Aslında uzun süredir yazmak istediğim bir konu olsa da ifade edilmek istenen fikir bütünlüğünün ne kadar dolu, ne kadar saf yazılırsa yazılsın, yeterince aktarılamayacağına inanırım. Bu konunun öznesi de sizseniz zaten kafadan bir çıkmazın içine girmişsiniz demektir. Blog yazarı olsun olmasın, kalemini çok beğendiğim bir adam olan Borges bile kendi fikrini, duruşunu ifade edeceğim, insanlara -bence haklı- durumunu aktaracağım derken helak oldu çünkü özne kendisiyken ne derse desin, söyledikleri okuyucunun algı çerçevesine takılmak durumunda. Bu sebeple Borges'e gelen benmerkezcilik ve egoistlik iddiaları yazılanları gölgeleyecektir. Bu kötü niyetten ileri gelen bir durum değil, insan doğasının bir gereği. Buradan girmemin sebebi hem üstüne fikir sahibi olduğum hem de öznesinde yer aldığım bir konuyu kısmen de olsa bu algının dışına çıkarabilmektir. En azından ricam bu yönde olabilir.
Hayatı üzerine düşünen ve çevresini sorgulayan her insanın içinde -ideolojik olsun, olmasın- bir devrim, değişim beklentisi vardır, hayatın her alanında... Çünkü insan hayal kuran bir varlıktır, kendi idealleri çerçevesinde bir dünya yaratma ya da o yönde ilerleme hazzı başka hiçbir şeyden alınmaz. Okulda, işte, günlük hayatta karşınıza çıkabilen her alanda doğruyu, ideali ararsınız. Gazete okuyan ve futbolla ilgilenen birisinin de Türkiye'deki futbol medyasının çapsızlığı üzerine düşünmesi ve bunun değişmesi gerekliliği sonucuna varmasından doğal bir şey de olamaz fakat ayrımında olamadığımız bir şey var. Şu anda göz önünde olan, belki de ileride yerini başka bir ifade etme biçimine bırakacak olan blog yazarlığı, konumuz özelinde futbol blogu yazarlığı bu medyaya alternatifliği beslese de hem çıkış noktası, hem de yapısı itibariyle medyaya alternatif değildir arkadaşlar. Futbol blogları kendi içerisinde bir kültürdür, felsefesinde de futbolun derinliğinden beslenen yazma, kendini ifade etme dürtüsünden ileri gelir. Senelerce Fenerbahçe'yi takip etmiş bir insanla Galatasaray'ı takip etmiş bir insanın bile bambaşka birikimleri oluyorken yüzlerce, binlerce insanın bunu yazıya dökme fikrini hayata geçirmesidir futbol blogları. Özünde bir tepki olsa da, medyaya alternatifliği içerse de bu küme içinde tanımlamak bence yeterli değildir.
Futbol blogu, daha doğrusu blog yazmanın temelinde yatan unsur kendini ifade etme isteğidir. Daha da saf haliyle kendini ifade edip bunu okuyanlarla fikir, düşünce alışverişi haline getirebilmektir. Bakın, forumların çıkış noktasına bakarsanız da benzer bir ihtiyaç göreceksiniz. Forum da benzer duygu bütünlüğündeki insanların bir araya gelerek birbirleriyle iletişime geçmesini amaçlar ve kökeninin daha çok forumlara dayandığını düşündüğüm bloglar da bu alışverişi daha öznelleştirme ihtiyacı duyan, belki de o topluluktaki baskın fikirlerden sıyrılmak isteyen insanların yöneldiği ve büyüttüğü bir kültürdür. Ortada bir okuyucu kitlesi de varken insanın kendini bireysel olarak ifade edebilmesinin, çok dillere pelesenk olsa da yozlaşmış haliyle değil, kelime anlamıyla egosunu tatmin edebileceği bir platformdur bloglar... Yani özet geçersek medyayla ilintili olsa da temelinde iletişim yatar blogun ve futbol bloglarına da futbol medyasının alternatifi elbisesini giydirmek bir süre sonra beklentileri hayal kırıklığına dönüştürecek, hedefi de beklentilere karşılık veremeyen bloglara, dolayısıyla bu blogları yazan insanlara çevirecektir. Çevirdi de daha doğrusu..
