UEFA'nın her kriterine uyuyormuşuz gibi atlayıp kupaya monte ettiğimiz beşli grup ucubesi tekrar hortladı. Bence Avrupa Kupaları tarihinin en anlamsız formatlarından biri olan bu beşli gruplarda birçok defo bulunduğunu, hem son maçlara girilirken iddiasını yitirmiş ekiplerin fazlalılığı, hem de deplasman sistemi bulunmadığından fikstürün fazlaca etkili olması UEFA'yı bu uygulamadan kısa sürede vazgeçirdi ama... Bizde amaç üç-dört takıma lig esnasında külfet çıkarmamak, yabancılar dinlenirken devre arasında bu angaryayı şipşak halletmek olunca beşli gruplar da uygulamada kalıyor haliyle. Bana kalırsa baştan aşağıya fiyasko...
A Grubu - Beypazari Sekerspor / Denizlispor / Gaziantepspor / MP Antalyaspor / Galatasaray
Galatasaray için bu sezonki kupa fazlasıyla önemli çünkü ligdeki gidişat bir Avrupa kupası pozisyonunu garantilemek için yeterli gözükmüyor. Kupa da bu konudaki en kestirme ve net çözüm. Gruplardan kazasız belasız çıktıktan sonra geçilecek iki tur en azından UEFA Avrupa Ligi biletini cebe koymak anlamına gelecek. Gaziantep ve Antalya, Süper Lig kontenjanından gelen ekipler. Büyük arıza çıkaracaklarını düşünmüyorum. Bank Asya'dan gelen Denizlispor ise izlemesi keyifli bir takım, iç sahada oynanır umarım.
B Grubu - Konya Torku Şekerspor / Gaziantep BŞB. / Manisaspor / Beşiktaş / Trabzonspor
Açık ara en zorlu grup. Beşiktaş, Trabzon eşleşmesinin yanına bir de Manisa'yı yazıyoruz. Senelerdir Beşiktaş'ın etrafında dolanan iki takım olan Gaziantep BB ve Konya Şeker, geleneği bozmadı. Cafercan Aksu, bir kez daha kupa sahnesinde Beşiktaş'ın karşısına çıkıyor olması da bir başka ilginç nokta.
C Grubu - Yeni Malatyaspor / Bucaspor / MKE Ankaragücü / Gençlerbirliği / Fenerbahçe
Dört Süper Lig takımının bulunduğu tek grup. Özellikle Fenerbahçe'nin aradan sıyrılacağını öngörürsek ikincilik için en büyük mücadelenin yaşanacağı grup olacak gibi. Ankara takımlarından birisi tur vizesi alacak gibi duruyor. Yeni Malatya da bizlere bir nostalji yaşatacak gibi.
D Grubu - Kırıkhanspor / Karşıyaka / Kasımpaşa / İstanbul BŞB. / Bursaspor
İlk bakışta en kolay grup gibi gözükse de tribün husumetlerini bir araya getirme konusunda daha iyisi olamazdı gibi. Karşıyaka, Kasımpaşa, Bursa. Öte yandan Avrupa kupalarına adım atmak için kupaya en çok önem veren takımlardan birisi olan İstanbul BB. Kırıkhan yerine bir de Bandırma olsaydı tadından yenmezdi...
Top Beş A2 Ligi Yeteneği
A2 Ligi 1.Grup'ta 11.hafta maçları geride kaldı, canlı izlediğim maç sayısı da yedi-sekizi geçmiştir. Henüz izleme fırsatı bulamadığım Bursaspor, MP Antalyaspor gibi takımları da not düşerek dikkatimi çeken beş oyuncuyu derleyeyim dedim.
Cenk Şahin (İstanbul BB): Onu ilk olarak Florya'da üç numaralı formasıyla izleyip kim diye merak etmiştim. Sol bekten ileri çıkışları çok iyiydi ve top da ayağına fazlasıyla yakışıyordu. Biraz araştırdığımda sol açık orijinli olduğunu, Zonguldak'tan geldiğinden beri hem U-17'de, hem de A2 Ligi'nde sol bek oynuyormuş. Messi diyorlarmış ona da. Son olarak sol açık oynadığı Eskişehirspor maçında da kaleciyle topun arasına girip bir de gol attı. 94 doğumlu Cenk, gelişime açık duruyor, yetenekleri onu sol açığa yönlendirse de sol bek olarak görevlerini yerine getirmeyi öğrenebilirse orta vadede milli takımın sol bekine dönüşebilir.
Ali Kuçik (Beşiktaş): A2 Ligi maçları genelde orta sahada kör dövüşü şeklinde geçer. Bu ezberi bozan ender takımlardan olan Beşiktaş'ın en göze batan adamı 19 yaşındaki Ali Kuçik. Arkadaşlarıyla iletişimi muazzam, top tekniği, sürat ve oyun zekasını bir arada bulunduran, saf bir yetenek. Zaten Bernd Schuster de bu yeteneğin farkında ki Porto maçının son döneminde de olsa ona şans verdi. Bana göre A2 Ligi'nin bölgesindeki en iyisi. Eli kulağında...
Beykan Şimşek (Fenerbahçe): A2 Ligi'nin bence en dikkat çekici oyuncularından. Henüz 15 yaşında olmasına karşın sarı-lacivertlilerde 9 numaralı formayı sırtına geçirmiş. O yaşta altı ayın bile önemi büyükken o kendinden dört-beş yaş büyük stoperlerle boğuşuyor. Canlı izlediğim iki maçta fark yaratabildiğini söylemem zor ama sırıtmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Kendisiyle röportaj yapma imkanı da buldum, özgüveni yüksek bir oyuncu lakin bu konuda detaylara inmek için bir ay kadar beklemek gerekecek. Tap sikrıt!
Abdullah Cemal Küçükyılmaz (Eskişehirspor): Biraz fikstürün de yardımıyla üç maç üst üste seyretme şansı buldum Eskişehirspor'u. Neredeyse tüm tehlikeleri duran toplar üzerinden geliyor ve bu tehlikeleri yaratan isim ise 10 numaralı forvetleri Cemal. Cepheden kaleyi gören duran toplarda sağ ayağını müthiş kullanıyor. Hoojdonk'tan beri bu topraklarda gördüğüm en iyi duran top kullanıcısı desem yalan söylemiş olmam. Sağ ayağının içiyle Beşiktaş'a attığı golün aynısını Belediye filelerine de bırakmıştı. Fenerbahçe karşısında da ilk golü getiren ortayı yapıp ikinci gole imzasını attı. 1991 doğumlu oyuncunun milli şecerisinin boş olmasına şaşırdım.
Cem Sultan (Galatasaray): Sezon başında ayağından ufak bir sakatlığı vardı ancak derbi sonrası geri döndüğünden beri rakip fileleri boş geçmiyor neredeyse. Bu hafta da Antalya ağlarına iki gol bıraktı. 33 maçta 77 gol attığı sezondan beri ondan efsanevi bir golcüye dönüşmesini bekleyenler 19 yaşındaki golcüden ümidini kesse de bunun bir beklenti yönetimi problemi olduğu aşikâr. Birkaç sezondur yaşadığı ağır sakatlıklar gelişimini baltalamış olsa da bence hâlâ A takıma yükselme şansı bulunan iki-üç oyuncudan birisi. Tugay Kerimoğlu'nun üst yapıya geçmesiyle birlikte yaşanacak gelişmeleri izlemek lâzım...
Cenk Şahin (İstanbul BB): Onu ilk olarak Florya'da üç numaralı formasıyla izleyip kim diye merak etmiştim. Sol bekten ileri çıkışları çok iyiydi ve top da ayağına fazlasıyla yakışıyordu. Biraz araştırdığımda sol açık orijinli olduğunu, Zonguldak'tan geldiğinden beri hem U-17'de, hem de A2 Ligi'nde sol bek oynuyormuş. Messi diyorlarmış ona da. Son olarak sol açık oynadığı Eskişehirspor maçında da kaleciyle topun arasına girip bir de gol attı. 94 doğumlu Cenk, gelişime açık duruyor, yetenekleri onu sol açığa yönlendirse de sol bek olarak görevlerini yerine getirmeyi öğrenebilirse orta vadede milli takımın sol bekine dönüşebilir.
Ali Kuçik (Beşiktaş): A2 Ligi maçları genelde orta sahada kör dövüşü şeklinde geçer. Bu ezberi bozan ender takımlardan olan Beşiktaş'ın en göze batan adamı 19 yaşındaki Ali Kuçik. Arkadaşlarıyla iletişimi muazzam, top tekniği, sürat ve oyun zekasını bir arada bulunduran, saf bir yetenek. Zaten Bernd Schuster de bu yeteneğin farkında ki Porto maçının son döneminde de olsa ona şans verdi. Bana göre A2 Ligi'nin bölgesindeki en iyisi. Eli kulağında...
Beykan Şimşek (Fenerbahçe): A2 Ligi'nin bence en dikkat çekici oyuncularından. Henüz 15 yaşında olmasına karşın sarı-lacivertlilerde 9 numaralı formayı sırtına geçirmiş. O yaşta altı ayın bile önemi büyükken o kendinden dört-beş yaş büyük stoperlerle boğuşuyor. Canlı izlediğim iki maçta fark yaratabildiğini söylemem zor ama sırıtmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Kendisiyle röportaj yapma imkanı da buldum, özgüveni yüksek bir oyuncu lakin bu konuda detaylara inmek için bir ay kadar beklemek gerekecek. Tap sikrıt!
Abdullah Cemal Küçükyılmaz (Eskişehirspor): Biraz fikstürün de yardımıyla üç maç üst üste seyretme şansı buldum Eskişehirspor'u. Neredeyse tüm tehlikeleri duran toplar üzerinden geliyor ve bu tehlikeleri yaratan isim ise 10 numaralı forvetleri Cemal. Cepheden kaleyi gören duran toplarda sağ ayağını müthiş kullanıyor. Hoojdonk'tan beri bu topraklarda gördüğüm en iyi duran top kullanıcısı desem yalan söylemiş olmam. Sağ ayağının içiyle Beşiktaş'a attığı golün aynısını Belediye filelerine de bırakmıştı. Fenerbahçe karşısında da ilk golü getiren ortayı yapıp ikinci gole imzasını attı. 1991 doğumlu oyuncunun milli şecerisinin boş olmasına şaşırdım.
Cem Sultan (Galatasaray): Sezon başında ayağından ufak bir sakatlığı vardı ancak derbi sonrası geri döndüğünden beri rakip fileleri boş geçmiyor neredeyse. Bu hafta da Antalya ağlarına iki gol bıraktı. 33 maçta 77 gol attığı sezondan beri ondan efsanevi bir golcüye dönüşmesini bekleyenler 19 yaşındaki golcüden ümidini kesse de bunun bir beklenti yönetimi problemi olduğu aşikâr. Birkaç sezondur yaşadığı ağır sakatlıklar gelişimini baltalamış olsa da bence hâlâ A takıma yükselme şansı bulunan iki-üç oyuncudan birisi. Tugay Kerimoğlu'nun üst yapıya geçmesiyle birlikte yaşanacak gelişmeleri izlemek lâzım...
Son 10 Yılın Türkiye Ligi Dereceleri
Dünkü Premier Lig postuna iliştirdiğim "Keşke TSL için de olsa" dileğine birçok geri dönüş olmuş, Herkese tek tek teşekkür ederim. Hem Twitter, hem blog aleminin tanınan isimlerinden Ata İsmet Özçelik, böyle güzel bir çalışma yapmış, harika da olmuş. Ayrıca üşenmeyip yardımlarını esirgemeyen Ozan Taylan Uzel ve Eren Ünal'ın ismini de anmak isterim.
İlk bakışta üç büyükler kavramı Türkiye için diğer ülkelere göre daha güçlü bir simge olsa da özellikle son iki yılda bu imajın giderek yıprandığını görmemek mümkün değil. Trabzonspor'u hiç saymasak bile iki yıldır ilk ikiye bir Anadolu takımının girmesi lig karakteriyle ilgili önemli ipuçları veriyor. Bugünkü puan tablosuna bakıldığında da ilk üç sırayı Bursaspor, Trabzonspor ve Kayserispor'un baya da bir puan farkıyla kapatmış olması boş bir veri değil. Elbette sonuna kadar böyle gitmeyeceği aşikar da olsa üç büyüklerden en az ikisinin Şampiyonlar Ligi dışında kalacağını, birisinin Avrupa kupaları dışında kalma ihtimalinin bulunduğunu da atlamamız gerekiyor.
Bütçelerini gün geçtikçe büyütseler de altlarındaki zemin eskisi kadar sağlam olmayan İstanbul ahalisinden bir karşı tepki gelmeli ki bu sürecin kısa vadede bir anlamı olmasa da orta ve uzun vadede çok şeyi değiştireceğine inanıyorum...
