olmak gerekir. Galatasaray bu dinamizmi kaybetmiş, belli başlı formayı tapulamış oyuncularla yenilmeye mahkum bir oyuncu topluluğuna teslim olmuştu. Başta Anıl olmak üzere yeni seçeneklerin olması en azından bir ihtimali barındırıyordu bir yerlerde...

Maçı çok analize değer bulmuyorum, özellikle ilk yarıda derli toplu bir oyun ortaya konsa da pozisyon denilebilecek bir organizasyon üretemeyen bu takımın çapı belli. Çok yeni şeyler beklememek lazım ancak yeni oyunculara bakmak gerekiyordu ki kariyerindeki ilk lig maçına çıkan 20 yaşındaki Anıl'ın golü bu açıdan güzeldi. Ona ayrı bir gözle bakmayıp heyecanlanmayan Galatasaraylı oldğunu sanmıyorum. Adı Anıl diye ya da genç diye değil bu. Bir yenilikti bu maçta Anıl Dilaver ve bu kadar kötü giden saha içinde herhangi bir yenilik şans bulmayı hak ediyor.

Anıl'ın herhalde 10'a yakın A2 maçını canlı izlemişimdir yakın dönemde, fırsat oldukça GS TV'den de izlemeye çalışıyorum. Benim için üst düzey maçlarda performansı düşen ve 9 numarada zorlanan bir oyuncu olmuştur her zaman. Çalışkanlığıyla, temel yeterlilikleriyle bir yere gelebilir diye düşünsem de burasının Galatasaray olması zor. Hâlâ aynı görüşteyim lakin sahadaki Galatasaray bu kadar kötüyken Anıl gibi en az 3-4 A2 takım oyuncusunun rotasyonu delmesi de fazlasıyla normal.

İlk yarıdaki net pozisyonda pas tercihi yanlış olabilir ama stoperlerin arasında kaybolmasıydı mühim olan. Hagi'nin bu durumu görüp Kewell'ı göbeğe çekerek onu forvetin kenarlarına atması Anıl'ın topla daha verimli buluşmasına imkan tanıdı ve kısa süre içinde bir güzel pas, bir de golle süsledi bu performansını. Yani demarke forvet olarak iş yapabilirliği olduğunu bizlere gösterdi. Anıl Galatasaray'da kalıcı olur, olamaz o ayrı konu ama bu takımda çıktığı her maç sadece Anıl'ın değil, Galatasaray'ın da kazancıdır.

Altyapıdan çıkan oyuncuları Rıdvan Dilmen tabiriyle "Bir Arda Turan değil" diyerek kenara atmadan çeşitli dönemlerde faydalanıp değerlendirmek gerekiyor. Anıl da en azından uzun süredir atıl kalan altyapının üstyapıyla bağ kurmasını sağlayacak bir gol attı. En azından buna vesile olur diye ümit ediyorum. Benim için Konyaspor karşısında alınan üç puandan ziyade bu önemli...

Son Barikat Beşiktaş: Dinamo Kiev / Aris-Manchester City

Siyah-beyazlı taraftarların kullandığı slogan ve pankartlardan biridir 'Son Barikat' fakat Türkiye'nin Avrupa'daki konumuyla da birebir örtüşüyor. Bursaspor'dan mucize beklerken standart bir 3-4 puan dahi alamamışken, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin ayıbını bir miktar da olsa temizleyebilecek tek takım olarak Beşiktaş kaldı ve şubat ayından itibaren geçilecek bir tur, görülecek bir çeyrek/yarı final, beş yıl boyunca Türkiye'nin sırtında taşıyacağı bu kamburu bir nebze hafifletebilir.

Son 32 kuraları her zaman risklidir ve geçen sene de sıkça söylediğim gibi bence seribaşı/seribaşı olmayan farkının en aza indirgendiği kura çekimi bu. Bir kere havuz geniş ve homojen sayılmaz. Şampiyonlar Ligi'nden gelenlerin ikiye ayrılması dahi işleri karıştırıyor. Galatasaray, geçen yıl grup lideri olup Atletico Madrid'i seçmişti misal. O gün herkes çok heveslense de gayet kötü bir kura olduğu aslında açıktı. İşte bu yıl Beşiktaş'ın en azından ilk turda şansı yaver gitti.