Bu noktada Blog-Medya ilişkisine bir göz atmak lazım. Türkiye'nin yakın tarihiyle de ilintili olarak her konunun detaylarına inemeyen, sinik, bir süre sonra bunu alışkanlık haline getirmiş tembel, hantal bir medya var ve özellikle zaman kısıtı olmayan internetin yaygınlaşmasıyla çoğalan ve genişleyen, daha fazlasını talep eden insan kitlesinin isteklerini farklı şartlarda gelişmiş bu medyanın karşılaması mümkün değil. İnternetteki gelişim de öyle bir noktaya doğru gitmekte ki bu klasik, kimine göre ana akım medya da kitlesi doğrultusunda evrilmek durumunda artık. Bunu "seksi fotoğrafları için tıklayınız" gazeteceliği olarak yapanlar çoğunlukta olsa da nitelikli, düşünen kitle olarak tanımlayabileceğimiz bir okuyucu kitlesini de hedeflemenin zorunluluğu medyayı bir açmaza itiyor. Elitist konuşuyorsun diyenleriniz olabilir fakat bir şeyleri değiştirme arzusu olan, her meseleye kafa yoran, daha fazlasını talep eden bir toplum değiliz maalesef, iki kere ikiye dört demek gerek. Belki bu hale itilmiş bir toplumuz ama talepkâr kitlenin azınlıkta olduğu, her insanın temelde katılması gereken, insani taleplerin bile geniş kitlede yankı uyandırmadığı bu yapıda düşünen her insan kendi çapında bir azınlıktır. Buna elitist adını koymak bence yanlış olsa da ayrışan bir kitle vardır. Bu futbol okur-yazarlığında da var. Yani toplamda seçici olan sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkmış bloglar değil blogun okuyucu kitlesidir benim nezdimde.
Tekrar işin medya tarafına dönelim. Eğer spor medyası üzerine doğru bir profil çıkarılmak isteniyorsa medyanın homojen bir yapı olmanın çok uzağında olduğunu ve özelleştiğini kabul etmemiz lazım ve aslında blog yazarlığından gazetelerde yazmaya geçiş yapma fırsatı elde edenlerin de aslında internet kültürüne hakim, buralardan beslenen gazetelerde yer aldığını göreceksiniz. Yani blog yazarlarını sömürelim hacı diyen adamlar değil, bu insanlara hakikaten değer veren ya da yazılarında farklı bir şey gören insanlardır. Ben hiçbir blog yazarının Ercan Saatçi tarafından keşfedilip Hürriyet'e kazandırıldığını görmedim mesela. Radikal, Taraf ve BirGün spor servisleri bu noktada anaakım diye eleştirilen medyadan hem içerik, hem de internet kültürüne bakış olarak ayrılır. Bu noktada "Sen oralara gittin, davayı sattın" sığlığında bakılmadığında aslında benzer bir kültür ve okuyucu kitlesinden beslenen yerler olduğunu göreceksiniz. Kendimden örnekleyeyim, Taraf Spor Servisi'nin başında Ekiş Sözlük'ün tanınan yazarlarından Arvo'nun yani Ali Murat Hamarat'ın olduğunu, altı kişilik serviste yine Ekiş Sözlük'te koparnick olarak tanınan, Love Game Tennis yazarı Onur Akmeriç'in de çalıştığını söyleyebilirim en basitinden. Yani anaakım medya denen olgu içinde tam olarak yer almayan, aksine blog, daha geniş kümesiyle futbol üzerine içerik üreten internet evreninde yer alan insanların anaakım medyada kendi platformlarını oluşturmaya başlaması süreci var daha çok. Medya bu insanları kendi potasında eritmiyor, bu insanlar medya içerisinde kendi kimlikleriyle bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Kimse kimseye "Sen blog yazarısın, gel Pazartesi Milliyet'te başla" da demiyor. İnternet kültürü biz istesek de istemesek de gazeteleri dönüştürüyor zaten.