İlk bakışta üç büyükler kavramı Türkiye için diğer ülkelere göre daha güçlü bir simge olsa da özellikle son iki yılda bu imajın giderek yıprandığını görmemek mümkün değil. Trabzonspor'u hiç saymasak bile iki yıldır ilk ikiye bir Anadolu takımının girmesi lig karakteriyle ilgili önemli ipuçları veriyor. Bugünkü puan tablosuna bakıldığında da ilk üç sırayı Bursaspor, Trabzonspor ve Kayserispor'un baya da bir puan farkıyla kapatmış olması boş bir veri değil. Elbette sonuna kadar böyle gitmeyeceği aşikar da olsa üç büyüklerden en az ikisinin Şampiyonlar Ligi dışında kalacağını, birisinin Avrupa kupaları dışında kalma ihtimalinin bulunduğunu da atlamamız gerekiyor.
Bütçelerini gün geçtikçe büyütseler de altlarındaki zemin eskisi kadar sağlam olmayan İstanbul ahalisinden bir karşı tepki gelmeli ki bu sürecin kısa vadede bir anlamı olmasa da orta ve uzun vadede çok şeyi değiştireceğine inanıyorum...
Son 10 Yılın Premier Lig Dereceleri
İngiltere Premier Ligi'ndeki kalburüstü takımların son 10 yıldaki derecelerini tablo haline getirmiş The Best Eleven. Hoş bir çalışma. Manchester United'ın sürekli ilk içinde yer alması, Chelsea'nin Mourinho sonrası yükselişi ve Arsenal'in üçüncülüğe sabitlenmesi bilinen şeyler fakat Moyes'un Everton'ı hep beşinci oluyormuş gibi geliyordu bana. Sandığım kadar istikrarlı bir çizgi bulamayınca şaşırdım. Algıda seçicilik olsa gerek...
Aslında bunun Türkiye Ligi versiyonunu yapmak isterdim ama o görsel tasarım becerisine sahip değilim. Elimde bir Türkiye Futbol Federasyonu yıllığı var ama tarayıcı çalışmadığı için onu da tarayamadım. İçerik üretiyoruz da Türkiye ligleriyle ilgili şöyle grafik çizecek bir adama hakikaten minnettar kalırdım kendim adıma...
Aslında bunun Türkiye Ligi versiyonunu yapmak isterdim ama o görsel tasarım becerisine sahip değilim. Elimde bir Türkiye Futbol Federasyonu yıllığı var ama tarayıcı çalışmadığı için onu da tarayamadım. İçerik üretiyoruz da Türkiye ligleriyle ilgili şöyle grafik çizecek bir adama hakikaten minnettar kalırdım kendim adıma...
Tugay Kerimoğlu Görevinde Kalıyor
Araya bir ton ıvır zıvır girdi ama söyleme fırsatı olmadı. Hagi'nin imza töreninin ardından Tugay Kerimoğlu'na sinsice yaklaşıp altyapıdaki görevine devam edip etmeyeceğini sordum. O da altyapı sorumlusu olarak devam edeceğini söyledi. Gazetenin satır aralarına yazmıştım ama genel olarak bu tip bir haber görmedim. Belki farketmeyip merak edenler olur. Özellikle Altyapı-A takım koordinasyonu konusunda bence çok önemli bir detay bu fakat Hagi'nin basın toplantısında söylediği bir şey var ki o da "Öncelikle bugüne bakmak zorundayız." Ben bunu A2 takımdan üst tarafa geçişin devre arasına kadar sınırlı olacağı şeklinde yorumluyorum.
Bir de şu özel haber, çok özel haber, pisilaynın izni olmadan kullanılamaz!!! gibi şeyler yazmak istemişimdir hep, çok heyecanlandım! Kısacası Tugay hoca, altyapının da başında...
Bir de şu özel haber, çok özel haber, pisilaynın izni olmadan kullanılamaz!!! gibi şeyler yazmak istemişimdir hep, çok heyecanlandım! Kısacası Tugay hoca, altyapının da başında...
Fenerbahçe 0-0 Galatasaray || Top Oynayanın...
Kadıköy'de şartlar çoğu zaman normal değildir, doğru. Hakemlerin ev sahibi lehine kantarın topuzunu kaçırdıkları da olur, o da doğru lakin son 10 yılda çıkmış iki 0-0'ı üst üste koyunca skorundan bağımsız da olsa oyunun kendine tutunan Galatasaray'ın iş yaptığını görüyoruz. Fenerbahçe maçına Avrupa deplasmanı gözüyle bakmalıyız diye hep söylemişimdir ama bugüne kadar Kadıköy'de gördüğüm en verimli ve aklı başında Galatasaray'ı izledik bugün. Saraçoğlu büyüsü, onlar, bunlar... Hepsi bir süre sonra gevşiyor. İlk yarım saati atlatınca rakibin o gereksiz özgüveni de kayboluyor. Maça sarı-kırmızı bakarsak görünen sevindirici bir sonuç olmanın yanında Kadıköy'e özel maç psikolojisinin de ancak saha içinden geçen çözümlerle aşılabileceğini göstermiştir. Benim adıma günün en önemli tespiti budur.
Saha içine dönelim öyleyse. Üç haftadır takır takır işleyen, bir ton pozisyon bulan Fenerbahçe'nin pas bağlantılarını kesen ve kendi hücum planını sahaya yansıtan Galatasaray'ın düzenine ve 11'ine Pino etkisiyle sürpriz gözüyle bakılabilir ilk bakışta ama sahaya dizildiğinde aslında 2005'te Ayhan-Ergün-Conceciao üçlüsünü temel alan takıma ne kadar yakın olduğunu gördük. Sağdaki Elano'nun bir adım önde olduğu kompak bir dörtlü ve topu sağa atıp Elano'nun top tutma becerisi ve oyunu en doğru şekilde okuyup doğru arkadaşını bulabilmesinden faydalanan, pragmatik bir hücum deneyi. Elano'yu tam hayalimdeki gibi sağdan oyun kuran, driplingleriyle değil topu tutuşuyla takıma faydalı olan bir şekilde kurgulamış Hagi. Maç sonu açıklamalarına da birazdan değineceğim ama orada yaptığı "Elano'dan daha çok faydalanacağız" sözleri daha gelir gelmez kafasında bir şeylerin olduğunu ve Elano'nun kafasındaki oyunda var olduğunu gösteriyor. Hagi'm, Hagi hoca nidaları arasında sormak istediğim sorunun temelinde de bu yatıyordu zaten.
En öndeki Pino da stoperlerle birebir fizik mücadelesine girişmediği her pozisyonda yüzünü kaleye dönüp uygun olan her yerden şut denedi ki bu bencilliğinden değil muhtemelen Hagi'nin ona verdiği talimatlardan ötürüydü. Lakin hepsinden önemlisi bir kritik top kaybı yapsa da Lorik Cana'nın vazgeçmeyen, rakibini kovalayan ve bozan oyununun Hagi'nin sistemine cuk diye oturduğu gerçeği var. Cana bu takımda daha çok iş yapacak ve iki ayda adamı asan otoritelere sözlerini kısa sürede yedirecek. Bunu göreceğiz.
Her şeye rağmen sonuç 0-0, bu ne şiddet bu ne celal diyen olabilir ama seriden bağımsız olarak oyunun kontrolünü ve maçı kaybeden Fenerbahçe'dir. Bunu Fenerbahçeli arkadaşlarla da konuştuk. İlk başta da dediğim gibi oyunu bozan olma karakteri özellikle iç sahadaki derbilerde Fenerbahçe'ye hücumda bir maden bırakıyordu ama Aykut Kocaman'ın bu takımı o takım değil. Mehmet Topuz'la hücuma varyasyon katabilmek, orta sahayı hücum çeşitlemesi adına iki gömlek yukarı çekmek adına çok doğru ve bence çok gerekli hamleler lakin soldan Ayhan destekli Sarp-Ayhan-Cana gibi kompakt bir yapı (en azından bu maçlık) karşısında insiyatifi kaybedince Topuz'un hücum melekeleri hükmünü yitiriyor. O çok dalga geçilen Selçuk Şahin, bugünkü Fenerbahçe'yi bambaşka bir hale getirebilirdi mesela. Biraz kazmaya övgü gibi oldu ama demek istediğim oyunun kontrolünü rakibe vermeyecek iradeyi ortaya koyabilmek. Bence bu eksikti. Galatasaray'ın hücumları orta ölçekli tehlike sınırını geçemeyecekti, bunu biliyorduk ama Fenerbahçe bu imkanı Galatasaray'a verdi. Aynı insiyatif Fenerbahçe'de olsa muhtemelen bugün başka bir Kadıköy mucizesini konuşuyor olurduk.
Son olarak şunu söyleyeyim. Bazen öyle bir an izlersiniz ki bu anda yapılacak bir hareket, verilecek bir karar, atılacak bir pas veya gol o oyuncunun kariyerini çizer. Sanki Emre Çolak, Galatasaray'ın makus talihini yenmesini sağlayacak o gol pozisyonu ayağına kadar geldiğinde, kale de kabak gibi önündeyken cılız bir vuruş yaparak üstüne kariyer inşaa edebileceği o anı kaçırdı. Emre Çolak adını bundan beş sene sonra yeni nesil Cafercan olarak anacaksak hatırlayacağım an bu olacak.
Maç sonuna gelirsek, Hagi'nin ayağı yere basan ancak Galatasaray'da olduğunu hissettiren açıklamaları muazzam. 2005'te sivridilliliğinden çok çekmişti, bu sefer geldiğinden bu yana harika konuşmalar yapıyor. Elano vurgusunu ayrıca taktiksel olarak ayrıca yorumlamak lazım, onu da ayrı bir yazıya bırakalım.
Kadıköy'den puanla dönmek ne olursa olsun güzel, Galatasaray kalesi ablukaya da alınsa muhtemelen belli bir kırılma yaratacaktı ancak Hagi'nin Galatasarayının ilk sınavda yaptığının basit bir nüans olduğuna inanmıyorum. Ben sahada bir bilinç, bir futbol aklı gördüm ve altın çağ sonrası çalışan hocalar arasında (Skibbe'yle birlikte) bu takıma en çok şey katan adam olan Hagi'nin etkisini takımın üstünde hissettim. Benim için önemli olan budur. Hoşgeldin...
Bugün itibariyle Galatasaray 13 puanlı, liderin 10 puan gerisinde bir takımdır ve Kadıköy'de yaratılan kısa vadeli sinerjinin iş görmesi için kalan sekiz haftada Galatasaray puan kaybı limiti sınırlı.
31.10.10 Galatasaray - Antalyaspor
7.11.10 Trabzonspor - Galatasaray
14.11.10 Galatasaray - Manisaspor
21.11.10 Kayserispor - Galatasaray
28.11.10 Galatasaray - Besiktas
5.12.10 Kasimpasa SK - Galatasaray
12.12.10 Galatasaray - Genclerbirligi
19.12.10 Konyaspor - Galatasaray
Devre arsına kadar fikstür bu ve özellikle zirve yarışındaki rakipler olan Trabzonspor, Kayserispor ve Beşiktaş maçları müthiş önem taşıyor. Kayseri ve Trabzon deplasmanlarından dört, Beşiktaş maçından ise üç puan çıkarmak gerekli ki ikinci yarı öncesi Galatasaray, bu takımlarla arasındaki farkı bir nebze eritip ikinci yarıya şampiyonluk ümitleriyle devam etsin. Kadıköy rüzgarı önemlidir ama bu rüzgarın yelkenleri dolduracağına emin olmak lazım. Yoksa Galatasaray'ı 6-0 yendikten sonra altıncı olan Fenerbahçe sendromunun çok daha ağırını yaşama ihtimali de hâlâ kapımızda duruyor. Üstelik skor da 0-0. Gelecek sezon için hâlâ bir hedef asılı duruyor olacak Saracoğlu'nda...
Saha içine dönelim öyleyse. Üç haftadır takır takır işleyen, bir ton pozisyon bulan Fenerbahçe'nin pas bağlantılarını kesen ve kendi hücum planını sahaya yansıtan Galatasaray'ın düzenine ve 11'ine Pino etkisiyle sürpriz gözüyle bakılabilir ilk bakışta ama sahaya dizildiğinde aslında 2005'te Ayhan-Ergün-Conceciao üçlüsünü temel alan takıma ne kadar yakın olduğunu gördük. Sağdaki Elano'nun bir adım önde olduğu kompak bir dörtlü ve topu sağa atıp Elano'nun top tutma becerisi ve oyunu en doğru şekilde okuyup doğru arkadaşını bulabilmesinden faydalanan, pragmatik bir hücum deneyi. Elano'yu tam hayalimdeki gibi sağdan oyun kuran, driplingleriyle değil topu tutuşuyla takıma faydalı olan bir şekilde kurgulamış Hagi. Maç sonu açıklamalarına da birazdan değineceğim ama orada yaptığı "Elano'dan daha çok faydalanacağız" sözleri daha gelir gelmez kafasında bir şeylerin olduğunu ve Elano'nun kafasındaki oyunda var olduğunu gösteriyor. Hagi'm, Hagi hoca nidaları arasında sormak istediğim sorunun temelinde de bu yatıyordu zaten.
En öndeki Pino da stoperlerle birebir fizik mücadelesine girişmediği her pozisyonda yüzünü kaleye dönüp uygun olan her yerden şut denedi ki bu bencilliğinden değil muhtemelen Hagi'nin ona verdiği talimatlardan ötürüydü. Lakin hepsinden önemlisi bir kritik top kaybı yapsa da Lorik Cana'nın vazgeçmeyen, rakibini kovalayan ve bozan oyununun Hagi'nin sistemine cuk diye oturduğu gerçeği var. Cana bu takımda daha çok iş yapacak ve iki ayda adamı asan otoritelere sözlerini kısa sürede yedirecek. Bunu göreceğiz.