Dinamo Kiev, biraz da şans eseri bir-iki maçını göz ucuyla da olsa takip edebildiğim bir ekip. Avrupa'da en sevdiğim ekiplerden biri olan BATE'nin grubunda lider olsalar da bunu BATE deplasmanından galibiyetle dönmeye borçlular. Yoksa grup içinden kolayca sıyrılmış bir ekip değiller. Hemen hemen aynı ayarda bir grupta (bence daha zorlu) yer alan Beşiktaş ise Porto'nun hükmettiği maçlar haricinde "Avrupa kupası maçları" stiline yatkınlığını ortaya koydu. Süper Lig temposundan farklı oynanan bu maçlarda bence Schuster'in Beşiktaş'ı iş görecektir. Dinamo Kiev'in daha üstün olmadığını net olarak söyleyebiliriz. Bence siyah-beyazlıların bu turu geçme şansı Kiev'den yüksek. Yine de Dinamo Kiev geleneğinin Türkiye'den tur alma tecrübesinin olduğunu kendime muhalefet şerhi olarak düşüyorum.

Öbür taraftan Manchester City'nin geliyor olması ise kuranın kötü yanı. Bence kupanın dört-beş favorisinden biridir City. Şimdiden mart ayında oynanma ihtimali olan bir eşleşme üzerine konuşmak yersiz olsa da benim tercih edeceğim bir eşleşme olmazdı Aris-Manchester City.

"Son Barikat Beşiktaş" dedik, altını dolduralım. Blogda en kısa sürede Türkiye'nin UEFA sıralamasındaki yeri ve gelecek sezonlar için muhtemel senaryolar, Beşiktaş'ın ve Bursaspor'un takım puanı incelemeleri yer bulacak...

Neurosport & Gazoz Ligi

Tam saha, 11'e 11 maç yapma zevkini, mevkii bilincini ilk olarak iki-üç sene önce tatmış, futbol konuşmakla top tepmek arasında dağlar kadar fark olduğunu ilk o zaman anlamıştım. Şimdilerde benzer bir deneyimi Bağış Erten önderliğinde organize edilen Gazoz Ligi'nde tecrübe ediyorum. Saha içindeki rolüm çok matah bir şey olmasa da NTV Spor ve Eurosport Türkiye'de iş yapan/yapmış arkadaşlarla birlikte oluşturduğumuz Neurosport takımıyla her hafta maç yapıyoruz ki sadece maçı izlemek, topa dokunmak bile bana farklı bir şeyler katıyor, en azından saha içiyle empatimi güçlendiriyor.

Takımda kimler var derseniz kadro geniş: Yücel Tuğan, Emre Özcan, Gürcan Ulusoy, Emre Alayoğlu, Onur Erdem, Mustafa Özdemir, İsmail Şenol, Onur Salman, Alican Keser, Uygar Karaca, Armağan Ükünç, Koray Gök, Soner Öztürk, Gürsoy Ercan, Barış Gerçeker, Ozancan Sülüm, Sencer Yücel, Emek Ege... (Atladığım muhakkak vardır, kusura bakmayın) Teknik ekipte de Caner Eler ile Erman Yaşar var. Blog, Twitter aleminden pek çok tanıdık ismin bir araya getirdiği bu takımla Beşiktaş'ın Fulya Tesisleri'nde salı/çarşamba maç yapıyoruz. Maçı izlemek, iki lafın belini kırmak isteyen olursa kulübede bekliyor olacağım.

Son olarak bize bir jest yaparak formalarımızdan tozluklarımıza kadar ekipmanımızı herhangi bir karşılık beklemeden hazırlayan Nike Türkiye'ye de teşekkürlerimi sunarım. Oynasak da oynamasak da kendi adının yazılı olduğu bir forması olması hoş bir his. 19 numaralı formamla emeği geçen herkesi selamlıyorum.