Bu noktada iki başlık belirleyip "1-Stajyerliği ya da emeğinin karşılığını almamayı göze alıp isminin çıkmasını isteyen X bir blog yazarı (ki yüzeysel bakılırsa ben girerim bu tanıma, öyle değil) 2-Blog sermayesini sömürmek isteyen dış mihrak gazeteciler" diye bir ayrım yok. Medyada bir ayrım varsa bu iki grubu ben şu şekilde tanımlarım:
1- Bu futbolu bildiğimiz hamasi, içi boş ve en azından bize bıkkınlık veren türde, saha dışında yönetim, hakem, teknik adam üçgenine sıkışmış bir şekilde yorumlayan ve çoğunlukla eski futbolcu ve hakemlerden oluşan, anaakım olarak tanımlanan topluluk
2- Bu düzeni değiştirmeye çalışan, futbolun özüne değer veren, mümkün olduğuna içerik üreterek bir şeyler yapmaya çalışan topluluk
Konuyu blog yazarları özelinden çıkarıp genel medya perspektifinde bakarsak internetin yükselişi ikinci grubun gittikçe güç kazanmasına yol açtı ve bugün en önemli yorumculardan biri olarak görülen Mehmet Demirkol'u, Bağış Erten'i, Uğur Meleke'yi en iyi spor yazarları dendiğinde akıllara gelen isimler arasına soktu. İsimler özelinden gitmeyelim, birini beğenip öbüründen tiksinebilirsiniz, o subjektif bir konu ve buradaki mesele o değil. Mesele dediğim gibi futbol medyasında yükselen bir cephe var ve internetteki spor kültürünün yoğunlaşmasının bir sonucu olan blog yazarları da bu adamlarla aynı gemide bulunuyorlar. İstesek de istemesek de yazdığımız yazılarla, ortaya koyduğumuz verilerle ve bu üretimi takdirle karşılayan okuyucu kitlesinde geniş bir kesişim kümesi var. Yani blog yazarlığından gazeteye geçiş en azından benim açımdan birbiriyle çelişen, tırnak içinde "davayı satma" olarak adlandırılacak bir durum değil. Zaten üstte de anlattığım gibi dava diye adlandırılan beklentiler de blog yazarlığının yükselişinin kökenini bence doğru yorumlanmaması sonucu ortaya çıkmış, lakin özünde çok da yanlış demekten imtina ettiğim düşüncelerdir. Yani şu gün Taraf gazetesine haber, köşe, maç yazısı vs. gibi içeriklerle katkıda bulunuyor olmam bence blog yazarlığımla çelişen bir konu değil. Zaten klasik medyadan yayılmasının, dile getirilmesinin doğru olduğunu düşündüğüm konularla klasik medyada çeşitli sebeplerle dile getirilemeyecek -ki bu sebep çoğunlukla yazı uzunluğu ve okunabilirliğidir- konular arasında fark vardır ve internette yani blog üstünde kendimi ifade etmek benim için çok daha kolaydır. Yani tutup da "Ya gazeteci ol, ya blog yazarı" demenin bence alemi yok. Kaygı özgürlükse dışarıdan bakıldığında teorik kısıtlar olabileceği düşünüldüğü halde ben pratikte hiç böyle bir sorunla karşılaşmadıö. Hafiften "ya sev ya terket" mantığını da içinde barındıran bu yaklaşım fazlasıyla dışlayıcı ve içe kapanık geliyor bana. Blogda temel olan yazıysa ve yazar kendisini kısıtlanmış hissetmiyorsa bu konuya yoğunlaşmanın anlamı olmadığına inanıyorum. Eğer okuyucular böyle düşünüyorsa tercihini yaparak okumamayı tercih edebilir zaten. İnternet aleminin temel özgürlüğü de budur, kimsenin kimseye zorla bir şeyler okutma tekeli yok. Kendi doğrunuzu yaratabiliyorsunuz takip ettiklerinizle ve bu konuda kimseye hesap vermek durumunda değilsiniz, değilim.
Medyadan bağımsız olarak bir de son üç senelik süreçte oldukça genişleyen ve kendine has bir yazar/yorumcu/okuyucu kitlesi oluşturan blog küresinde bu değişime karşı olanlar var ki bu meselenin temelinde yatan da esasen bu tepkidir. Blog İdman Yurdu projesiyle işin reklam/maddi kazanç tarafına tepki oluşturan, gazeteye/televizyona geçişlerle "dava" algısı sebebiyle samimiyet sorgulamasına yol açan bu kümelerin tam ortasında yer alan birisi olarak tavrım ne olursa olsun, bu tepkiden nasibini ziyadesiyle alanlardan biri oldum. Etraftaki birçok yazıyı okurken verilen örneklemelerde kendimi görmem de çok da şaşırtıcı değil açıkçası zira değişen algı meselesini görmemek için kör olmak lazım.
