Evet, Fenerbahçe son yıllarda Anadoludan en büyük çıkışı yapan oyuncu olan Mehmet Topuz'u kadrosuna katmış olabilir. Evet, Beşiktaş Türkiye'de yetişmeyen türde ofansif bir bek olan İsmail Köybaşı'nı kadrosuna katmış olabilir ancak bu sezonun klişe deyimiyle 'Transfer Şampiyonu' iki takım da değildir. Muhtemelen Galatasaray da olmayacak. Şimdiye kadar en isabetli ve kulübe seviye atlatan transferleri yapan kulüp Sivasspor.
Erman Kılıç, Uğur Kavuk, Yasin Çakmak, Akeem Agbetu, Ferhat Bıkmaz, Razak Omotoyssi ve şimdi de Dayro Moreno. Bunların hepsi Türkiye ligi için harika transferler. Fenerbahçe'den geldiği için Yasin'i, bir deyaşı gereği Uğur'u kenara koyarsak geri kalan bütün oyuncular zirve dörtlüsünden birinde rotasyona girecek düzeyde adamlar ve gerçekten yararlı birer rol oyuncusu olabilirler. Erman Süper Lig'in kalburüstü sol açıklarından biri, Galatasaray'da Arda-Kewell ikilisi olduğu için Galatasaray'ı bir kenara koyuyorum ancak sol kanat kıtlığı çeken Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzonspor için iyi bir transfer olabilirdi Erman, bu tip bir transferi gerçekten bekliyordum. Sivasspor bu transferi yaparken para vermedi, para aldı üstelik. Bursaspor'da lige uyum sağlayamamış gözüken Tum'u parlattılar ve çok yönlülüğüyle ön plana çıkan Kanfory Sylla ile beraber İBB'ye pazarladılar. Hem sol kanatlarına çok önemli bir yerli oyuncu takviyesi yapmış oldular, hem para kazandılar, hem de yabancı kontenjanı açmış oldular. Ders diye okutulması gereken bir transfer.
Diğer yerliler Uğur, Yasin ve Ferhat. Uğur Türkiye liginin en iyi sağ beklerinden biri, yaşı geçmiş olmasa iki senedir üç büyükleri peşinden koşturuyor olacaktı. Bu performansı ona milli takım kapısını dahi açmıştı zira. Abdurrahman Dereli'yi parlatan hücumcu bek sistemi onu Sivasspor'da daha da başarılı kılacaktır diye düşünüyorum. Yasin Çakmak açıkçası benim haz etmediğim bir oyuncu, gerek oyun içindeki dengesiz yapısı, gerekse yersiz açıklamaları ve duruşu itibariyle. Sivasspor'un stoper rotasyonu içinde yararlı bir eleman olacağı kesin ama. Oyuncuları parlatanın bireysel performanslardan çok oturmuş sistemler olduğuna inandığımdan ligin en iyi defansif sistem takımlarından biri olan Sivasspor'da hemen her stoper çıkış yapabilir, Yasin de Rizespor'daki performansına yakın bir oyun ortaya koyarsa kısa sürede hava toplarına hakim stoper olarak isim yapacaktır tekrar. Ferhat da yaş ortalaması olarak yüksek bir takım olan Sivasspor'a aşama kaydedecek bir oyuncu olarak geldi, ümit milli takımda da forma buluyor aynı zamanda. Türkiye liginde zirveye oynamanın kilit noktası olan yerli rotasyonunu sağlamlaştıran bu üç hamlenin Sivasspor'a 'getirisi' ise yaklaşık 2.5 milyon euro.
Dönelim yabancılara. Akeem Agbetu, Razak Omotoyossi ve büyük bir aksilik olmazsa transfer olacağı Bülent Uygun tarafından açıklanan Dayro Moreno. Genellikle ofansif oyuncular tercih edildi yabancı olarak ve bu oyuncular rotasyonda Balili, Tum ve M. Ali Kurtuluş'un yerine oynayacaklar. Musa Aydın'ın aldığı süre de azalacaktır tahminen. Omotoyossi'yi ve Dayro Moreno'yu Galatasaray karşısında izleme şansı bulmuş birisi olarak gerçekten harika transferler olduğunu söylemeliyim, özellikle Dayro Moreno gelirse yılın transferlerinden biri olabilir. Steaua Bükreş 2 sezon önce 2 milyon euro ödemişti onun bonservisi için ve Kolombiya milli takımında da hala forma giyiyor. Böyle bir oyuncuyla Sivasspor nasıl anlaştı, anlayabilmek zor açıkçası. Omotoyossi de Moreno gibi Galatasaray'a gol atan oyunculardan, Larsson'la beraber Galatasaray defansını ne durumlara düşürdüğünü hatırlayanlarınız olacaktır. Galatasaray'ın o sene gruptan çıkma ihtimali diğer maçların sonucuna da bağlı olduğundan Helsinborg'un diğer maçlarını da izlemiştim, Panionios maçında da takımın en iyi oyuncusu görüntüsündeydi. Helsinborg'dan Arap yarımadasına bir geçiş yapmış, şimdi serbest oyuncu olarak Sivasspor'a geliyor. Yabancı basında Metz'le anlaştığı haberleri çıkmıştı ancak Metz Ligue 1'e yükselemeyince transfer yatmış. Sanırım Şampiyonlar Ligi biletiyle kandırıldı bu iki oyuncu, yoksa Türkiye liginin üzerinde piyasası olduğunu düşündüğüm iki oyuncu Omotoyossi ve Moreno.
Agbetu ise Türkiye liginin en iyi çıkış yapan yabancı oyuncularından biriydi, Kocaelispor'un ikinci yarıya iyi bir giriş yapabilmesinin en önemli nedenlerinden. Top sürüyor, gol atıyor, yardımcı bir forvetten bekleyeceğiniz her işi yapabilen bir oyuncu. Yaşının da 21 olduğunu unutmamak lazım, hala gelişime açık bir oyuncu. Aslında ilk açıklanan yabancı transfer Namouchi gözüyordu ancak transfermarkt.de daha önce bu transferi onaylanmış olarak göstermesine rağmen şimdi kaldırmış durumda. Dayro Moreno işi olursa sanırım onu düşünüyor o bölgeye Bülent Uygun, bu sebeple vazgeçilmiş bir transfer olabilir. Bu konu hakkında bilgisi olan varsa bizi aydınlatabilir.
Bilen bilir, duruşu itibariyle ne Bülent Uygun'dan ne de Sivasspor'dan haz eden bir kişiyim. Bülent Uygun popülist, durmadan gereksiz demeçler veren, antipatik bir insan olabilir ancak Sivasspor'u vasat altı bir TSL takımından kadrosunu oturtmuş, istikrarlı bir biçimde zirveye oynayan bir takım haline sokmuş adam da odur. Bunda taktik dehasından ziyade transfer konusundaki vizyonunun payı büyük. Kulüp bütçesini aşan transferler asla yapmıyor ama kulüp aynı bütçeyle daha kaliteli oyuncuları kadrosuna katabiliyor, bu yapıyı kurmuş durumdalar. Bu sene de 65-70 aralığında bir puan toplayıp Avrupa kupaları barajında ligi bitirlerse büyük bir eşik atlamış olacaklar. Yıllardır bir kısır döngünün içinde olan Türk futbolu için yeni bir model ortaya konulması anlamında önemli bir proje Sivasspor. Rüştünü şimdiye kadar fazlasıyla ispat etmesi gerekirken kendini antipatik bir konuma sokmuş olsalar bile övgü özürlü yurdum medyasından hak ettiği ilgiyi alabilmiş değiller. Duygularımızı mantığımızın önüne koymadan Sezarın hakkı Sezara diyebilmek gerekir bazen, bu yazının yaptığı da bu...
Ek: Ersen Martin de Sivasspor'la anlaşma sağlamış, Bülent Uygun'un Omotoyossi'yle beraber Türkiye'ye geleceğini açıkladığı Dayro Moreno'nun transferinde problem çıktığı da söyleniyor. İlerleyen günlerde giden-gelen oyuncular üzerine tekrar konuşabiliriz. Ayrıca okunması gereken bir yazı da burda var Sivasspor'un yeni transferleriyle ilgili...
Aykut Demir, Orhan Şam & Gençlerbirliği
Aykut Demir. Hollanda'da dikkat çeken Türk oyuncuların başında geliyordu hep. Onu ilk farkettiğimde Ersun Yanal onu Manisaspor'a getirmek için çırpınıyordu, olmadı. NAC Breda ondan iyi bir bonservis kazanmaya kararlıydı. Ancak Aykut o dönem stoper oynarken 1.80'lik boyu sebebiyle sağ beke kaydırılmış gözüküyor. Bu da onun meziyetlerini tam anlamıyla sahaya koyamaması demek. Orhan Şam ve Uğur Uçar'a benzer bir kariyeri var bu anlamda. 24 kez Eredivise'da forma giyen Aykut şu sıralarda Hollanda 2.ligi takımlarından Excelsior'da kiralık olarak forma giyiyor.
3 gün sonra 20 yaşını dolduracak Aykut için ufak bir tüyo, benim edindiğim bilgilere göre sözleşmesi Haziran 2009'da sona eriyor. Bu da ümit milli takım seviyesinde, defansif özellikleri çok kuvettli bir oyuncuyu çok uygun bir bedelle takıma katma fırsatı demek. Galatasaray'ın bu yönde bir ihtiyacı olduğu pek söylenemez ama Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin rotasyonları için faydalı bir oyuncu olacağı kesin Aykut'un. Ancak ben onun oynayacağı bir takıma gitmesini isterim, yeni bir İlhan Parlak vakasına ihtiyaç yok. Böyle transferleri her zaman kovalayan bir Gençlerbirliği'nin ve ekonomik olarak gayet iyi durumda olan Kayserispor'un bu transferde bir şansı olabilir...
Aykut Demir'le ilgili bu satırları yazdığımda tarih Ekim 2008'miş, blogun ilk ayları. Gençlerbirliği bu sesi duymuş olacak ki 9 ay sonra transfer gerçekleşti. Hatta bu satırları yazdığım bile aklımdan çıkmış, bir arkadaşımız hatırlattı yorumlarda. Yazı da zamanında Futbol Blog'da tanıtılmıştı, gerçekten çok sevinmiştim. Zaman hakikaten çabuk geçiyor.
Transferi ise iki türlü yorumlayabiliriz. Yazıda da dediğim gibi bölge ve yaptığı işler bakımından Orhan Şam'la çok benzer tipte bir oyuncu Aykut. Stoper için kısa olduğu için beke kaymış oyunculardan. Orhan'la Aykut'u yan yana oynatabilmeniz için soldan sürekli bindirme yapan bir bekiniz ve hava toplarında sıkıntı çekmemeniz için boy ortalamasını yukarı çekecek bir stoperiniz olmalı. Gençlerbirliği'nin sol beki Momha. Bildiğim kadarıyla bindirme yapan bir oyuncu Momha ama izlediğim maç sayısı kısıtlı, bu tip bir defans dörtlüsünü hücuma çıkaran oyuncu olabilir mi, şüphelerim var. Ayrıca sezon boyunca oynayan ve stoperlerden birisi Traore, diğeri İlhan Eker. Oftaş'taki ve Gençlerbirliği'ndeki performansıyla piyasası daha yüksek, yerli bir oyuncu olan İlhan muhtemelen diğer stoper için tercih edilir ancak bu da defans hattında bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olur. Gençlerbirliği'nin bu sebeple İlhan-Aykut-Orhan üçlüsünü yan yana oynatacağını düşünmüyorum.
Bu transferin bence daha mantıklı kılan açıklama ise Orhan Şam'a gelen tekliflerden birini değerlendirme niyetinde İlhan Cavcav ve pazarlıklar sonunda açıkta kalmamak adına Aykut'u alarak bölgeyi sağlama alıyor. Basında adı Galatasaray ve Trabzonspor'la anılıyor Orhan'ın adı ancak Galatasaray'ın mevcut rotasyonunu düşününce ben Orhan'a eskisi kadar yoğun bir ilginin olduğunu düşünmüyorum, kişisel fikrim bu yönde. Trabzonspor'un o bölgede çok daha ciddi bir sıkıntısı var. Tayfun ve Serkan'dan istedikleri verimi alamadılar ve piyasada sağ bek bakıyorlar. Sol tarafta iyi bir ofansif bekleri olduğu düşünüldüğünde defansif yönü kuvvetli, arada bindirmeleriyle de katkı sağlayacak bir Orhan Şam'ı kadroya katmaları benim için sürpriz olmaz.
Ne olursa olsun, bu piyasa şişkinliğinde Gençlerbirliği'nin küçük yaşlardan beri profosyonel düzeyde forma bulan, milli bir defans oyuncusunu kadrosuna katması doğru ve akılcı bir hamle. Aykut'u Gençlerbirliği aldı, bakalım Veli Kavlak ve Jem Paul Karacan'ın yolları Türkiye'ye düşecek mi?
3 gün sonra 20 yaşını dolduracak Aykut için ufak bir tüyo, benim edindiğim bilgilere göre sözleşmesi Haziran 2009'da sona eriyor. Bu da ümit milli takım seviyesinde, defansif özellikleri çok kuvettli bir oyuncuyu çok uygun bir bedelle takıma katma fırsatı demek. Galatasaray'ın bu yönde bir ihtiyacı olduğu pek söylenemez ama Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin rotasyonları için faydalı bir oyuncu olacağı kesin Aykut'un. Ancak ben onun oynayacağı bir takıma gitmesini isterim, yeni bir İlhan Parlak vakasına ihtiyaç yok. Böyle transferleri her zaman kovalayan bir Gençlerbirliği'nin ve ekonomik olarak gayet iyi durumda olan Kayserispor'un bu transferde bir şansı olabilir...
Aykut Demir'le ilgili bu satırları yazdığımda tarih Ekim 2008'miş, blogun ilk ayları. Gençlerbirliği bu sesi duymuş olacak ki 9 ay sonra transfer gerçekleşti. Hatta bu satırları yazdığım bile aklımdan çıkmış, bir arkadaşımız hatırlattı yorumlarda. Yazı da zamanında Futbol Blog'da tanıtılmıştı, gerçekten çok sevinmiştim. Zaman hakikaten çabuk geçiyor.
Transferi ise iki türlü yorumlayabiliriz. Yazıda da dediğim gibi bölge ve yaptığı işler bakımından Orhan Şam'la çok benzer tipte bir oyuncu Aykut. Stoper için kısa olduğu için beke kaymış oyunculardan. Orhan'la Aykut'u yan yana oynatabilmeniz için soldan sürekli bindirme yapan bir bekiniz ve hava toplarında sıkıntı çekmemeniz için boy ortalamasını yukarı çekecek bir stoperiniz olmalı. Gençlerbirliği'nin sol beki Momha. Bildiğim kadarıyla bindirme yapan bir oyuncu Momha ama izlediğim maç sayısı kısıtlı, bu tip bir defans dörtlüsünü hücuma çıkaran oyuncu olabilir mi, şüphelerim var. Ayrıca sezon boyunca oynayan ve stoperlerden birisi Traore, diğeri İlhan Eker. Oftaş'taki ve Gençlerbirliği'ndeki performansıyla piyasası daha yüksek, yerli bir oyuncu olan İlhan muhtemelen diğer stoper için tercih edilir ancak bu da defans hattında bazı problemlerin ortaya çıkmasına sebep olur. Gençlerbirliği'nin bu sebeple İlhan-Aykut-Orhan üçlüsünü yan yana oynatacağını düşünmüyorum.
Bu transferin bence daha mantıklı kılan açıklama ise Orhan Şam'a gelen tekliflerden birini değerlendirme niyetinde İlhan Cavcav ve pazarlıklar sonunda açıkta kalmamak adına Aykut'u alarak bölgeyi sağlama alıyor. Basında adı Galatasaray ve Trabzonspor'la anılıyor Orhan'ın adı ancak Galatasaray'ın mevcut rotasyonunu düşününce ben Orhan'a eskisi kadar yoğun bir ilginin olduğunu düşünmüyorum, kişisel fikrim bu yönde. Trabzonspor'un o bölgede çok daha ciddi bir sıkıntısı var. Tayfun ve Serkan'dan istedikleri verimi alamadılar ve piyasada sağ bek bakıyorlar. Sol tarafta iyi bir ofansif bekleri olduğu düşünüldüğünde defansif yönü kuvvetli, arada bindirmeleriyle de katkı sağlayacak bir Orhan Şam'ı kadroya katmaları benim için sürpriz olmaz.
Ne olursa olsun, bu piyasa şişkinliğinde Gençlerbirliği'nin küçük yaşlardan beri profosyonel düzeyde forma bulan, milli bir defans oyuncusunu kadrosuna katması doğru ve akılcı bir hamle. Aykut'u Gençlerbirliği aldı, bakalım Veli Kavlak ve Jem Paul Karacan'ın yolları Türkiye'ye düşecek mi?
Ülke Puanımız '09-10: Başlıyoruz...
22 Haziran'da çekilen kuralarla 2009-2010 Avrupa sezonu resmen açılmış oldu, biz de gelecek sezon sıkça yazdığımız gibi Portekiz ve Hollanda'yla yarışırken bulduk kendimizi. Yarışta iki önemli avantajımız olacak. Öncelikle rakiplerimiz 6 takımla Avrupada mücadele edeceğinden toplam puanları 6'ya bölünecek, bizde ise bu sayı 5. Yani ekiplerimizden birinin göstereceği başarılı bir ekstra performans aynı düzeyde bir Holllanda ya da Portekiz ekibinin göstereceği performanstan daha fazla katkı sağlayacak bizim puanımıza. İkincisi 2005/06 sezonunda toplanan puanların seneye siliniyor olması ki hem Portekiz'den hem de Hollanda'dan daha az puanımız silinecek bu sene. Bu da gelecek sezon için Hollanda'dan +3.5 , Portekiz'den ise +1.5 puan fazlamız var demek. Bu sene eğer iki ülkeye de yakın bir puan çıkarabilirsek gelecek sezon dokuzunculuğa kadar yükselebiliriz.
09/10 sezonu hanemizde şimdiden 0.8 puan yazmakta, onu merak edenleriniz olabilir. Şampiyonlar ligine direkt olarak katılımın ödülü bu sene 4 puan ve ülkemizden Beşiktaş şimdiden gruplara kalmış durumda bildiğiniz gibi. Bu da 4/5 yani 0.8 puanı hanemize şimdiden yazdırmak demek. Sivasspor iki eleme turunu da geçer ve gruplara kalırsa 5.5 puan kazanmış olacak ancak Şampiyonlar Ligi yolunun lig ikincileri için ne kadar zorlu olduğunu şurda ve şurda belirtmiştik daha önce. Sivasspor'un UEFA Ligine kalması bile bence fazlasıyla yeterli bir senaryo. İlk Avrupa sezonunda UEFA Ligi oyuncuların o tecrübeye sahip olma süreci açısından da daha uygun olabilir. Sivasspor'un Avrupa yolculuğu bu sezonun X faktörü olacak ülke puanında.
Bunun dışında Trabzonspor, Fenerbahçe ve Galatasaray da UEFA Ligi elemeleri oynayacaklar bildiğiniz gibi. Öncelikli hedefiimiz fire vermeden gruplara kalmak. Geçtiğimiz senelerde ön eleme turlarında puanlama sistemi normal turlarda olduğu gibi galibiyet ve beraber üzerindendi, şimdi ise geçilen tur başına puan kazanıyorsunuz. Bu da büyük bir kolaylık oldu takımlarımız açısından zira deplasmanlarda alınan gereksiz mağlubiyetler kolay diyebileceğimiz birçok puanın buharlaşması demekti geçtiğimiz senelerde, şimdi iki beraberlikle dahi turu geçseniz aynı puanı alma şansına sahipsiniz.
Şimdilik ön yazı mahiyetinde bir giriş yapalım, Galatasaray'ın Tobol maçlarıyla beraber bolca yeni statüler, ülke ve takım puanları üstüne yazılar yazacağız zaten. Herhangi bir sorunuz varsa yorum bölümünden cevaplayabilirim...
09/10 sezonu hanemizde şimdiden 0.8 puan yazmakta, onu merak edenleriniz olabilir. Şampiyonlar ligine direkt olarak katılımın ödülü bu sene 4 puan ve ülkemizden Beşiktaş şimdiden gruplara kalmış durumda bildiğiniz gibi. Bu da 4/5 yani 0.8 puanı hanemize şimdiden yazdırmak demek. Sivasspor iki eleme turunu da geçer ve gruplara kalırsa 5.5 puan kazanmış olacak ancak Şampiyonlar Ligi yolunun lig ikincileri için ne kadar zorlu olduğunu şurda ve şurda belirtmiştik daha önce. Sivasspor'un UEFA Ligine kalması bile bence fazlasıyla yeterli bir senaryo. İlk Avrupa sezonunda UEFA Ligi oyuncuların o tecrübeye sahip olma süreci açısından da daha uygun olabilir. Sivasspor'un Avrupa yolculuğu bu sezonun X faktörü olacak ülke puanında.
Bunun dışında Trabzonspor, Fenerbahçe ve Galatasaray da UEFA Ligi elemeleri oynayacaklar bildiğiniz gibi. Öncelikli hedefiimiz fire vermeden gruplara kalmak. Geçtiğimiz senelerde ön eleme turlarında puanlama sistemi normal turlarda olduğu gibi galibiyet ve beraber üzerindendi, şimdi ise geçilen tur başına puan kazanıyorsunuz. Bu da büyük bir kolaylık oldu takımlarımız açısından zira deplasmanlarda alınan gereksiz mağlubiyetler kolay diyebileceğimiz birçok puanın buharlaşması demekti geçtiğimiz senelerde, şimdi iki beraberlikle dahi turu geçseniz aynı puanı alma şansına sahipsiniz.