Gazoz Ligi dedik, merak eden olursa hangi takımların ligde yer aldığını, kimlerin oynadığını takip edebileceğiniz bir blog da mevcut. Dünya Kupası esnasında Avrupa'yı gezip bloga leziz yazılar bırakan sevgili dostum Mustafa Özdemir'in ilgilendiği blogun linki de şuradadır efendim.

Beşiktaş'ın Şampiyonluk Hamlesi: Portekizliler

Beşiktaş'ın devre arası transfer dönemleri her zaman hareketli geçer, şampiyonluğu getirecek hamle yapılmaya çalışılır. Schalke'den Fabian Ernst'in alınması bunu sağlamıştı misal, bir önceki sezon da Filip Holosko'yla denenmişti benzer bir yol. Bu kez Beşiktaş yönetimi iyiden iyiye kafayı çizip Guti, Quaresma, biraz da Iverson transferinin getirdiği süksenin de getirisiyle devre arasını bir şenliğe çevirmek istiyorlar. Peki hamleler ne kadar yerinde ve belki de en az bunun kadar önemlisi, kimler gidecek?

Ernst, Necip, Aurelio üçlüsünden seçim yaparak orta sahayı kuran Schuster, bu ikiliyi tamamlamak için Guti'yi daha derine atmamak adına daha net bir orta ikili talep etmiş olabilir. Fernandes de en azından yeteneği, çabukluğu ve şutlarıyla Ernst'te bulunan "hücumda yetkin orta saha" modeline yakın bir oyuncu fakat bana kalırsa bu üç oyuncu arasında katkısı en şüpheli olan aynı zamanda... Daha 24 yaşında yeteneği değil, sakatlıkları sebebiyle Everton, Valencia gibi oyuncu parlatmakta uzman kulüplerde tutunamayan bir oyuncuya zaten şüpheyle yaklaşmak gerekli. Aradığı çıkışı Beşiktaş'ta da bulabilir elbette ama hedeflediği şampiyonluğun uzağına düşmüş bir Beşiktaş'ın böyle yüklü bir devre arası yatırımını yaslayacağı oyuncu olamayabilir Fernandes. En azından sezon sonu hamlesi yapabilmek için kiralama yoluna gidilebilir. Bence oyuncudan ziyade transferin yapılış şekli daha önemli.

Hugo Almeida, aslında blogu ihmal etmesem ele alacağım oyunculardan biriydi zira takımıyla sözleşme yenilemeyeceği açık olup transfer opsiyonlarını elinde tutan oyuncugillerden biridir kendisi. Afellay, Barcelona'ya geçti misal, Pienaar'ın da devre arasında İtalya'ya geçebileceği konuşuluyor. Almeida da Portekiz'den, İspanya'dan talipleri çıkabilecek bir oyuncuydu. Bu kadar formdayken Bobo dışında skor üretemeyen Beşiktaş forvet hattına ilaç olabilir. Ortalaması olan, iyi bir merkez forvet. Fiziği Türkiye'deki sertliği kaldırabilir, Bobo'yla beraber kullanılabilir. Daha doğrusu Bobo sonrası döneme de yatırım olarak görülebilir. Eğer oyuncu ikna edilir ve uçuk bir fatura çıkmazsa devre arası transfer döneminde kotarılabilecek en başarılı transferlerden olur.