Geçen perşembe, Eursport spikeri ve Taraf gazetesi yazarı olan Dağhan Irak'ın "Bloglamak ya da bloglamamak..." başlıklı yazısı etrafında başlayan ve genişleyen tartışmayı gözlemlediğimde doğruluk payı olan argümanlar da bulunmakla birlikte bence yanlış yorumlanan hususların olduğunu düşünüyorum. Kendimce bunlara değinmek istiyorum kısa kısa ki bunların çoğu kişisel olacak... (Yazı zaten uzun) Bunların ilki ve bence en yanlış olanı bloglarda teknik/taktik içeriğin yer almasının samimiyetsizlik ya da "futbolu çok biliyorum" egosunun bir ürünü olduğunun iddia edilmesi ki bu tartışma temelindeki yazıda da geçiyor. Futbolun sadece saha içi unsurlardan beslenmiyor olabilir ama futbolun oyun kısmına da bakmak gerekliliğini "4-2-3-1, 4-3-3 ne ya" argümanıyla çürütmek fazlaca yüzeysel ve futbolun kendisine bir bakıma ihanet gibi geliyor. Tamam, taktikler, dizilişler herkesin ilgi alanı olmayabilir ama her maçın özünde olan bu konuya eğilmenin ve saha içine yoğunlaşarak buradan çıkarım yapan ve beslenen yazılar yazmanın nesi kötü olabilir? Blog kültürünü farklılaştıran en önemli unsur bence insanların futbol üzerine Türkçe içerik bulamaması ve blogların bu noktada bir ihtiyacı tatmin etmesiydi. Anaakım medya eleştirisi yapılırken maç haricinde her şeyin konuşulması konusunda hemfikir olan insanlar niye üretilen bir içeriğe karşı çıkar ki. Bu noktada zaten herkesin tercih hakkı var ve futbol üzerine yazmaya çalışmanın garipliğini ben anlayamıyorum. Noat Samisa'yı açıp okuyun en azından. Orada dahi blog kültürüne uymayan bir şey görüyorsanız zaten baya bir farklı düşünüyoruz demektir.
Bir diğer temel eleştiri Borges'in de bu konuyu üstüne alınmasına ve muhtemelen yukarıdaki tepki bütününü oluşturan kişiler tarafından hedef tahtasına konmamış kişilerden biri olmamasına rağmen çıkış yapmasına sebep olan konu: Amatör blog yazarlığından gazetelere, daha doğrusu yazılı/görsel basına geçiş yapma arzusunun etik olmadığı konusu. İşi biraz da kişiselleştirip "Kişi kendinden bilir işi" desturundan hareket edersem bu isteğin temelinde Borges'in de tanımladığı "Hayatını futbol yazarak yani sevdiği işi yaparak kazanma fikrinin cazibesi" yatıyor. Benim için de bu böyledir. Blog ve medyanın birbirine düşman değil iki ayrı ve yeri geldiğinde paralel kulvarlar olduğuna inandığımı yukarıda uzun uzun açıkladım. Yazı yazmayı severken eğer kendimi geçindirebilecek düzeyde bir gelir elde edebileceksem bunu tercih etmemek için de bir sebep göremiyorum. Aileden ya da X bir öğeden bağımsız bir hayat kurabilmek için haftanın neredeyse altı gününü bir iş dalına satmak zorunda olduğumuz şu dünyada bunu zul olarak görmeyeceğim, yaparken keyif alacağım bir alana yönelmek de yeterince insanidir.
Seni farklı kılan ne, hatta sen kimsin de diyenler de çıkabilir lakin bu çözüme varacak bir tartışma değil. Blog yazarken devamlılığı sağlamak nasıl bir süreç işiyse bu da benzer bir sürecin sonunda gerçekleşiyor. Esas sorun bu yönde eğilim gösteren insanların bunu ulvi amaçlarla yapıyormuş gibi gösterme eğilimi olduğunun sanılması. Kendi adıma konuşursam hakikaten yok öyle bir şey... Söz konusu farklı bir iş ve blogda yazıp yazmamak çok da mühim olmuyor, en fazla yardımcı olmuştur. Farklılık yaratılan nokta haber, köşe yazmak istediğiniz konunun gazeteye girmesi muhtemel diğer konulardan daha kaliteli ve ilgi uyandırıcı olup olmayacağıdır, blog yazıları da en fazla bir dayanak olabilir bu önerilerde. Ben blogumla medyayı değiştiriyorum temeli olan bir fikir değil bu açıdan. Blog yazarı bir şeyi değiştirmez, ben Uğur, o Orhan, öbürü Veli, başkası Gürcan olarak değiştirir. Bunun da blog yazarlığıyla ilintisi yoktur. Bloglar değil internetin kendisi uzun süredir medyayı değiştiriyor, dönüştürüyor. Birkaç blog yazarının buraya yönelmesi de sebep değil sonuç olabilir en fazla.