Her şeye rağmen sonuç 0-0, bu ne şiddet bu ne celal diyen olabilir ama seriden bağımsız olarak oyunun kontrolünü ve maçı kaybeden Fenerbahçe'dir. Bunu Fenerbahçeli arkadaşlarla da konuştuk. İlk başta da dediğim gibi oyunu bozan olma karakteri özellikle iç sahadaki derbilerde Fenerbahçe'ye hücumda bir maden bırakıyordu ama Aykut Kocaman'ın bu takımı o takım değil. Mehmet Topuz'la hücuma varyasyon katabilmek, orta sahayı hücum çeşitlemesi adına iki gömlek yukarı çekmek adına çok doğru ve bence çok gerekli hamleler lakin soldan Ayhan destekli Sarp-Ayhan-Cana gibi kompakt bir yapı (en azından bu maçlık) karşısında insiyatifi kaybedince Topuz'un hücum melekeleri hükmünü yitiriyor. O çok dalga geçilen Selçuk Şahin, bugünkü Fenerbahçe'yi bambaşka bir hale getirebilirdi mesela. Biraz kazmaya övgü gibi oldu ama demek istediğim oyunun kontrolünü rakibe vermeyecek iradeyi ortaya koyabilmek. Bence bu eksikti. Galatasaray'ın hücumları orta ölçekli tehlike sınırını geçemeyecekti, bunu biliyorduk ama Fenerbahçe bu imkanı Galatasaray'a verdi. Aynı insiyatif Fenerbahçe'de olsa muhtemelen bugün başka bir Kadıköy mucizesini konuşuyor olurduk.
Son olarak şunu söyleyeyim. Bazen öyle bir an izlersiniz ki bu anda yapılacak bir hareket, verilecek bir karar, atılacak bir pas veya gol o oyuncunun kariyerini çizer. Sanki Emre Çolak, Galatasaray'ın makus talihini yenmesini sağlayacak o gol pozisyonu ayağına kadar geldiğinde, kale de kabak gibi önündeyken cılız bir vuruş yaparak üstüne kariyer inşaa edebileceği o anı kaçırdı. Emre Çolak adını bundan beş sene sonra yeni nesil Cafercan olarak anacaksak hatırlayacağım an bu olacak.
Maç sonuna gelirsek, Hagi'nin ayağı yere basan ancak Galatasaray'da olduğunu hissettiren açıklamaları muazzam. 2005'te sivridilliliğinden çok çekmişti, bu sefer geldiğinden bu yana harika konuşmalar yapıyor. Elano vurgusunu ayrıca taktiksel olarak ayrıca yorumlamak lazım, onu da ayrı bir yazıya bırakalım.
Kadıköy'den puanla dönmek ne olursa olsun güzel, Galatasaray kalesi ablukaya da alınsa muhtemelen belli bir kırılma yaratacaktı ancak Hagi'nin Galatasarayının ilk sınavda yaptığının basit bir nüans olduğuna inanmıyorum. Ben sahada bir bilinç, bir futbol aklı gördüm ve altın çağ sonrası çalışan hocalar arasında (Skibbe'yle birlikte) bu takıma en çok şey katan adam olan Hagi'nin etkisini takımın üstünde hissettim. Benim için önemli olan budur. Hoşgeldin...
Bugün itibariyle Galatasaray 13 puanlı, liderin 10 puan gerisinde bir takımdır ve Kadıköy'de yaratılan kısa vadeli sinerjinin iş görmesi için kalan sekiz haftada Galatasaray puan kaybı limiti sınırlı.
31.10.10 Galatasaray - Antalyaspor
7.11.10 Trabzonspor - Galatasaray
14.11.10 Galatasaray - Manisaspor
21.11.10 Kayserispor - Galatasaray
28.11.10 Galatasaray - Besiktas
5.12.10 Kasimpasa SK - Galatasaray
12.12.10 Galatasaray - Genclerbirligi
19.12.10 Konyaspor - Galatasaray
Devre arsına kadar fikstür bu ve özellikle zirve yarışındaki rakipler olan Trabzonspor, Kayserispor ve Beşiktaş maçları müthiş önem taşıyor. Kayseri ve Trabzon deplasmanlarından dört, Beşiktaş maçından ise üç puan çıkarmak gerekli ki ikinci yarı öncesi Galatasaray, bu takımlarla arasındaki farkı bir nebze eritip ikinci yarıya şampiyonluk ümitleriyle devam etsin. Kadıköy rüzgarı önemlidir ama bu rüzgarın yelkenleri dolduracağına emin olmak lazım. Yoksa Galatasaray'ı 6-0 yendikten sonra altıncı olan Fenerbahçe sendromunun çok daha ağırını yaşama ihtimali de hâlâ kapımızda duruyor. Üstelik skor da 0-0. Gelecek sezon için hâlâ bir hedef asılı duruyor olacak Saracoğlu'nda...
Fırsat: Muhammet Demir & Eren Albayrak
Geçen hafta gündeme düşse de çeşitli bahanelerle geçiştirilen Bursaspor A2'deki kadro dışı operasyonu birinci ağızdan doğrulandı ve Ertuğrul Sağlam, iki oyuncunun da sözleşmelerini uzatmak istemediğini ve bu oyuncuları kadro dışı bıraktıklarını söyledi. 92 jenerasyonunun kaptanı Muhammet Demir ve 91'li Eren Albayrak'ın sözleşmesi 2011 yazında sona eriyor ve sözleşme yenilemeye ikna olmazlarsa devre arasında transfer olmaları kuvvetle muhtemel. Ne var ki bu yolla transfer olan ilk genç değiller ve bu yetenekleri takip eden kulüp büyük paralar harcamadan "büyük yatırım" yapma şansına sahipler.
Serkan Kurtuluş, Abdülkadir Kayalı, İlhan Parlak... Milli kariyeriyle parlamış ama kendi takımında düzenli forma şansı bulamadan şanı yayılmış oyuncularla kısa süreli kontrat yapmak başa bela. Türkiye'de genç oyunculara biçilen akıl almaz bonservis bedelleri düşünülürse kimilerine müstehak da denebilir ama ne olursa olsun, şu piyasada sözleşmesi biten oyuncuları kollamak çok önemli.
Muhammet'i defalarca yazdım blogda. Bir kere her şeyden önce lider karakterli bir adam ve özgüven sahibi. Benim için en önemli ayırt edici budur. Bunun da ötesinde sırtı kaleye dönük oynamasını bilen, son vuruşları iyi, top da sürebilen komple bir oyuncu. Bir tarafa Sercan'ı, bir tarafa Muhammet'i koysanız oturur düşünürüm. Muhtemelen de Muhammet'i seçerim. 9 numarasını yedekleyemeyen ve A takım rotasyonu sanılanın aksine epey yaşlı olan Galatasaray'ın ihtiyacı olan türden bir oyuncu.
Eren de aslında 91 jenerasyonunda adı geçen adamlardan biriydi ama yanılmıyorsam kötü bir sakatlık geçirdi ve hâlâ toparlayamadı. Sol açıkta yerleri sürekli değişen Arda, Kewell, Pino gibi oyunculardan ziyade oraya oturan bir solak görmek güzel olurdu. Aslına bakılırsa Galatasaray'ın bu yerli rotasyonuna bu seviyedeki hemen her adam olumlu etki yapacaktır ama iki oyuncu da bence Galatasaray kadrosuna cuk diye oturacak cinsten. Serkan Kurtuluş için 1.3 milyon avroyu gözden çıkarabilen yönetimin yerli oyunculara gelince akrep yuvasına dönen o cebe elini atıp bu oyuncuyu takıma kazandırmaları gerekiyor...
Kelepir Yıldız Adayları: Orhan Gülle & Muhammet Demir
Serkan Kurtuluş, Abdülkadir Kayalı, İlhan Parlak... Milli kariyeriyle parlamış ama kendi takımında düzenli forma şansı bulamadan şanı yayılmış oyuncularla kısa süreli kontrat yapmak başa bela. Türkiye'de genç oyunculara biçilen akıl almaz bonservis bedelleri düşünülürse kimilerine müstehak da denebilir ama ne olursa olsun, şu piyasada sözleşmesi biten oyuncuları kollamak çok önemli.
Muhammet'i defalarca yazdım blogda. Bir kere her şeyden önce lider karakterli bir adam ve özgüven sahibi. Benim için en önemli ayırt edici budur. Bunun da ötesinde sırtı kaleye dönük oynamasını bilen, son vuruşları iyi, top da sürebilen komple bir oyuncu. Bir tarafa Sercan'ı, bir tarafa Muhammet'i koysanız oturur düşünürüm. Muhtemelen de Muhammet'i seçerim. 9 numarasını yedekleyemeyen ve A takım rotasyonu sanılanın aksine epey yaşlı olan Galatasaray'ın ihtiyacı olan türden bir oyuncu.
Eren de aslında 91 jenerasyonunda adı geçen adamlardan biriydi ama yanılmıyorsam kötü bir sakatlık geçirdi ve hâlâ toparlayamadı. Sol açıkta yerleri sürekli değişen Arda, Kewell, Pino gibi oyunculardan ziyade oraya oturan bir solak görmek güzel olurdu. Aslına bakılırsa Galatasaray'ın bu yerli rotasyonuna bu seviyedeki hemen her adam olumlu etki yapacaktır ama iki oyuncu da bence Galatasaray kadrosuna cuk diye oturacak cinsten. Serkan Kurtuluş için 1.3 milyon avroyu gözden çıkarabilen yönetimin yerli oyunculara gelince akrep yuvasına dönen o cebe elini atıp bu oyuncuyu takıma kazandırmaları gerekiyor...
Kelepir Yıldız Adayları: Orhan Gülle & Muhammet Demir
İhsan Yıldırım'ın Derbi Şiiri
muhittin, muhittin!
bizim takıma sen ne ettin, n'ettin??
görmedin mi topa eliyle vurdu brezilyalııı,
yani şüphe ediyor insan, yoksa aziz yıldırım sana aldı mı bir yalı?
hem de mobilyalı!
görmezden geldin kabak gibi smaçı!
beraberliğe bağladın hakkımız olan maçı.
kolay vermek tabi korneri, autu, taçı..
fakat, penaltıyı vermeyip, yoldurdun bana başı-saçı!
bu son şiirimdir sana, bir daha ki sefere,
hele bize bir yamuk yap, başlayacağım küfüre...
Hagi'nin Birinci Dönemi & Bugünü
Galatasaray'ın başına Hagi mi gelmiş? Hemen eski defterleri karıştırıyoruz. Açıp bakıyoruz ki bu adam koskoca Galatasaray'la üçüncü olmuş. Bir de yetmemiş, taraftarla tartışarak ayrılmış. Demek ki bu adam kötü bir dönem geçirmiş. Bu iki anekdot günü kurtarmaya, eleştirileri sürdürmek için yeter de artar bile...
Fakat işin aslının öyle olmadığını Galatasaray'ı yakından takip eden herkes biliyor. İkinci Terim döneminde tarumar olmuş, lig yarışından kopmuş, kadrosunda işler parçası olmayan, yenilgi serisinde Galatasaray rekorunu kırmış bir takım vardı o dönem. Hagi'nin göreve gelişindeki ilk önceliği de bu yenilgi serisine son vermekti. Bugünkü kaos ortamının da hakkını verelim ama sanıyorum ki o Galatasaray yakın tarihinin en büyük krizidir. UEFA Kupası'nı alalı sadece dört yıl, Terim'i başa getirip hedefi Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu olarak belirleyeli sadece iki yıl olmuştu. O yıkım başka hiçbir şeye benzemiyordu.
Peki Hagi, yeni sezon öncesinde ne yapmıştır? Bu sorunun cevabı net. Hagi'nin önceliği takımın omurgasını sabitlemek ve bu belirlediği oyuncularla mümkün olduğunca oynamamaktır, kısacası kadro istikrarıdır. 2004/05 sezonu başında bu omurgaya Song, Tomas ve Conceicao takviyeleri yapıldı. Hagi, öncelikle bu oyuncuları takıma yerleştirmiş, etrafına da takımdaki en hazır oyuncuları yerleştirmiştir. Yanda Galatasaray'ın ilk 11 haftadaki tek yenilgisi olan Gaziantepspor deplasmanının kadrosu var. Yaklaşık beş ay sonra aynı Gaziantepspor'a beş atan kadroda sadece iki değişiklik var ve bu değişikliklerin hiçbirisi takımın omurgası olarak sayabileceğimiz Mondragon-Song-Tomas-Conceicao-Ergün-Necati-Hakan hattı üzerinde değil. Lafı uzatmamak gerekirse yapılacak ilk tespit budur. Hagi takımdaki en hazır adamları belirler ve onlarla sağlam bir yapı oluşturmayı hedefler. Kevgire dönmüş bu savunma anlayışının düzelmesi için yapılması gereken en önemli hamlelerden biri.