Simao ise yıllardır İspanya'da seyrettiğimiz, klasik 7 numaralardan biri. Sevmeyeni de çoktur aslında ama ben her daim bizim ligde iş yapacak türden bir adam olduğunu düşünmüşümdür. Sağlam duran top kullanır, orta keser, formda olduğu zaman maç alır. Geçen yıl Galatasaray'ın da epey canını yakmıştı Reyes'le birlikte. Hoş, Beşiktaş yönetimi muhtemelen Almeida'yla birlikte ona "Portekiz Milli Takımı'nda oynuyor, Quaresma'ya da arkadaşlık ederler" gibi bir mantıkla yaklaşıyordur lakin nereden bakılırsa bakılsın, zaten para harcanacaksa Quaresma-Guti-Simao, önlerinde Almeida gibi bir hücum hattı bu ligde kurmak iyi iştir. İştir diyorum çünkü ortalama 8-9'luk hücum hattının arkasını yerli kontenjanından kelli 5'lik adamlarla doldurmanın şampiyonluk yolunda çözüm olmadığını geçen yıl Bursaspor, bu yıl da Trabzonspor gösteriyor. Kağıt üstünde güzel olabilir ama arkasını da doldurmak gerekli.

Bu oyuncuların gelişi kadar kimlerin gideceği de önemli ki anlaşıldığı kadarıyla Ersan'ı merkezde banko düşünüp Zapo'ya ya da Ferrari'ye yol verilecek o noktada. Hücum hattında da Holosko-Tabata ikilisinden birine bilet kesilebilir, en kötü kiralanabilir. Bir başka kurban adayı Michael Fink gibi duruyor ki bu boşa çıkacak oyuncular Türkiye Ligi'nde kalırsa başta Bursaspor ve Kayserispor olmak üzere birçok ekibin gözdesi olur. Zapo-Fink ikilisi sezon başında boşa çıksa şu anda muhtemelen yeşil-beyazlı formayı giyiyor olacaklardı zaten. Tüm bu transferleri Beşiktaş'ı şampiyonluk yarışın sokabilir mi? İşte en büyük soru işareti o ama zor diyorum. Trabzonspor'u herkesin bir-iki adım önüne yazarsak form durumuna göre 2-4 arasında tutunacak bir ekip olacaktır Beşiktaş. Gerisi için transferlerin kesinleşmesini ve ikinci yarıyı beklemek gerek...

Fenerbahçe'nin Küçük Golcüsü: Beykan Şimşek

İşim gereği A2 Ligi'ni yakından takip ediyorum bildiğiniz gibi, izlediğim bunca maç içinde beni en çok etkileyen oyuncu ise açık ara Beykan Şimşek'tir. Şöyle bir izlerseniz son vuruş yüzdesi başta olmak üzere bazı eksikleri gözünüze çarpabilir ama genellikle 91'li oyuncuların fırsat bulduğu bu ligde 15 yaşında forvet oynamak her baba yiğidin harcı değil. O yaşlarda ayların dahi önemi varken Beykan'ın hiç sırıtmaması dahi başlı başına bir artıdır ki dar alanda top taşımasıyla, hızıyla ve sezgisiyle bence hakikaten özel bir oyuncu olma yolunda ilerliyor.

Canlı izlediğim maç sayısı dördü geçmiştir sanırım, her seferinde bana bir şeyler gösterdiği oldu. Bir kere acayip bir sıçrama becerisi var ve çevik. Karşısındaki stoper ne kadar sağlam olursa olsun, yanından fırlayıp gitme şansına sahip. U-17 Milli Takımı'nda sağ açıkta görev aldığı da oluyor ki kaleye yüzü dönük de iş yapabiliyor zaten. Dediğim gibi, son vuruşlarına çalışması gereken ancak gerçek anlamda top tekniği ve zekası olan olan bir oyuncu. Topu alıp yaldır yaldır üç adam çalımlamaktan söz etmiyorum. Kontrol edip doğru pası verebilmek bence bir forvet için çok daha önemli bir özellik. Beykan bunları yapmayı beceriyor. Zaman zaman oyunda silikleşiyor ama bunda yaşının ve tek forvet oynuyor oluşunun etkileri de var. Genel anlamda "Kimdir, necidir bu Beykan" diyenlere bunu söyleyebilirim.