Şimdilik ön yazı mahiyetinde bir giriş yapalım, Galatasaray'ın Tobol maçlarıyla beraber bolca yeni statüler, ülke ve takım puanları üstüne yazılar yazacağız zaten. Herhangi bir sorunuz varsa yorum bölümünden cevaplayabilirim...
Süper Lig'in En İyi Yedek 11'i
Uzun süredir kenarda tuttuğum yazıları yazmaya niyetlendim birkaç gündür. Hem transfer gündemi biraz durulmuşken hem de kamplar ve hazırlık maçları henüz başlamamışken gündem dışı yazılar için fırsat bu fırsat diyorum. Kenarda tuttuğum yazılardan bazıları da sezon değerlendirmesi yaptığımız 11'ler ve bu sefer kuracağımız 11 genelde takımlarında yedekten giren ya da bölgesinin ilk tercihi olmayan en iyi oyuncuları bir araya getirmek. Bir nevi NBA'deki en iyi 6. adam ödülü gibi düşünebiliriz. Ancak forvet, biraz da orta saha dışındaki yedek oyunculara karar vermek zor zira maç içinde kenardan gelip performans gösteren kaleciler ve defans oyuncuları görmek mümkün değil. Bu açıdan defans ve kaleci seçerken kriterlerimiz farklı, orta saha ve forvet seçerken daha farklı olacak.
Kaleci seçimimiz direkt olarak en iyi performans gösteren ve forma şansı bulan ikinci kaleciler üzerinden olacak. Defans oyuncuları arasındaysa takımlarında düzenli olarak düşünülmeyen ancak yedek olmalarına rağmen sezon içinde performanslarıyla takıma katkı yapmak en önemli kriter. Orta saha oyuncuları ve forvette ise sonradan girip skora ya da oyuna etki etmek ön plana çıkıyor. Umarım açıklayıcı olabilmişimdir.
Kaleci - Kılıçarslan Kopuz (Kocaelispor): Kılıçarslan özellikle Serdar Kulbilge'yle yaşanan sorunların ardından Kocaelispor kalesine geçti ve belki de kendinden beklenmeyen bir performans gösterip Serdar yerine yeni kaleci transferi yapılmadan sezonun tamamlanmasını sağladı. Kocaelispor takımı defans halinde problemler yaşayan bir ekip olmasına rağmen ilk yarıya göre ciddi bir toparlanma yaşadılar ikinci yarıda ve iddialarını kaybedene kadar Kılıçarslan'la beraber başarılı bir seri yakaladılar. Bu beklenmedik yedek performansı onu sezonun en iyi yedek kalecisi için en önemli aday yapıyor.
Sağ bek - Hamza Mutlu (Kocaelispor): Beklerde seçim biraz sıkıntılı oldu ama Hamza ilk 11'deki yerini en fazla hakedenlerden, belirlediğimiz tanıma en uygun oyunculardan biriydi. Bir başka Kocaelispor oyuncusu olan Hamza Mutlu gerçek anlamda bir yedekti ve sezon boyunca 18 kere kulübeden oyuna giren oyuncu oldu. Bu maçlardan tam 4'ünde gol atmayı başardı Hamza ve Hamza'nın gol attığı maçların 3'ünü kazandı Kocaelispor. Kenardan gelerek skora katkı yapma yapma anlamında forvetlerin dahi ötesine geçti Hamza. Aslında sağ açık pozisyonuna daha uygun bir oyuncuydu ama sağ bekte de görev yapabildiğini biliyoruz oyuncunun. Zaten kıtlık yaşarken açığa kaydırmanın gereksiz olduğunu düşündüm.
Stoper - Emre Aşık (Galatasaray): Stoperlerde ise kriterlerimizin farklı olduğunu söylemiştik. Son 20-30 dakikada stoper değişikliğine gidip oyunu değiştiremezsiniz, anlamsız bir hamle olur. Bu sebeple rotasyonda ilk iki stoper olmadığı halde süre alıp başarılı işler yapan oyunculara bakmamız gerek. Bu tanıma en iyi oturan oyuncu senelerdir yedek kulübesinde yer almasına rağmen görev aldığı zamanlarda formanın hakkını vermesini bilen Emre Aşık olsa gerek. Sezona Servet Çetin, Fernando Meira ve Emre Güngör'ün arkasında 4. stoper olarak başlayan bir oyuncunun kendini sürekli hazır tutması başlı başına örnek bir vaka. Tatlı su profosyonellerinin örnek alması gereken gerçek profosyonellerden.
Stoper - Aydın Toscalı (Kayserispor): Ligin en iyi stoperlerini seçeceksek öncelikle ligin en iyi defanslarına göz atmak gerek. Ligin defansif anlamda en çok mesafe kat eden ekibi olan Kayserispor'da defansın ortasını milli takım oyuncularından Eren Güngör ve takım kaptanlarından Ali Turan oluşturuyor. Bu ikiliyi yedekleyen ve defansı alternatifli kılan oyuncu Aydın Toscalı. Aydın yıllardır Kayserispor defansında önemli roller alıyor ve takımın sağlam iskeletinde önemli pay sahibi. Sivassporlu Diallo da yedek stoper anlamında öne çıkan bir oyuncu ama tercihimiz Aydın'dan yana.
Sol bek - Faruk Bayar (Sivasspor): Aslına bakılırsa yedekten gelip şans bulma konusunda Volkan Yaman ve Kaue Faruk'un bir adım önündeler ancak ikisinin de performansı konusunda soru işaretleri var. Özellikle Volkan Yaman'ı sürekli izleyen biri olarak ne ofansif ne defansif verimliliği olduğunu düşünüyorum. Kaue ise ilk 11 oyuncusuyken yedek kulübesine düşmüş bir oyuncu. Takıma fazla katkı yaptığını da iddia edemeyiz ligin ikinci yarısında. Sivasspor'da görev yapan Faruk Bayar iki oyuncudan da iyi performans sergiledi Hayrettin Yerlikaya'nın sakatlık döneminde. Hayrettin döndükten sonra da rotasyon içinde kalmayı başarması bir artı puan daha demek onun için.
Sağ açık - Filip Holosko (Beşiktaş): Holosko sezon boyunca forveti sağ açıktan ikileyen oyuncu rolünde oynadı ve oldukça başarılı bir performans ortaya koydu. Onu ön plana çıkaran yedekten geldiği maçlarda açık alanları değerlendirip takımı rahatlatan oyuncu olmasıydı. Oyun stili zaten buna yatkın, top süren, şut atan, açık alanları değerlendiren bir forvet tipi Holosko. Sıkça ilk 11'de yer bulsa da yedekten girdiği maçlarda artan performansı onu yedek 11'inin sağ açığı yapmaya yetiyor.
Defansif orta saha - Sezer Badur (Sivasspor): Sivasspor sezon boyunca dar kadrosuna rağmen rotasyonu en iyi uygulayan ekiplerden biri oldu, bu rotasyonun önemli parçalarından biri de Sezer Badur'du. Zaman zaman Kanfory Sylla ile rotasyona girdi, onun sağ beke geçtiği dönemde ilk 11'de sıkça yer buldu. Yedekten gelip attığı iki gol takımına 6 puan kazandırdı.
Ofansif orta saha - Yusuf Şimşek (Beşiktaş): Bu ilk 11'e bir kaptan seçsek muhtemelen Yusuf Şimşek olurdu. Kenardan gelerek katkı yapma anlamında en iyi olduğuna şüphe yok, maç alan performansları, yorulan defansa karşı yeteneklerini sergileyişi, topu tutmayı bilmesi onu son anlarda ligin en değerli oyuncularından biri kılıyor. Tartışmasız bölgesinin en iyisi. Gaziantepsporlu Ahmet Arı'nın adını anmadan geçmeyelim ama, sezon boyu ofansif orta saha bölgesini yedekleyen oyuncu olarak dikkat çekti. Yusuf'la boy ölçüşecek derecede değil tabii.
Sol açık - Erman Kılıç (İstanbul BB): Geçtiğimiz günlerde Sivasspor'a transfer olan Erman İstanbul BB'in önemli oyuncularından biri olmasına rağmen o da Holosko'ya benzer bir şekilde sıkça oyuna kenardan gelerek son bölümlerde daha etkili olan bir rolde kullanıldı. Ligin son haftalarında şampiyonluğun kaderini de etkileyen Sivasspor maçının da dahil olduğu iyi bir seri yakalayan İstanbul BB'de Erman skoru tutan oyuncu oldu. Sonradan girip attığı bir gol de takımına 3 puan getirdi. Görevini başarıyla yaptı Erman ve ilk 11'imizde yer buldu kendisine.
Forvet - Pini Balili (Sivasspor): Eğer ana fikrimiz yedekten gelip takıma katkı yapmak ve oyun sistemine etki etmekse bunun masterını yapmış oyunculardan biri Pini Balili. Özellikle öne geçilen maçlarda rakip takımı çok zor durumlara düşürebilen hızlı ve seri bir oyuncu olması gol atmadığı maçlarda bile Sivasspor'un topladığı puanlarda pay sahibi oldu. Zico zamanında "Lugano yavaş değil, Balili hızlı!" demişti, onu bundan iyi tanımlayamayız herhalde. Gelecek sezon Antalyaspor forması giyecek o da.
Forvet - Bruce Djite (Gençlerbirliği): Pivot santrafor Kahe'nin partneri olarak Mustafa Pektemek ve James Troisi'yi kullandı Gençlerbirliği sezon boyunca, forvet hattını yedekleyen ve atletik oyunuyla son bölümlerde devreye giren oyuncu ise Avustralyalı Bruce Djite'ydi. Türkiye'deki ilk sezonu olmasına rağmen başarılı bir performans ortaya koydu, önümüzdeki sezonlarda daha iyi olacaktır. Sivassporlu Kamanan da bu anlamda verimli bir oyuncu ancak sezon ortasında geldiğini unutmamak lazım. Geçtiğimiz sezon yedekten gelip gol kralı olan Semih Şentürk ise bu sezon bir gol dahi atamamış bu şekilde, nöbetçi golcü olmadığını vurgulamak istercesine.
İlk 11'imiz bu şekilde. Sizin aklınıza gelen ancak ilk 11'de yer almayan oyuncuları ise yorum bölümünde toplayalım...
Kaleci seçimimiz direkt olarak en iyi performans gösteren ve forma şansı bulan ikinci kaleciler üzerinden olacak. Defans oyuncuları arasındaysa takımlarında düzenli olarak düşünülmeyen ancak yedek olmalarına rağmen sezon içinde performanslarıyla takıma katkı yapmak en önemli kriter. Orta saha oyuncuları ve forvette ise sonradan girip skora ya da oyuna etki etmek ön plana çıkıyor. Umarım açıklayıcı olabilmişimdir.
Kaleci - Kılıçarslan Kopuz (Kocaelispor): Kılıçarslan özellikle Serdar Kulbilge'yle yaşanan sorunların ardından Kocaelispor kalesine geçti ve belki de kendinden beklenmeyen bir performans gösterip Serdar yerine yeni kaleci transferi yapılmadan sezonun tamamlanmasını sağladı. Kocaelispor takımı defans halinde problemler yaşayan bir ekip olmasına rağmen ilk yarıya göre ciddi bir toparlanma yaşadılar ikinci yarıda ve iddialarını kaybedene kadar Kılıçarslan'la beraber başarılı bir seri yakaladılar. Bu beklenmedik yedek performansı onu sezonun en iyi yedek kalecisi için en önemli aday yapıyor.
Sağ bek - Hamza Mutlu (Kocaelispor): Beklerde seçim biraz sıkıntılı oldu ama Hamza ilk 11'deki yerini en fazla hakedenlerden, belirlediğimiz tanıma en uygun oyunculardan biriydi. Bir başka Kocaelispor oyuncusu olan Hamza Mutlu gerçek anlamda bir yedekti ve sezon boyunca 18 kere kulübeden oyuna giren oyuncu oldu. Bu maçlardan tam 4'ünde gol atmayı başardı Hamza ve Hamza'nın gol attığı maçların 3'ünü kazandı Kocaelispor. Kenardan gelerek skora katkı yapma yapma anlamında forvetlerin dahi ötesine geçti Hamza. Aslında sağ açık pozisyonuna daha uygun bir oyuncuydu ama sağ bekte de görev yapabildiğini biliyoruz oyuncunun. Zaten kıtlık yaşarken açığa kaydırmanın gereksiz olduğunu düşündüm.
Stoper - Emre Aşık (Galatasaray): Stoperlerde ise kriterlerimizin farklı olduğunu söylemiştik. Son 20-30 dakikada stoper değişikliğine gidip oyunu değiştiremezsiniz, anlamsız bir hamle olur. Bu sebeple rotasyonda ilk iki stoper olmadığı halde süre alıp başarılı işler yapan oyunculara bakmamız gerek. Bu tanıma en iyi oturan oyuncu senelerdir yedek kulübesinde yer almasına rağmen görev aldığı zamanlarda formanın hakkını vermesini bilen Emre Aşık olsa gerek. Sezona Servet Çetin, Fernando Meira ve Emre Güngör'ün arkasında 4. stoper olarak başlayan bir oyuncunun kendini sürekli hazır tutması başlı başına örnek bir vaka. Tatlı su profosyonellerinin örnek alması gereken gerçek profosyonellerden.
Stoper - Aydın Toscalı (Kayserispor): Ligin en iyi stoperlerini seçeceksek öncelikle ligin en iyi defanslarına göz atmak gerek. Ligin defansif anlamda en çok mesafe kat eden ekibi olan Kayserispor'da defansın ortasını milli takım oyuncularından Eren Güngör ve takım kaptanlarından Ali Turan oluşturuyor. Bu ikiliyi yedekleyen ve defansı alternatifli kılan oyuncu Aydın Toscalı. Aydın yıllardır Kayserispor defansında önemli roller alıyor ve takımın sağlam iskeletinde önemli pay sahibi. Sivassporlu Diallo da yedek stoper anlamında öne çıkan bir oyuncu ama tercihimiz Aydın'dan yana.
Sol bek - Faruk Bayar (Sivasspor): Aslına bakılırsa yedekten gelip şans bulma konusunda Volkan Yaman ve Kaue Faruk'un bir adım önündeler ancak ikisinin de performansı konusunda soru işaretleri var. Özellikle Volkan Yaman'ı sürekli izleyen biri olarak ne ofansif ne defansif verimliliği olduğunu düşünüyorum. Kaue ise ilk 11 oyuncusuyken yedek kulübesine düşmüş bir oyuncu. Takıma fazla katkı yaptığını da iddia edemeyiz ligin ikinci yarısında. Sivasspor'da görev yapan Faruk Bayar iki oyuncudan da iyi performans sergiledi Hayrettin Yerlikaya'nın sakatlık döneminde. Hayrettin döndükten sonra da rotasyon içinde kalmayı başarması bir artı puan daha demek onun için.
Sağ açık - Filip Holosko (Beşiktaş): Holosko sezon boyunca forveti sağ açıktan ikileyen oyuncu rolünde oynadı ve oldukça başarılı bir performans ortaya koydu. Onu ön plana çıkaran yedekten geldiği maçlarda açık alanları değerlendirip takımı rahatlatan oyuncu olmasıydı. Oyun stili zaten buna yatkın, top süren, şut atan, açık alanları değerlendiren bir forvet tipi Holosko. Sıkça ilk 11'de yer bulsa da yedekten girdiği maçlarda artan performansı onu yedek 11'inin sağ açığı yapmaya yetiyor.
Defansif orta saha - Sezer Badur (Sivasspor): Sivasspor sezon boyunca dar kadrosuna rağmen rotasyonu en iyi uygulayan ekiplerden biri oldu, bu rotasyonun önemli parçalarından biri de Sezer Badur'du. Zaman zaman Kanfory Sylla ile rotasyona girdi, onun sağ beke geçtiği dönemde ilk 11'de sıkça yer buldu. Yedekten gelip attığı iki gol takımına 6 puan kazandırdı.
Ofansif orta saha - Yusuf Şimşek (Beşiktaş): Bu ilk 11'e bir kaptan seçsek muhtemelen Yusuf Şimşek olurdu. Kenardan gelerek katkı yapma anlamında en iyi olduğuna şüphe yok, maç alan performansları, yorulan defansa karşı yeteneklerini sergileyişi, topu tutmayı bilmesi onu son anlarda ligin en değerli oyuncularından biri kılıyor. Tartışmasız bölgesinin en iyisi. Gaziantepsporlu Ahmet Arı'nın adını anmadan geçmeyelim ama, sezon boyu ofansif orta saha bölgesini yedekleyen oyuncu olarak dikkat çekti. Yusuf'la boy ölçüşecek derecede değil tabii.
Sol açık - Erman Kılıç (İstanbul BB): Geçtiğimiz günlerde Sivasspor'a transfer olan Erman İstanbul BB'in önemli oyuncularından biri olmasına rağmen o da Holosko'ya benzer bir şekilde sıkça oyuna kenardan gelerek son bölümlerde daha etkili olan bir rolde kullanıldı. Ligin son haftalarında şampiyonluğun kaderini de etkileyen Sivasspor maçının da dahil olduğu iyi bir seri yakalayan İstanbul BB'de Erman skoru tutan oyuncu oldu. Sonradan girip attığı bir gol de takımına 3 puan getirdi. Görevini başarıyla yaptı Erman ve ilk 11'imizde yer buldu kendisine.
Forvet - Pini Balili (Sivasspor): Eğer ana fikrimiz yedekten gelip takıma katkı yapmak ve oyun sistemine etki etmekse bunun masterını yapmış oyunculardan biri Pini Balili. Özellikle öne geçilen maçlarda rakip takımı çok zor durumlara düşürebilen hızlı ve seri bir oyuncu olması gol atmadığı maçlarda bile Sivasspor'un topladığı puanlarda pay sahibi oldu. Zico zamanında "Lugano yavaş değil, Balili hızlı!" demişti, onu bundan iyi tanımlayamayız herhalde. Gelecek sezon Antalyaspor forması giyecek o da.
Forvet - Bruce Djite (Gençlerbirliği): Pivot santrafor Kahe'nin partneri olarak Mustafa Pektemek ve James Troisi'yi kullandı Gençlerbirliği sezon boyunca, forvet hattını yedekleyen ve atletik oyunuyla son bölümlerde devreye giren oyuncu ise Avustralyalı Bruce Djite'ydi. Türkiye'deki ilk sezonu olmasına rağmen başarılı bir performans ortaya koydu, önümüzdeki sezonlarda daha iyi olacaktır. Sivassporlu Kamanan da bu anlamda verimli bir oyuncu ancak sezon ortasında geldiğini unutmamak lazım. Geçtiğimiz sezon yedekten gelip gol kralı olan Semih Şentürk ise bu sezon bir gol dahi atamamış bu şekilde, nöbetçi golcü olmadığını vurgulamak istercesine.
İlk 11'imiz bu şekilde. Sizin aklınıza gelen ancak ilk 11'de yer almayan oyuncuları ise yorum bölümünde toplayalım...
En Çok Ziyaret Edilen Kulüp Resmi Siteleri
Daha önce Türkiye'nin en çok ziyaret edilen 10 spor sitesi'ni derlemiştik hatırlarsanız, bu sefer yine Alexa verilerine göre TSL'de yer alan kulüplerin resmi sitelerini sıralayalım. İlk sırada son yıllarda olduğu gibi yine zirvede Galatasaray.org var. Bunda resmi site çalışanlarının payı büyük, siteyi geliştirmek için sürekli arayış içerisindeler. Zamanında Manu resmi sitesinin benzeri bir tema kullandıkları için eleştirilseler de işlerini iyi yaptıkları kesin. Başta Mehmet Şenol olmak üzere bir tebriği hak ediyorlar.