Öte yandan bu sabit yedilinin etrafındaki kanat oyuncularında mümkün olduğunca maç çevirecek vasıflar aramıştır, beklerde ise mümkün olduğunca bölgesini tutabilen oyuncuları tercih etmiştir. Sezon başında Baliç ve Hasan Şaş, daha sonraları Franck Ribery. Hücumdaki aktifliğin anahtarı da yaratıcı forvet konumundaki Necati'yle beraber bu kanat oyuncuları sağlıyordu. Beklerden ise hücum sorumluluğu bekleyen bir teknik adam değildir Hagi, Orhan ve Cihan ısrarı (ki o dönem fazlasıyla takmıştım buna) önceliğin savunma hattının sağlamlığı olduğunu gösterir ki bu da yeni dönem tercihlerine yansıyacaktır diye düşünüyorum.
Aradan beş yıl geçse de Hagi, "İyi oynamak her zaman mümkün değil, rekabetçi yapıda sonuç almak için de oynadığımız zamanlar olacak" diyerek eski sağlamcı yapısında devam edeceğini söyledi ve bu bence Galatasaray'ın bugünü açısından önemli. 2005 ve 2006 sonrası şampiyonluk barajı inanılmaz geriledi. 81 puanla değil ikincilik, haftalar öncesinden davullu zurnalı şampiyonluk ilan ediliyor artık. Hagi'nin o Galatasaray'la aldığı 76 puan ufak nüanslarla şampiyonluğu kaybetmişti ve son iki senedir ilk iki dahi göremeyen bir Galatasaray'ın artık bu dereceyi aldı diye hoca kovacak bir egosu yok. Sağlamcı yapı (ayakları yere basması koşuluyla) şu haliyle Galatasaray'da iş görür. Zaten elde öyle bir kadro var ki Hagi "Ben yardıracağım, kendi yarı sahama top geçirtmeyeceğim" dese de ne o Galatasaray sahada, ne de rakipler 2004-2006 aralığındaki gibi zayıf ve plansızlar. Türkiye Ligi değişti ve üç büyüklerin profilini de değiştirme yolunda ilerliyor.
Hagi'nin şu anda transfer yapma şansı yok ve A2 takımdan rotasyonu delebilecek kadar hazır olan oyuncu(lar) mevcut değil. Yani eldeki malzeme buysa Hagi'nin de ısrar edeceği adamlar kısmen bellidir. Kalede bir Mondragon, savunmada bir Tomas-Song ikilisi yok ama en azından Neil burada istisnasız her maç forma bulmaya devam edecek, yanında da Servet veya Hakan Balta oynayacak devre arasına kadar. Ön ikilide ise Ergün-Conceciao ikilisinin rolünü Ayhan-Cana görecek ve bence Cana, Hagi düzeninin en has adamlarından biri olacaktır.
Kanatlarda ise Arda ve Pino görev alacak gibi. Baros'un forvet rolü kesinken bence ikinci forvet için en önemli alternatif Kewell gibi duruyor ama Hagi'nin Misimovic'i kenara alacağını sanmıyorum. Misi-Baros ikilisini ve Arda'yı yedekleyen bir Harry Kewell izleyebiliriz ve Arda dönene kadar da muhtemelen sol kanatta görev alan isim o olacak. 4-4-2, daha doğrusu 4-4-1-1'e yakınsayan bir Galatasaray göreceğiz ama rakamlardan da öte sahada ayakları yere basan bir takım görüntüsü çok uzakta değil diyorum. Hagi, kendi takımını kurana kadar eldeki malzemeden maksimum verimi almaya çalışacaktır ve bence bu sürede Mustafa Sarp ve Barış Özbek gibi oyuncular zamanla elenecektir. Bekleyip göreceğiz. Sahne O'nun...
Fakat işin aslının öyle olmadığını Galatasaray'ı yakından takip eden herkes biliyor. İkinci Terim döneminde tarumar olmuş, lig yarışından kopmuş, kadrosunda işler parçası olmayan, yenilgi serisinde Galatasaray rekorunu kırmış bir takım vardı o dönem. Hagi'nin göreve gelişindeki ilk önceliği de bu yenilgi serisine son vermekti. Bugünkü kaos ortamının da hakkını verelim ama sanıyorum ki o Galatasaray yakın tarihinin en büyük krizidir. UEFA Kupası'nı alalı sadece dört yıl, Terim'i başa getirip hedefi Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu olarak belirleyeli sadece iki yıl olmuştu. O yıkım başka hiçbir şeye benzemiyordu.
Galatasaray vs. Gaziantepspor, 2004/2005, 2.Hafta |
Öte yandan bu sabit yedilinin etrafındaki kanat oyuncularında mümkün olduğunca maç çevirecek vasıflar aramıştır, beklerde ise mümkün olduğunca bölgesini tutabilen oyuncuları tercih etmiştir. Sezon başında Baliç ve Hasan Şaş, daha sonraları Franck Ribery. Hücumdaki aktifliğin anahtarı da yaratıcı forvet konumundaki Necati'yle beraber bu kanat oyuncuları sağlıyordu. Beklerden ise hücum sorumluluğu bekleyen bir teknik adam değildir Hagi, Orhan ve Cihan ısrarı (ki o dönem fazlasıyla takmıştım buna) önceliğin savunma hattının sağlamlığı olduğunu gösterir ki bu da yeni dönem tercihlerine yansıyacaktır diye düşünüyorum.
Galatasarayvs. Fenerbahçe, Türkiye Kupası Finali |
Hagi'nin şu anda transfer yapma şansı yok ve A2 takımdan rotasyonu delebilecek kadar hazır olan oyuncu(lar) mevcut değil. Yani eldeki malzeme buysa Hagi'nin de ısrar edeceği adamlar kısmen bellidir. Kalede bir Mondragon, savunmada bir Tomas-Song ikilisi yok ama en azından Neil burada istisnasız her maç forma bulmaya devam edecek, yanında da Servet veya Hakan Balta oynayacak devre arasına kadar. Ön ikilide ise Ergün-Conceciao ikilisinin rolünü Ayhan-Cana görecek ve bence Cana, Hagi düzeninin en has adamlarından biri olacaktır.
Kanatlarda ise Arda ve Pino görev alacak gibi. Baros'un forvet rolü kesinken bence ikinci forvet için en önemli alternatif Kewell gibi duruyor ama Hagi'nin Misimovic'i kenara alacağını sanmıyorum. Misi-Baros ikilisini ve Arda'yı yedekleyen bir Harry Kewell izleyebiliriz ve Arda dönene kadar da muhtemelen sol kanatta görev alan isim o olacak. 4-4-2, daha doğrusu 4-4-1-1'e yakınsayan bir Galatasaray göreceğiz ama rakamlardan da öte sahada ayakları yere basan bir takım görüntüsü çok uzakta değil diyorum. Hagi, kendi takımını kurana kadar eldeki malzemeden maksimum verimi almaya çalışacaktır ve bence bu sürede Mustafa Sarp ve Barış Özbek gibi oyuncular zamanla elenecektir. Bekleyip göreceğiz. Sahne O'nun...
Hagi'min Basın Toplantısı
Bugünkü imza töreninin idareten yapıldığını, steril bir ortamda geçeceğini bilsem de gazete aracılığıyla gitmek istedim. Fırsat gelirse de bir soru sorarım diye. Açıkçası beklediğimden de vasat, beylik lafların edildiği bir toplantı oldu ama benim için Hagi'yi canlı görmek bile yetti. Masada oturan yetkililer arasında en samimisi olması, birçoğu çevirelemese de yaptığı esprilerle ortamın kasvetini kırmaya çalışması bile onu niye sevdiğimi bana tekrar hatırlatmaya yetti.
Baya bir cebelleşmenin ve beklemenin ardından "çaldığım" mikrofonla sorumu sordum ama net bir cevap beklemiyordum elbette bu toplantıda. Zaten Tugay hoca cevaplamayacağını daha önceden söylemişti, Hagi de bugünden "Takımın yarısından bir cacık olmaz" diyemeyeceği için açık bir cevap veremedi. Lakin sorduğum sorunun ötesine geçen Hagi'ye nasıl hitap edeceğini bilememem oldu. Ortamda farkedilmese de "Öncelikle sorum Hagi'me", "Hagi hoca" gibi replikler Youtube'a, GS Sözlük'e falan düşmüş. Hagi hoca derken "ulan!" demedim desem yalan olur da Hagi'm demek de efsane olmuş hakikaten. Daha da garibi böyle dediğimi farketmemiş olmam...
Yeni Hagi dönemi üzerine birkaç yazı planım var. Öncelikle Hagi'nin ilk deneyimindeki reflekslerini hatırlatan bir "birinci dönem" yazısı bu akşama hazır olacak...
Baya bir cebelleşmenin ve beklemenin ardından "çaldığım" mikrofonla sorumu sordum ama net bir cevap beklemiyordum elbette bu toplantıda. Zaten Tugay hoca cevaplamayacağını daha önceden söylemişti, Hagi de bugünden "Takımın yarısından bir cacık olmaz" diyemeyeceği için açık bir cevap veremedi. Lakin sorduğum sorunun ötesine geçen Hagi'ye nasıl hitap edeceğini bilememem oldu. Ortamda farkedilmese de "Öncelikle sorum Hagi'me", "Hagi hoca" gibi replikler Youtube'a, GS Sözlük'e falan düşmüş. Hagi hoca derken "ulan!" demedim desem yalan olur da Hagi'm demek de efsane olmuş hakikaten. Daha da garibi böyle dediğimi farketmemiş olmam...
Yeni Hagi dönemi üzerine birkaç yazı planım var. Öncelikle Hagi'nin ilk deneyimindeki reflekslerini hatırlatan bir "birinci dönem" yazısı bu akşama hazır olacak...
Hagi, Tugay & Galatasaray
Kadıköy paniği soslu bir teknik adam arayışı sonuçlandı; Hagi teknik direktör, Tugay Kerimoğlu da onun yardımcısı oldu. Hakan Şükür resimde yok ancak en az onun gelişi kadar kötü bir senaryo olarak Adnan Sezgin görevine devam ediyor. Yönetimin yeni teknik adamın arkasında duracak kredisi olmadığından "efsane" kontenjanında kim varsa kapısını çaldığını biliyoruz ama bana göre olabilecek arasında en iyi tercih Hagi'ydi. Sakat bir mantıktan çıkabilecek en iyi sonuç budur, en azından ben kafamda daha gerçekçi ve olumlu bir teknik heyet oluşturamıyorum. Sadece tam destek ve yetkiyle başarılı olabilecek bir Fatih Terim olabilirdi belki ama kredisi bitik bu yönetimin Terim de olmamışken Hikmet Karaman ve o profilde bir adam getirme şansı da yoktu. Hele hele yabancı bir hoca getirmek hayalden de öte. Adama istediği transferleri yapacak durumda değil Galatasaray ve ona tanınacak uyum süreci zaten sezon çöpe gitmişken 'kıymetli' yönetimi daha da zora sokacaktı.
Hagi, tüm bu handikapları yaşamayacak bence tek adamdır. Hagi'nin ilk gelişini hatırlarsak bugüne benzer bir kaos ortamı vardı ve ikinci Fatih Terim döneminin arkasını toplayıp futbol oynayan, belli bir düzeni olan bir takım yaratmayı başarmıştı. Üstelik bana göre iki rakibinden de zayıf bir kadrosu olmasına karşın o lanet Gençlerbirliği maçı olmasa şampiyonluğu da alacaktı. Kısacası Gerets'e şampiyonluğa oynamaya hazır bir takım teslim eden Hagi, bana göre çok iyi bir kaos ortamı hocasıdır. Adının Galatasaraylılara ifade ettiği anlamdan öte, beni bu tercihin doğru olduğuna ikna eden de bu meziyetleridir. Üstelik futbolcu hakimiyetine tamah etmeyeceğini, gerektiğinde Adnan Polat dahil herkese gider yapabileceğini de not düşüyorum ayrıca.
Benim çokça subjektif fikrime göre iyi bir tercih olmasına karşın bu işin teknik adam kaynaklı olmadığını baya uzun süredir tecrübe ediyoruz hep beraber. O yüzden Hagi başarılı olur ya da olamaz demek bambaşka bir iş. Senelerdir sıktığı boş kurşunlarla yerli kadrosunu rakipleri arasındaki en kalitesiz rotasyon haline getiren, bu ligde başarılı olmanın tek geçer yoluna "ucuz yahni eti" mantığıyla yaklaşan, elde olanları da mundar etmekten kaçınmayan bir Adnan Sezgin görevdeyken tüm Michael'lar gelse bir şey yapamayabilir. O yüzden bence birkaç transfer döneminde adam olabilecek bu kadroya kimlerin alınacağını seçecek kişi en az hoca tercihi kadar önemli. Yerli transferi politikası yüzde yüz değişmek zorundadır.
İşin içinde Tugay da olunca A2 takımından da rotasyona alınacak oyuncular olacağını söylemek zor olmasa gerek. Daha da iyi olan tarafı Hagi'nin de aslında iyi bir 'scout' kimliğinin olması. Mehmet Topuz hikayesini birkaç kez yazmış, anlatmıştım. Hagi döneminde epey katkı veren Hasan Kabze'nin de onun özel tercihi olduğunu hatırlatırım. Bonservis ödemekten her daim kaçınan bu yönetime 1 milyon avro altında alternatifler de sunacaktır. Eminim böyle bir görev için dersine de çalışmıştır önceden. "Hagi Akademisi" kaynaklı birkaç yabancı transfer de gelebilir ki şu kaos ortamı için olmasa bile orta ve uzun vade için benim de yararlanılması gerektiğini düşündüğüm bir kaynaktı bu akademi.