Kadir Has Spor İletişim mezunlarından sevgili Ceyla Kütükoğlu'nun davetiyle Beykan'la şahsen tanışma, sohbet etme şansı da buldum yaklaşık iki ay önce. Beykan'la ilgili bir şey söylemeden önce şunu diyeyim. Ne kadar iyi bir gözlemci olursanız olun, dışarıdan edindiğiniz her izlenimin birer ilüzyon olma şansı vardır. Adam daha liseli yahu, bildiğin çocuk. Kendini geliştir, hede hödö demenin ötesinde bir şeyler söyleyebilmek lazım. TV'den izleyip uzman kesilmenin yanlışlığını bana hissettirdi bu sohbet.

Beykan, en başta özgüveni sağlam, tabiri caizse fırlama bir çocuk. U-17 Milli Takımı'nın da en aktif oyuncularından biri olduğu söyleniyor ki kendilerinden iki yaş büyük oyuncularla takıldığını ekleyeyim. Saha içi becerisi kadar önemli bir yeti bu bence. İkincisi lafta kalmayıp hakikaten bir şeyler okumaya, kendini geliştirmeye hevesli bir çocuk. Tüm bunların toplamında baktığımda en az Fenerbahçe altyapısı denince akla gelen akranı Recep Niyaz kadar önemli bir yetenek olduğuna inanıyorum. Bir de Galatasaray'da olsa tadından yenmezdi hani...

Merak edenler için röportajın tamamı: Beykan Şimşek / TFF.org

Veda Gecesinden

Galatasaraylı olmak zor zanaat hakikaten. İstesen de istemesen de bir rezilliğin ortasında kendince çıkış yolu arayıp bulamayan bir insanlar topluluğuna dönüştük. Bu takımı çok kötü günlerin beklediği benim adıma Adnan Polat'ın NTVSpor'daki fiyasko açıklamalarından sonra belli olmuştu da ne olursa olsun, Ali Sami Yen Stadı'ndaki son lig maçı gibi özel bir anlam ifade eden sıradan bir maçı da kazanmak istiyor insan. Fakat saha içinde sizin beklentiniz değil, futbolcuların yetenekleri ve oluşturdukları bütün oynuyor. Galatasaray'da her ikisi de yokken biz kendi kendimize ne dersek diyelim, saha içinde gelenin geçenin mağlup ettiği bir takım izlemeye devam edeceğiz.

Bugün spor yazarlarına şöyle bir baktım, aklımdakine en yakın noktayı yakalayan Mehmet Demirkol olmuş. Başkanın ve yönetim kurulu üyelerinin sürekli "Bu futbol da olmasa her şey mükemmel canım, çok şanssızız" mealinde açıklamalar yapması aslında Galatasaray'ı karanlık bir gelecek beklediğini gösteren en önemli unsur. Galatasaray'ın şu anda çöküşü kabullenip çözüm üretmeye çalışacak bir ekibe ihtiyacı var ve bu yönetimin o duruşu gösteremeyeceği çok açık. Aslında Adnan Sezgin en doğru transferleri yapmıştı, sağlık heyeti harikaydı, Rijkaard mükemmeldi ama doku uyuşmadı, keza Hagi'yle de... Yerli futbolcularımız muazzam ama yabancıların tamamı hayal kırıklığı yarattı. O, şu, bu... Bir şekilde bu çapsız söylemleri değiştirmese bile icraatlarla bu söylemlerin aksini yapacak insanlar lazım ve bana sorarsanız benim pek ümidim yok.

2008 yılından beri blogda yazıyorum, daha önceleri forumlarda yazardım. En sevdiğim oyunculardan biri olmasına karşın Arda Turan'ın Avrupa'ya transfer olmasının Galatasaray'ın lehine olduğunu düşünmüşümdür her zaman ama dün Arda'nın sahaya adım attığı ilk iki-üç dakika benim bu fikrimi değiştirdi. Sahada futbolcuya benzer bir şeyler gördük. Hırsıyla, isteğiyle ve en önemlisi becerisiyle oyunun enerjisini değiştirmeyi bildi. Arda, bu Galatasaray için bir hediyedir, bir armağandır. Arda'nın düzgün bir şekilde Avrupa'ya gidişiyle orta vadede elde edilecekler, kısa vadede kaybedileceklerin yanında devede kulaktır an itibariyle.