Galatasaray'ın ardından Fenerbahçe'nin resmi sitesi geliyor, onun arkasından da beklendiği gibi Beşiktaş ve Trabzonspor resmi siteleri geliyor. Bursaspor, Sivasspor ve Ankaragücü resmi siteleri Anadolu kulüpleri arasında en çok ziyaret alan siteler. Diyarbakırspor, Antalyaspor ve İstanbul BB ise 'Resmi Site Ligi'nin küme düşenleri. Antalyaspor'un son üçte yer almasına şaşırdım zira Türkiye sıralamasında oldukça iyi bir yerde gözüküyorlar. Önümüzdeki güncellemede bir daha bakmak lazım. Yalnız genel verilerin Türkiye verilerine göre daha güvenilir olduğunu not düşmek isterim Alexa sıralamalarını takip eden birisi olarak. Listenin 27 Haziran 2009 verilerine göre ayrıntılı liste şöyle;
Galatasaray'ın ardından Fenerbahçe'nin resmi sitesi geliyor, onun arkasından da beklendiği gibi Beşiktaş ve Trabzonspor resmi siteleri geliyor. Bursaspor, Sivasspor ve Ankaragücü resmi siteleri Anadolu kulüpleri arasında en çok ziyaret alan siteler. Diyarbakırspor, Antalyaspor ve İstanbul BB ise 'Resmi Site Ligi'nin küme düşenleri. Antalyaspor'un son üçte yer almasına şaşırdım zira Türkiye sıralamasında oldukça iyi bir yerde gözüküyorlar. Önümüzdeki güncellemede bir daha bakmak lazım. Yalnız genel verilerin Türkiye verilerine göre daha güvenilir olduğunu not düşmek isterim Alexa sıralamalarını takip eden birisi olarak. Listenin 27 Haziran 2009 verilerine göre ayrıntılı liste şöyle;
- Galatasaray.org 6,646 (Türkiye'de 103)
- Fenerbahçe.org 8,106 (Türkiye'de 111)
- BJK.com.tr 21,023 (Türkiye'de 253)
- Trabzonspor.org.tr 56,434 (Türkiye'de 1,237)
- Bursaspor.org 142,243 (Türkiye'de 2,513)
- Sivasspor.org.tr 255,951 (Türkiye'de 5,630)
- Ankaragücü.org.tr 348,092 (Türkiye'de 16,064)
- Gaziantepspor.org.tr 391,075 (Türkiye'de 8,145)
- Kayserispor.org.tr 411,789 (Türkiye'de 4,479)
- Eskişehirspor.org 629,003 (Türkiye'de 14,392)
- Gençlerbirliği.org.tr 673,139 (Türkiye'de 19,234)
- Kasımpaşaspor.org.tr 821,404 (Türkiye'de 79,596)
- Manisaspor.org.tr 847,007 (Türkiye'de 31,764)
- Denizlispor.org.tr 863,041 (Türkiye'de 15,059)
- Ankaraspor.com.tr 890,282 (Türkiye'de 32,324)
- İBBSpor.com 968,285 (Türkiye'de 20,808)
- Antalyaspor.com.tr 1,050,252 (Türkiye'de 23,188)
- Diyarbakırspor.org.tr 1,633,016 (Türkiye'de 95,458)
Karşı Kıyıdaki Liman: Larissa
27 Haziran 2009
Etiketler:
Avrupa Futbolu,
Avrupa'nın Diğer Ligleri,
Futbol Fikriyatı,
Türk Futbolu
15
yorum
Türk basınında sıkça yer bulan yabancı takımlardan biri oldu Larissa son yıllarda. Tümer Metin transferiyle ilk olarak adını duyurdu ama Türk futboluyla ilk teması Tümer üzerinden değil Larissa'nın. Kayserispor'un Intertoto'dan gelip AZ Alkmaar'a şanssız bir şekilde elendiği sene Larissa Kayserispor'un saf dışı bıraktığı takımlardan biri olmuştu. O maçları izleyen biri olarak baktığımda şimdi karşımızda çok farklı bir takım olduğunu söyleyebilirim. Bunu da son yıllardaki transfer politikalarına borçlular.
Yaklaşık 3 yıldır Tümer Metin gibi bonservisi elinde olan ancak piyasasını kaybetmiş 30 yaş üstü kariyerli oyunculara yöneliyorlar. Ellerindeki kaynakları fazla bonservis bedeli harcamadan maaş bütçesi olarak kullanıyorlar. Tümer Metin dışında da birçok tanıdık simayı kadrolarına kattılar böylece. Geçtiğimiz sezon uzun yıllardır İngiltere'de forma giyen Peru milli takımı oyuncusu Nolberto Solano, bir ara Galatasaray'a transferi gündeme gelen ancak yönetimin değişmesiyle transferi yatan Fransız Laurent Robert, Jardel transferi sırasında yolu Galatasaray'dan geçen üç oyuncudan biri olan Kongo asıllı Belçikalı Mbo Mpenza ve Galatasaray'da iki yıl görev yaptıktan sonra Salzburg'a geçen Sasa İliç. Bu oyunculara ödedikleri bonservis bedeli yok, Sasa İliç'le kiralık olarak anlaşılmış zaten. Anlaşmaları da çok uzun süreli olmuyor, o sezon piyasadaki uygun oyuncuları toplayıp faydalandıktan sonra bütçelerini fazla zorlamadan yine benzer alternatiflere yöneliyorlar. Bu saydığımız isimlerden sadece Tümer Metin ve Laurent Robert kadroda yeni sezon için. Solano 150 bin euro bonservis bedeliyle Peru'ya geri dönmüş, Sasa İliç'in kiralık kontratı bitmiş ve Mbo Mpenza kariyerini sonlandırmış.
Anlatmak istediğim esasen şu. İyi bir piyasa takibi ile Yunanistan-Türkiye seviyesindeki orta sıralardaki bir takım birçok kariyerli ismi kadrosuna katabilir. Larissa çok büyük bütçeleri olmamasına rağmen bu stratejiyle beraber Avrupa Kupalarına düzenli katılan bir takım haline geldi. Bizim ligin daha zorlu bir lig olduğunu kabul etmekle beraber yerli iskeletinin üstüne doğru yabancı takviyelerini yapamayan birçok şehir takımı olduğunu da görüyoruz, üstelik harcadıkları paralar da küçümsenecek cinsten değil. Larissa'nın yapabildiğinin bir adım ötesine geçebilecek kulüpler var Türkiye'de, yeterki istekli ve akılcı bir yol izlensin. Genç ve gelecek vadeden yabancı oyunculara yönelmenin gerekliliğini vurguluyoruz sürekli (menejerlerin kamyonla getirip sattıkları oyuncular değil elbette) ancak ligin bu tip oyuncular kadar kariyerli, diğer oyunculara model olabilecek isimlere de ihtiyacı var. Bizim lige getirilen oyuncuların ne kariyeri var, ne gelişmeye müsait, ne de bir performans koyabiliyorlar ortaya. İnatla aynı şeyleri her sene tekrar etmekten de geri kalmıyorlar, işte anlamadığım kısım da bu.
Yunanistan'ın ege kıyısındaki bir şehir olan Larissa bence bu anlamda yeni bir model getirmiştir bence baş altı liglerin orta sıra takımlarına. Bu kadar gözümüzün önündeyken, transfer mevsiminde adı manşetleri süslüyorken arkasındaki organizasyonu görmemiz gerekiyor. En azından ülkemizde başarılı bir performans sergilemiş Sasa İliç'i Yunan ligine kaptırmamalı, çok da zor olmasa gerek...
Yaklaşık 3 yıldır Tümer Metin gibi bonservisi elinde olan ancak piyasasını kaybetmiş 30 yaş üstü kariyerli oyunculara yöneliyorlar. Ellerindeki kaynakları fazla bonservis bedeli harcamadan maaş bütçesi olarak kullanıyorlar. Tümer Metin dışında da birçok tanıdık simayı kadrolarına kattılar böylece. Geçtiğimiz sezon uzun yıllardır İngiltere'de forma giyen Peru milli takımı oyuncusu Nolberto Solano, bir ara Galatasaray'a transferi gündeme gelen ancak yönetimin değişmesiyle transferi yatan Fransız Laurent Robert, Jardel transferi sırasında yolu Galatasaray'dan geçen üç oyuncudan biri olan Kongo asıllı Belçikalı Mbo Mpenza ve Galatasaray'da iki yıl görev yaptıktan sonra Salzburg'a geçen Sasa İliç. Bu oyunculara ödedikleri bonservis bedeli yok, Sasa İliç'le kiralık olarak anlaşılmış zaten. Anlaşmaları da çok uzun süreli olmuyor, o sezon piyasadaki uygun oyuncuları toplayıp faydalandıktan sonra bütçelerini fazla zorlamadan yine benzer alternatiflere yöneliyorlar. Bu saydığımız isimlerden sadece Tümer Metin ve Laurent Robert kadroda yeni sezon için. Solano 150 bin euro bonservis bedeliyle Peru'ya geri dönmüş, Sasa İliç'in kiralık kontratı bitmiş ve Mbo Mpenza kariyerini sonlandırmış.
Anlatmak istediğim esasen şu. İyi bir piyasa takibi ile Yunanistan-Türkiye seviyesindeki orta sıralardaki bir takım birçok kariyerli ismi kadrosuna katabilir. Larissa çok büyük bütçeleri olmamasına rağmen bu stratejiyle beraber Avrupa Kupalarına düzenli katılan bir takım haline geldi. Bizim ligin daha zorlu bir lig olduğunu kabul etmekle beraber yerli iskeletinin üstüne doğru yabancı takviyelerini yapamayan birçok şehir takımı olduğunu da görüyoruz, üstelik harcadıkları paralar da küçümsenecek cinsten değil. Larissa'nın yapabildiğinin bir adım ötesine geçebilecek kulüpler var Türkiye'de, yeterki istekli ve akılcı bir yol izlensin. Genç ve gelecek vadeden yabancı oyunculara yönelmenin gerekliliğini vurguluyoruz sürekli (menejerlerin kamyonla getirip sattıkları oyuncular değil elbette) ancak ligin bu tip oyuncular kadar kariyerli, diğer oyunculara model olabilecek isimlere de ihtiyacı var. Bizim lige getirilen oyuncuların ne kariyeri var, ne gelişmeye müsait, ne de bir performans koyabiliyorlar ortaya. İnatla aynı şeyleri her sene tekrar etmekten de geri kalmıyorlar, işte anlamadığım kısım da bu.
Yunanistan'ın ege kıyısındaki bir şehir olan Larissa bence bu anlamda yeni bir model getirmiştir bence baş altı liglerin orta sıra takımlarına. Bu kadar gözümüzün önündeyken, transfer mevsiminde adı manşetleri süslüyorken arkasındaki organizasyonu görmemiz gerekiyor. En azından ülkemizde başarılı bir performans sergilemiş Sasa İliç'i Yunan ligine kaptırmamalı, çok da zor olmasa gerek...
Galatasaray'a Geri Dönebilme Şartları?
Galatasaray altyapısı son yıllarda Galatasaray'a rotasyon düzeyinde sadece 1-2 oyuncu kazandırabildiyse de mezun ettiği üst düzey oyuncu sayısı onlarla telaffuz ediliyor. Özellikle 87'lilerden beri bu sayıda ciddi bir artış yaşandı. PAF Liginin garip statüsünden dolayı bu oyuncular 20 yaşına girdikleri andan itibaren ya takımlarıyla profosyonel sözleşme imzalamak zorundalar, ya da kendilerine kulüp bulmak. Bu sebeple Galatasaray'ın mezunların hepsiyle anlaşmaması anlayışla karşılanabilir ama ortada büyük bir yanlış var.
Yıllardır onlarca oyuncu çeşitli seviyelerdeki takımlara kiralık veriliyor ve bu oyuncuların çok büyük bir bölümü sezon öncesi kampına bile uğrama şansını elde edemiyor. Bu kadar çok oyuncuyu yönetebilmeniz için öncelikle bu oyuncuları takip etmeniz ve bir strateji oluşturmanız gerekir. Yetersiz oyuncularla vedalaşırsınız, hazır olmayan ama hala ümitli olduğunuz oyuncuları belli bir kamp dönemi sonra kiralarsınız, yeterli olanları kadronuza katarsınız. Galatasaray'ın böyle bir politikası yok, aksine kiralık giden oyuncu sürgüne gönderilmiş gibi algılanıyor ve hepsinden Arda Turan'ın 6 aylık Manisaspor macerasında gösterdiği performans bekleniyor. Arda'nın o dönem ön plana çıkabilmesinde Ersun Yanal gibi önemli bir faktör vardı, bu göz ardı edilen en önemli etken. Oyuncunuzu oynatmayacak kulübe ve hocaya oyuncuyu kiralarsanız isterse Arda Turan'ın kendisi olsun, formayı alamaz. Kulüp seçerken idareciler kendi kişisel ilişkilerine göre değil bu kriterlere göre karar vermeliler. Kiraya verdikten sonra da işin takibini yapmalılar. İyi performans gösteren oyuncular da kamp döneminin ilk etabında A takımla çalışır, daha sonra değerlendirmesi yapılır ve kalıp kalmayacağına karar verilir.
Galatasaray'da işleyiş bu açıdan tamamen sorunlu. Amaç sözde genç oyunculara değer vermek ama kampa götürülen genç oyuncuların neye göre seçildiğini anlamak güç. Siz 30'u aşkın oyuncu kiralamışsınız, kampa götürülen 9 gencin 7si PAF takımdan. Geçen sene tamamı PAF takımdandı. Bunun mantığını bana açıklayabilecek birisi var mı? Bu 30 küsür oyuncu öyle ya da böyle profosyonel liglerde görev almış ve fiziki gelişim kaydetmişler. Bu oyuncular arasında düzenli forma bulanlar da var ama siz gidip henüz profosyonel düzeyde futbol oynamamış olan PAF takımın yarısını kampa davet ederken kiralık oyuncularınızı dışarda bırakıyorsunuz. Şu kampa katılan gençlerden kaç tanesi geçtiğimiz hafta serbest bırakılan oyunculardan daha hazır? Üstelik aralarındaki yaş farkı da 1 veya 2, öyle 23-24 yaşındaki oyunculardan da söz etmiyoruz. Aydın Yılmaz'la yaşıt adamlar bunlar. Kiralık oyuncuların tamamına "Size kapılarımızı kapattık." mesajından başka bir şey değil bu. Bu oyuncular ne için çalışıyorlar, ne için oynuyorlar o kulüplerde? Bu oyuncuların en iyileri bile PAF takımın ortalama bir oyuncusuna tercih edilecekse hangi motivasyonla iyi bir performans bekliyorsunuz bu adamlardan? Ya da şimdilerde kampa aldığınız oyuncuların birçoğunu A takıma alamadığında bu oyuncular başka kulübe niye kiralık gitmek istesinler? Baştan sonra hatalı bir işleyiş, baştan sona.
Burda anlatmak istediğim Galatasaray A takımının yarısı altyapıdan oluşması gerektiği değil. Galatasaray zaten zirve bir kulüp ve o oyuncuların sadece en iyileri oraya gelecek. Esas problem Galatasaray'ın bu oyuncuları kendi çıkarları doğrultusunda yönetmemesi. Düzgün bir sistem, işleyiş olsa kiralık performanslarından sonra bu oyuncular off-season'da tekrar vizyona konur, transfer listesindeki oyuncuları isterken elinizde kullanılacak bir oyuncunuz olur. Bugün Özgürcan'ın adı Sivasspor başta olmak üzere birçok kulüple anılıyorsa bunun kiralık performansıyla olduğu kadar şu anda Galatasaray tarafından öne çıkarılmasıyla da alakası var. Geçen sene bu fırsat hiçbir oyuncuya tanınmamıştı, bu sene Erhan'la Özgürcan'ın çağrılmasını gelişme olarak görebiliriz belki.
En iyilerini kampa davet edildi diyelim, maksimum 5 kişi. Geri kalan oyunculardan faydalanmayı düşünmüyorsanız ilk alternatif bu oyuncuların eline bonservislerini verip göndermek değildir. Bank Asya'da, 2B'de parlamış birçok oyuncu var ve her kulübün durumu o kadar da iyi değil. Senelerdir bu liglerde tecrübe edinmiş oyuncuları kadrolarında görmek isteyeceklerdir. Düzgün bir takas paketiyle en azından bu liglerdeki kalburüstü oyuncuları da fazla bir bonservis bedeli ödemeden kadronuza katarsınız. Adanaspor'a Anıl Karaer bedavaya verildi, bunun yerine Galatasaray Emre Aktaş'a talip olsaydı, yanına 1-2 oyuncu daha ekleyip bu transferi gerçekleştiremez miydi? Bugün Emre Aktaş'ın adı Bursaspor'la anılıyor ve öyle büyük bonservis bedelleri ödendiğini sanmıyorum. Kendisine güvenip önünü tıkamaması için Ferhat Öztorun'u gönderme kararı aldığınız Anıl Karaer'i değerlendirme şekline bakın. Keza İrfan Başaran. Galatasaray'ın altyapıda son yıllarda en büyük yatırımı yaptığı oyun kuruculardan biriydi ve geçen sene birçok talibi vardı. Galatasaray garantisiyle Beylerbeyi'ne gönderildi, sonrası malum. Tekrar tekrar yazmaya gerek yok. Bugün serbest bırakıldığı gibi 2B'de küme düşmüş bir takımın oyun kurucusu olmasına rağmen Bank Asya ekiplerinden Orduspor'la sözleşme imzaladı. Galatasaray'ın bu işten çıkarı nedir, anlayan beri gelsin.
Peki nerden esti bu yazı diyeceksiniz. Beni akşam akşam deli eden haber şu. Galatasaray sol bek için Ferhat ve İsmail'i elden kaçırdıktan sonra 28 yaşındaki Hayrettin Yerlikaya'ya talipmiş. Bülent Uygun da transferde aceleleri olmadığını, iyi bir teklif gelmemesi durumunda Hayrettin'in takımda kalacağını söylemiş. Zurnanın zırt dediği yer işte burası. Galatasaray, kendi altyapısından yetiştirdiği, Şampiyonlar Liginde forma şansı verdiği, Galatasaray'dan ayrıldıktan sonra 2 sene düzenli olarak forma şansı bulan ve ümit milli takımın banko oyuncularından biri olan Ferhat Öztorun'u bedava almaya eriniyor, ama daha sonra kalkıp 28 yaşında, kariyeri boyunca Sivasspor'dan daha üst düzey bir takımda oynamamış, kolay çalım yemesiyle meşhur, bonservisi yüksek Hayrettin Yerlikaya'ya talip oluyor. Şaka gibi bir olay.
Galatasaray yönetiminin demek istediği şu. Bu kapıdan çıkan hiçbir oyuncu bir daha Galatasaray'a dönemez. Arda Turan, Uğur Uçar ve Aydın Yılmaz'da olduğu gibi sizi oynatmak için istekli hocalarınız yoksa Galatasaray kariyeriniz bitmiştir. Ben oyuncu olsaydım bunu düşünürdüm, onların da öyle düşündüğüne eminim. Bugün Gökhan Öztürk vakasının yaşanmasının sebeplerinden biri de bu ve eminim ki son da olmayacak...
Yıllardır onlarca oyuncu çeşitli seviyelerdeki takımlara kiralık veriliyor ve bu oyuncuların çok büyük bir bölümü sezon öncesi kampına bile uğrama şansını elde edemiyor. Bu kadar çok oyuncuyu yönetebilmeniz için öncelikle bu oyuncuları takip etmeniz ve bir strateji oluşturmanız gerekir. Yetersiz oyuncularla vedalaşırsınız, hazır olmayan ama hala ümitli olduğunuz oyuncuları belli bir kamp dönemi sonra kiralarsınız, yeterli olanları kadronuza katarsınız. Galatasaray'ın böyle bir politikası yok, aksine kiralık giden oyuncu sürgüne gönderilmiş gibi algılanıyor ve hepsinden Arda Turan'ın 6 aylık Manisaspor macerasında gösterdiği performans bekleniyor. Arda'nın o dönem ön plana çıkabilmesinde Ersun Yanal gibi önemli bir faktör vardı, bu göz ardı edilen en önemli etken. Oyuncunuzu oynatmayacak kulübe ve hocaya oyuncuyu kiralarsanız isterse Arda Turan'ın kendisi olsun, formayı alamaz. Kulüp seçerken idareciler kendi kişisel ilişkilerine göre değil bu kriterlere göre karar vermeliler. Kiraya verdikten sonra da işin takibini yapmalılar. İyi performans gösteren oyuncular da kamp döneminin ilk etabında A takımla çalışır, daha sonra değerlendirmesi yapılır ve kalıp kalmayacağına karar verilir.
Galatasaray'da işleyiş bu açıdan tamamen sorunlu. Amaç sözde genç oyunculara değer vermek ama kampa götürülen genç oyuncuların neye göre seçildiğini anlamak güç. Siz 30'u aşkın oyuncu kiralamışsınız, kampa götürülen 9 gencin 7si PAF takımdan. Geçen sene tamamı PAF takımdandı. Bunun mantığını bana açıklayabilecek birisi var mı? Bu 30 küsür oyuncu öyle ya da böyle profosyonel liglerde görev almış ve fiziki gelişim kaydetmişler. Bu oyuncular arasında düzenli forma bulanlar da var ama siz gidip henüz profosyonel düzeyde futbol oynamamış olan PAF takımın yarısını kampa davet ederken kiralık oyuncularınızı dışarda bırakıyorsunuz. Şu kampa katılan gençlerden kaç tanesi geçtiğimiz hafta serbest bırakılan oyunculardan daha hazır? Üstelik aralarındaki yaş farkı da 1 veya 2, öyle 23-24 yaşındaki oyunculardan da söz etmiyoruz. Aydın Yılmaz'la yaşıt adamlar bunlar. Kiralık oyuncuların tamamına "Size kapılarımızı kapattık." mesajından başka bir şey değil bu. Bu oyuncular ne için çalışıyorlar, ne için oynuyorlar o kulüplerde? Bu oyuncuların en iyileri bile PAF takımın ortalama bir oyuncusuna tercih edilecekse hangi motivasyonla iyi bir performans bekliyorsunuz bu adamlardan? Ya da şimdilerde kampa aldığınız oyuncuların birçoğunu A takıma alamadığında bu oyuncular başka kulübe niye kiralık gitmek istesinler? Baştan sonra hatalı bir işleyiş, baştan sona.
Burda anlatmak istediğim Galatasaray A takımının yarısı altyapıdan oluşması gerektiği değil. Galatasaray zaten zirve bir kulüp ve o oyuncuların sadece en iyileri oraya gelecek. Esas problem Galatasaray'ın bu oyuncuları kendi çıkarları doğrultusunda yönetmemesi. Düzgün bir sistem, işleyiş olsa kiralık performanslarından sonra bu oyuncular off-season'da tekrar vizyona konur, transfer listesindeki oyuncuları isterken elinizde kullanılacak bir oyuncunuz olur. Bugün Özgürcan'ın adı Sivasspor başta olmak üzere birçok kulüple anılıyorsa bunun kiralık performansıyla olduğu kadar şu anda Galatasaray tarafından öne çıkarılmasıyla da alakası var. Geçen sene bu fırsat hiçbir oyuncuya tanınmamıştı, bu sene Erhan'la Özgürcan'ın çağrılmasını gelişme olarak görebiliriz belki.
