Çocukken izlediğim çizgi dizilerden biri olan Recess'de geçerdi bu "yeni çocuk" kavramı. En son gelene daha farklı bir gözle bakılır her zaman, bunu çok iyi işlemiş ki aklımda kalmış. TJ'e de selam edelim bu kadar konuşmuşken. Hatta çizgi dizinin adını bilmez, TJ derdik o zamanlar, hey gidi hey! Madem bu kadar atıp tuttuk, 'The New Kid' bölümünü izlemek isteyenleri buraya alalım, eminim birçoğunuza tanıdık gelecektir.
"Avrupa'nın yeni çocukları"na birkaç yazı eşliğinde göz atalım istedim. Hoffenheim ve Hull City gibi blogda sıkça değindiğim takımları az çok biliyoruz, bir de diğerleri var tabi. Dört büyük lige özel olarak değineceğim, ilki de İngiltere olacak.
İngiltere'de bu sene en çok dikkat çeken çaylak şüphesiz Hull City oldu, az önce söylediğim gibi. Lise döneminde sosyal hayatımın büyük bölümünü kapsayan CM 01/02 fenomeninde Galatasaray dışında yönettiğim ender takımlardan biridir Hull City, bu sebeple hafiften gönül bağım da yok değil. Underdog'lara zaafı olan gariban dostu kimliğim de işin içine girince takip etmek kaçınılmaz oluyor haliyle. İngiltere gibi sürprizlerin sık yaşanmadığı, futbol ekonomisinin kalbinin attığı bir ligde bunu gerçekleştirmek futbol kamuoyunun ilgisini de yoğunlaştırdı takıma.
9 haftada tam 20 puan topladılar, tam 6 galibiyetleri var. Bunların içinde Arsenal deplasmanında 1-0 geriden gelip aldıkları 2-1'lik galibiyeti bir kenara koymak lazım. Hull City'nin büyüsünü en parlak şekilde kitlelere duyuran maç olmuştu bu. Ancak onlar durmadılar, o günden bu yana bütün maçlardan galibiyetle ayrıldılar. İnanılmaz bir seri. Phil Brown son basın toplantısında "Önümüzdeki 10 maçta aynı performansı sergilersek o zaman mutlu olabilirim" diyerek esas amaçlarının ligde kalmak olduğunu bir kez daha vurgulamış, oldukça mütevazi bir söylem. Açıkçası mucizevi bir başlangıç yapmış bir takımın hocasından beklenilen açıklama olmadığı kesin, takıma olan güvenine daha çok vurgu yapmalıydı sanki diyerek hoca eleştirmede Türkiye'yle sınırlı olmadığımızı göstermiş olalım!
Bir de ufak bir not, fotoğraftaki Daniel Cousin'ın Galatasaray'dan transfer teklifi aldığına dair bir habere rastlamıştım. Kendisi 77 doğumlu Fransız bir forvet. Gelse ne olurdu bilinmez ama bu kareyi yakalayamayacağımız kesindi.
Stoke City'de dikkat çeken ilk oyuncu tabii ki Thomas Sorensen. Uzun süre Galatasaray'ın transfer listesinde yer almıştı. Isaaksson olmayınca geleceğini düşünmüştüm ama Galatasaray yönetimi De Sanctis'te karar kıldı. Stoke City iyi bir kaleciyi kelepir bulmuşken kaçırmadı doğal olarak ancak koskoca EPL'yi bir kaleci transferiyle de götüremiyorsunuz. Ligin dibi için en büyük aday görüntüsündeler.
West Bromwich Albion ligin asansör ekiplerinden, Sakaryaspor'dan hallice bir görüntüdeler. Aslında lige fena bir başlangıç yapmamışlardı. Takımın Çek forveti Roman Bednar'ın da golleriyle katkıda bulunmasıyla 7 haftada 10 puan gibi orta karar bir performans tutturmuşlardı. Ancak forvet hattı durunca yenilgiler de peşi sıra geldi, son üç maçtan puansız ayrıldılar. Manchester'dan 4, Hull City'den 3 gol yiyip gol bile atamadılar. Bu akşam da zor günler geçiren Newcastle'a 2-1'le boyun eğdiler. Düşme hattı onların da çok uzağında değil.
İki takım da tahminlerin doğruluğunu gösterdiler ilk 9 hafta itibarıyla. Stoke City 7 puanla 19. WBA ise 10 puanla 13. sırada. İki takım ligin en kötü averaja sahip takımı ünvanını paylaşıyor -8 ile. Son sıradaki takımın Tottenham olduğunu, Fulham ve Bolton'ın ligde kalma konusunda hem şanslı hem de tecrübeli olduğunu düşünürsek işlerinin kolay olmadığını söyleyebiliriz. Hull City'ye imrenerek baktıklarına eminim...
0 yorum:
Yorum Gönder