Dün tribünlerden yükselen 'oley', 'üç üç' seslerine gelince. Aslında inanın, çok yadırgamadım. Galatasaray tribünlerinden yükselmesi facia olan bu tezahüratlardan çok daha önce, aslında bugünü bir şenlik havasında geçirip yenilgide dahi nostaljik tezahüratlar yapmaya niyetli bir tribün vardı dün. Sahada ise yenilgiden öte bir şeyler olunca ruh hali değişti. Sen, ben susarsın ama binlerce kişi susmazdı. Genelin dürtülerine kalan her tribünde saçma sapan işler olur, dünkü rezaleti de buna bağlıyorum açıkçası. Balık baştan değil, hepten kokuyor işte, çok mu garip?...

Hakan Şükür & Metin Oktay Formaları

Hakan Şükür benim gördüğüm en büyük Türk futbolcudur, daha eskileri de görmüş birçoklarına göre de yetenek açısından olmasa da Türk futbol tarihine yaptığı etki bakımından hepsinden üstün olduğuna itiraz edeni görmedim. Galatasaray tarihinin en önemli isimlerinden de olabilir ama futbolculuğu döneminde her ne olursa olsun arkasında dursam da her daim açıklamalarıyla beni utandırmış ve bir Galatasaray taraftarı olarak birçok kez kırmıştır. Benim bakış açıma göre Galatasaray'la bu kadar özdeşleşmiş bir oyuncudan nefret dahi etsem sesimi çıkarmamak sarı-kırmızı renklere gönül vermenin bir gereğidir fakat... Bir tezahüratta denildiği gibi şu forma açıklamasına içim rahat etmiyor çünkü doğrusu o değil.

Hakan Şükür mealen diyor ki "Benim tam rekor kırdığım dönemde Metin Oktay formaları dağıtıldı. Yönetim benim ismimin öne çıkmasını Metin Oktay'la engellemeye çalıştı." Şu kırgınlık portresine Metin Oktay'ı yerleştirmek de ayıptır, o ayrı lakin Hakan'ın burada demek istediği daha çok Adnan Polat ve ekibinin esas amacı onun önünü kesmek ve emekliliğine yol yapmak. İşte bu hakikaten büyük komplo teorisine giriyor ama Hakan Şükür çok yanılıyor. Her ne kadar Galatasaray tarihinin en kötü başkanı olma yolunda Özhan Canaydın'ı geride bırakmak için canla başla çalışıyor olsa da (ki rahmetli Canaydın'ı hiç ama hiç beğenmediğim bilinir. Bu yönetimin ilk dönemdeki kredisi de o rezalet yıllara dayanır) Adnan Polat'ın suçu değildi.

Metin Oktay formasının o dönem bedava dağıtılmasının sebebi Galatasaray Store'un ürettiği bu ürünün lisanslı formaya bir alternatif oluşturması ve bunun o dönemki sponsor olan Avea'yla yapılan anlaşmaya ters düşmesiydi. Yani bu formalar "Taraftara kıyak olsun" diye değil, yasal bir zorunluluktan dağıtılmak zorunda kalınmıştı. "Satmaktansa taraftara verelim, bari iyi bir PR kampanyası olur" mantığı güdülmüş olmalı ki net olarak hatırladığım rahmetli Özhan Canaydın'ın taraftar nezdinde zor günler geçirmekte olduğuydu. Hoş, Sivasspor maçının ardından "Ancak bedava forma dağıtınca doluyor stad" gibi akıllara feza bir açıklama da yapmıştı ki bunu da söylemeden geçemedim. Neyse, toprağı bol olsun, allah taksiratını affetsin.