En iyilerini kampa davet edildi diyelim, maksimum 5 kişi. Geri kalan oyunculardan faydalanmayı düşünmüyorsanız ilk alternatif bu oyuncuların eline bonservislerini verip göndermek değildir. Bank Asya'da, 2B'de parlamış birçok oyuncu var ve her kulübün durumu o kadar da iyi değil. Senelerdir bu liglerde tecrübe edinmiş oyuncuları kadrolarında görmek isteyeceklerdir. Düzgün bir takas paketiyle en azından bu liglerdeki kalburüstü oyuncuları da fazla bir bonservis bedeli ödemeden kadronuza katarsınız. Adanaspor'a Anıl Karaer bedavaya verildi, bunun yerine Galatasaray Emre Aktaş'a talip olsaydı, yanına 1-2 oyuncu daha ekleyip bu transferi gerçekleştiremez miydi? Bugün Emre Aktaş'ın adı Bursaspor'la anılıyor ve öyle büyük bonservis bedelleri ödendiğini sanmıyorum. Kendisine güvenip önünü tıkamaması için Ferhat Öztorun'u gönderme kararı aldığınız Anıl Karaer'i değerlendirme şekline bakın. Keza İrfan Başaran. Galatasaray'ın altyapıda son yıllarda en büyük yatırımı yaptığı oyun kuruculardan biriydi ve geçen sene birçok talibi vardı. Galatasaray garantisiyle Beylerbeyi'ne gönderildi, sonrası malum. Tekrar tekrar yazmaya gerek yok. Bugün serbest bırakıldığı gibi 2B'de küme düşmüş bir takımın oyun kurucusu olmasına rağmen Bank Asya ekiplerinden Orduspor'la sözleşme imzaladı. Galatasaray'ın bu işten çıkarı nedir, anlayan beri gelsin.
Peki nerden esti bu yazı diyeceksiniz. Beni akşam akşam deli eden haber şu. Galatasaray sol bek için Ferhat ve İsmail'i elden kaçırdıktan sonra 28 yaşındaki Hayrettin Yerlikaya'ya talipmiş. Bülent Uygun da transferde aceleleri olmadığını, iyi bir teklif gelmemesi durumunda Hayrettin'in takımda kalacağını söylemiş. Zurnanın zırt dediği yer işte burası. Galatasaray, kendi altyapısından yetiştirdiği, Şampiyonlar Liginde forma şansı verdiği, Galatasaray'dan ayrıldıktan sonra 2 sene düzenli olarak forma şansı bulan ve ümit milli takımın banko oyuncularından biri olan Ferhat Öztorun'u bedava almaya eriniyor, ama daha sonra kalkıp 28 yaşında, kariyeri boyunca Sivasspor'dan daha üst düzey bir takımda oynamamış, kolay çalım yemesiyle meşhur, bonservisi yüksek Hayrettin Yerlikaya'ya talip oluyor. Şaka gibi bir olay.
Galatasaray yönetiminin demek istediği şu. Bu kapıdan çıkan hiçbir oyuncu bir daha Galatasaray'a dönemez. Arda Turan, Uğur Uçar ve Aydın Yılmaz'da olduğu gibi sizi oynatmak için istekli hocalarınız yoksa Galatasaray kariyeriniz bitmiştir. Ben oyuncu olsaydım bunu düşünürdüm, onların da öyle düşündüğüne eminim. Bugün Gökhan Öztürk vakasının yaşanmasının sebeplerinden biri de bu ve eminim ki son da olmayacak...
Çılgın Piyasa II: Nihat, İsmail, Rıdvan Beşiktaş'ta
Fenerbahçe'nin piyasayı allak bullak edeceği aylar öncesinden belliydi ama buna Beşiktaş'ın da katılacağını tahmin etmiyordum. Topuz transferinde yaşananlardan sonra Beşiktaş da gözünü karartmış olacak ki bence en az Fenerbahçe kadar uçuk bonservis bedelleriyle piyasanın geri kalanını topladılar. Sezon başında takas ağırlıklı bir formülle Galatasaray'a gelmesi konusunda kulüpler arasında mutabakat sağlanan İsmail Köybaşı için tam 5 milyon euro ödedi Beşiktaş. Aykut+Volkan Yaman nerde, 5 milyon euro+Emre Özkan+Serdar Kurtuluş nerde! Bu piyasa dinamiklerinde Galatasaray'ın ismi olan bir oyuncuyu alması imkansız, doğrusu da budur bana kalırsa. İsmail'i çok beğenen ve yerli listesinin en üstüne yazan birisi olarak söylüyorum bunu. Galatasaray'ın İsmail transferindeki esas kaybı bu sözlü anlaşmaya güvenip bonservisi elinde olan altyapı çıkışlı Ferhat Öztorun'u Trabzonspor'a kaptırmasıdır.
Beşiktaş'a dönelim. Beşiktaş için maliyetli transfer olsalar da yerli rotasyonunda ciddi gedikler kapanmış oldu bir anlamda. Sol tarafta İbrahim yerine İsmail oynayacak ki en büyük upgrade bu olsa gerek. Eğer gelişimini sürdürürse Hakan Balta'yla beraber milli takımın değişilmezi olacaktır ancak hala eksikleri olan bir oyuncu İsmail, bu da atlanmamalı öte yandan. Fiyatı altında ezilen bir Ayhan Akman örneği varken Beşiktaş taraftarının da sabır göstermesi gerekecek İsmail'e bir süre. Yıllardır doğru düzgün bir bek performansı izleyemeyen Beşiktaşlılar için çok zor olmayacağını tahmin ediyorum. İsmail kadar dikkat çekmese de Karşıyaka'nın genç sağ beki Rıdvan da kotarılmak üzere olan bir diğer transfer. Sağ bekteki Toraman-Erhan Güven rotasyonunun hücum yönünde tamamlayacaktır Rıdvan. Açık söylemek gerekirse beni esas şaşırtan transfer bu oldu İsmail'den ziyade.
Hem Fenerbahçe'nin, hem Beşiktaş'ın verdiği bu bonservislerin aslında Türk futbolunda dolaylı yoldan da olsa bir vizyon değişikliği getireceğini görebiliriz, işin iyi yönünden bakarsak. Artık aklı başında Anadolu ekipleri kaşarlanmış futbolcular yerine ellerindeki genç oyuncuları değerlendirmenin ve gelişimlerini sağlamanın çok daha büyük bir getirisi olduğunu görmüş durumdalar. Bu işi daha önce gönülsüzce ya da tesadüfî yapan kulüpler de daha organize ve planlı olacaktır bundan sonra. Kayserispor'un, Ankaraspor'un, Gaziantepspor'un, önümüzdeki günlerde Bursaspor'un (Hem Sercan, hem Volkan) kasalarına giren malî girdiyi düşününce önümüzdeki senelerde Anadolu'da yaş ortalamasının aşağı ineceğini öngörmek zor değil. Son 25 yılın en önemli Anadolu performansına ard arda iki yıl imzasını atan Sivasspor bile bu kulüplerin kazandığı bonservislere yaklaşamadı. Esas okunması gereken nokta bu.
Bu transferler arasında en büyük isim ve kariyer Nihat Kahveci'nin şüphesiz, onu en sona bıraktım. Taktik anlamda bakarsak Nihat en az ihtiyaç duyulan bölgelerden birine geldi aslında. Forvet ikileyicileri Beşiktaş'ın en rahat olduğu konulardan biri, özellikle sağ taraftan bakınca. Filip Holosko gibi bir oyuncu varken sakatlıklardan kendini kurtarmakta güçlük çeken bir Nihat Kahveci'nin beklenen etkiyi yapıp yapamayacağı soru işareti. Belki sol tarafta ters ayaklı olarak da süre alabilir ikiliden biri, Mustafa Denizli'den bekleyeceğim türden bir hamle olur. Nihat Kahveci'nin Beşiktaş için anlamı büyük. Son yıllarda Beşiktaş altyapısı çıkışlı, takım üzerinde bir ağırlığı olan bir oyuncu yoktu, daha doğrusu Beşiktaş kimliğiyle anabileceğiniz bir oyuncu yoktu. Nihat bu anlamda önemli bir hamle. Gelir gelmez kaptan olacağını tahmin ediyorum. Ayrıca Avrupa kupalarındaki tecrübesi bu sene Şampiyonlar Ligine katılacak olan Beşiktaş'ın eksikliğini çektiği bir başka husus. Avrupadan geldiği için fiyat/performans oranı sorunlu bir transfer olsa da faydalı bir transfer olduğu görüşündeyim.
Başlığa çılgın piyasa 2 dedik ama bu çılgınlığı esas olarak başlatan Fenerbahçe'yi neden yazmadığımı merak edenler olabilir. Hepinizin bildiği gibi Fenerbahçe'nin Sercan Yıldırım için de benzer girişimleri var, bu transfer de olumlu ya da olumsuz sonuçlanırsa bir yazı yazacağım elbette. Bir yazıyı da Sivasspor hak ediyor aslında ama o yazının başlığının farklı olacağı kesin. Bu yazıyı sabahın köründe yazmamın sebebi ise dün gece erkenden uyuya kalmam, bana ulaşmak isteyip ulaşamamış dostlara selam ederim...
Beşiktaş'a dönelim. Beşiktaş için maliyetli transfer olsalar da yerli rotasyonunda ciddi gedikler kapanmış oldu bir anlamda. Sol tarafta İbrahim yerine İsmail oynayacak ki en büyük upgrade bu olsa gerek. Eğer gelişimini sürdürürse Hakan Balta'yla beraber milli takımın değişilmezi olacaktır ancak hala eksikleri olan bir oyuncu İsmail, bu da atlanmamalı öte yandan. Fiyatı altında ezilen bir Ayhan Akman örneği varken Beşiktaş taraftarının da sabır göstermesi gerekecek İsmail'e bir süre. Yıllardır doğru düzgün bir bek performansı izleyemeyen Beşiktaşlılar için çok zor olmayacağını tahmin ediyorum. İsmail kadar dikkat çekmese de Karşıyaka'nın genç sağ beki Rıdvan da kotarılmak üzere olan bir diğer transfer. Sağ bekteki Toraman-Erhan Güven rotasyonunun hücum yönünde tamamlayacaktır Rıdvan. Açık söylemek gerekirse beni esas şaşırtan transfer bu oldu İsmail'den ziyade.
Hem Fenerbahçe'nin, hem Beşiktaş'ın verdiği bu bonservislerin aslında Türk futbolunda dolaylı yoldan da olsa bir vizyon değişikliği getireceğini görebiliriz, işin iyi yönünden bakarsak. Artık aklı başında Anadolu ekipleri kaşarlanmış futbolcular yerine ellerindeki genç oyuncuları değerlendirmenin ve gelişimlerini sağlamanın çok daha büyük bir getirisi olduğunu görmüş durumdalar. Bu işi daha önce gönülsüzce ya da tesadüfî yapan kulüpler de daha organize ve planlı olacaktır bundan sonra. Kayserispor'un, Ankaraspor'un, Gaziantepspor'un, önümüzdeki günlerde Bursaspor'un (Hem Sercan, hem Volkan) kasalarına giren malî girdiyi düşününce önümüzdeki senelerde Anadolu'da yaş ortalamasının aşağı ineceğini öngörmek zor değil. Son 25 yılın en önemli Anadolu performansına ard arda iki yıl imzasını atan Sivasspor bile bu kulüplerin kazandığı bonservislere yaklaşamadı. Esas okunması gereken nokta bu.
Bu transferler arasında en büyük isim ve kariyer Nihat Kahveci'nin şüphesiz, onu en sona bıraktım. Taktik anlamda bakarsak Nihat en az ihtiyaç duyulan bölgelerden birine geldi aslında. Forvet ikileyicileri Beşiktaş'ın en rahat olduğu konulardan biri, özellikle sağ taraftan bakınca. Filip Holosko gibi bir oyuncu varken sakatlıklardan kendini kurtarmakta güçlük çeken bir Nihat Kahveci'nin beklenen etkiyi yapıp yapamayacağı soru işareti. Belki sol tarafta ters ayaklı olarak da süre alabilir ikiliden biri, Mustafa Denizli'den bekleyeceğim türden bir hamle olur. Nihat Kahveci'nin Beşiktaş için anlamı büyük. Son yıllarda Beşiktaş altyapısı çıkışlı, takım üzerinde bir ağırlığı olan bir oyuncu yoktu, daha doğrusu Beşiktaş kimliğiyle anabileceğiniz bir oyuncu yoktu. Nihat bu anlamda önemli bir hamle. Gelir gelmez kaptan olacağını tahmin ediyorum. Ayrıca Avrupa kupalarındaki tecrübesi bu sene Şampiyonlar Ligine katılacak olan Beşiktaş'ın eksikliğini çektiği bir başka husus. Avrupadan geldiği için fiyat/performans oranı sorunlu bir transfer olsa da faydalı bir transfer olduğu görüşündeyim.
Başlığa çılgın piyasa 2 dedik ama bu çılgınlığı esas olarak başlatan Fenerbahçe'yi neden yazmadığımı merak edenler olabilir. Hepinizin bildiği gibi Fenerbahçe'nin Sercan Yıldırım için de benzer girişimleri var, bu transfer de olumlu ya da olumsuz sonuçlanırsa bir yazı yazacağım elbette. Bir yazıyı da Sivasspor hak ediyor aslında ama o yazının başlığının farklı olacağı kesin. Bu yazıyı sabahın köründe yazmamın sebebi ise dün gece erkenden uyuya kalmam, bana ulaşmak isteyip ulaşamamış dostlara selam ederim...
Avrupa Liglerinde Yükselenler
Bill Turianski bir süredir Avrupa liglerine yükselen takımlarla ilgili haritalar hazırlıyor, son eklediği İtalya haritasıyla beraber en büyük 5 Avrupa Ligi kabul edilen İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya ve Fransa liglerinin haritalarını tamamladı. Daha önce Türkiye'de liglerinde yükselen ve düşen takımlar hakkında bir değerlendirme yapmıştık, şimdi de Bill'in haritaları eşliğinde bir Avrupa turu yapma vakti. Bilgimiz kısıtlı da olsa bir değerlendirme yapmak gerek.Geçen sezon küme düşmesi şaşkınlık yaratan Zaragoza, üst düzey bazı oyuncularıyla yollarını ayırmak zorunda kalsa da kadro kalitesini büyük ölçüde muhafaza edip fazla zorlanmadan La Liga'ya döndü. 81 puanla ligi ikinci tamamladılar. Secunda Liga 22 takımla oynanan bir lig olduğundan 42 maç yapmak durumundasınız ve oldukça yorucu bir maraton. Ne kadar güçlü olursanız olun dönmek zor olabiliyor. 2 sezon önce küme düşen Celta Vigo ligi 17. tamamladı, iddialı bir kadro kuran ve La Liga'yı dönmeyi amaçlayan Sociedad zirve mücadelesinin uzağında kaldı. Zaragoza'nın çabuk dönüşü bu anlamda az hasarla atlatılmış bir kaza olarak görülebilir. Oliveira'yı geri alıp tekrar düşmezlerse tabii!
La Liga'nın yeni takımlarından Tenerife uzun yıllardır Secunda Liga'nın gediklilerinden biri, tam 7 yıldır La Liga'dan uzaktalar. Daha çok 1992'de Real Madrid'i şampiyonluktan etmeleriyle hatırlıyorum ben Tenerife'yi, birçoğunuz gibi. Bu sene ne yapacaklar, göreceğiz. Xerez ise tarihinde 2. kez en üst seviyede mücadele etme şansı bulacak. Secunda Liga'da şampiyon oldular ama takım mazilerini düşününce küme düşmenin en önemli adaylarından olacaklar seneye. Sporting Gijon'un bu sene yarattığı mucizenin bir benzerine ihtiyaçları olacak.
İngiltere'de Premier Lig'e fazla yabancı olmayan iki ekip var yükselenler arasında, birisi Birmingham, diğeri Wolverhampton. Birmingham bu transfer döneminde Türk takımlarıyla benzer ajandalara sahip ekiplerden biri, sıkça adı geçiyor transfer haberlerinde. Bir sene önce Forsell ve Kapo'lu kadrolarıyla küme düşme barajının bir puan altında kalıp lige veda etmişlerdi. Bu sene barajın üstünde kalmak için çabalayacaklar. Wolverhampton'sa ligin asansör takımlarından, köklü mazilerine rağmen bir türlü EPL'de düzen kuramadılar. Geçenlerde Steve Bull'la ilgili bir yazı hazırlarken Wolverhampton'a ucundan kıyısından göz atma fırsatı bulmuştum. Bugün bile en çok satan formalarının Steve Bull olması beni çok etkilemişti, eminim birçok futbolsever de benim gibi düşünüyordur. Bu sene ligde tutunmasını istediğim ekiplerden biri olacak Wolves, geçtiğimiz sezon boyunca Hull City için yazdıklarımın bir benzerini Wolves için görebiliriz.
Diğer yandan yepyeni bir takım da yükselmiş durumda Premier Lig'e, alt liglerin köklü ekiplerinden Burnley. Marcelo Carrusca haberleriyle Türk spor basının gündemine gelmişti hatırlarsanız ama benim CM günlerimden hatıra ekiplerden biridir. (Blog da CM çağrışımlarıyla doldu bugün) Belki Premier Lige yükselmişken bu sefer Carrusca'yı gerçekten almak isteyebilirler! Ah work permit, ah.
Almanya'da Bundesliga I'e geçme hakkını kazanan takımlar Freiburg, Mainz ve Nürnberg oldular. Şampiyon Freiburg özellikle genç oyuncularıyla dikkat çeken bir ekip, Ömer Toprak ve Daniel Schwaab takımın en önemli oyuncularıydı sezon boyunca. Ömer'in geçirdiği talihsiz kazayı biliyorsunuz, ondan uzunca bir süre (belki de hiç, malesef) yararlanamayacaklar. Schwaab ise Almanya 21 yaş altı takımıyla bizim Belarus'a elenerek gidemediğimiz Avrupa şampiyonasına katılıyor. Önümüzdeki sezon Bundesliga'da kendini gösterme fırsatı bulacak.
Nürnberg de bir sezonluk aranın ardından lige dönen ekiplerden Avrupa'da. Aslında geçen sezon gerçekten önemli bir kadroları vardı, nasıl düştüklerine akıl sır erdiremedim ben. Bu sezon Bundesliga'nın tozunu atan Misimoviç, Slovak milli takımı oyuncusu Robert Vittek ve kariyerinin son demlerinde de olsa Avrupanın önemli pivot santraforlarından Koller gibi üst düzey hücum oyuncularına rağmen düşmeleri bence sürprizdi. Bu sene yeni bir yapılanmaya gitmek durumundalar. Mainz ise pek yakından takip ettiğim bir takım değildi, iki sezon önce Mısır milli takımı forveti Zidan'lı kadrolarıyla küme düşmüşlerdi. Bir de Türk kökenli sağ bek Christian Demirtaş var, 25 yaşında. Sağ bek diye çırpınan Türk kulüpleri için düşünülmesi gereken alternatiflerden biri.
Son günlerde sıkça konuşulan konulardan biriydi Parma'nın tekrar Serie A'ya dönmesi, özellikle Tardini Büfe'nin yaratıcısı Parma Maniac vesilesiyle blog aleminde yer buldu kendine. 90ların efsane ekiplerinden biriydi Parma, daha sonra yaşadığı büyük malî krizden sonra genç oyuncularla ligde tutunmaya çalışan bir kulüp yapısına büründüler. Aslına bakarsanız iyi de idare ettiler bir süre ancak kadro kalitesi bu düzeydeyken Parma'nın düşmesi neredeyse kaçınılmazdı. Düşmelerinin ardından lige dönüp dönemeyecekleri soru işaretiydi ancak 76 puanla ikinci sırayı alarak amaçlarına ulaştılar. Bu sene kaldıkları yerden devam edecekler. Takibimizde olacak ekiplerden biri Parma.
Parma dışında ülkemizde tribünlerinin siyasi tavrıyla adından söz ettiren Livorno da lige geri dönen ekipler arasında. Kendi sahalarında Brescia'yı 3-0 mağlup ettikleri play-off maçıyla Serie A'ya dönmeye hak kazandılar. Bu iki takımın önünde ligi şampiyon bitiren ekip ise Bari oldu. Onlar da köklü bir ekip olmasına rağmen uzun süredir Serie A'ya yükselememişlerdi, bu sene tekrar zirve lige dönüyorlar.
Fransa'da üst lige yükselen ekipler Lens, Boulogne ve Montpellier. Her Galatasaraylının olduğu gibi benim de renklerinden ötürü bir sempatim var, özellikle formalarını çok beğeniyorum. Lens'ın lig atladığını duyunca Le Foot'un bloguna bir göz atmıştım o dönem, güzel de bir yazı çıkarmış kendisi. Burda söylebileceklerim zaten o yazıdan aklımda kalan 2-3 cümleden fazlası olmayacak, en iyisi siz makalenin tamamını şurdan okuyun. Boulogne ve Montpeiller hakkındaysa en ufak bir fikrim dahi yok, hele Boulogne'nin adını ilk defa duydum. Siz en iyisi işi ehlinden okuyun. Yazıyı gelecek sezonla ilgili içi boş kehanetlerimizle bitirelim;
La Liga'nın yeni takımlarından Tenerife uzun yıllardır Secunda Liga'nın gediklilerinden biri, tam 7 yıldır La Liga'dan uzaktalar. Daha çok 1992'de Real Madrid'i şampiyonluktan etmeleriyle hatırlıyorum ben Tenerife'yi, birçoğunuz gibi. Bu sene ne yapacaklar, göreceğiz. Xerez ise tarihinde 2. kez en üst seviyede mücadele etme şansı bulacak. Secunda Liga'da şampiyon oldular ama takım mazilerini düşününce küme düşmenin en önemli adaylarından olacaklar seneye. Sporting Gijon'un bu sene yarattığı mucizenin bir benzerine ihtiyaçları olacak.