Fakat bu noktada da "Kariyer için blog" mu sorusu gündeme geliyor ve dananın kuyruğunun koptuğu nokta burası. Bir etik tartışması varsa burada yapılmalıdır. "Kariyer için blog tutma" kavramının pratikte bir karşılığı olmadığına inanıyorum ben. Bloglara kendi kültürü içinde gelen okunurluk desteği yardımını almış insanlar olabilir ama bu amaçla blog tutmaya başlayarak devamını getirmek bence mümkün değil. Özellikle Futbol Blog'un ardından gelen Yenilsen de Yensen de'nin getirdiği geçici popülerlik -ki bana da kendimi ifade etme fırsatı vermiştir bu program- blogları belli bir noktaya doğru itmiş olabilir, bu eleştiriye daha doğrusu tespite sonuna kadar katılırım lakin bu amaçla yola çıkmış birisinin bence yetkin bir blog yazarı olması çok zor çünkü blog tutmanın felsefesi diye yukarıda tanımlamaya çalıştığım gibi amacında içerik üretmek, birikim paylaşmak ve insanlarla ilgili konuda iletişim ihtiyacını gidermek var. Bunlar olmadan blog yazmaya çalışmak bir süre sonra geri tepiyor bence. Ayrıca bu şekilde yola çıkıp da başarılı olan blog varsa da yargılamaktan ziyade helal olsun diyebilirim, zaten birikimi olan birisi içerik üreterek bir yerlere gelebilmişse niye kızılır ki o insana? Ben takdir edebilirim en fazla. Etiklik noktasında tartışılması gereken ve atlanan bir diğer boyut bence medyadan gelerek blog kültüründen faydalanma arzusu ki onu ayrıca açmak gerekir. Yok eğer Futbol Blog ve Yenilsen de Yensen de öncesi döneminden beri var olan bloglar da bu kariyer-blog eleştirisi içinde yer alıyorsa, hatta temelini oluşturuyorsa gazetede,televizyonda, medyada yer almanın blogun içeriğine etki edip etmediğine bakmak lazım. Blogun içeriğini ve çizgisini kaydırmadan bu yolda ilerleyen birkaç adama da fazlaca anlam yükleyip "Din elden gidiyor" ana fikirli, fazlaca teorik eleştiriler getirmek bence gereksizdir, daha doğrusu eleştiri getirirken dozajı ayarlamak ve bunu insanca tartışabilmek gerekir. Tanımadığınız insanlara "Senden tiksiniyorum" deyip arkasından saydırdıktan sonra "Eleştiri kaldıramıyor" demek hakikaten komik oluyor yoksa...
İşin reklam/kapitalizm/anarşizm/BİY eleştirisine fazla girmek istemiyorum çünkü temel sorunu gözlerden kaçıracak ve dağıtacak bir unsur. Eleştiri elbette getirilebilir, belki de getirilmelidir lakin konuyu buraya indirgemenin doğru olmadığına inandığımı belirteyim sadece.
Bu yazıda kendimden örneklemelere gitmiş olsam da yazıyı kimseye bir cevap verme niyetiyle değil, kendimin de bu konuya birçok yönden bakabilme şansına sahip olduğumdan fikrimi ifade etme isteğimden dolayı yazdım. En başa dönersek kendi fikirlerimi ve argümanlarımı ne kadar uzatırsam uzatayım, tamamen aktarmam zor ama çerçeve saygı sınırlarını geçmeyeceği sürece her türlü fikre saygılıyım. Zaten herkesi ikna etme gibi bir zorunluluğum yok, daha da ötesine geçersek bu yazıyı neden yazdığımı sorgulayacak, gereksiz bulacak okuyucuların olduğunu da biliyorum. Futbol blogları üzerine blog tutmanın işin özüne aykırı olduğunu düşünen biri olarak bekleme sebebim de budur lakin bazen de yazmak gerekiyor işte...