Kısacası bir formaya adını yazdırdığım ilk isim olan Hakan Şükür, dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünüp komplo teorileri kuruyor olabilir ama bu kez faka basmıştır. Benim vicdanım da şu rezalet yönetimi bu saçma sapan konular üzerinden eleştirilmesine el vermiyor. Eleştirilecek konu aramaya bile gerek yokken, her gün bir başka bomba kucağımıza düşüyorken hele...

Fiyaskonun Yeni Adı: Elano

Elano'nun transfer dedikoduları Brezilya basınında kaynamaya başlamıştı ki he demeye fırsat kalmadan Galatasaray resmi sitesi Elano'yu muazzam bir kârla Santos'a verdiklerini açıkladı. Yazılana göre Galatasaray, bu transferden tam 12 milyon avro kazanmış. Elano çok büyük fedakarlıklar yapıp oynamadığı sezonların parasından vazgeçmiş falan. İlginç işler...

Akıl sağlığımızı yitirmeden ne olduğuna bakarsak Lincoln transferine benzer bir şekilde Brezilya'ya dönen oyuncuların "Avrupa'ya dönerse" kisvesi altında ucuza verilmesi yatıyor. Eğer Santos, 2012'ye kadar Elano'yu satıp kâr ederse bu kârın %50'si Galatasaray'ın olacakmış. Kırmızı kar yağarsa hesabı. Lincoln için de benzer bir madde konulup 2 milyon civarı bir paraya gönderilmişti. 29-30 yaşındaki Brezilyalı oyun kurucular, Avrupa kariyerlerini bırakıp Brezilya'ya döndükten sonra Avrupa'ya dönmez, keyfine bakar adam. Dönerse de 10 milyon avro bonservisle dönecek hali yok. Bu sebeple Galatasaray'ın Elano'dan aldığı para 2.9 milyon avrodan, hadi şu ana kadar oynadığı dönemin alacağı olan 1.2 milyon avroyu da sayalım, 4.1 milyon avrodan fazla değil. Alırken 7 milyona aldık deyip satarken 12'ye sattık demek şar kurnazlığından öte insanlara keriz muamelesi yapmaktır. Transferden çok sinir bozan da bu. Herkes aptal, onlar uyanık! Yersen...

Hagi'nin şu takıma geldiğinde yaptığı en akıllı iş Elano'yu kazanmak ve oyuna dahil etmek demiştim ama sağolsun yönetimle iş birliğine gidip Galatasaray'a gelişinden bu yana koyduğu belki de tek yapıtaşını ellere vermiş oldu. Misimovic'i de harcadık arada. 50 bin doların pazarlığını yapmakla övünen bir kulüp iki oyun kurucuya 15 milyon avro gömüp birisini üç-otuza satmak zorunda kalıyor, diğerini yedek takımına yolluyor. Geriye kalan oyun kurucu 34 yaşında, futbol melekeleri zayıflamış vasat bir orta saha. Onun arkası daha da komedi. Akıl sağlığı dedik ama Galatasaray'ı tutan birinin aklına mukayyet alması hakikaten zor.

Adnan Sezgin'e laf etmenin artık hedefi şaşırttığını, bu komediden topyekün kurtulunması gerektiğini düşündüğümden ona fazla yüklenmekten yana değilim ama herhalde bu transfer de bitirme tezi olarak önümüze konacak ilerleyen günlerde. Büyük başarı diye söyleneceğinden eminim. Keita'nın satışının şartlar gereği doğru olduğunu savunan biriyim lakin şu transferin akla mantığa uygun tarafı nedir, anlayan var mı? Alacaklarından kurtulduk diye oyuncu mu gönderilir? Öğrenciler olmasa MEB de ne güzel idare ediliyor zaten, değil mi? ..

Bütün yaz transfer dönemi adamı gönderemeyip takımda elle tutulur birkaç adamdan biri haline gelmişken satmak. Aslında fazla da bir şey söylemeye gerek yok. Orta sahaya baksanıza, kendisi konuşuyor zaten!

Ayhan Akman, Mustafa Sarp, Barış Özbek, Sabri Sarıoğlu...
Related Posts with Thumbnails