İngiltere'de Premier Lig'e fazla yabancı olmayan iki ekip var yükselenler arasında, birisi Birmingham, diğeri Wolverhampton. Birmingham bu transfer döneminde Türk takımlarıyla benzer ajandalara sahip ekiplerden biri, sıkça adı geçiyor transfer haberlerinde. Bir sene önce Forsell ve Kapo'lu kadrolarıyla küme düşme barajının bir puan altında kalıp lige veda etmişlerdi. Bu sene barajın üstünde kalmak için çabalayacaklar. Wolverhampton'sa ligin asansör takımlarından, köklü mazilerine rağmen bir türlü EPL'de düzen kuramadılar. Geçenlerde Steve Bull'la ilgili bir yazı hazırlarken Wolverhampton'a ucundan kıyısından göz atma fırsatı bulmuştum. Bugün bile en çok satan formalarının Steve Bull olması beni çok etkilemişti, eminim birçok futbolsever de benim gibi düşünüyordur. Bu sene ligde tutunmasını istediğim ekiplerden biri olacak Wolves, geçtiğimiz sezon boyunca Hull City için yazdıklarımın bir benzerini Wolves için görebiliriz.
Diğer yandan yepyeni bir takım da yükselmiş durumda Premier Lig'e, alt liglerin köklü ekiplerinden Burnley. Marcelo Carrusca haberleriyle Türk spor basının gündemine gelmişti hatırlarsanız ama benim CM günlerimden hatıra ekiplerden biridir. (Blog da CM çağrışımlarıyla doldu bugün) Belki Premier Lige yükselmişken bu sefer Carrusca'yı gerçekten almak isteyebilirler! Ah work permit, ah.
Almanya'da Bundesliga I'e geçme hakkını kazanan takımlar Freiburg, Mainz ve Nürnberg oldular. Şampiyon Freiburg özellikle genç oyuncularıyla dikkat çeken bir ekip, Ömer Toprak ve Daniel Schwaab takımın en önemli oyuncularıydı sezon boyunca. Ömer'in geçirdiği talihsiz kazayı biliyorsunuz, ondan uzunca bir süre (belki de hiç, malesef) yararlanamayacaklar. Schwaab ise Almanya 21 yaş altı takımıyla bizim Belarus'a elenerek gidemediğimiz Avrupa şampiyonasına katılıyor. Önümüzdeki sezon Bundesliga'da kendini gösterme fırsatı bulacak.
Nürnberg de bir sezonluk aranın ardından lige dönen ekiplerden Avrupa'da. Aslında geçen sezon gerçekten önemli bir kadroları vardı, nasıl düştüklerine akıl sır erdiremedim ben. Bu sezon Bundesliga'nın tozunu atan Misimoviç, Slovak milli takımı oyuncusu Robert Vittek ve kariyerinin son demlerinde de olsa Avrupanın önemli pivot santraforlarından Koller gibi üst düzey hücum oyuncularına rağmen düşmeleri bence sürprizdi. Bu sene yeni bir yapılanmaya gitmek durumundalar. Mainz ise pek yakından takip ettiğim bir takım değildi, iki sezon önce Mısır milli takımı forveti Zidan'lı kadrolarıyla küme düşmüşlerdi. Bir de Türk kökenli sağ bek Christian Demirtaş var, 25 yaşında. Sağ bek diye çırpınan Türk kulüpleri için düşünülmesi gereken alternatiflerden biri.
Son günlerde sıkça konuşulan konulardan biriydi Parma'nın tekrar Serie A'ya dönmesi, özellikle Tardini Büfe'nin yaratıcısı Parma Maniac vesilesiyle blog aleminde yer buldu kendine. 90ların efsane ekiplerinden biriydi Parma, daha sonra yaşadığı büyük malî krizden sonra genç oyuncularla ligde tutunmaya çalışan bir kulüp yapısına büründüler. Aslına bakarsanız iyi de idare ettiler bir süre ancak kadro kalitesi bu düzeydeyken Parma'nın düşmesi neredeyse kaçınılmazdı. Düşmelerinin ardından lige dönüp dönemeyecekleri soru işaretiydi ancak 76 puanla ikinci sırayı alarak amaçlarına ulaştılar. Bu sene kaldıkları yerden devam edecekler. Takibimizde olacak ekiplerden biri Parma.
Parma dışında ülkemizde tribünlerinin siyasi tavrıyla adından söz ettiren Livorno da lige geri dönen ekipler arasında. Kendi sahalarında Brescia'yı 3-0 mağlup ettikleri play-off maçıyla Serie A'ya dönmeye hak kazandılar. Bu iki takımın önünde ligi şampiyon bitiren ekip ise Bari oldu. Onlar da köklü bir ekip olmasına rağmen uzun süredir Serie A'ya yükselememişlerdi, bu sene tekrar zirve lige dönüyorlar.
Fransa'da üst lige yükselen ekipler Lens, Boulogne ve Montpellier. Her Galatasaraylının olduğu gibi benim de renklerinden ötürü bir sempatim var, özellikle formalarını çok beğeniyorum. Lens'ın lig atladığını duyunca Le Foot'un bloguna bir göz atmıştım o dönem, güzel de bir yazı çıkarmış kendisi. Burda söylebileceklerim zaten o yazıdan aklımda kalan 2-3 cümleden fazlası olmayacak, en iyisi siz makalenin tamamını şurdan okuyun. Boulogne ve Montpeiller hakkındaysa en ufak bir fikrim dahi yok, hele Boulogne'nin adını ilk defa duydum. Siz en iyisi işi ehlinden okuyun. Yazıyı gelecek sezonla ilgili içi boş kehanetlerimizle bitirelim;
İspanya: Zaragoza kalır, Xerez ve Tenerife düşer.
İngiltere: Birmingham ve Wolves kalır, Burnley düşer.
Almanya: Nürnberg kalır, Freiburg ve Mainz düşer.
İtalya: Parma ve Livorno kalır, Bari düşer.
Fransa: Lens kalır, Boulogne ve Montpellier düşer.
İngiltere: Birmingham ve Wolves kalır, Burnley düşer.
Almanya: Nürnberg kalır, Freiburg ve Mainz düşer.
İtalya: Parma ve Livorno kalır, Bari düşer.
Fransa: Lens kalır, Boulogne ve Montpellier düşer.
Futbolcugiller
Futbol yeteneğinin genetik olarak nesilden nesile aktarıldığı düşünülür genelde. Birçok örnek verilebilir bunun üstüne, Laudrup kardeşler ya da De Boer kardeşler gibi. Bu akımın ülkemizdeki temsilcileri ise Bursaspor çıkışlı iki kardeş olan Serdar ve Serkan Kurtuluş oldu son dönemde. Serdar'ın Beşiktaş'ta son iki sezondur sakatlıklar sebebiyle ciddi bir düşüş yaşaması her Galatasaray-Beşiktaş maçından önce gözümüze sokulması muhtemel bu detayın es geçilmesine sebep oldu. Futbolun magazin yönü için iyi bir malzeme kardeş futbolcular.
Başka kimler vardı diye düşünüyorum da aklıma Hakan ve Gökhan Şükür geliyor öncelikle. Abisi Hakan'a pek çekmemiş olsa gerek ki futbol kariyeri baya kısa sürdü. Bir ara Championship Manager'da da görmüşlüğüm vardı kendisini alt liglerde, başka da hatırlanacak bir şey yok hani. Futbolculukta tutunamadıktan sonra bir ara menejer olmaya kalktı ama sonra ismi pek anılmadı spor basınında. Seda Sayan'la beraber magazin basınında yer aldı daha çok. Okan Buruk'un abisi Fuat Buruk vardı keza, gerçi onu izlemeye de yaşımız müsade etmiyor. Kardeşi kadar önemli bir kariyeri olmasa da iyi bir futbolcu olduğu söylenir.
İşin içinde genetik olunca kardeşlein birbirine referans olup olamayacağı da konuşulması gereken bir konu. Milan'ın Kaka'dan çok memnun kalmasından sonra abisi için de teklif götürdüğü iddia edilmişti yabancı basında. Yurt içine dönersek Mehmet Topal ve Barış Özbek'in kardeşleri Galatasaray'la anılmıştı bir ara. Ufuk Özbek 17 yaş altı milli takımında da forma giyiyor. İki kardeşi aynı takımda görmek de ilginç bir deneyim olabilir bu anlamda. Ya da biraz daha zorlama bir senaryo yazmak istersek Beşiktaş'ın Serdar Kurtuluş'u takasla ya da başka türlü elden çıkarabileceğini düşünürsek belli bir süre sonra Galatasaray'ın ona talip olması sürpriz olmaz. Sizce futbol çerçevesinde bakarsak bir kardeşin başarılı olması diğeri için ne kadar referans olabilir?
Kardeş deyince atlanmaması gereken ailelerin başında Altıntoplar geliyor elbette ama onlar direkt olarak aynı DNA'yı paylaştıklarından pozitif veya negatif bir örnek olarak sunmak doğru olmayacak. İkizlere girersek çıkamayız zaten, Tachibana brothers'a kadar gider bu iş.
Bu işin genetik olmadığını da öne sürebiliriz elbette, baba Cruyff'tan sonra oğluna bakan birisi rahatlıkla bunu iddia edebilir. Ya da hiç uzaklara gitmeden kendimden örnek vereyim. Babam harika futbol oynar ama bende top tekniğinden eser yoktur. Siz neye inanıyorsunuz bu konuda, top tekniğimiz de damarlarımızdaki asil kanda mevcut mudur? Fikirlerinizi merak ediyorum...
Başka kimler vardı diye düşünüyorum da aklıma Hakan ve Gökhan Şükür geliyor öncelikle. Abisi Hakan'a pek çekmemiş olsa gerek ki futbol kariyeri baya kısa sürdü. Bir ara Championship Manager'da da görmüşlüğüm vardı kendisini alt liglerde, başka da hatırlanacak bir şey yok hani. Futbolculukta tutunamadıktan sonra bir ara menejer olmaya kalktı ama sonra ismi pek anılmadı spor basınında. Seda Sayan'la beraber magazin basınında yer aldı daha çok. Okan Buruk'un abisi Fuat Buruk vardı keza, gerçi onu izlemeye de yaşımız müsade etmiyor. Kardeşi kadar önemli bir kariyeri olmasa da iyi bir futbolcu olduğu söylenir.
İşin içinde genetik olunca kardeşlein birbirine referans olup olamayacağı da konuşulması gereken bir konu. Milan'ın Kaka'dan çok memnun kalmasından sonra abisi için de teklif götürdüğü iddia edilmişti yabancı basında. Yurt içine dönersek Mehmet Topal ve Barış Özbek'in kardeşleri Galatasaray'la anılmıştı bir ara. Ufuk Özbek 17 yaş altı milli takımında da forma giyiyor. İki kardeşi aynı takımda görmek de ilginç bir deneyim olabilir bu anlamda. Ya da biraz daha zorlama bir senaryo yazmak istersek Beşiktaş'ın Serdar Kurtuluş'u takasla ya da başka türlü elden çıkarabileceğini düşünürsek belli bir süre sonra Galatasaray'ın ona talip olması sürpriz olmaz. Sizce futbol çerçevesinde bakarsak bir kardeşin başarılı olması diğeri için ne kadar referans olabilir?
Kardeş deyince atlanmaması gereken ailelerin başında Altıntoplar geliyor elbette ama onlar direkt olarak aynı DNA'yı paylaştıklarından pozitif veya negatif bir örnek olarak sunmak doğru olmayacak. İkizlere girersek çıkamayız zaten, Tachibana brothers'a kadar gider bu iş.
Bu işin genetik olmadığını da öne sürebiliriz elbette, baba Cruyff'tan sonra oğluna bakan birisi rahatlıkla bunu iddia edebilir. Ya da hiç uzaklara gitmeden kendimden örnek vereyim. Babam harika futbol oynar ama bende top tekniğinden eser yoktur. Siz neye inanıyorsunuz bu konuda, top tekniğimiz de damarlarımızdaki asil kanda mevcut mudur? Fikirlerinizi merak ediyorum...
Gökhan Zan Galatasaray'da
Öncelikle yönetime gerçekten kızgın olduğumu söylemek zorundayım. Günlerdir transfer nöbetlerinde sabahlara kadar beklemişken gidip dışarı çıktığım gün herkesi ters köşeye yatıracak cinsten bir transfer yapıyorlar. Şaka bir yana gerçekten ters köşe olduk hep beraber, en azından ben beklemediğimi söyleyeyim. Sözleşmesi bulunmadığını biliyorduk ama ben Fenerbahçe bir hamle yapar belki diye aklımdan geçirmişken kendi kulübümü aklımın ucuna getirmedim. Beşiktaş'la olan ilişkiler ve oyunculara verilen yıllık ücret konusunda Beşiktaş'ın daha bonkör olacağı fikri bu ihtimali göz ardı etmeme sebep oldu ama görünen köy kılavuz istemiyor bu saatten sonra. Galatasaray 8 milyon euro'ya Marsilya'ya sattığı Servet'in bölgesine bir diğer milli stoper Gökhan Zan'ı bonservis ücreti ödemeden transfer etti.
Galatasaray cephesindeki fikirler her zaman olduğu gibi iki uç noktaya ayrışmış durumda. Bir taraf Gökhan Zan'ın çok kötü bir transfer olduğunu savunurken diğer taraf Servet'in gidişinden sonra boşalan yerli rotasyonuna koyulabilecek en iyi yerli stoper olduğunu düşünüyor. Gökhan Zan'ın günümüze kadar gelen 'Cam Adam' imajı, özellikle tansiyonu yüksek maçlarda yapabildiği kademe hataları insanların göz önüne geliyor doğal olarak, istemeyenleri anlayabiliyorum ama ben katılmıyorum bu görüşe. Servet Çetin gitmişken Galatasaray'ın iki tane ilk 11'de oynayabilecek kalitede stoper alması gerekiyordu. Ya bu oyuncuların ikisi de yabancı olacak ve bonservis bütçemizi buraya aktaracaktık, ya da birisini yerli tercih edip bütçeye uygun bir alternatife yönelip Emre Güngör'ün sağlıklı kalması şartıyla rotasyonu kotarmaya çalışacaktır. Galatasaray yönetiminin yaptığı hamle hem Emre Güngör'ün sağlığı konusunda kumar oynama riskini ortadan kaldırdı, hem de bonservis bedeli ödemediğimizden hem defansa hem de diğer bölgelere yapılacak yabancı transferleri için elimizi güçlendirdi. Gökhan Zan konjonktür itibariyle şahane bir transferdir, emeği geçen herkese ben teşekkür ediyorum kendi adıma.
İkinci bir Servet Çetin vakası olarak kariyerini Galatasaray'da bir adım öteye götüreceği fikri her Galatasaraylının, hatta her Türk futbolseverin kafasında var. Şunu söylemeliyim ki Servet Çetin azmiyle, mücadeleci karakteriyle, profosyonelliğiyle ortalama bir Türk futbolcusunda göremeyeceğiniz bir anlayışa sahipti. Geldiği andan itibaren hedefi için çalıştı, hem Galatasaray'a hem bireysel kariyerine katkı yaptı ve bir yerlere geldi. Ben bu hırsı, bu isteği Gökhan Zan'da göreceğime emin değilim, bunu söyleyeyim. Yine de bu Gökhan Zan'ın Galatasaray'da başarılı olup olmayacağıyla alakalı bir tespit değil, söylemek istediğim başka. Servet Çetin gerçekten yapılmayanı yaptı, onun hakkını verelim ama bir yandan da önümüze bakmamız gerekiyor.
Gökhan Zan'ın Galatasaray adına doğru tercih olduğu fikrimi belirtmiştim, bunu açayım biraz. Gökhan Zan milli takımlarda her zaman ortalamasının çok üzerinde performans vermiş bir oyuncu, böyle oyuncular hemen hemen her ülkede vardır. Bu tip oyunculardan kulüp düzeyinde verim alabilmek için milli takıma en yakın ortamda bulunmaları performanslarına doğrudan katkı yapar. Bu anlamda Galatasaray hem oyun anlayışı olarak, hem de etrafındaki oyunculara aşinalığı sebebiyle Gökhan Zan için olabilecek en doğru tercihtir. Solunda oynayan bir Hakan Balta, önünde oynayan bir Mehmet Topal, sağ tarafında oynayan bir Sabri Sarıoğlu'nu bulacak takımda, bu da önemsiz bir detay gibi gözükse de bence dikkate alınması gerekiyor. Yanına alınacak muhtemel bir yabancı stoperin önemi burda ortaya çıkıyor. Bu tercihten sonra benim için en önemli stoper kriteri defansı organize edecek oyun bilgisine sahip olup olmadığıdır. Gökhan Zan'ın en zayıf yönü bu ve yeni gelecek oyuncu bunu gidermeli ilk önce. Topu oyuna sokmak da önemli elbette ama stoperlerin işinin önce defanstaki gedikleri kapatmak olduğunu unutmayalım.
Eren Güngör ve Serdar Taşçı. Bu oyuncuları hemen her Türk takımı kadrosuna katmak ister ama gerçeklerle yüzleşelim, bu oyuncuları transfer etmeniz için çok büyük bütçeler ayırmak zorundasınız. Kayserispor'un oyuncusunu satmak istemediği zaman gözünü ne kadar karartabildiğini 1,5 sene önce Mehmet Topuz'a gelen 11 milyon euroluk teklifi reddedişinden biliyoruz. Serdar'ın Türkiye radarından çıkmasının üstünden baya zaman geçti. Ben üstüne düşülsün isterdim ama nafile bir istekten öte bir şey değil bu. Tigana'nın ekibi zamanında onu bulup istediğinde değeri 750 bin euro'ydu, şimdi yanına yaklaşmak zor. Bu oyuncuları da kenara koyarsak Gökhan Zan transferinin üstüne yazabileceğim kimse yok. Ediz Bahtiyaroğlu ismi çok öne çıktı ama açık söylemek gerekirse benim içime sinen bir oyuncu değil Ediz, Galatasaray seviyesinde bir stoper olduğunu henüz ispatlamış bir oyuncu olduğunu sanmıyorum. Tutup da bu tip riskli bir transfer yapıp yıllardır iç piyasaya bu tip uçuk bedeller ödememe prensibini Ediz için bozmaya değer miydi, bence değmezdi. Gökhan Zan transferinin çok daha doğru bir hamle olduğunu düşünüyorum bu anlamda.
Galatasaray için ne kadar doğru transfer olduğunu düşünüyorsam Beşiktaş için de bir o kadar yanlışlarla dolu bir hikaye bu. Son yılların en formda dönemini geçiren milli oyuncunuzla sözleşme uzatma opsiyonunuz varken bunu unutuyorsunuz, üstelik bu hatanın farkına vardıktan sonra da hızlı davranmayı beceremiyorsunuz. Nerden baksanız bir kaybet-kaybet politikası. Beşiktaşlı bir arkadaşım yazmış, kelimesine dokunmadan yazıyorum. "Beşiktaş'ın piyasanın şu durumunda para verip yerli stoper alması gerekecek. Galatasaray'ın stoper için yapacağı harcamayı Beşiktaş yapmak durumunda kalacak ne kadar komik değil mi?" Doğru söze ne hacet. Şampiyon olmuş ve mevcut yapının üzerine koymak için bir fırsat yakalamış olan Beşiktaş'ta yaşanan yönetim hatalarını komediden başka tanımlayacak kelime yok. Beşiktaşlı arkadaşlara allah sabır versin.
Son bir not. Düz kırmızı forma çıkmayacak diye biliyordum ben, görünce gerçekten çok sevindim. Fotoğrafta pek şık durmamış ama bir de yakından görmek lazım. Yeni sezonda favori formalarımdan biri olabilir. Sanırım parçalı-beyaz-kırmızı-lila oldu son tercih, çubuklunun yerini almış gibi görünüyor kırmızı. Kırmızı iyidir... (Forma antreman formasıymış bu arada. Bir ara kırmızı çıkarılacağı konuşuluyordu ama daha sonra store yetkilileri düz forma olarak lilayı tercih etmişlerdi. Bir düzeltme oldu sanmıştım, değilmiş ama. Bilgilendirme amaçlı ekleyelim, insanlar merak etmesin.)
Galatasaray cephesindeki fikirler her zaman olduğu gibi iki uç noktaya ayrışmış durumda. Bir taraf Gökhan Zan'ın çok kötü bir transfer olduğunu savunurken diğer taraf Servet'in gidişinden sonra boşalan yerli rotasyonuna koyulabilecek en iyi yerli stoper olduğunu düşünüyor. Gökhan Zan'ın günümüze kadar gelen 'Cam Adam' imajı, özellikle tansiyonu yüksek maçlarda yapabildiği kademe hataları insanların göz önüne geliyor doğal olarak, istemeyenleri anlayabiliyorum ama ben katılmıyorum bu görüşe. Servet Çetin gitmişken Galatasaray'ın iki tane ilk 11'de oynayabilecek kalitede stoper alması gerekiyordu. Ya bu oyuncuların ikisi de yabancı olacak ve bonservis bütçemizi buraya aktaracaktık, ya da birisini yerli tercih edip bütçeye uygun bir alternatife yönelip Emre Güngör'ün sağlıklı kalması şartıyla rotasyonu kotarmaya çalışacaktır. Galatasaray yönetiminin yaptığı hamle hem Emre Güngör'ün sağlığı konusunda kumar oynama riskini ortadan kaldırdı, hem de bonservis bedeli ödemediğimizden hem defansa hem de diğer bölgelere yapılacak yabancı transferleri için elimizi güçlendirdi. Gökhan Zan konjonktür itibariyle şahane bir transferdir, emeği geçen herkese ben teşekkür ediyorum kendi adıma.