Velhasıl, benim fikrim Hagi için olumlu, genel tablo için çekimserdir. Daha da açık söylemem gerekirse bazen Galatasaray'ı Galatasaray'ı yönetenlerden daha fazla düşündüğüm hissine kapılıyorum ve bir süredir bana hakim olan bu hissiyat dolayısıyla da artık bazı şeylere "Boşver" deyip geçebiliyorum. Yönetimi, tribünü, takımı... Bir gole eskisi kadar sevinemediğimi farkediyorum bazen. O yüzden bu kez bütünde problem yaşanacağını adım gibi bilsem de umrumda değil. Hagi'yi kenarda görmek, benim daha istekli maç seyretmemi sağlayacaksa varsın o olsun kenarda. Galatasaray için değil, bu kez de benim için, benim gibi düşünenler, hissedenler için...
Hagi, tüm bu handikapları yaşamayacak bence tek adamdır. Hagi'nin ilk gelişini hatırlarsak bugüne benzer bir kaos ortamı vardı ve ikinci Fatih Terim döneminin arkasını toplayıp futbol oynayan, belli bir düzeni olan bir takım yaratmayı başarmıştı. Üstelik bana göre iki rakibinden de zayıf bir kadrosu olmasına karşın o lanet Gençlerbirliği maçı olmasa şampiyonluğu da alacaktı. Kısacası Gerets'e şampiyonluğa oynamaya hazır bir takım teslim eden Hagi, bana göre çok iyi bir kaos ortamı hocasıdır. Adının Galatasaraylılara ifade ettiği anlamdan öte, beni bu tercihin doğru olduğuna ikna eden de bu meziyetleridir. Üstelik futbolcu hakimiyetine tamah etmeyeceğini, gerektiğinde Adnan Polat dahil herkese gider yapabileceğini de not düşüyorum ayrıca.
Benim çokça subjektif fikrime göre iyi bir tercih olmasına karşın bu işin teknik adam kaynaklı olmadığını baya uzun süredir tecrübe ediyoruz hep beraber. O yüzden Hagi başarılı olur ya da olamaz demek bambaşka bir iş. Senelerdir sıktığı boş kurşunlarla yerli kadrosunu rakipleri arasındaki en kalitesiz rotasyon haline getiren, bu ligde başarılı olmanın tek geçer yoluna "ucuz yahni eti" mantığıyla yaklaşan, elde olanları da mundar etmekten kaçınmayan bir Adnan Sezgin görevdeyken tüm Michael'lar gelse bir şey yapamayabilir. O yüzden bence birkaç transfer döneminde adam olabilecek bu kadroya kimlerin alınacağını seçecek kişi en az hoca tercihi kadar önemli. Yerli transferi politikası yüzde yüz değişmek zorundadır.
İşin içinde Tugay da olunca A2 takımından da rotasyona alınacak oyuncular olacağını söylemek zor olmasa gerek. Daha da iyi olan tarafı Hagi'nin de aslında iyi bir 'scout' kimliğinin olması. Mehmet Topuz hikayesini birkaç kez yazmış, anlatmıştım. Hagi döneminde epey katkı veren Hasan Kabze'nin de onun özel tercihi olduğunu hatırlatırım. Bonservis ödemekten her daim kaçınan bu yönetime 1 milyon avro altında alternatifler de sunacaktır. Eminim böyle bir görev için dersine de çalışmıştır önceden. "Hagi Akademisi" kaynaklı birkaç yabancı transfer de gelebilir ki şu kaos ortamı için olmasa bile orta ve uzun vade için benim de yararlanılması gerektiğini düşündüğüm bir kaynaktı bu akademi.
Velhasıl, benim fikrim Hagi için olumlu, genel tablo için çekimserdir. Daha da açık söylemem gerekirse bazen Galatasaray'ı Galatasaray'ı yönetenlerden daha fazla düşündüğüm hissine kapılıyorum ve bir süredir bana hakim olan bu hissiyat dolayısıyla da artık bazı şeylere "Boşver" deyip geçebiliyorum. Yönetimi, tribünü, takımı... Bir gole eskisi kadar sevinemediğimi farkediyorum bazen. O yüzden bu kez bütünde problem yaşanacağını adım gibi bilsem de umrumda değil. Hagi'yi kenarda görmek, benim daha istekli maç seyretmemi sağlayacaksa varsın o olsun kenarda. Galatasaray için değil, bu kez de benim için, benim gibi düşünenler, hissedenler için...
Galatasaray'ın Koalisyon Hükümeti
Skibbe için Kocaeli maçı neyse pazar akşamı oynanan Ankaragücü karşılaşmasının da Rijkaard için o olacağı gün gibi beliydi. Konuşulanlar da artık Hollandalı devrinin kapanmak üzere olduğunu gösteriyor lakin adı anılan isimlerin doğruluğu/yanlışlığı bir yana nisan ayında revizyona ihtiyaç duyan "Rijkaard projesinin" getirildiği hal hakikaten içler acısı. Bana göre Rijkaard'ın da bu fiyaskoda tuzu bulunsa da çorbayı yapanlar Galatasaray yönetiminin ve kadrosu olmuştur. Berbat bir sınav vermişlerdir. Bugüne kadar okuduğum en güzel Galatasaray benzetmesi Ali Sami Yen Sokak'taydı: "Galatasaray bir aile şirketi ve başa getirilen CEO'nun altını oyup eski usül çalışma dürtüsünü dizginleyemiyor." Durum aynen budur. Rijkaard'ı getirip transferi Adnan Sezgin'e veren, Neeskens'in her türlü talebine kulak tıkayan bu zihniyet varken "her şeye rağmen" bir şeyler başarma motivasyonunu kendinde bulamayan Rijkaard'ın burada durması anlamsızdır zaten. Galatasaray, yine çuvallamıştır. Altından kalkamayacağı bir yükün altına bilerek girmeye vizyon görünümlü çapsızlık denebilir ancak...
Bugün önerilen teknik heyet çözümlerinden birisi Hikmet Karaman'dı ki Beşiktaş-Manisa maçında Tabata atılmayıp Beşiktaş kazansa düşüneleceğinden şüphe duyduğum Karaman'ın gelişine söylenecek fazla bir şey yok. Karaman, iyi bir Süper Lig hocasıdır ama şu Galatasaray kadrosunu toparlayacak krediye sahip değildir. Arsene Wenger'le kanka olması dışında Galatasaray hocalığına talip olabilecek ne referansı var, ondan da şüpheliyim zaten. Manisaspor'la sözleşme yenilemiş. Hayırlı oldu!
Öte yandan an itibariyle ağırlık kazanan dedikodu Hagi'nin teknik direktör, Hakan Şükür'ün ise sportif direktör olarak göreve gelmesi. Açık söyleyeyim, Galatasaray'ın Lucescu sonrası gördüğü en iyi iki hocadan birisi olduğunu düşündüğüm Hagi, bence şu kriz döneminde takımı toparlama potansiyeli olan birkaç isimden biridir. Terim sonrası toparladığı takım, tek maçla 2005 şampiyonluğunu kaçırmıştır, temel oluşturduğu 2006 takımı da rekor kırarak şampiyonluğa ulaşmıştır. Berbat olmuş bu sezonda güvenenileceğim bir adamın gelmesi benim adıma güzel ama... Bu "ama"nın arkası ise fazlasıyla dolu ve Galatasaray'ın toparlanacağı ümidini temelden zedeleyecek o kadar çok şey mevcut ki... MFÖ'nün söylediği gibi. "Nasıl anlatsam, nereden başlasam..."
Adnan Polat yönetiminin verdiği kararların uzunu geçtim, orta vadeli bile olmadığını, günlük dinamiklerin etkisiyle alındığını ve bir tutarlılığının bulunmadığını artık biliyoruz. Skibbe'yi gönderip "pas değil, mücadele futbolu" diye Korkmaz'ı getirmek. Hepten çuvallayınca vizyonlu taklidi yapıp takımı Rijkaard'a teslim etmek. Bunun sözde kalacağını bilmek, fark etmek lazımdı ama hayali bile güzeldi. Kapıldık. Hayallerimizi Rijkaard'ın sırtına yükledik. Ancak umutmamız gereken bu yönetimin iktidarda kalabilmek için sportif başarıya muhtaç olduğu, gelmeyince de akla gelmeyecek her şeyi yapabileceğiydi. Neredeyse kanlı bıçaklı oldukları, her yorumunda, her yazısında yönetimi yerden yere vuran Hakan Şükür'e futbolu teslim etmek de bunun net bir örneğidir. İktidarda kalmak için muhalefete mavi boncuk dağıtmaktır ve Hagi'nin yanına Hakan'ı getirmek, Galatasaray'ı bir nevi koalisyon hükümetine teslim etmek demek...
Futbolcuya dayalı düzen artık çok popüler bir tabir ama şunu söylemem gerekiyor. Bence Galatasaray'ın sorunu artık "yerli oyuncuların iktidarı" değil, bunun da ötesinde yerli oyuncuların yetersizliği ve kalitesizliğidir. Galatasaray, artık jenerasyon olarak düşüşe geçmiş Türkiye Milli Takımı'na Arda dışında banko oyuncu veremiyor. Servet ve Hakan Balta zorunluluktan oynuyor, neredeyse komple yerli olan orta sahada milli takımla adı anılan isim dahi yok. Milan Baros'u yedekleyebilecek kapasitede adam yok. Kaleyi dolduracak oyuncu yok. Yok yok yok... Rijkaard'ın yapabilecekleri de bu yüzden kısıtlıydı. Gelecek hocanın da farklı olmayacak. Bu yerlilere sırtını dayamak isteyenin yüz üstü kalacağı artık gün gibi bir gerçek. Bülent Korkmaz'ın göremediği de buydu. Hakan Şükür'ün de bu hataya düşüp mevcut yerlilere güveneceğine ise adım gibi eminim. Galatasaray geleceğini Hakan Şükür'e teslim etti ve buna önümüzdeki aylarda, yıllarda fazlasıyla pişman olacağız diye düşünüyorum. Hagi doğru adamdır, Hakan Şükür benim gözlerimle gördüğüm en büyük efsanelerden olsa da mevcut kadronun sportif direktörü değildir.
Galatasaray'ın önünde bir Kadıköy derbisi daha var ve bu maçın ne kadar hasarla atlatılacağı kısa vadede müthiş önem taşıyor. Bir hafta içinde ne olacağını beraber görelim, kendimizce reçetemizi ondan sonra yazalım. Aslantepe öncesi ve sonrası Galatasaray'ı uzun uzun konuşacağız nasıl olsa...
Bugün önerilen teknik heyet çözümlerinden birisi Hikmet Karaman'dı ki Beşiktaş-Manisa maçında Tabata atılmayıp Beşiktaş kazansa düşüneleceğinden şüphe duyduğum Karaman'ın gelişine söylenecek fazla bir şey yok. Karaman, iyi bir Süper Lig hocasıdır ama şu Galatasaray kadrosunu toparlayacak krediye sahip değildir. Arsene Wenger'le kanka olması dışında Galatasaray hocalığına talip olabilecek ne referansı var, ondan da şüpheliyim zaten. Manisaspor'la sözleşme yenilemiş. Hayırlı oldu!
Öte yandan an itibariyle ağırlık kazanan dedikodu Hagi'nin teknik direktör, Hakan Şükür'ün ise sportif direktör olarak göreve gelmesi. Açık söyleyeyim, Galatasaray'ın Lucescu sonrası gördüğü en iyi iki hocadan birisi olduğunu düşündüğüm Hagi, bence şu kriz döneminde takımı toparlama potansiyeli olan birkaç isimden biridir. Terim sonrası toparladığı takım, tek maçla 2005 şampiyonluğunu kaçırmıştır, temel oluşturduğu 2006 takımı da rekor kırarak şampiyonluğa ulaşmıştır. Berbat olmuş bu sezonda güvenenileceğim bir adamın gelmesi benim adıma güzel ama... Bu "ama"nın arkası ise fazlasıyla dolu ve Galatasaray'ın toparlanacağı ümidini temelden zedeleyecek o kadar çok şey mevcut ki... MFÖ'nün söylediği gibi. "Nasıl anlatsam, nereden başlasam..."
Adnan Polat yönetiminin verdiği kararların uzunu geçtim, orta vadeli bile olmadığını, günlük dinamiklerin etkisiyle alındığını ve bir tutarlılığının bulunmadığını artık biliyoruz. Skibbe'yi gönderip "pas değil, mücadele futbolu" diye Korkmaz'ı getirmek. Hepten çuvallayınca vizyonlu taklidi yapıp takımı Rijkaard'a teslim etmek. Bunun sözde kalacağını bilmek, fark etmek lazımdı ama hayali bile güzeldi. Kapıldık. Hayallerimizi Rijkaard'ın sırtına yükledik. Ancak umutmamız gereken bu yönetimin iktidarda kalabilmek için sportif başarıya muhtaç olduğu, gelmeyince de akla gelmeyecek her şeyi yapabileceğiydi. Neredeyse kanlı bıçaklı oldukları, her yorumunda, her yazısında yönetimi yerden yere vuran Hakan Şükür'e futbolu teslim etmek de bunun net bir örneğidir. İktidarda kalmak için muhalefete mavi boncuk dağıtmaktır ve Hagi'nin yanına Hakan'ı getirmek, Galatasaray'ı bir nevi koalisyon hükümetine teslim etmek demek...
