Avrupa liglerinde son sezonları domine etmiş takımların düşüşü oldukça dikkat çekici bir hal aldı. Almanya'da Bayern, İtalya'da Roma, İngiltere'de Tottenham, Türkiye'de Fenerbahçe ve Galatasaray. Bu kimilerine göre beklenmedik, kimilerine göre bağıra bağıra gelen düşüşlerin arkasını kurcalamak istedim biraz.
Hayal kırıklıklarında başı Bayern çekiyor şüphesiz. Geçen seneyi uzak ara farkla şampiyon kapatan, geçtğimiz sezon oluşturduğu müthiş forvet hattıyla ve bu sezon birbirine iyice alışması beklenen yıldızlarıyla Bundesliga'yı domine etmeleri bekleniyordu. Beklentileri karşılamak bir yana dursun, yanına bile yaklaşabilmiş değiller. Bundesliga'da 7 maçta 2 galibiyet alabildiler şu ana kadar ve 9 puanla 11. sıradalar.
Kötü gittikleri açıktı ama en son içerde oynadıkları Bochum maçı en büyük darbe oldu onlar için. Son 10 dakikaya 3-1 önde girdikleri maçta 2 dakikada 2 gol yiyerek taraftarlarına büyük bir hüsran yaşattılar. Bochum'un geri dönüşünün gerçekleşmesinde en büyük pay sahibinin Sinan Kaloğlu olması da ayrı bir yazı konusu zaten, oraya da değineceğim.
Klinsmann'ın koltuğu feci halde sallanmakta şu an. Çok severim Klinsmann'ı, Koeman ve Schmeichel ile birlikte çocukluk dönemimin en büyük oyuncularından biri olmasının bunda payı büyük. Ancak hocalığı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim ne yazık ki. Almanya milli takımındaki başarılı deneyimi ve futbolculuk kariyeri ona Bayern kapılarını açtı ama kapıların kapanması da yakındır. Oluşan krizi yönetmekte büyük sıkıntı çekiyor. Franck Ribery'nin 2 aylık sakatlığı onun teknik direktörlük kariyerine mal olacak belki de.
Koltuğu sallantıda olan bir diğer hoca da Luciano Spalletti. Geçtiğimiz sezonlarda şampiyonlar liginde ve ligde çıkardığı iş muazzamdı. Forveti az, ofansif orta sahası bol bir taktikle göze hoş gelen bir oyun oynatması da birçok futbolseverin sempatisini kazanmasını sağamıştı. Ancak orası Serie A, dün yok bugün var. Son iki sezonun lig ikincisi Roma'nın 6 haftada topladığı puan sayısı sadece 7. Lig başlarken Spalletti'nin bu hafta için düşündüğü yer ondördüncülük değildir sanıyorum.
Onlar için sorunlar ligden önce başlamıştı aslında. Ellerini kime atsalar kuruttular. Uzun süre Adrian Mutu için uğraştılar ancak Mor Menekşelerden koparamadılar onu. Rotasyon için düşündükleri Harry Kewell için de Galatasaray daha cazip bir teklif yapınca transfer dönemini bir nebze de olsa kurtaracak hamleyi yapamamış oldular. Mancini'nin Inter'e transferi de tuz biber oldu bu arada. Gerçekleştirdikleri transferler ise Real Madrid'ten Baptista ve Monaco'dan Menez oldu. Ancak Totti'nin yokluğunda bu transferlerin verimi de sınırlı kaldı. No Totti, No Party! Roma'nın içinde bulunduğu durumu en iyi özetleyen pankart olmuş. Alper Öcal doğru fotoğrafı bulmuş yine.
Tottenham ise benim anlamakta güçlük çektiğim bir biçimde ligin dibine demir atmış durumda. Sadece iki beraberlik alabildiler şu ana kadar, galibiyetleri yok. Şaka gibi gerçekten. Sezon başında yaptıkları doğru transfer hamleleriyle futbol kamuoyunda beklentileri yükseltmişti Juande Ramos. Euro 2008'in parlayan isimleri Luka Modric ile Roman Pavlyuchenko'yu kattılar kadrolarına. Bunun yanına Manchester City'den kopardıkları ve benim çok beğendiğim bir oyuncu olan Vedran Corluka'yı da koyunca 'Big 4'u zorlayacak en büyük aday konumuna gelmiştiler sezon öncesi yorumlarında. Ancak futbol sahada oynanıyor ve hatayı affetmiyor. Kötü başlamanın da etkisiyle bir türlü düzenli bir ilk 11 oturtamayan Tottenham'ın hocası Juande Ramos.
Bizimkileri ise detaylı bir şekilde ele almak lazım, iki-üç paragrafla geçiştirilecek gibi değil çünkü. Yazımız Tottenham'la bitmiş olsun, herkese iyi günler diliyorum.
1 yorum:
abi blogun acetonun yeni programında mutlaka tanıtılmalı.yazılarını okumak büyük keyif veriyor gerçekten
Yorum Gönder