İkinci bir Servet Çetin vakası olarak kariyerini Galatasaray'da bir adım öteye götüreceği fikri her Galatasaraylının, hatta her Türk futbolseverin kafasında var. Şunu söylemeliyim ki Servet Çetin azmiyle, mücadeleci karakteriyle, profosyonelliğiyle ortalama bir Türk futbolcusunda göremeyeceğiniz bir anlayışa sahipti. Geldiği andan itibaren hedefi için çalıştı, hem Galatasaray'a hem bireysel kariyerine katkı yaptı ve bir yerlere geldi. Ben bu hırsı, bu isteği Gökhan Zan'da göreceğime emin değilim, bunu söyleyeyim. Yine de bu Gökhan Zan'ın Galatasaray'da başarılı olup olmayacağıyla alakalı bir tespit değil, söylemek istediğim başka. Servet Çetin gerçekten yapılmayanı yaptı, onun hakkını verelim ama bir yandan da önümüze bakmamız gerekiyor.
Gökhan Zan'ın Galatasaray adına doğru tercih olduğu fikrimi belirtmiştim, bunu açayım biraz. Gökhan Zan milli takımlarda her zaman ortalamasının çok üzerinde performans vermiş bir oyuncu, böyle oyuncular hemen hemen her ülkede vardır. Bu tip oyunculardan kulüp düzeyinde verim alabilmek için milli takıma en yakın ortamda bulunmaları performanslarına doğrudan katkı yapar. Bu anlamda Galatasaray hem oyun anlayışı olarak, hem de etrafındaki oyunculara aşinalığı sebebiyle Gökhan Zan için olabilecek en doğru tercihtir. Solunda oynayan bir Hakan Balta, önünde oynayan bir Mehmet Topal, sağ tarafında oynayan bir Sabri Sarıoğlu'nu bulacak takımda, bu da önemsiz bir detay gibi gözükse de bence dikkate alınması gerekiyor. Yanına alınacak muhtemel bir yabancı stoperin önemi burda ortaya çıkıyor. Bu tercihten sonra benim için en önemli stoper kriteri defansı organize edecek oyun bilgisine sahip olup olmadığıdır. Gökhan Zan'ın en zayıf yönü bu ve yeni gelecek oyuncu bunu gidermeli ilk önce. Topu oyuna sokmak da önemli elbette ama stoperlerin işinin önce defanstaki gedikleri kapatmak olduğunu unutmayalım.
Eren Güngör ve Serdar Taşçı. Bu oyuncuları hemen her Türk takımı kadrosuna katmak ister ama gerçeklerle yüzleşelim, bu oyuncuları transfer etmeniz için çok büyük bütçeler ayırmak zorundasınız. Kayserispor'un oyuncusunu satmak istemediği zaman gözünü ne kadar karartabildiğini 1,5 sene önce Mehmet Topuz'a gelen 11 milyon euroluk teklifi reddedişinden biliyoruz. Serdar'ın Türkiye radarından çıkmasının üstünden baya zaman geçti. Ben üstüne düşülsün isterdim ama nafile bir istekten öte bir şey değil bu. Tigana'nın ekibi zamanında onu bulup istediğinde değeri 750 bin euro'ydu, şimdi yanına yaklaşmak zor. Bu oyuncuları da kenara koyarsak Gökhan Zan transferinin üstüne yazabileceğim kimse yok. Ediz Bahtiyaroğlu ismi çok öne çıktı ama açık söylemek gerekirse benim içime sinen bir oyuncu değil Ediz, Galatasaray seviyesinde bir stoper olduğunu henüz ispatlamış bir oyuncu olduğunu sanmıyorum. Tutup da bu tip riskli bir transfer yapıp yıllardır iç piyasaya bu tip uçuk bedeller ödememe prensibini Ediz için bozmaya değer miydi, bence değmezdi. Gökhan Zan transferinin çok daha doğru bir hamle olduğunu düşünüyorum bu anlamda.
Galatasaray için ne kadar doğru transfer olduğunu düşünüyorsam Beşiktaş için de bir o kadar yanlışlarla dolu bir hikaye bu. Son yılların en formda dönemini geçiren milli oyuncunuzla sözleşme uzatma opsiyonunuz varken bunu unutuyorsunuz, üstelik bu hatanın farkına vardıktan sonra da hızlı davranmayı beceremiyorsunuz. Nerden baksanız bir kaybet-kaybet politikası. Beşiktaşlı bir arkadaşım yazmış, kelimesine dokunmadan yazıyorum. "Beşiktaş'ın piyasanın şu durumunda para verip yerli stoper alması gerekecek. Galatasaray'ın stoper için yapacağı harcamayı Beşiktaş yapmak durumunda kalacak ne kadar komik değil mi?" Doğru söze ne hacet. Şampiyon olmuş ve mevcut yapının üzerine koymak için bir fırsat yakalamış olan Beşiktaş'ta yaşanan yönetim hatalarını komediden başka tanımlayacak kelime yok. Beşiktaşlı arkadaşlara allah sabır versin.
Son bir not. Düz kırmızı forma çıkmayacak diye biliyordum ben, görünce gerçekten çok sevindim. Fotoğrafta pek şık durmamış ama bir de yakından görmek lazım. Yeni sezonda favori formalarımdan biri olabilir. Sanırım parçalı-beyaz-kırmızı-lila oldu son tercih, çubuklunun yerini almış gibi görünüyor kırmızı. Kırmızı iyidir... (Forma antreman formasıymış bu arada. Bir ara kırmızı çıkarılacağı konuşuluyordu ama daha sonra store yetkilileri düz forma olarak lilayı tercih etmişlerdi. Bir düzeltme oldu sanmıştım, değilmiş ama. Bilgilendirme amaçlı ekleyelim, insanlar merak etmesin.)
Mad Men
Geçenlerde size dizi tavsiyesi sorduktan sonra başladığım dizilerden birisi Mad Men. Televizyonda denk geldikçe göz atıyordum ama kopuk kopuk olunca hikayenin gelişimini izlemek mümkün olmuyor haliyle. Dün itibariyle iki sezonu da bitirdim ve söylemeliyim ki kazandığı bütün ödülleri hak eden bir yapım Mad Men.
Dizi 1960ların New York'unda Amerikan reklamcılık sektörünü konu alıyor. Dönem dizisi yapmak her zaman zordur ama şu ana kadar gördüklerim arasında en iyi bile diyebilirim Mad Men için. Hemen hemen her detay düşünülmüş, günümüzle aradaki farkları gözümüze sokmadan bizlere anlatmayı başarıyor dizi. Reklamcılık sektörü şirketinin en başarılı ve yaratıcı reklamcı üzerinden işleniyor doğal olarak, esas oğlanın adı Donald Draper. İki çocuk babası, güzel bir eşi olan bu arkadaşın günlük halleri üzerinden dönüyor hikaye. Dizide genel olarak hitap edilen kısa adıyla Don, yaratıcı ekibi, patronu, sekreteri ve ailesi arasında bir hayat geçiriyor. İlk bölümlerde bu düzen işlenirken karakterleri de yavaş yavaş tanımaya başlıyoruz.
Karakterlerin ilk bölümden itibaren çizilişi, olaylar ve olaylara verilen tepkilerle ortaya konan karakter derinliği genelde yüzeysel bir çizgiye sahip Amerikan dizi geleneğinin tamamen dışında bir iş olduğunu gösteriyor Mad Men'in. Hemen hemen her bölümü bir sinema filmi gibi işlenmiş, kurgulanmış. Her karakterin üstüne düşünüldüğü, kafa yorulduğunu hissediyorsunuz. Benim için bir diziyi iyi yapan en önemli unsurlardan biri bu. Karakterler şöyle, böyle diye anlatmak istemiyorum zira diziyi en keyifli kılan unsuru bozmak istemem. Yalnız feci alkol, sigara tüketimi var dizide, öyle böyle değil. Dizinin sonunda esas oğlan ya sirozdan gider, ya da akciğer kanserinden!
Bunların dışında ayrıca değinilmesi gereken bir konu da dizinin müzikleri. Gerçekten olağanüstü bir soundtrack albümü var Mad Men'in, hatta öyle ki diziyi izlemeye başlamadan önce televizyondan etkilenip albümü dinlemek için indirmiştim. Özellikle fragman müziği Babylon'u seslendiren David Carbonara'nın olağanüstü bir iş çıkardığını belirtmem lazım. Zaten daha önce blogda değinmiştim bu şarkıya, şurdan dinleyebilirsiniz. David Carbonara'nın Babylon dışında bir şarkısı daha var albümde. Çeşitli manyaklıklarıyla sıkça adını duyuran Amy Winehouse dizinin ana soundtrack'i olan "You know, i'm no good"u seslendiriyor, o da dinlenilesi bir şarkı. Kısaca albümü bulun, indirin demeye çalışıyorum. Elbette diziyi izlemeden aşırı dozda dinleyip dizi içinde yabancılaşma ihtimalini de unutmayın. Şarkıların listesi aşağıda;
Dizi 1960ların New York'unda Amerikan reklamcılık sektörünü konu alıyor. Dönem dizisi yapmak her zaman zordur ama şu ana kadar gördüklerim arasında en iyi bile diyebilirim Mad Men için. Hemen hemen her detay düşünülmüş, günümüzle aradaki farkları gözümüze sokmadan bizlere anlatmayı başarıyor dizi. Reklamcılık sektörü şirketinin en başarılı ve yaratıcı reklamcı üzerinden işleniyor doğal olarak, esas oğlanın adı Donald Draper. İki çocuk babası, güzel bir eşi olan bu arkadaşın günlük halleri üzerinden dönüyor hikaye. Dizide genel olarak hitap edilen kısa adıyla Don, yaratıcı ekibi, patronu, sekreteri ve ailesi arasında bir hayat geçiriyor. İlk bölümlerde bu düzen işlenirken karakterleri de yavaş yavaş tanımaya başlıyoruz.
Karakterlerin ilk bölümden itibaren çizilişi, olaylar ve olaylara verilen tepkilerle ortaya konan karakter derinliği genelde yüzeysel bir çizgiye sahip Amerikan dizi geleneğinin tamamen dışında bir iş olduğunu gösteriyor Mad Men'in. Hemen hemen her bölümü bir sinema filmi gibi işlenmiş, kurgulanmış. Her karakterin üstüne düşünüldüğü, kafa yorulduğunu hissediyorsunuz. Benim için bir diziyi iyi yapan en önemli unsurlardan biri bu. Karakterler şöyle, böyle diye anlatmak istemiyorum zira diziyi en keyifli kılan unsuru bozmak istemem. Yalnız feci alkol, sigara tüketimi var dizide, öyle böyle değil. Dizinin sonunda esas oğlan ya sirozdan gider, ya da akciğer kanserinden!
Bunların dışında ayrıca değinilmesi gereken bir konu da dizinin müzikleri. Gerçekten olağanüstü bir soundtrack albümü var Mad Men'in, hatta öyle ki diziyi izlemeye başlamadan önce televizyondan etkilenip albümü dinlemek için indirmiştim. Özellikle fragman müziği Babylon'u seslendiren David Carbonara'nın olağanüstü bir iş çıkardığını belirtmem lazım. Zaten daha önce blogda değinmiştim bu şarkıya, şurdan dinleyebilirsiniz. David Carbonara'nın Babylon dışında bir şarkısı daha var albümde. Çeşitli manyaklıklarıyla sıkça adını duyuran Amy Winehouse dizinin ana soundtrack'i olan "You know, i'm no good"u seslendiriyor, o da dinlenilesi bir şarkı. Kısaca albümü bulun, indirin demeye çalışıyorum. Elbette diziyi izlemeden aşırı dozda dinleyip dizi içinde yabancılaşma ihtimalini de unutmayın. Şarkıların listesi aşağıda;
1. "On the Street Where You Live" - Vic Damone
2. "Volare" - McGuire Sisters
3. "Lipstick" - David Carbonara
4. "P.S. I Love You" - Bobby Vinton
5. "Botch-a-Me" - Rosemary Clooney
6. "Fly Me To the Moon (In Other Words)" - Julie London
7. "Caravan" - Gordon Jenkins
8. "Manhattan" - Ella Fitzgerald
9. "I Can Dream, Can't I?" - The Andrews Sisters
10. "Shagri-La" - Robert Maxwell
11. "Babylon" - David Carbonara
12. "Mad Men Suite" - David Carbonara
13. "A Beautiful Mine" - Aceyalone / RJD2
Hakan Şükür Alternatifleri: Rushfeldt, Lokvenc, Jancker
Hakan Şükür'ün attığı ya da atamadığı gollerle, polemikleriyle, ilk döneminde gereksiz şakalarıyla yıllarca spor medyasının en önemli malzemesi olmadığını bilmeyen yok. Bu ülkede bir forvet yeni yeni kendini gösteriyorsa ona yapılan ilk yakıştırma 'Yeni Hakan Şükür'dür. Bugünlerde zamanında çok eleştirdiği basının bir parçası olmak için çaba verse de gelmiş geçmiş en popüler Türk futbolcusu olduğu gerçeğini değiştirmiyor bu.
Yeni Hakan Şükür'ler kadar onun Avrupadaki muadilleri üzerinden de çok değerlendirme yapıldı, Juventus haberleri çıktığında herkes harıl harıl onun bir alternatifini arar olmuştu. Hakan Şükür'le aynı dönemde oynayan ve benzer saha içi görevlerine sahip bu oyuncular da Hakan'ın futbol yolculuğunda hatırladığımız detaylardan biri oldular. Benim hatırlayabildiklerimin başında Rosenborg'un iri kıyım santraforu Sigurd Rushfeld, Sparta Prag'ın golcüsü Vratislav Lokvenc ve Alman Karsten Jancker başı çekiyor. Bu oyuncuların yolu Galatasaray'a düşmese de onların hikayesine de kısa kısa bir göz gezdirmek güzel olabilir.
Öncelikle Sigurd Rushfeldt'e değinmek lazım elbette. Galatasaray'ın son maçta alamadığı 1 puanla Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini kaçırdığı sezon Galatasaray'la eşleşen Rosenborg'un Hakan Şükür'üydü Rushfeld. Rosenborg'daki maçta son 20 dakikada kabus gibi çöküp 3 gol göndermişti filelerimize. Rosenborg, Sparta Prag gibi ekipler bir Galatasaray, bir Porto gibi Şampiyonlar Ligi içerisinde çok ayrı bir renkti. Bu takımların birer sembol oyuncuları vardı, Rosenborg adına bu isim net olarak Rushfeld'di.
Hikayesinin geri kalanı da Hakan'la benzerlik içermiyor değil. Rosenborg'dan Racing Santander'e transfer olan Rushfeldt aynı Hakan gibi ülkesindeki performansını büyük liglere taşıyamayan oyunculardan oldu. Vikipedia'ya göre 44 maçta 5 gol atabilmiş Santander'de ama Viki verilerine her zaman güven olmuyor. Bu bile Hakan'ın Inter'deki performansını anımsattı bana. Daha sonra Rosenborg'a tekrar kiralık olarak dönmüş. Bu aşamadan sonra Avrupa vitrininden çekilmeye başlamıştı zaten, en azından fazla ortalıklarda görmedik onu. 5 senelik bir Avusturya Wien deneyimi sonrası kariyerini Tromsö'de bitirmiş. Pek hoş bir son olmadı sanki bu, neyse!
Bu oyuncular arasında ismi Galatasaray'la en çok anılanı herhalde Vratislav Lokvenc'di. Sparta Praglı oyuncularla böyle platonik bir ilişkisi var Galatasaray'ın, her zaman istemiş ama bir türlü olmamış. Pavel Nedved versiyonuna şu yazıda değinmiştik. Uzun süre adı Galatasaray'la anıldı Lokvenc'in, Hakan sonrası düşünülen oyuncuların başında geliyordu ama Hakan'ın transferi uzadıkça onun gelişi de hep ertelendi. 2000 yılındaysa Galatasaray Jardel'i tercih etti, o da Kaiserslautern'i. 1973 doğumlu olmasına rağmen hala futbol oynamaya devam ediyormuş Lokvenc. Kaiserslautern'de 5 sene oynadıktan sonra bir senelik Bochum deneyimi, ardından Rushfeldt gibi kariyerinin son döneminde Avusturya'ya geçiş. 3 sene Salzburg'da forma giydikten sonra Almanya 3. lig takımlarından Ingolstadt'a transfer olmuş sene başında. İçindeki futbol aşkını henüz söndürememiş olsa gerek. Bu da Lokvenc'in Hakan'la benzeşen yönü olsa gerek.
Bir de Carsten Jancker var aklımda kalan, o da talip olunup Galatasaray'a getirilemeyenlerden. 2002 yılında Rivaldo'yla birlikte Galatasaray'a geleceği konuşulan iki isimden biriydi ancak o dönemler bilmediğimiz şey Galatasaray'ın başına transferden, futbol yönetiminden bi' haber bir başkanın geldiğiydi. Olmadı tabii, Jancker Udinese'ye transfer oldu Galatasaray yerine. Daha sonraları Çin'e kadar uzanmış yolculuğu. Neyse, en azından kendini tanker gibi golcü esprilerinden kurtarmış oldu Jancker. Bu ülkede ismiyle dalga geçilme potansiyeli bulunan her oyuncu kaybetmeye mahkumdur, ben buna inanıyorum. İyi ki de olmamış diyorum o yüzden.
Yazıdan bağımsız bir hatırlatma yapmak istiyorum müsade ederseniz. Bundan üç gün sonra yani 24 Haziran'da Galatasaray tekerlekli basketbol takımının Beşiktaş'la şampiyonluk maçı var ve oyuncular bu maçta tribünleri dolu görmek istiyorlarmış. Bu güzel insanların dileğinin yerine gelmesi için biz de üstümüze düşeni yapalım, duyurumuzu yapalım. Futbolun tatile girdiği şu günlerde iyi bir alternatif. Maç saat 19'da Ahmet Cömert'te oynanacak...
Yeni Hakan Şükür'ler kadar onun Avrupadaki muadilleri üzerinden de çok değerlendirme yapıldı, Juventus haberleri çıktığında herkes harıl harıl onun bir alternatifini arar olmuştu. Hakan Şükür'le aynı dönemde oynayan ve benzer saha içi görevlerine sahip bu oyuncular da Hakan'ın futbol yolculuğunda hatırladığımız detaylardan biri oldular. Benim hatırlayabildiklerimin başında Rosenborg'un iri kıyım santraforu Sigurd Rushfeld, Sparta Prag'ın golcüsü Vratislav Lokvenc ve Alman Karsten Jancker başı çekiyor. Bu oyuncuların yolu Galatasaray'a düşmese de onların hikayesine de kısa kısa bir göz gezdirmek güzel olabilir.
Öncelikle Sigurd Rushfeldt'e değinmek lazım elbette. Galatasaray'ın son maçta alamadığı 1 puanla Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini kaçırdığı sezon Galatasaray'la eşleşen Rosenborg'un Hakan Şükür'üydü Rushfeld. Rosenborg'daki maçta son 20 dakikada kabus gibi çöküp 3 gol göndermişti filelerimize. Rosenborg, Sparta Prag gibi ekipler bir Galatasaray, bir Porto gibi Şampiyonlar Ligi içerisinde çok ayrı bir renkti. Bu takımların birer sembol oyuncuları vardı, Rosenborg adına bu isim net olarak Rushfeld'di.
Hikayesinin geri kalanı da Hakan'la benzerlik içermiyor değil. Rosenborg'dan Racing Santander'e transfer olan Rushfeldt aynı Hakan gibi ülkesindeki performansını büyük liglere taşıyamayan oyunculardan oldu. Vikipedia'ya göre 44 maçta 5 gol atabilmiş Santander'de ama Viki verilerine her zaman güven olmuyor. Bu bile Hakan'ın Inter'deki performansını anımsattı bana. Daha sonra Rosenborg'a tekrar kiralık olarak dönmüş. Bu aşamadan sonra Avrupa vitrininden çekilmeye başlamıştı zaten, en azından fazla ortalıklarda görmedik onu. 5 senelik bir Avusturya Wien deneyimi sonrası kariyerini Tromsö'de bitirmiş. Pek hoş bir son olmadı sanki bu, neyse!
Bu oyuncular arasında ismi Galatasaray'la en çok anılanı herhalde Vratislav Lokvenc'di. Sparta Praglı oyuncularla böyle platonik bir ilişkisi var Galatasaray'ın, her zaman istemiş ama bir türlü olmamış. Pavel Nedved versiyonuna şu yazıda değinmiştik. Uzun süre adı Galatasaray'la anıldı Lokvenc'in, Hakan sonrası düşünülen oyuncuların başında geliyordu ama Hakan'ın transferi uzadıkça onun gelişi de hep ertelendi. 2000 yılındaysa Galatasaray Jardel'i tercih etti, o da Kaiserslautern'i. 1973 doğumlu olmasına rağmen hala futbol oynamaya devam ediyormuş Lokvenc. Kaiserslautern'de 5 sene oynadıktan sonra bir senelik Bochum deneyimi, ardından Rushfeldt gibi kariyerinin son döneminde Avusturya'ya geçiş. 3 sene Salzburg'da forma giydikten sonra Almanya 3. lig takımlarından Ingolstadt'a transfer olmuş sene başında. İçindeki futbol aşkını henüz söndürememiş olsa gerek. Bu da Lokvenc'in Hakan'la benzeşen yönü olsa gerek.