Futbolcuya dayalı düzen artık çok popüler bir tabir ama şunu söylemem gerekiyor. Bence Galatasaray'ın sorunu artık "yerli oyuncuların iktidarı" değil, bunun da ötesinde yerli oyuncuların yetersizliği ve kalitesizliğidir. Galatasaray, artık jenerasyon olarak düşüşe geçmiş Türkiye Milli Takımı'na Arda dışında banko oyuncu veremiyor. Servet ve Hakan Balta zorunluluktan oynuyor, neredeyse komple yerli olan orta sahada milli takımla adı anılan isim dahi yok. Milan Baros'u yedekleyebilecek kapasitede adam yok. Kaleyi dolduracak oyuncu yok. Yok yok yok... Rijkaard'ın yapabilecekleri de bu yüzden kısıtlıydı. Gelecek hocanın da farklı olmayacak. Bu yerlilere sırtını dayamak isteyenin yüz üstü kalacağı artık gün gibi bir gerçek. Bülent Korkmaz'ın göremediği de buydu. Hakan Şükür'ün de bu hataya düşüp mevcut yerlilere güveneceğine ise adım gibi eminim. Galatasaray geleceğini Hakan Şükür'e teslim etti ve buna önümüzdeki aylarda, yıllarda fazlasıyla pişman olacağız diye düşünüyorum. Hagi doğru adamdır, Hakan Şükür benim gözlerimle gördüğüm en büyük efsanelerden olsa da mevcut kadronun sportif direktörü değildir.
Galatasaray'ın önünde bir Kadıköy derbisi daha var ve bu maçın ne kadar hasarla atlatılacağı kısa vadede müthiş önem taşıyor. Bir hafta içinde ne olacağını beraber görelim, kendimizce reçetemizi ondan sonra yazalım. Aslantepe öncesi ve sonrası Galatasaray'ı uzun uzun konuşacağız nasıl olsa...
Rooney-Fabregas-Nuri-Kroos
Aralarında Nuri Şahin'in de bulunduğu bu dört önemli oyuncunun önemli bir ortak özelliği var: Dört oyuncu da kendi dönemindeki U17 Avrupa Şampiyonası'nda turnuvanın en değerli oyuncusu seçilen isimler. 2002 Wayne Rooney, 2004 Cesc Fabregas, 2005 Nuri Şahin, 2006 ise Toni Kroos, şampiyonanın MVP'si oldu. Bu da U17 şampiyonlarının önemli birer referans olduğunu fazlasıyla ortaya koyuyor. "Adamı beğeniyoruz, bakıyoruz Barcelona'da oynuyor!!" demeden önce ümit milli takımların dışında kalan (Özellikle U17 ve U19) şampiyonaları takip etmekte fayda var.
2002'den bu yana düzenlenen U17 Avrupa Şampiyonalarının en değerli oyuncuları ve şampiyonlarının listesi ise sağda.. 2008 MVP'si Danijer Aleksic'in Bundesliga II takımlarından Fürth'te, 2009'un MPV'si Benjamin Siegrist'in ise Aston Villa akademisinde oynadığını de not düşeyim...
2002'den bu yana düzenlenen U17 Avrupa Şampiyonalarının en değerli oyuncuları ve şampiyonlarının listesi ise sağda.. 2008 MVP'si Danijer Aleksic'in Bundesliga II takımlarından Fürth'te, 2009'un MPV'si Benjamin Siegrist'in ise Aston Villa akademisinde oynadığını de not düşeyim...
Arda, Galatasaray, TFF & Bayern
Bir oyuncu düşünün, milli takımdan dönüp bir ayı sakat geçirdikten sonra formasını sırtına geçirmeden tekrar milli takıma gidip bu kez başka bir sakatlıkla dönüyor. İlk gelen haberlere göre bir buçuk ay sürecek bir sakatlık... Aynı oyuncu ilk maçta sakatlandığını bile bile oynamaya devam ediyor, sakatlığının ciddi olduğunu öğrenince de 18 eylül tarihinde açıklama yapıyor: "Ne zaman oynayacağımı doktorlarımız bilir. Ama tam iyileşmeden asla bir daha oynamayacağım. Doktorlar, 'Tamam, Arda çıkıp oynayabilirsin' dediği zaman oynayacağım. Daha koşulara başlayamadım, 10-12 gün sonra hafif hafif koşulara, bisiklet çevirmeye başlarım diye düşünüyoruz. Bakalım ondan sonraki süreci izleyeceğiz."
Ekim başında hafif koşulara başlayacağını açıklayan ve sakatlığı tam olarak iyileşmeden bir daha asla oynamayacağını ilan eden bu oyuncu Arda Turan. Galatasaray kaptanı. Kaptanlıktan da öte Galatasaray'ı en çok sahiplenen, büyük bir sorumluluğu almak isteyen ve verilmediğinde tepki gösteren bir adam Arda. 23 yaşında bu sorumlulukların altına girmiş bir oyuncunun bir ay takımında forma giyemedikten sonra milli takımdan affını isteyememiş olması daha 15 gün önce kendi ağzından çıkanlarla çelişmesi hiç hayra alamet değil. Profesyonelim diyen bir oyuncunun 8 ekimdeki maç Almanya değil de Avusturya olsa milli takıma gitmemeyi düşünecekken kendini riske atması "milli kahramanlık", "milli dava" gibi aslında Türkiye Futbol Milli Takımı'na büyük resimde zarar veren bakış açılarının ürünüdür. Sen ülken için "futbol" oynayacaksın, oynayamayacak durumdaysan da gitsin, başkası oynasın.
Kazın ayağı Arda'yla da bitmiyor elbette, hatta Arda'dan da öte kazın ayağı değil komple bacağı, gövdesi Galatasaray'ı ilgilendiriyor. Zaten kırılgan bir kadrosu olan bu takım, yerli kontenjanının da şampiyonluğu belirlediği bu ülkede sırtını Arda'ya yaslamıştı. Altı hafta daha Arda'nın olmaması sadece onun değil Harry Kewell ya da Lorik Cana'nın kenara gelmesi, Aydın Yılmaz veyahut Serdar Özkan gibi takıma üst düzey katkı yapması mümkün olmayan "bir yerlinin daha" kadroya girmesi demek. Bütün takım işlerken Ahmet Yıldırım'ı takıma koyarsınız, harika işler de çıkarır ama o adamı Şekerspor'a koyarsanız defoları ortaya çıkar. Galatasaray, toplamda defoları ortaya çıkaran bir kulüp oldu ve şu halde Arda yerine Aydın'ın girmesi telafi edilebilir bir değişiklik değil. Zaten yedi haftada üç mağlubiyet almış bir takımın zirve iddiasını sürdürmesi güçken oyun olarak olmasa dahi toplamda en kritik adamını kaybederek bugün itibariyle lige havlu atmıştır. Yarın Aslantepe kombinesi almaya gideceğim. İddiasız maçlar izleeyeceğimi bile bile... Bu sezon özelinde Galatasaray'dan tek beklentim Türkiye Kupası'na asılması ve angarya görmemesidir. Gerçekten...
Öte yandan Galatasaray, tabutuna son çiviyi çakan, Arda'nın sakat olduğunu bile bile "Aslansın, kaplansın" diyerek takıma çağıran Guus Hiddink ve teknik heyeti ile Türkiye Futbol Federasyonu'na pabucun bu kadar ucuz olmadığını, on milyonlarca avroluk yatırımı hiç etmenin bir karşılığı olduğunu göstermelidir. Sonuna kadar bu davasının da peşinde olmalıdır. İnsanların milli duygularını sömürerek kendisini bu haklı davasından vazgeçirmeye çalışacak her şeyin karşısında olmalıdır. Uluslararası düzeyde oyuncuları kadrosunda barındıran her takımın yaşadığı problemler bunlar ama Arda Turan'ın durumu başka. Arjen Robben, Kaka... Bu oyuncular da sakat olduğu bilinerek milli takıma çağrılarak oynatılmış ve kulüpleriyle olan sözleşmeleri, kariyerleri hiçe sayılmış adamlar. Bayern Münih ise bu işin peşini bırakmadı ve en büyük yıldızını bilerek ve göz göre göre elinden alan Hollanda Futbol Federasyonu'na dava açtı. Galatasaray'da başta başkan olmak üzere yetkili abiler eğer Bayern'in izinden gidemeyecekse sezon sonunda hiçbir şekilde "Ama Güntekin, çok sakatlık oldu yahu, şanssızlık! Bir önceki sene stoperler, bu sene forvetler. Tamamen şanssızlık" benzeri demeçler vermeye hakları yoktur. En azından benim nezdimde...
Yine de sakatlığın ne kadar süreceğinin henüz netlik kazanmadığının notunu düşeyim son olarak, her ne kadar "pubis" korkutucu dursa da. Hagi, "Galatasaray, isminin olduğu yerde ümit vardır" diyerek bunu kastetmemiştir diye tahmin ediyorum. Bugün, yarın öğreniriz...
Ekim başında hafif koşulara başlayacağını açıklayan ve sakatlığı tam olarak iyileşmeden bir daha asla oynamayacağını ilan eden bu oyuncu Arda Turan. Galatasaray kaptanı. Kaptanlıktan da öte Galatasaray'ı en çok sahiplenen, büyük bir sorumluluğu almak isteyen ve verilmediğinde tepki gösteren bir adam Arda. 23 yaşında bu sorumlulukların altına girmiş bir oyuncunun bir ay takımında forma giyemedikten sonra milli takımdan affını isteyememiş olması daha 15 gün önce kendi ağzından çıkanlarla çelişmesi hiç hayra alamet değil. Profesyonelim diyen bir oyuncunun 8 ekimdeki maç Almanya değil de Avusturya olsa milli takıma gitmemeyi düşünecekken kendini riske atması "milli kahramanlık", "milli dava" gibi aslında Türkiye Futbol Milli Takımı'na büyük resimde zarar veren bakış açılarının ürünüdür. Sen ülken için "futbol" oynayacaksın, oynayamayacak durumdaysan da gitsin, başkası oynasın.
Kazın ayağı Arda'yla da bitmiyor elbette, hatta Arda'dan da öte kazın ayağı değil komple bacağı, gövdesi Galatasaray'ı ilgilendiriyor. Zaten kırılgan bir kadrosu olan bu takım, yerli kontenjanının da şampiyonluğu belirlediği bu ülkede sırtını Arda'ya yaslamıştı. Altı hafta daha Arda'nın olmaması sadece onun değil Harry Kewell ya da Lorik Cana'nın kenara gelmesi, Aydın Yılmaz veyahut Serdar Özkan gibi takıma üst düzey katkı yapması mümkün olmayan "bir yerlinin daha" kadroya girmesi demek. Bütün takım işlerken Ahmet Yıldırım'ı takıma koyarsınız, harika işler de çıkarır ama o adamı Şekerspor'a koyarsanız defoları ortaya çıkar. Galatasaray, toplamda defoları ortaya çıkaran bir kulüp oldu ve şu halde Arda yerine Aydın'ın girmesi telafi edilebilir bir değişiklik değil. Zaten yedi haftada üç mağlubiyet almış bir takımın zirve iddiasını sürdürmesi güçken oyun olarak olmasa dahi toplamda en kritik adamını kaybederek bugün itibariyle lige havlu atmıştır. Yarın Aslantepe kombinesi almaya gideceğim. İddiasız maçlar izleeyeceğimi bile bile... Bu sezon özelinde Galatasaray'dan tek beklentim Türkiye Kupası'na asılması ve angarya görmemesidir. Gerçekten...
Öte yandan Galatasaray, tabutuna son çiviyi çakan, Arda'nın sakat olduğunu bile bile "Aslansın, kaplansın" diyerek takıma çağıran Guus Hiddink ve teknik heyeti ile Türkiye Futbol Federasyonu'na pabucun bu kadar ucuz olmadığını, on milyonlarca avroluk yatırımı hiç etmenin bir karşılığı olduğunu göstermelidir. Sonuna kadar bu davasının da peşinde olmalıdır. İnsanların milli duygularını sömürerek kendisini bu haklı davasından vazgeçirmeye çalışacak her şeyin karşısında olmalıdır. Uluslararası düzeyde oyuncuları kadrosunda barındıran her takımın yaşadığı problemler bunlar ama Arda Turan'ın durumu başka. Arjen Robben, Kaka... Bu oyuncular da sakat olduğu bilinerek milli takıma çağrılarak oynatılmış ve kulüpleriyle olan sözleşmeleri, kariyerleri hiçe sayılmış adamlar. Bayern Münih ise bu işin peşini bırakmadı ve en büyük yıldızını bilerek ve göz göre göre elinden alan Hollanda Futbol Federasyonu'na dava açtı. Galatasaray'da başta başkan olmak üzere yetkili abiler eğer Bayern'in izinden gidemeyecekse sezon sonunda hiçbir şekilde "Ama Güntekin, çok sakatlık oldu yahu, şanssızlık! Bir önceki sene stoperler, bu sene forvetler. Tamamen şanssızlık" benzeri demeçler vermeye hakları yoktur. En azından benim nezdimde...
