Zafer Sizin, Çilesi Bizim

Son Dünya Kupası'nın üstünden dört yıl geçti. Bu süre içinde futbol, topun daha hızlı dolaştığı, oyuncuların daha hareketli olduğu bir yöne doğru evrildi. Premier Lig, Şampiyonlar Ligi, La Liga... Bu ligler hayatımıza daha fazla girdikçe algımız da değişti, futbolu tanımlarken kullandığımız örnekler genişledi. Artık futbol izleyicisine vasat bir maçı kolay kolay izletemiyorsunuz...

Turnuvanın ilk gününde Fransa-Uruguay maçında oynanan futbol sahada isimleri görünce epey yavandı. Bunda Raymond Domenech'in becerisinin katkısı olsa da oyunun temposunu ve kalitesini baltalayan birçok unsur var. İlki gruplarda oynanan ilk maçların aslında takımların poziyonlarını aldıkları karşılaşmalar olması. Yenilenin sadece bu maçta değil toplamda yenildiğini, ikinci maça beraberliği rakibine vermiş bir şekilde başlayacağını hiçbir takım aklından çıkarmıyor. Geçmişinden gelen ofansif karakteri sahaya yansıtmak isteyen bir avuç takım dışında herkesin öncelikli derdi sahadan yenik ayrılmamak. Şu ana kadar oynanmış 13 maçtan sadece birinde 3 gol ve üstünü görmüş olmamızın en temel nedeni bu.

Diğer önemli sebep ise yaz döneminin değil kışın sorunu. Avrupa liglerinde oynayan ve en az 40-50 üst düzey maça çıkmış oyunculara bu kupa hem fiziksel hem zihinsel anlamda zorlayıcı. Yıl içi performansını kupada beklemenin bu açıdan pek doğru olmadığını kabul etmekle birlikte Dünya Kupası vitrininin artık eskisi kadar çekici olmadığını, Şampiyonlar Ligi'nin yükselişi devam ettiği sürece de eski parlaklığında olmayacağına inananlardanım. Acı ama gerçek...

Bunun dışında bir aya yayılan bu turnuvada vitesi hemen yükseltenin eline yarardan çok zarar geçeceğini, grup maçlarını domine edenlerin değil sonradan form tutanların başarıya daha yakın olduğunu da tespit etmek önemli. Son finalistler İtalya ve Fransa, grup aşamasında favoriler arasında gösterilecek bir performans orta koyamamışlardı. Hollanda, Brezilya, İspanya gibi felsefesini bu yönde belirlemiş ekipler dışında grup aşamasında insiyatif alacak takım sayısının beklediğimiz düzeye gelmesi de o yüzden zor.

Bu turnuvada adını koyamadığımız bir eksiklik olduğu aşikar, yukarıda söylediklerimizin üstüne bir fazlasını ekleyip listeyi uzatmak da mümkün fakat yine de takımların turlar ilerledikçe güçlerini sınayacaklarını, oynamak zorunda kalacaklarını düşünenlerdenim ben. Bu turnuvada tarihe geçecek eşleşmeler de maçlar da çıkacaktır fakat bir an önce gelse de fena olmayacak hani. Takımlar zafere giden yolda her şey mübahtır diyebilir ama çileyi çekenin de izleyiciler olduğu unutulmamalı. Gol atın arkadaşım!...

Bu Yazıyı Paylaş!

Bookmark and Share

2 yorum:

Protanopia dedi ki...

Maçların sıkıcı olduğu bir gerçek. Bunda ilk maçların payının olmasının yanı sıra en önemlli etkenlerden birinin tribünlerin maçı tam yaşa(ya)maması olduğunu düşünüyorum.

Ancak Dünya Kupası'nını cazibesini yitirdiği fikrine ben katılmıyorum. Futbolcuların sırf orada sahne almak için takım değştirmelerine farklı ülkelere yelken açmalarına şahit oluyoruz.

Benzer şekilde Messi'nin üzerindeki kazanma baskısının da Şampiyonlar Ligi'ni kazanma baskısından daha yüksek olduğu bence açık.

Selim Ensar Pinar dedi ki...

Hollanda Euro 2008'den dersini almış gözüküyor. Dunga ile beraber Brezilya'nın genel karakteri zaten bu, Almanya'nın ise 4 gol atmasına rağmen kendini fazla zorladığını söyleyemeyiz. Son finalistler İtalya ve Fransa tempoyu çok fazla düşürüp kazanabileceklerini düşünerek hata yaptılar. Cezalarını da grupta işlerini zora sokarak çekiyorlar. Ama yine de ilk maçlar sonunda pek fazla sürpriz yaşanmadı. Bundan sonra turnuvanın çok daha zevkli geçeceğini düşünüyorum ben de.

Related Posts with Thumbnails