Bir de Carsten Jancker var aklımda kalan, o da talip olunup Galatasaray'a getirilemeyenlerden. 2002 yılında Rivaldo'yla birlikte Galatasaray'a geleceği konuşulan iki isimden biriydi ancak o dönemler bilmediğimiz şey Galatasaray'ın başına transferden, futbol yönetiminden bi' haber bir başkanın geldiğiydi. Olmadı tabii, Jancker Udinese'ye transfer oldu Galatasaray yerine. Daha sonraları Çin'e kadar uzanmış yolculuğu. Neyse, en azından kendini tanker gibi golcü esprilerinden kurtarmış oldu Jancker. Bu ülkede ismiyle dalga geçilme potansiyeli bulunan her oyuncu kaybetmeye mahkumdur, ben buna inanıyorum. İyi ki de olmamış diyorum o yüzden.
Yazıdan bağımsız bir hatırlatma yapmak istiyorum müsade ederseniz. Bundan üç gün sonra yani 24 Haziran'da Galatasaray tekerlekli basketbol takımının Beşiktaş'la şampiyonluk maçı var ve oyuncular bu maçta tribünleri dolu görmek istiyorlarmış. Bu güzel insanların dileğinin yerine gelmesi için biz de üstümüze düşeni yapalım, duyurumuzu yapalım. Futbolun tatile girdiği şu günlerde iyi bir alternatif. Maç saat 19'da Ahmet Cömert'te oynanacak...
Güney Afrika Esintileri: Shabalala, Mbesuma, Zuma ve Diğerleri...
Güney Afrika önümüzdeki sezon boyunca futbol dünyasının odak noktalarından biri olacak. Bugünlerde süren vuvuzela tartışmalarıyla yavaştan Dünya Kupası havası gelmeye başladı. Afrika kıtasının önemli futbol ülkelerinden biri olan Güney Afrika'nın vuvuzela'dan başka futbol öğeleri de var elbette, bunların başındaysa Dünya futbolunda oyuncu yetiştirme konusundaki başarılarıyla isim yapmış Güney Afrika kulüpleri geliyor. Ajax Cape Town, Kaiser Chiefs, Orlando Pirates, Mamelodi Sundows ve diğerleri.
Futbolla ilgili olan her yeni jenerasyon Türk genci gibi ben de menejerlik oyunlarıyla ilgilendim zamanında. Oyuna olan ilgimi tetikleyen en önemli unsur adı sanı duyulmamış oyuncuları bulmak, keşfetme fırsatıydı. Hazır oyuncu listeleri vardır iyi, genç ve maliyeti uygun oyuncuların listelendiği ama el yordamıyla, kendi kendine bulduğun oyuncunun yerini tutmaz bu listeler. İşte bu oyuncu keşfi denemelerimde sıkça uğradığım yerlerin başında gelirdi Güney Afrika ve Güney Afrika'nın bu tanınmış kulüpleri. Lise yıllarından kalma sempatimin kaynağı budur Güney Afrika kulüplerine karşı.
Güney Afrika milli takımını izliyoruz Konfederasyon Kupasında, bazı oyuncular dikkatimizi çekiyor haliyle. Bu yazıya girişmemin sebebi olan oyuncuysa Siphiwe Tshabalala. İsmi kadar ilginç ve dikkat çekici bir oyuncu Shabalala ve gerçekten insanı şaşırtan bir teknik becerisi var. 1984 doğumlu oyuncu yukarda sözünü ettiğim kulüplerden Kaiser Chiefs'in formasını giyiyor. Tshabalala kimdir necidir diye ufak çapta bir araştırma yapmışken gözüme takılan birkaç ilginç detayı da paylaşmadan geçmeyeyim istedim.
İlki yolu kısa süre önce ülkemizden geçen Collin Mbesuma'yla ilgili. Bülent Korkmaz'ın Erciyesspor'la yakaladığı başarılı grafik sonrası başına geçtiği Bursaspor'a getirdiği oyunculardan biriydi Mbesuma, şimdilerde tekrar Güney Afrika Liginde top koşturmaya başlamış. 2004/05 sezonunda Kaizer Chiefs forması altında attığı 25 golle son yılların en dikkat çekici forvet performansını ortaya koymuş ve bu performansı ona Portsmouth kapılarını açmış. EPL'de 4 maç oynadıktan sonra kiralık bir Maritimo deneyimi ve ardından bildiğimiz Bursaspor transferi. Bursaspor deneyimi de Bülent Korkmaz'ın kısa sürede takımdan ayrılmasıyla kısa sürdü ve sezon boyunca sadece 6 maçta forma giydi, gol kaydedemeden. Baya da olaylı ayrılmıştı yanlış hatırlamıyorsam. Avrupa macerasının bittiği yer oldu Bursa onun için.
Bir diğer dikkat çekici isim Sibusiso Zuma. Zuma'yı hemen her sene Türk takımlarına karşı oynadığı hazırlık maçlarından hatırlarsınız, uzun süre Kopenhag forması giymişti Güney Afrikalı golcü. Her gördüğünüzde "Bu adam Türkiye'de iş yapar."dediğiniz adamlar vardır, Zuma da o oyunculardan biridir. Daha sonra Bielefeld'e geçti, birkaç maç özeti dışında izleme fırsatımız olmadı. O da uzun süreli bir Avrupa macerası sonrası ülkesine dönmeyi tercih edenlerden. Bursa kaçağı Mbesuma'yla birlikte Sundows forvetinde gol arayanlardan Zuma. Bir şekilde ismini öğreten oyunculardan biri oldu bize Zuma, yolu hiç Türkiye'den geçmemiş olsa da.
Üstüne bu kadar konuşmuşken Güney Afrika Liginde sezon sonunda oluşan tabloyu vermeden de geçmeyelim. SuperSport United Orlando Pirates'ın averajla önünde şampiyon olmuş bu sene. Geçtiğimiz sezonun da şampiyonu onlarmış. Son 6 yılda 2şerli seriler halinde şampiyon olmuş takımlar, SuperSport United'dan önce Mamelodi Sundows, ondan önce de Kaizer Chiefs. Ben hala Kaizer Chiefs günlerinde kalmışım yalnız, onu farkettim. Belki söyleyecek sözü olan başkaları da vardır, o yüzden fazla uzatmamak en iyisi olacak galiba.
Futbolla ilgili olan her yeni jenerasyon Türk genci gibi ben de menejerlik oyunlarıyla ilgilendim zamanında. Oyuna olan ilgimi tetikleyen en önemli unsur adı sanı duyulmamış oyuncuları bulmak, keşfetme fırsatıydı. Hazır oyuncu listeleri vardır iyi, genç ve maliyeti uygun oyuncuların listelendiği ama el yordamıyla, kendi kendine bulduğun oyuncunun yerini tutmaz bu listeler. İşte bu oyuncu keşfi denemelerimde sıkça uğradığım yerlerin başında gelirdi Güney Afrika ve Güney Afrika'nın bu tanınmış kulüpleri. Lise yıllarından kalma sempatimin kaynağı budur Güney Afrika kulüplerine karşı.
Güney Afrika milli takımını izliyoruz Konfederasyon Kupasında, bazı oyuncular dikkatimizi çekiyor haliyle. Bu yazıya girişmemin sebebi olan oyuncuysa Siphiwe Tshabalala. İsmi kadar ilginç ve dikkat çekici bir oyuncu Shabalala ve gerçekten insanı şaşırtan bir teknik becerisi var. 1984 doğumlu oyuncu yukarda sözünü ettiğim kulüplerden Kaiser Chiefs'in formasını giyiyor. Tshabalala kimdir necidir diye ufak çapta bir araştırma yapmışken gözüme takılan birkaç ilginç detayı da paylaşmadan geçmeyeyim istedim.
İlki yolu kısa süre önce ülkemizden geçen Collin Mbesuma'yla ilgili. Bülent Korkmaz'ın Erciyesspor'la yakaladığı başarılı grafik sonrası başına geçtiği Bursaspor'a getirdiği oyunculardan biriydi Mbesuma, şimdilerde tekrar Güney Afrika Liginde top koşturmaya başlamış. 2004/05 sezonunda Kaizer Chiefs forması altında attığı 25 golle son yılların en dikkat çekici forvet performansını ortaya koymuş ve bu performansı ona Portsmouth kapılarını açmış. EPL'de 4 maç oynadıktan sonra kiralık bir Maritimo deneyimi ve ardından bildiğimiz Bursaspor transferi. Bursaspor deneyimi de Bülent Korkmaz'ın kısa sürede takımdan ayrılmasıyla kısa sürdü ve sezon boyunca sadece 6 maçta forma giydi, gol kaydedemeden. Baya da olaylı ayrılmıştı yanlış hatırlamıyorsam. Avrupa macerasının bittiği yer oldu Bursa onun için.
Bir diğer dikkat çekici isim Sibusiso Zuma. Zuma'yı hemen her sene Türk takımlarına karşı oynadığı hazırlık maçlarından hatırlarsınız, uzun süre Kopenhag forması giymişti Güney Afrikalı golcü. Her gördüğünüzde "Bu adam Türkiye'de iş yapar."dediğiniz adamlar vardır, Zuma da o oyunculardan biridir. Daha sonra Bielefeld'e geçti, birkaç maç özeti dışında izleme fırsatımız olmadı. O da uzun süreli bir Avrupa macerası sonrası ülkesine dönmeyi tercih edenlerden. Bursa kaçağı Mbesuma'yla birlikte Sundows forvetinde gol arayanlardan Zuma. Bir şekilde ismini öğreten oyunculardan biri oldu bize Zuma, yolu hiç Türkiye'den geçmemiş olsa da.
Üstüne bu kadar konuşmuşken Güney Afrika Liginde sezon sonunda oluşan tabloyu vermeden de geçmeyelim. SuperSport United Orlando Pirates'ın averajla önünde şampiyon olmuş bu sene. Geçtiğimiz sezonun da şampiyonu onlarmış. Son 6 yılda 2şerli seriler halinde şampiyon olmuş takımlar, SuperSport United'dan önce Mamelodi Sundows, ondan önce de Kaizer Chiefs. Ben hala Kaizer Chiefs günlerinde kalmışım yalnız, onu farkettim. Belki söyleyecek sözü olan başkaları da vardır, o yüzden fazla uzatmamak en iyisi olacak galiba.
Teknik Direktör Referansları & Türkiye Ligi
Mehdi Mahdavikia, Javad Nekonam, Ali Karimi, Andranik Teymourian, Masoud Shojaei, Vahid Hashemian. Avrupanın önemli liglerinde forma giymiş ya da giymekte olan İranlı futbolcular bunlar ve hepsi futbol formasyonlarını İran liginde alıp Avrupaya transfer oldular. Şu günlerde Servet Çetin transferi sebebiyle gündeme gelen Türkiye çıkışlı oyuncuların Avrupa kariyerleriyle karşılaştırılınca bizimkilerden daha iyi uyum sağlamış gözüküyor İranlı futbolcular. İşin ilginç tarafı İran'a kültür olarak, coğrafya olarak en yakın Avrupa ülkesi olmamıza rağmen bu oyuncuların hiçbiri çıkışını bizim lig üzerinden yapmadı, hatta uğramadı bile.
Şimdilerde Türkiye Şampiyonu ünvanına sahip olan Mustafa Denizli İran'da hatrı sayılır bir süre teknik direktörlük deneyimi yaşadı, bu sırada birçok İranlı oyuncuyu ve ligi yakından tanıma fırsatı buldu. Hatta Osasuna'da oynayan 84 doğumlu Javad Nekonam'la çalıştığını ve Türkiye'deki bazı takımlara önerdiğini hatırlıyorum. Orda da 'Real Madrid egosu' devreye girdi muhtemelen, bizim kulüplerimiz her sene Manchester United'la Şampiyonlar Ligi finali oynadıkları için ismi kamuoyunda yer etmemiş bir oyuncuyu transfer etmeyi hakaret olarak algılıyorlar. Tamam, anladık, araştırma ve oyuncu izleme bizim kulüplerin becerebildiği işler değil ama yıllarca o oyuncuları izlemiş, güvenilir bir futbol adamı var orda. Hiç mi aklınıza gelmedi burda iyi oyuncu var mı diye sormak?
Şimdilerde Şenol Güneş'e takmış vaziyetteyim. Şu adama oyuncu sormayı aklına getiren ilk takım Bursaspor oldu. Shin Young-Rok transferinin Bursaspor adına ne kadar kârlı bir iş olacağını aşikârdı o zaman, şimdilerde Avrupa kulüplerinin 5 milyon dolardan kapıyı çalmaya başladığı haberlerini okuyoruz. Salih'in Premier Lig yetmezmiş gibi Kore ligini de ele geçirmiş olmasından istifade ediyorum bazen, gerçekten iyi oyuncular var ve böyle bir referansımız varken Türkiye Güney Koreli futbolcular için Avrupaya çıkış kapısı olabilir. Tıpkı İran için olabileceği gibi. Türkiye ligi artık "birinci el" oyuncuların da yer bulduğu, kulüplerin bu oyunculardan para kazanabildiği bir pazar haline dönüşmelidir. Bursaspor küçük gözükse de çok önemli bir transfer hamlesi yapmıştır bu anlamda, arkasını getirecek kadar düşünceli olacaklarına inanmak istiyorum. Beşinci sınıf Brezilyalı çöplüğü olmaktan kurtulmalı artık Türkiye ligi....
Şimdilerde Türkiye Şampiyonu ünvanına sahip olan Mustafa Denizli İran'da hatrı sayılır bir süre teknik direktörlük deneyimi yaşadı, bu sırada birçok İranlı oyuncuyu ve ligi yakından tanıma fırsatı buldu. Hatta Osasuna'da oynayan 84 doğumlu Javad Nekonam'la çalıştığını ve Türkiye'deki bazı takımlara önerdiğini hatırlıyorum. Orda da 'Real Madrid egosu' devreye girdi muhtemelen, bizim kulüplerimiz her sene Manchester United'la Şampiyonlar Ligi finali oynadıkları için ismi kamuoyunda yer etmemiş bir oyuncuyu transfer etmeyi hakaret olarak algılıyorlar. Tamam, anladık, araştırma ve oyuncu izleme bizim kulüplerin becerebildiği işler değil ama yıllarca o oyuncuları izlemiş, güvenilir bir futbol adamı var orda. Hiç mi aklınıza gelmedi burda iyi oyuncu var mı diye sormak?
Şimdilerde Şenol Güneş'e takmış vaziyetteyim. Şu adama oyuncu sormayı aklına getiren ilk takım Bursaspor oldu. Shin Young-Rok transferinin Bursaspor adına ne kadar kârlı bir iş olacağını aşikârdı o zaman, şimdilerde Avrupa kulüplerinin 5 milyon dolardan kapıyı çalmaya başladığı haberlerini okuyoruz. Salih'in Premier Lig yetmezmiş gibi Kore ligini de ele geçirmiş olmasından istifade ediyorum bazen, gerçekten iyi oyuncular var ve böyle bir referansımız varken Türkiye Güney Koreli futbolcular için Avrupaya çıkış kapısı olabilir. Tıpkı İran için olabileceği gibi. Türkiye ligi artık "birinci el" oyuncuların da yer bulduğu, kulüplerin bu oyunculardan para kazanabildiği bir pazar haline dönüşmelidir. Bursaspor küçük gözükse de çok önemli bir transfer hamlesi yapmıştır bu anlamda, arkasını getirecek kadar düşünceli olacaklarına inanmak istiyorum. Beşinci sınıf Brezilyalı çöplüğü olmaktan kurtulmalı artık Türkiye ligi....
Genç Oyuncu Raporları #10: Takas Modası
Uzun süredir bir rapor hazırlamamıştık, genç oyuncular adına gündem de yoğunlaşmışken aradan çıkarmak lazım. Son senelerin modası üç büyükler transfer yaparken işin içine takas malzemesi olarak bazı oyuncuları kullanmak, son dönemde Anadolu takımları da tercihlerini genç oyunculardan yana kullanmaya başladı. Özellikle Manisaspor'un Beşiktaş'tan Holosko transferi sırasında aldığı ve 6 ay sonra Fenerbahçe'ye 1.5 milyon euro'ya sattığı Burak Yılmaz'dan sonra böyle bir eğilim var mantıklı olarak. Anlamadığımsa bu kadar büyük bonservis bedelleri söz konusuyken İstanbul takımlarının ellerindeki potansiyelli oyuncuları dağıtma konusunda bu kadar bonkör olması.
İlhan Parlak, Aydın Karabulut, Özgür Çek. İlhan Parlak Fenerbahçe'ye geldiğinde Arda Turan'la beraber en çok adından söz ettiren oyuncuydu jenerasyonunda, Aydın ve Özgür de ümit milli takımda forma bulan oyuncular. Özellikle Aydın'ı izleyip de beğenmeyen azdır. Özgür'ü ise genelde PAF maçlarında gördüğümden net bir görüş belirtmek istemiyorum ama çok iyi bir sol ayağı var ve üst düzeyde tutunabilecek bir oyuncu izlenimi verdi bana. Erhan Güven'i beğenirim sağ bek olarak Gençlerbirliği'nden beri ama ümit milli takımın en önemli kanat oyuncusu kadar değerli midir sizce? Ya da Fenerbahçe'nin bir başka ümit milli takım oyuncusunu alabilmek için İlhan ve Özgür'ü bu kadar kolay yollayabilmesi. Hoş, ben büyük resime bakınca oldukça olumlu buluyorum bu oyuncuların oynayabilecekleri bir takıma gitmelerini ancak kulüpler açısından bakıldığında anlamsız bir hamle olarak görüyorum.
Sanırım takasta başka oyuncuları kullanmaya kalkınca maaş konusu problem oluyor ancak bu kadar basitçe geçiştirmek kulüplerin kendini kandırmasından başka bir şey değil, onu da belirtmem lazım. Galatasaray da takasta oyuncu kullandı, muhtemelen bu sezon da kullanacak ama Galatasaray'ın yaptığı takasların farklı bir yönü var. Ferhat Öztorun'a, giderlerseAydın Yılmaz ve Mehmet Güven'e belli ölçülerde A takımda oynama fırsatı verdi Galatasaray, bu oyuncuların ismini parlattı. Takasta kullanırken de bunun faydasını görecektir.Bugün Galatasaray için hareketli bir gün oldu genç oyuncular konusunda. Sözleşmesi sona eren Gökhan Öztürk Gaziantepspor'la sözleşme imzaladı. Bir diğer önemli gelişmeyse İrfan Başaran, Erkan Ferin, Volkan Bekçi gibi altyapı çıkışlı oyuncuların sözleşmeleri feshedilmesi oldu. Öncelikle Gökhan konusunda bir açıklama borçlu olduğumu düşünüyorum zira büyük ihtimalle Fenerbahçe'ye gidecek haberini geçmiştim blogda geçenlerde. Haberin kaynağının Fenerbahçe kulübü tarafından olduğunu söylemiştim, o taraftan gelen haber netti ve Gökhan'la anlaşılmıştı. Gerçekten güvenilir bir insandır konuştuğum kişi, o yüzden transfer gerçekleşmemişse muhtemelen Gökhan'ın isteğiyle olmamıştır. Gökhan Öztürk'le de ara ara konuşuyorum, oynayabileceği bir takıma gitmesine gerçekten çok sevindim. Fenerbahçe olmazsa Bursaspor olur diyordum ama herkesi ters köşeye yatırdı Gökhan. Muhtemel bir Murat Ceylan transferi sonrası kadroda onun bölgesinde yer bulabilir. Umarım tekrar giyer Galatasaray formasını, bu sefer A takımda elbette.
Bunun dışında üzücü bir habere de rastladım geçen hafta. Blogda sıkça bahsettiğimiz gurbetçi genç oyunculardan Ömer Toprak Go Kart pistinde ağır bir kaza geçirdi ve o günden beri yoğun bakımda kalıyor. Özellikle bacak bölgesinde ağır yanıklar varmış ve futbol oynayıp oynayamayacağı henüz belli değil. Geçtiğimiz sezonki performansıyla Bundesliga II'nin en iyi genç oyuncusu seçilmişti ve İstanbul takımlarından ciddi teklifler almıştı, Freiburg ise Bundesliga'da ona ihtiyaçları olacağı için satmamayı tercih etmişti. Büyük talihsizlik cidden, bir an önce sahalara döner umarım...
İlhan Parlak, Aydın Karabulut, Özgür Çek. İlhan Parlak Fenerbahçe'ye geldiğinde Arda Turan'la beraber en çok adından söz ettiren oyuncuydu jenerasyonunda, Aydın ve Özgür de ümit milli takımda forma bulan oyuncular. Özellikle Aydın'ı izleyip de beğenmeyen azdır. Özgür'ü ise genelde PAF maçlarında gördüğümden net bir görüş belirtmek istemiyorum ama çok iyi bir sol ayağı var ve üst düzeyde tutunabilecek bir oyuncu izlenimi verdi bana. Erhan Güven'i beğenirim sağ bek olarak Gençlerbirliği'nden beri ama ümit milli takımın en önemli kanat oyuncusu kadar değerli midir sizce? Ya da Fenerbahçe'nin bir başka ümit milli takım oyuncusunu alabilmek için İlhan ve Özgür'ü bu kadar kolay yollayabilmesi. Hoş, ben büyük resime bakınca oldukça olumlu buluyorum bu oyuncuların oynayabilecekleri bir takıma gitmelerini ancak kulüpler açısından bakıldığında anlamsız bir hamle olarak görüyorum.