Yine de sakatlığın ne kadar süreceğinin henüz netlik kazanmadığının notunu düşeyim son olarak, her ne kadar "pubis" korkutucu dursa da. Hagi, "Galatasaray, isminin olduğu yerde ümit vardır" diyerek bunu kastetmemiştir diye tahmin ediyorum. Bugün, yarın öğreniriz...
Serdar Eylik Galatasaray'da (!)
Güne Serdar Taşçı'yla girdik, Serdar Eylik'le veda edelim. Geçenlerde bir Serdar Eylik yazısı yazıp bonservisi Denizlispor'da olan Serdar'ın artık bu kısır döngüyü kırıp Galatasaray'a altyapı politikasını gözden geçirmesini sağlamasını istediğini söylemiştim. Yalnız durum şu ki Denizlispor yönetiminin ağustos sonunda verdiği beyanatlarda vurguladıkları haber doğru değil ve Semih, Murat ve Erhan'ın Denizlispor'a gitmemesiyle oluşan kriz Serdar'ın bonservisi verilmeden, "bir şekilde" çözülmüş.
Serdar, federasyonun (bence çok başarılı olan) dergisi Tam Saha'ya röportaj vermiş. Galatasaray temelli olan röportajda gelecek sezon takıma dönüp tekrar oynamak istediğini özellikle vurgulamış. Kısacası bir nevi yanlış anons vakası. Röportajın tamamı burada, benim önemli bulduğum birkaç nokta ise şöyle;
"Bire bir kaldığımda adam eksiltmeyi çok seviyorum. Bu konuda iyi olduğumu düşünüyorum. Topla oynamayı da çok severim ama topla çok oynamak bazen takıma zarar da verebiliyor. Orta yapmayı pek sevmiyorum. Orta yapmak yerine genelde topla kaleye kadar gitmeyi tercih ediyorum. Orta yapmak konusunda da kendimi geliştirmem lâzım. Bir de fizik olarak kendimi geliştirmem gerekiyor. Biraz daha kuvvetlenmeliyim."
İlk olarak oyun stilini bu şekilde tanımlamış. Topla oynamayı seven bir adam olduğunu zaten biliyoruz da orta yapmayı özellikle tercih etmediğini öğrenmek önemli. Kendimi geliştirmem lazım kısmı sanki biraz "Günü gününe çalışmam lazım" diyen öğrenci kokuyor. Sempati duymamak elde değil de umarım lafta kalmaz.
"Yabancı sınırlaması tabii ki olmalı. Serbest olacaksa da genç oyuncuların önünün açılmasını sağlayacak formüller bulunmalı. Yani pozitif ayrımcılık yapılmalı. Altyapıdan yetişen bir oyuncunun ilk on birde oynatılması zorunluluğu gibi kurallar getirilebilir. Başarı için kaliteli yabancı da çok önemli. Quaresma, Guti, Kewell gibi yabancılar gelecekse çok iyi ama birçok yabancının adını bile bilmiyoruz. Yeteneği kısıtlı yabancılar hem katkı sağlamıyor hem de bizim gibi gençlerin önünü kesiyor. Bu konuda altyapıların desteklenmesi gerekiyor."
Yabancı oyuncularla ilgili klasik Türk futbolcusu çemkirmesi içinde olması beni üzdü. Şunu bir kere anlamak lazım, kimse altı yabancı serbestliği olduğu için gençlerin önünü kesiyor değil. Aksine, önlerini kesen daha çok yerli oyuncu tercihlerinin genelde yetenek/potansiyel düşünülmeksizin, çoğu zaman popülerlik ve kariyer üstünden tercih edilmesidir. Kimse baskıyı kolay kolay tercih etmez. Ayhan Akman'la kaybetmek Musa Çağıran'la kaybetmekten her zaman daha kolaydır. O çok sevdikleri abilerinden üç gömlek üstün olduklarını herkesin aklına sokmazlarsa formayı alamayacaklar, hatta kendisinin Aydın Yılmaz'dan formayı alması için dahi Konyaspor'a atılan o golün bir benzerini atması gerekebilir. Bu noktada Serdar'ın fikrinin 'doğru' işlendiğinde yabancılara kötü gözle bakan bir yaklaşıma evrilebileceğini görüyorum.
"Orduspor'da 15 resmi maç oynadım. Bank Asya 1. Lig'de oynamam da farklı bir tecrübeydi. Kendimi geliştirdiğimi düşünüyorum. Sosyal olarak da güzeldi. Boztepe'de yamaç paraşütü yapıyorduk. Normalde balık yemem ama Ordu'da haftada üç gün mezgit yemeğe gidiyordum. Hem sosyal açıdan hem de futbol açısından çok faydalı oldu bana. Ordu'ya gittiğim için çok mutluyum. "
Son olarak Ordu tecrübesinden kendine bir şeyler kattığını düşünmesi önemli, özellikle sosyal açıdan. Florya psikolojisi farklıdır, ondan çıkamayan çok oyuncu gördük. Denizlispor'da gösterdiği çıkışta Ordu deneyiminin payı düşündüğümüzden fazla olabilir. Bugün de golünü attığını ve ligde toplam üçüncü golüne ulaştığını hatırlatayım. Onun Denizlispor deneyimine daha bir ilgiyle izleyeceğiz artık...
Serdar, federasyonun (bence çok başarılı olan) dergisi Tam Saha'ya röportaj vermiş. Galatasaray temelli olan röportajda gelecek sezon takıma dönüp tekrar oynamak istediğini özellikle vurgulamış. Kısacası bir nevi yanlış anons vakası. Röportajın tamamı burada, benim önemli bulduğum birkaç nokta ise şöyle;
"Bire bir kaldığımda adam eksiltmeyi çok seviyorum. Bu konuda iyi olduğumu düşünüyorum. Topla oynamayı da çok severim ama topla çok oynamak bazen takıma zarar da verebiliyor. Orta yapmayı pek sevmiyorum. Orta yapmak yerine genelde topla kaleye kadar gitmeyi tercih ediyorum. Orta yapmak konusunda da kendimi geliştirmem lâzım. Bir de fizik olarak kendimi geliştirmem gerekiyor. Biraz daha kuvvetlenmeliyim."
İlk olarak oyun stilini bu şekilde tanımlamış. Topla oynamayı seven bir adam olduğunu zaten biliyoruz da orta yapmayı özellikle tercih etmediğini öğrenmek önemli. Kendimi geliştirmem lazım kısmı sanki biraz "Günü gününe çalışmam lazım" diyen öğrenci kokuyor. Sempati duymamak elde değil de umarım lafta kalmaz.
"Yabancı sınırlaması tabii ki olmalı. Serbest olacaksa da genç oyuncuların önünün açılmasını sağlayacak formüller bulunmalı. Yani pozitif ayrımcılık yapılmalı. Altyapıdan yetişen bir oyuncunun ilk on birde oynatılması zorunluluğu gibi kurallar getirilebilir. Başarı için kaliteli yabancı da çok önemli. Quaresma, Guti, Kewell gibi yabancılar gelecekse çok iyi ama birçok yabancının adını bile bilmiyoruz. Yeteneği kısıtlı yabancılar hem katkı sağlamıyor hem de bizim gibi gençlerin önünü kesiyor. Bu konuda altyapıların desteklenmesi gerekiyor."
Yabancı oyuncularla ilgili klasik Türk futbolcusu çemkirmesi içinde olması beni üzdü. Şunu bir kere anlamak lazım, kimse altı yabancı serbestliği olduğu için gençlerin önünü kesiyor değil. Aksine, önlerini kesen daha çok yerli oyuncu tercihlerinin genelde yetenek/potansiyel düşünülmeksizin, çoğu zaman popülerlik ve kariyer üstünden tercih edilmesidir. Kimse baskıyı kolay kolay tercih etmez. Ayhan Akman'la kaybetmek Musa Çağıran'la kaybetmekten her zaman daha kolaydır. O çok sevdikleri abilerinden üç gömlek üstün olduklarını herkesin aklına sokmazlarsa formayı alamayacaklar, hatta kendisinin Aydın Yılmaz'dan formayı alması için dahi Konyaspor'a atılan o golün bir benzerini atması gerekebilir. Bu noktada Serdar'ın fikrinin 'doğru' işlendiğinde yabancılara kötü gözle bakan bir yaklaşıma evrilebileceğini görüyorum.
"Orduspor'da 15 resmi maç oynadım. Bank Asya 1. Lig'de oynamam da farklı bir tecrübeydi. Kendimi geliştirdiğimi düşünüyorum. Sosyal olarak da güzeldi. Boztepe'de yamaç paraşütü yapıyorduk. Normalde balık yemem ama Ordu'da haftada üç gün mezgit yemeğe gidiyordum. Hem sosyal açıdan hem de futbol açısından çok faydalı oldu bana. Ordu'ya gittiğim için çok mutluyum. "
Son olarak Ordu tecrübesinden kendine bir şeyler kattığını düşünmesi önemli, özellikle sosyal açıdan. Florya psikolojisi farklıdır, ondan çıkamayan çok oyuncu gördük. Denizlispor'da gösterdiği çıkışta Ordu deneyiminin payı düşündüğümüzden fazla olabilir. Bugün de golünü attığını ve ligde toplam üçüncü golüne ulaştığını hatırlatayım. Onun Denizlispor deneyimine daha bir ilgiyle izleyeceğiz artık...
Boateng Etkisi: Khedira, Serdar & Almanya
Bazen futbolu çok keskin ifadelerle yorumluyoruz,ediyoruz ama bazen şans birçok somut, elle tutulur veriden daha önemli olabiliyor. Futbolcuların kariyerleri bu şanslı anların üstünde yükselebiliyor, ya da yanlış bir adım oyuncuları bambaşka noktalara taşıyabiliyor. Geçen yıl Stuttgart'ın en parlak oyuncularına bakalım örneğin: Sami Khedira ve Serdar Taşçı.
Dünya Kupası sahnesinde oynanacak iki-üç maçın bazen koca bir sezondan daha önemli olduğunu biliyoruz. Khedira da Serdar da kupa öncesinde milli takıma çağrılan ama düzenli oynaması düşünülmeyen adamlardı. Takımın lideri Ballack'ın sakatlığı Fas asıllı orta sahanın şansı oldu. Sami Khedira 11'e girerken Serdar, Friedrich ve Mertesacker'in arkasını bekliyordu.
Bundesliga'daki mevcut puan durumunda Stuttgart 17.sırada yer alıyor ve Dünya Kupası kadrosunda kendine yer bulan Serdar Taşçı baş aşağı giden takımda yedek kulübesine çakılmış durumda. Hocası Christian Gross, "Oynayacağı zaman gelecektir" minvalinden konuşuyor ama takımında forma şansı bulamayan Serdar'ın bu Almanya'da oynama şansı da yok. Joachim Löw de Türkiye maçında yer alacak takımda Serdar'a yer vermedi.
Chelsea'nin Portsmouth'la oynadığı Federasyon Kupası finalinde Kevin Prince Boateng Ballack'a o müdaheleyi yapmasa Khedira'yı bambaşka bir kader bekliyor olabilirdi. Sözleşmesinin bir sene içinde bitiyor olması, Almanya'nın kupadaki müthiş performansı Khedira'yı Mourinho önderliğindeki Real Madrid'in as oyuncusu yaptı. Ya turnuva öncesi sakatlanan isim Ballck yerine Mertascker olsaydı?
Almanya: Rene Adler, Manuel Neuer Tim Wiese, Holger Badstuber, Jerome Boateng, Marcell Jansen, Philipp Lahm, Per Mertesacker, Sascha Riether, Heiko Westermann, Kevin Grosskreutz, Sami Khedira, Toni Kroos, Marko Marin, Thomas Müller, Mesut Özil, Lukas Podolski, Bastian Schweinsteiger, Christian Trosch, Cacau, Mario Gomez, Miroslav Klose.
Dünya Kupası sahnesinde oynanacak iki-üç maçın bazen koca bir sezondan daha önemli olduğunu biliyoruz. Khedira da Serdar da kupa öncesinde milli takıma çağrılan ama düzenli oynaması düşünülmeyen adamlardı. Takımın lideri Ballack'ın sakatlığı Fas asıllı orta sahanın şansı oldu. Sami Khedira 11'e girerken Serdar, Friedrich ve Mertesacker'in arkasını bekliyordu.
Bundesliga'daki mevcut puan durumunda Stuttgart 17.sırada yer alıyor ve Dünya Kupası kadrosunda kendine yer bulan Serdar Taşçı baş aşağı giden takımda yedek kulübesine çakılmış durumda. Hocası Christian Gross, "Oynayacağı zaman gelecektir" minvalinden konuşuyor ama takımında forma şansı bulamayan Serdar'ın bu Almanya'da oynama şansı da yok. Joachim Löw de Türkiye maçında yer alacak takımda Serdar'a yer vermedi.