Sanırım takasta başka oyuncuları kullanmaya kalkınca maaş konusu problem oluyor ancak bu kadar basitçe geçiştirmek kulüplerin kendini kandırmasından başka bir şey değil, onu da belirtmem lazım. Galatasaray da takasta oyuncu kullandı, muhtemelen bu sezon da kullanacak ama Galatasaray'ın yaptığı takasların farklı bir yönü var. Ferhat Öztorun'a, giderlerseAydın Yılmaz ve Mehmet Güven'e belli ölçülerde A takımda oynama fırsatı verdi Galatasaray, bu oyuncuların ismini parlattı. Takasta kullanırken de bunun faydasını görecektir.Bugün Galatasaray için hareketli bir gün oldu genç oyuncular konusunda. Sözleşmesi sona eren Gökhan Öztürk Gaziantepspor'la sözleşme imzaladı. Bir diğer önemli gelişmeyse İrfan Başaran, Erkan Ferin, Volkan Bekçi gibi altyapı çıkışlı oyuncuların sözleşmeleri feshedilmesi oldu. Öncelikle Gökhan konusunda bir açıklama borçlu olduğumu düşünüyorum zira büyük ihtimalle Fenerbahçe'ye gidecek haberini geçmiştim blogda geçenlerde. Haberin kaynağının Fenerbahçe kulübü tarafından olduğunu söylemiştim, o taraftan gelen haber netti ve Gökhan'la anlaşılmıştı. Gerçekten güvenilir bir insandır konuştuğum kişi, o yüzden transfer gerçekleşmemişse muhtemelen Gökhan'ın isteğiyle olmamıştır. Gökhan Öztürk'le de ara ara konuşuyorum, oynayabileceği bir takıma gitmesine gerçekten çok sevindim. Fenerbahçe olmazsa Bursaspor olur diyordum ama herkesi ters köşeye yatırdı Gökhan. Muhtemel bir Murat Ceylan transferi sonrası kadroda onun bölgesinde yer bulabilir. Umarım tekrar giyer Galatasaray formasını, bu sefer A takımda elbette.
Bunun dışında üzücü bir habere de rastladım geçen hafta. Blogda sıkça bahsettiğimiz gurbetçi genç oyunculardan Ömer Toprak Go Kart pistinde ağır bir kaza geçirdi ve o günden beri yoğun bakımda kalıyor. Özellikle bacak bölgesinde ağır yanıklar varmış ve futbol oynayıp oynayamayacağı henüz belli değil. Geçtiğimiz sezonki performansıyla Bundesliga II'nin en iyi genç oyuncusu seçilmişti ve İstanbul takımlarından ciddi teklifler almıştı, Freiburg ise Bundesliga'da ona ihtiyaçları olacağı için satmamayı tercih etmişti. Büyük talihsizlik cidden, bir an önce sahalara döner umarım...
Galatasaray'ın 'İkinci' Takımı: Beylerbeyi
Beylerbeyi'nin geçen sezona 2B'de başlayacak olması başta Galatasaraylılar olmak üzere birçok kişiyi heyecanlandırmıştı zira Galatasaray kalibresindeki takımın bu seviyedeki ilk pilot takım deneyimi olacaktı bu. Eldeki malzeme uygundu, ortalama bir yatırımla takımın play-off'lara dahi oynayabileceği konuşuluyordu. Yıllardır kiralanan 87-88 jenerasyonu oyuncuları, PAF takımdan yeni mezun olanlar ve lige aşina olan yeni transferlerden oluşacak güçlü bir kadro bekliyordu herkes. Aslında hiç de fena bir kadro değildi başlangıçtaki, normalde Bank Asya seviyesinde rahatlıkla forma giyebilecek birçok oyuncu Galatasaray'ın pilot takımı olması sebebiyle Beylerbeyi'ni tercih etmişlerdi ama bilmedikleri bir şey vardı ki kulüp yönetimi böyle düşünmüyordu.
Futbol Blog programında bu konu Bülent Timurlenk tarafından dillendirilince kendisine jet hızıyla cevap veren ve Beylerbeyi'nin Galatasaray'ın pilot takımı olmadığını, kendilerinin Galatasaray'ın ikinci takımı olduklarını, temel amaçlarının da Galatasaray'a oyuncu yetiştirmek değil Beylerbeyi olarak başarılı olmak olduğunu söyleyen bir yönetimden söz ediyoruz. Galatasaray'a oyuncu yetiştirmeyi bir ayıpmış, bir küçümsemeymiş gibi algılayan bu zihniyetin Galatasaray'ın satın almış olduğu bir kulüp olan Beylerbeyi'nde en önemli sezonda iktidarda olması esas olarak sorgulanması gereken noktadır. Bunun en büyük sorumlusu bu garip oluşuma fırsat veren ve Galatasaray'ın alenen zarar etmesine sebep olan Galatasaray yönetimidir. Önce Galatasaray kendi kurumuna sahip çıkmalı.
İkincisi, Beylerbeyi yönetimindeki bu ego nerden geliyordu, anlamış değilim açıkçası. Civciv yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş diye bir atasözü var, bu da o hesap. Beylerbeyi kulübünün tüm varlığı Galatasaray'a aitken tutup da Galatasaray çıkarlarına ters düşecek her türlü icraata girişmelerindeki amaçları neydi acaba? Galatasaray kulübünden kiraladığımız oyuncular deniyor, gören de sokaktan toplanmış sanır. Galatasaray kulübü o oyuncuları pilot takımına oynatılsın diye kiraladı, birçoğuna çok daha üst seviyedeki kulüplerden teklif olmasına rağmen. Kendilerini Galatasaray'ın ikinci takımı olarak tanımlayıp takımı lig sonuncusu olarak küme düşürmelerine ise diyecek söz yok. Sözün bittiği yer denir ya, aynen öyle.
Kulübeye boncuk gibi dizilen o oyuncuların birçoğu şimdi bu rezalet sebebiyle Galatasaray'a dönme şanslarını kaybettiler. Kendisinden çok şey beklenen İrfan Başaran gibi bir oyuncunun sözleşmesi feshedildi, aynı Erkan Ferin ve Volkan Bekçi gibi. Uğur Demirok gibi bana göre Süper Lig seviyesinde şans bulabilecek bir stoper kampa dahi davet edilmedi, umarım doğru düzgün bir kulübe kiralanır bu sefer. Takımı kurtarsın diye devre arasında kiralanan Anıl Karaer ve Zafer Şakar'ın durumu belli değil. Kendisini kurtarabilen tek oyuncu Fırat Kocaoğlu, o da kaleci kontenjanından. Seneye 3. kaleci olacak Galatasaray'da bir aksilik olmazsa.
Barcelona modeli üzerine konuşuyoruz, Galatasaray'ın bu işi kotarabilecek tek kulüp olduğunu söylüyoruz ama Barcelona B ve Beylerbeyi arasındaki yönetim anlayışı farkına bakınca ülke şartlarının, futbol kültürünün ne kadar geride olduğu açıkça görülüyor. Bugün övgüler yağdırılan Pep Guardiola'nın iki sezon önce Barcelona B takımını çalıştırdığını birçoğumuz biliyor. Böyle bir şeyin Galatasaray-Beylerbeyi özelinde gerçekleşebileceğini hayal edebilen var mı? Belki de sorunumuz burdadır, kimbilir.
Beylerbeyi yönetimi iş işten geçtikten sonra değişmiş, yeni bir yönetim kurulu var şimdi takımın başında. 2B'de tutunamadıktan sonra üzerine fazla bir şeyler söylemeye gerek görmüyorum açıkçası, Galatasaray'a faydalı olabilecek bir yapı için en kötü ihtimalle 2B'de tutunabilmek lazımdı. Gelecek sezon TFF 3. Lig'de mücadele edecek Beylerbeyi, bu anlamda ufak da olsa bir şansları var. 24 yaşın üstünde sadece 6 oyuncu oynatabilecek kulüpler statü gereği ve Galatasaray'la organik bağı olan Beylerbeyi'ni bir adım öne geçiren bir düzenleme oldu bu. Aynı kalitede oyuncular gelmese de Galatasaray'dan belli oranda destek görecektir kulüp. Tekrar 2B'ye çıkma ihtimali belirirse üstüne tekrar konuşulur ama Beylerbeyi geçtiğimiz sezonki kadar yer tutmayacak ajandamızda, kesin olan tek şey bu şimdilik...
Futbol Blog programında bu konu Bülent Timurlenk tarafından dillendirilince kendisine jet hızıyla cevap veren ve Beylerbeyi'nin Galatasaray'ın pilot takımı olmadığını, kendilerinin Galatasaray'ın ikinci takımı olduklarını, temel amaçlarının da Galatasaray'a oyuncu yetiştirmek değil Beylerbeyi olarak başarılı olmak olduğunu söyleyen bir yönetimden söz ediyoruz. Galatasaray'a oyuncu yetiştirmeyi bir ayıpmış, bir küçümsemeymiş gibi algılayan bu zihniyetin Galatasaray'ın satın almış olduğu bir kulüp olan Beylerbeyi'nde en önemli sezonda iktidarda olması esas olarak sorgulanması gereken noktadır. Bunun en büyük sorumlusu bu garip oluşuma fırsat veren ve Galatasaray'ın alenen zarar etmesine sebep olan Galatasaray yönetimidir. Önce Galatasaray kendi kurumuna sahip çıkmalı.
İkincisi, Beylerbeyi yönetimindeki bu ego nerden geliyordu, anlamış değilim açıkçası. Civciv yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş diye bir atasözü var, bu da o hesap. Beylerbeyi kulübünün tüm varlığı Galatasaray'a aitken tutup da Galatasaray çıkarlarına ters düşecek her türlü icraata girişmelerindeki amaçları neydi acaba? Galatasaray kulübünden kiraladığımız oyuncular deniyor, gören de sokaktan toplanmış sanır. Galatasaray kulübü o oyuncuları pilot takımına oynatılsın diye kiraladı, birçoğuna çok daha üst seviyedeki kulüplerden teklif olmasına rağmen. Kendilerini Galatasaray'ın ikinci takımı olarak tanımlayıp takımı lig sonuncusu olarak küme düşürmelerine ise diyecek söz yok. Sözün bittiği yer denir ya, aynen öyle.
Kulübeye boncuk gibi dizilen o oyuncuların birçoğu şimdi bu rezalet sebebiyle Galatasaray'a dönme şanslarını kaybettiler. Kendisinden çok şey beklenen İrfan Başaran gibi bir oyuncunun sözleşmesi feshedildi, aynı Erkan Ferin ve Volkan Bekçi gibi. Uğur Demirok gibi bana göre Süper Lig seviyesinde şans bulabilecek bir stoper kampa dahi davet edilmedi, umarım doğru düzgün bir kulübe kiralanır bu sefer. Takımı kurtarsın diye devre arasında kiralanan Anıl Karaer ve Zafer Şakar'ın durumu belli değil. Kendisini kurtarabilen tek oyuncu Fırat Kocaoğlu, o da kaleci kontenjanından. Seneye 3. kaleci olacak Galatasaray'da bir aksilik olmazsa.
Barcelona modeli üzerine konuşuyoruz, Galatasaray'ın bu işi kotarabilecek tek kulüp olduğunu söylüyoruz ama Barcelona B ve Beylerbeyi arasındaki yönetim anlayışı farkına bakınca ülke şartlarının, futbol kültürünün ne kadar geride olduğu açıkça görülüyor. Bugün övgüler yağdırılan Pep Guardiola'nın iki sezon önce Barcelona B takımını çalıştırdığını birçoğumuz biliyor. Böyle bir şeyin Galatasaray-Beylerbeyi özelinde gerçekleşebileceğini hayal edebilen var mı? Belki de sorunumuz burdadır, kimbilir.
Beylerbeyi yönetimi iş işten geçtikten sonra değişmiş, yeni bir yönetim kurulu var şimdi takımın başında. 2B'de tutunamadıktan sonra üzerine fazla bir şeyler söylemeye gerek görmüyorum açıkçası, Galatasaray'a faydalı olabilecek bir yapı için en kötü ihtimalle 2B'de tutunabilmek lazımdı. Gelecek sezon TFF 3. Lig'de mücadele edecek Beylerbeyi, bu anlamda ufak da olsa bir şansları var. 24 yaşın üstünde sadece 6 oyuncu oynatabilecek kulüpler statü gereği ve Galatasaray'la organik bağı olan Beylerbeyi'ni bir adım öne geçiren bir düzenleme oldu bu. Aynı kalitede oyuncular gelmese de Galatasaray'dan belli oranda destek görecektir kulüp. Tekrar 2B'ye çıkma ihtimali belirirse üstüne tekrar konuşulur ama Beylerbeyi geçtiğimiz sezonki kadar yer tutmayacak ajandamızda, kesin olan tek şey bu şimdilik...
TFF 3.Lig & Yeni Statü
Hasan Doğan federasyonu döneminde gündeme gelen bir statü değişikliğiydi TFF 3.lige ve alt kategorilere 24 yaş sınırı koyulması. Bana göre federasyon tarihinde atılmış en önemli adımlardan biridir bu statü ve çok doğru bir hamle olduğunu düşünüyorum. Amatör kulüplerle az çok ilgilenen herkes bilir, amatör kulüplerin hali hem maddi olarak içler acısı, hem de Türk futboluna zerre kadar yararı yok birçoğunun. Rekabet çok daha sert olduğundan oyuncu yetiştirmeyi bırakın, 20li yaşlarının başındaki oyunculara şans dahi verilmesi çok zor. Böyle kaotik bir ortamın gerçekten amatörleştirilmesi adına önemli bir adım olacak bu.
PAF Ligi statüsünün verimsizliğine değinmiştik daha önce, Rezerv Lig de çözüm adına hem yönetimler düzeyinde hem de medyada sıkça dile getirilen bir konu. Bu yeni düzenlemeyle beraber TFF 3.Ligin kısmen bir Rezerv Lig olarak kullanılabileceğine inanıyorum. Üst düzey genç oyuncular yine daha üst düzey liglere kiraya verilebilirler ama Süper Lig kulüplerinin yeni sistemde altyapısı olmayan ve genç oyuncu oynatmak zorunda kalan onlarca kulübe PAF Ligi statüsü nedeniyle oynatamayacakları diğer oyuncuları kiralayacağını öngörmek zor değil. Beylerbeyi'nin küme düşmesini ciddi anlamda eleştirmiştik ama bu statüyle beraber Galatasaray açısından kısmen kullanılabilir hale gelebilir Beylerbeyi. Galatasaray-Beylerbeyi modelini diğer Süper Lig kulüpleri de takip ederse kısmi bir Rezerv Lig oluşturulabilir ama bu sadece benim teorim şimdilik, gelişmeleri takip etmek lazım bunu ölçebilmek için.
Ben hep Almanya'yı model olarak alırım Türkiye için. Almanya hem nüfusu, hem liglerin yapısı ile Türkiye'ye en yakın ülkedir Avrupa'da futbol ülkesi olarak. Ordaki yapı da yukarda tarif etmeye çalıştığım gibi işlemekte. Her kulübün bir PAF takımı yerine bir Amatör takımı var ve altyapıdan yetişen oyuncular kendilerini gerçek liglerde sınama şansı buluyorlar. Düzenlemenin çıkış noktasının da Almanya'daki sistemin bir benzerini getirme isteği olduğunu düşünüyorum açıkçası.
İşin kulüp tarafı böyle ama bir de boşta kalacak 25 yaş üstü binlerce amatör futbolcu var, onlar açısından bu statü tam bir felaket. Bu statünün getirilmesini zorunlu kılan kulüplerin hatalarını çekmek durumunda kalacaklar. Amatör ikinci ligdeki takımlar bile kendisini Real Madrid sanıp bütün işi transferle, futbolcu eskileriyle kotarmaya çalışırsa federasyon da böyle bir düzenleme yapmak durumunda kalır. İşinde iyi olanlar zaten devam edeceklerdir, her takım için 6 kontenjan söz konusu. Yaşayacakları problem takım bulamamaktan ziyade düşecek oyuncu ücretleri olabilir zira talep azalacak ama arz yine aynı kalacak. Belki bu da kulüpler için iyi bir şeydir, hemen hemen hepsinin borç batağında olduğunu düşünürsek.
Bu konu hakkında daha detaylı ve geniş bilgiye sahip arkadaşlarımız varsa yorum bölümünde bizleri aydınlatabilirler. Özellikle amatör kümenin de bu düzenleme kapsamında olup olmadığını merak ediyorum, o konu hakkında hiçbir bilgi edinemedim. Eğer tahmin ettiğim gibi sadece TFF 3.Lig için ise burdaki 30 yaş üstü oyuncular muhtemelen amatör kulüplere kayacaklardır...
TFF 3.liginde,Burda giderilmesi amaçlanan esas problem kontrolden çıkmış olan profosyonel kulüp sayısını makul bir düzeye indirmek. Üst liglerdeki takımlar altyapı kelimesinin anlamını dahi bilmiyorken bir de 4. lig düzeyindeki yüzlerce takımın aynı yoldan gitmeye çalışması işin vehametini ortaya koyuyordu. Üstte detaylarını okuyabileceğiniz yeni statüyle beraber kadroların büyük bir bölümü 24 yaş ve altı oyunculardan şekillenmek durumunda. 24 yaşını doldurmuş 6 oyuncuyla sözleşme imzalama imkanınız var ve bu da kadronuzda istikrarlı olarak şans verdiğiniz oyuncularla devam edebilmenizi sağlıyor. Yani kısaca bir ligin yapısı tamamen değiştirilmeye çalışılıyor bu düzenlemeyle ki daha önce futbolun kendisiyle pek ilgilenmeyen futbol federasyonu için de oldukça radikal bir karar bu.
A. 2008 – 2009 Sezonunda;
a) TFF 3. Lig Kulüpleri 1978 ve daha önceki yıllarda doğmus olan futbolcular ile profesyonel sözlesme imzalayamazlar.
b) TFF 3. Lig Kulüplerinin 1978 ve daha önceki yıllarda doğmus olan ve sözlesmeleri devam eden futbolcularının lisans vizelerinin yapılmaları kosulu ile müsabakalara katılabilmeleri mümkündür,
B. 2009 – 2010 Sezonunda;
a) 2009 – 2010 Sezonundan itibaren TFF 3. Ligi Kulüpleri 1985 ve daha sonra doğmus olan futbolcular ile sözlesme imzalayabilecek ve müsabakalarda oynatabileceklerdir.
b) Kulüplerin ayrıca 31.12.1984 ile 31.12.1979 tarihleri arasında doğmus en fazla 6 futbolcu ile sözlesme imzalayabilmeleri, (Geçmis sezonlardan sözlesmesi devam eden 1984 ve daha önceki yıllarda doğmus olan futbolcuların bu kontenjan dahilinde kabul edilmesine,) Kontenjan olarak sözlesme imzalanan futbolculardan en fazla 4 tanesinin TFF 3. Lig müsabakalarında düzenlenen 18 kisilik müsabaka isim listesine yazılabilmesi ve müsabakalarda oynatılabilmesi mümkün olacaktır.
PAF Ligi statüsünün verimsizliğine değinmiştik daha önce, Rezerv Lig de çözüm adına hem yönetimler düzeyinde hem de medyada sıkça dile getirilen bir konu. Bu yeni düzenlemeyle beraber TFF 3.Ligin kısmen bir Rezerv Lig olarak kullanılabileceğine inanıyorum. Üst düzey genç oyuncular yine daha üst düzey liglere kiraya verilebilirler ama Süper Lig kulüplerinin yeni sistemde altyapısı olmayan ve genç oyuncu oynatmak zorunda kalan onlarca kulübe PAF Ligi statüsü nedeniyle oynatamayacakları diğer oyuncuları kiralayacağını öngörmek zor değil. Beylerbeyi'nin küme düşmesini ciddi anlamda eleştirmiştik ama bu statüyle beraber Galatasaray açısından kısmen kullanılabilir hale gelebilir Beylerbeyi. Galatasaray-Beylerbeyi modelini diğer Süper Lig kulüpleri de takip ederse kısmi bir Rezerv Lig oluşturulabilir ama bu sadece benim teorim şimdilik, gelişmeleri takip etmek lazım bunu ölçebilmek için.
Ben hep Almanya'yı model olarak alırım Türkiye için. Almanya hem nüfusu, hem liglerin yapısı ile Türkiye'ye en yakın ülkedir Avrupa'da futbol ülkesi olarak. Ordaki yapı da yukarda tarif etmeye çalıştığım gibi işlemekte. Her kulübün bir PAF takımı yerine bir Amatör takımı var ve altyapıdan yetişen oyuncular kendilerini gerçek liglerde sınama şansı buluyorlar. Düzenlemenin çıkış noktasının da Almanya'daki sistemin bir benzerini getirme isteği olduğunu düşünüyorum açıkçası.
İşin kulüp tarafı böyle ama bir de boşta kalacak 25 yaş üstü binlerce amatör futbolcu var, onlar açısından bu statü tam bir felaket. Bu statünün getirilmesini zorunlu kılan kulüplerin hatalarını çekmek durumunda kalacaklar. Amatör ikinci ligdeki takımlar bile kendisini Real Madrid sanıp bütün işi transferle, futbolcu eskileriyle kotarmaya çalışırsa federasyon da böyle bir düzenleme yapmak durumunda kalır. İşinde iyi olanlar zaten devam edeceklerdir, her takım için 6 kontenjan söz konusu. Yaşayacakları problem takım bulamamaktan ziyade düşecek oyuncu ücretleri olabilir zira talep azalacak ama arz yine aynı kalacak. Belki bu da kulüpler için iyi bir şeydir, hemen hemen hepsinin borç batağında olduğunu düşünürsek.
Bu konu hakkında daha detaylı ve geniş bilgiye sahip arkadaşlarımız varsa yorum bölümünde bizleri aydınlatabilirler. Özellikle amatör kümenin de bu düzenleme kapsamında olup olmadığını merak ediyorum, o konu hakkında hiçbir bilgi edinemedim. Eğer tahmin ettiğim gibi sadece TFF 3.Lig için ise burdaki 30 yaş üstü oyuncular muhtemelen amatör kulüplere kayacaklardır...