Chelsea'nin Portsmouth'la oynadığı Federasyon Kupası finalinde Kevin Prince Boateng Ballack'a o müdaheleyi yapmasa Khedira'yı bambaşka bir kader bekliyor olabilirdi. Sözleşmesinin bir sene içinde bitiyor olması, Almanya'nın kupadaki müthiş performansı Khedira'yı Mourinho önderliğindeki Real Madrid'in as oyuncusu yaptı. Ya turnuva öncesi sakatlanan isim Ballck yerine Mertascker olsaydı?
Almanya: Rene Adler, Manuel Neuer Tim Wiese, Holger Badstuber, Jerome Boateng, Marcell Jansen, Philipp Lahm, Per Mertesacker, Sascha Riether, Heiko Westermann, Kevin Grosskreutz, Sami Khedira, Toni Kroos, Marko Marin, Thomas Müller, Mesut Özil, Lukas Podolski, Bastian Schweinsteiger, Christian Trosch, Cacau, Mario Gomez, Miroslav Klose.
Kardemir Karabük 2-1 Galatasaray || Emenike Durmaz...
Karabükspor, daha geçen seneden bu yana izlenmesi gereken bir takım. Futbol romantiklerine (bir rivayete göre dilenci) hikayelerine, damıtılmış salt futbol seyircileri Yücel İldiz'in iki sezondur çalışan düzenine, oyuncu keşfetme meraklıları Emenike'ye bakabilir. Herkes kendinden bir şeyleri Karabükspor'da bulabilir. Bu açıdan güzel bir takmlar, En baştan onu söylemek lazım.
Galatasaray, maç öncesinde kazanan takımdan iki tane hayati fire verdi. Bunların ilki ve en önemlisi Milan Baros elbette. Diğeri ise daha sonra daha farklı şekilde değerlendireceğimiz Servet Çetin.
"Orta sahadan dem vuruyorum her maç ama esas sorunu Galatasaray'ın bariz bir şekilde merkez forvet. Milan Baros'un şu takımdaki vazgeçilmez konumunu görüyorduk belki, Nonda'nın sonradan girip attığı üç-beş gole kanmamıştık ama hakikaten yeri doldurulmazmış bu adamın."
Aralık 2009'daki İstanbul BB maçı analizinden. Yorumu kopyala/yapıştır yap, Nonda yerine X koy, bugünkü tablo yine aynı, sorunlar, isimler. Baros'un kaybının Galatasaray'a şampiyonluk yarışına mâl olmadığını görememiş olmamıza mı yanmak lazım yoksa bu adamın tam formunu bulmuşken sakatlanmasına mı? Varlığıyla değil yokluğuyla hatırlatıyor kendini Baros. Takımın en önemli oyuncuları da her zaman bu adamlar olagelmiştir zaten. Bu yüzden Arda Turan da dahil olmak üzere hiçbir oyuncu bu takım için Baros'tan daha değerli değil.
Maça dönelim demek isterdim ama maçın 43.saniyesinde sahada Cüneyt Çakır taklidi yapmaya hevesli olan Aytekin Durmaz, ilerleyen dakikalarda Gökhan Zan'la ve Galatasaray savunmasıyla adeta dalga geçecek olan Emmanuel Emenike'nin yere düşüşüne penaltı çaldı. Halbuki Lucas Neill'ın müdahelesinin topa olduğu açıktı. Yetmedi, 11'de akıllara zarar bir düdük daha çaldı, zeminin azizliği klişesine cuk oturan bir pozisyonda ayağı kayıp düşen Yasin'e "Sen düşmüş olamazsın" deyip Karabük lehine faulü çaldı, Insua'ya da kartı yapıştırdı. Penaltıyı gole çeviren Cernat yine akıllı bir vuruş yaptı, o top döndü, dolaştı, zamanında FM'den tanıyıp sempati beslediğimiz Hakan Özmert'i buldu.
11.dakikasında 2-0 olan bir karşılaşmada hayati eksikleri olan bir Galatasaray'ın kolayca çıkarabileceği bir skor değildi. Hatta ona dahi gerek yok. Şu Karabük karşısında deplasmanda 2-0 geriye düşüp maç alabilecek kapasitedeki takım sayısı bir elin parmağı kadar bile yok, şampiyonundan büyüklerine kadar...
Öte yandan maç boyu Galatasaray savunmasını hallaç pamuğu gibi atan, Gökhan Zan'ı adeta ortaokul çocuğuymuş gibi geçen bir Emmanuel Emenike var. Herkes güçlü diyor ona. Tamam, gücü kuvveti yerinde de bu adam bariz bir şekilde futbolu biliyor, forvet tekniği de gayet sağlam. Topu saklaması gücünden değil vücudunu kullanabilmesinden, adam geçebilmesi de hızı kadar tekniğinden. Bu adamın adını sıkça telaffuz etmek lazım çünkü İstanbul takımları uyanana kadar birisi 15 yıl önce olduğu gibi Geremi usulü paketleyip götürecek. Biz de "Ama, ama..." deyip kalacağız.
Galatasaray takım bütünlüğü bozulunca öyle az buz da değil, kıvamında pişmiş kurabiye gibi ağızda dağılıyor, rakipler için biçilmiş kaftan. Karabük'ün forvet arkası Cernat'nın bugün kendinden geçmesinde başarılı oyunu kadar ona çayırda koşturacak kadar alan bırakan Galatasaray takım savunmasının da payı var. Frank Rijkaard da ne düşündü bilmiyorum ama bu maçı çevirmek için 28'de yapılacak değişiklik Lorik Cana-Aydın Yılmaz ise biz bu dükkanı kapatalım gidelim. Cidden kapatalım yani. Şu takımda, şu zeminde Galatasaray hangi oyuncudan vazgeçmemelidir diye 100 kişi sorsak herhalde şöyle 50'si falan en mücadeleci, en sert adam olan Arnavutu söyler. Yerine Aydın'ı almak ise olacak iş değil. Şeytan tüyü müessesinin düzenli müşterilerinden olan Aydın'ın bu maça etki edemeyeceğini bilmek için düzenli bir takibe bile gerek yok. Bana göre Galatasaray adına maçı bitiren anların başında o gelir.
Son olarak Misimovic'e bir parantez açmazsam gözüm açık gider. Özellikle adını bilmediğim ama maç boyu Lincoln'den girip Cernat'dan çıkan, Elano'dan tekrar Misi'ye bağlayan o gaz spiker başta olmak üzere Misi'ye daha üç maçta asanlara hayretle bakıyorum. 36 asist beklendiğin adamı ceza yayına yakın bölgede değil de orta sahada çizgisinde topla buluşturabilecek kapasitedeysen adam ne yapabilir? Kewell'ı boğaların arasına atmışsın, Pino'ya zaten topu versen geri alma olasılığın %10'u geçmiyor. Yapabileceği maksimum iş olan ters ve uzun topla en uygun adamı görme işini de maç boyu defalarca yapmıştır. Yetmemiştir, kullandığı hemen hemen bütün kornerleri yıllardır görmediğimiz türden kavislerle doğru yerlere kesmiştir. 61'de yine kendisinin kaçırdığı pozisyona kadar bulunan bütün pozisyonumsular onun duran toplarıyla geldi. Yok şu kadar paraya geldi, vay maç başına 3 gol, 8 asist yapmalı türünden beklentiler gerçekçilikten uzaktır. Gaza gelmeyelim, yeni bir "Lincoln'ü linç etme" ortamına müsade etmeyelim. Bu kadar...
Galatasaray, maç öncesinde kazanan takımdan iki tane hayati fire verdi. Bunların ilki ve en önemlisi Milan Baros elbette. Diğeri ise daha sonra daha farklı şekilde değerlendireceğimiz Servet Çetin.
"Orta sahadan dem vuruyorum her maç ama esas sorunu Galatasaray'ın bariz bir şekilde merkez forvet. Milan Baros'un şu takımdaki vazgeçilmez konumunu görüyorduk belki, Nonda'nın sonradan girip attığı üç-beş gole kanmamıştık ama hakikaten yeri doldurulmazmış bu adamın."
Aralık 2009'daki İstanbul BB maçı analizinden. Yorumu kopyala/yapıştır yap, Nonda yerine X koy, bugünkü tablo yine aynı, sorunlar, isimler. Baros'un kaybının Galatasaray'a şampiyonluk yarışına mâl olmadığını görememiş olmamıza mı yanmak lazım yoksa bu adamın tam formunu bulmuşken sakatlanmasına mı? Varlığıyla değil yokluğuyla hatırlatıyor kendini Baros. Takımın en önemli oyuncuları da her zaman bu adamlar olagelmiştir zaten. Bu yüzden Arda Turan da dahil olmak üzere hiçbir oyuncu bu takım için Baros'tan daha değerli değil.
Maça dönelim demek isterdim ama maçın 43.saniyesinde sahada Cüneyt Çakır taklidi yapmaya hevesli olan Aytekin Durmaz, ilerleyen dakikalarda Gökhan Zan'la ve Galatasaray savunmasıyla adeta dalga geçecek olan Emmanuel Emenike'nin yere düşüşüne penaltı çaldı. Halbuki Lucas Neill'ın müdahelesinin topa olduğu açıktı. Yetmedi, 11'de akıllara zarar bir düdük daha çaldı, zeminin azizliği klişesine cuk oturan bir pozisyonda ayağı kayıp düşen Yasin'e "Sen düşmüş olamazsın" deyip Karabük lehine faulü çaldı, Insua'ya da kartı yapıştırdı. Penaltıyı gole çeviren Cernat yine akıllı bir vuruş yaptı, o top döndü, dolaştı, zamanında FM'den tanıyıp sempati beslediğimiz Hakan Özmert'i buldu.
11.dakikasında 2-0 olan bir karşılaşmada hayati eksikleri olan bir Galatasaray'ın kolayca çıkarabileceği bir skor değildi. Hatta ona dahi gerek yok. Şu Karabük karşısında deplasmanda 2-0 geriye düşüp maç alabilecek kapasitedeki takım sayısı bir elin parmağı kadar bile yok, şampiyonundan büyüklerine kadar...
Öte yandan maç boyu Galatasaray savunmasını hallaç pamuğu gibi atan, Gökhan Zan'ı adeta ortaokul çocuğuymuş gibi geçen bir Emmanuel Emenike var. Herkes güçlü diyor ona. Tamam, gücü kuvveti yerinde de bu adam bariz bir şekilde futbolu biliyor, forvet tekniği de gayet sağlam. Topu saklaması gücünden değil vücudunu kullanabilmesinden, adam geçebilmesi de hızı kadar tekniğinden. Bu adamın adını sıkça telaffuz etmek lazım çünkü İstanbul takımları uyanana kadar birisi 15 yıl önce olduğu gibi Geremi usulü paketleyip götürecek. Biz de "Ama, ama..." deyip kalacağız.
Galatasaray takım bütünlüğü bozulunca öyle az buz da değil, kıvamında pişmiş kurabiye gibi ağızda dağılıyor, rakipler için biçilmiş kaftan. Karabük'ün forvet arkası Cernat'nın bugün kendinden geçmesinde başarılı oyunu kadar ona çayırda koşturacak kadar alan bırakan Galatasaray takım savunmasının da payı var. Frank Rijkaard da ne düşündü bilmiyorum ama bu maçı çevirmek için 28'de yapılacak değişiklik Lorik Cana-Aydın Yılmaz ise biz bu dükkanı kapatalım gidelim. Cidden kapatalım yani. Şu takımda, şu zeminde Galatasaray hangi oyuncudan vazgeçmemelidir diye 100 kişi sorsak herhalde şöyle 50'si falan en mücadeleci, en sert adam olan Arnavutu söyler. Yerine Aydın'ı almak ise olacak iş değil. Şeytan tüyü müessesinin düzenli müşterilerinden olan Aydın'ın bu maça etki edemeyeceğini bilmek için düzenli bir takibe bile gerek yok. Bana göre Galatasaray adına maçı bitiren anların başında o gelir.
Son olarak Misimovic'e bir parantez açmazsam gözüm açık gider. Özellikle adını bilmediğim ama maç boyu Lincoln'den girip Cernat'dan çıkan, Elano'dan tekrar Misi'ye bağlayan o gaz spiker başta olmak üzere Misi'ye daha üç maçta asanlara hayretle bakıyorum. 36 asist beklendiğin adamı ceza yayına yakın bölgede değil de orta sahada çizgisinde topla buluşturabilecek kapasitedeysen adam ne yapabilir? Kewell'ı boğaların arasına atmışsın, Pino'ya zaten topu versen geri alma olasılığın %10'u geçmiyor. Yapabileceği maksimum iş olan ters ve uzun topla en uygun adamı görme işini de maç boyu defalarca yapmıştır. Yetmemiştir, kullandığı hemen hemen bütün kornerleri yıllardır görmediğimiz türden kavislerle doğru yerlere kesmiştir. 61'de yine kendisinin kaçırdığı pozisyona kadar bulunan bütün pozisyonumsular onun duran toplarıyla geldi. Yok şu kadar paraya geldi, vay maç başına 3 gol, 8 asist yapmalı türünden beklentiler gerçekçilikten uzaktır. Gaza gelmeyelim, yeni bir "Lincoln'ü linç etme" ortamına müsade etmeyelim. Bu kadar...