Blog, Medya & Etik Üzerine
Aslında uzun süredir yazmak istediğim bir konu olsa da ifade edilmek istenen fikir bütünlüğünün ne kadar dolu, ne kadar saf yazılırsa yazılsın, yeterince aktarılamayacağına inanırım. Bu konunun öznesi de sizseniz zaten kafadan bir çıkmazın içine girmişsiniz demektir. Blog yazarı olsun olmasın, kalemini çok beğendiğim bir adam olan Borges bile kendi fikrini, duruşunu ifade edeceğim, insanlara -bence haklı- durumunu aktaracağım derken helak oldu çünkü özne kendisiyken ne derse desin, söyledikleri okuyucunun algı çerçevesine takılmak durumunda. Bu sebeple Borges'e gelen benmerkezcilik ve egoistlik iddiaları yazılanları gölgeleyecektir. Bu kötü niyetten ileri gelen bir durum değil, insan doğasının bir gereği. Buradan girmemin sebebi hem üstüne fikir sahibi olduğum hem de öznesinde yer aldığım bir konuyu kısmen de olsa bu algının dışına çıkarabilmektir. En azından ricam bu yönde olabilir.
Hayatı üzerine düşünen ve çevresini sorgulayan her insanın içinde -ideolojik olsun, olmasın- bir devrim, değişim beklentisi vardır, hayatın her alanında... Çünkü insan hayal kuran bir varlıktır, kendi idealleri çerçevesinde bir dünya yaratma ya da o yönde ilerleme hazzı başka hiçbir şeyden alınmaz. Okulda, işte, günlük hayatta karşınıza çıkabilen her alanda doğruyu, ideali ararsınız. Gazete okuyan ve futbolla ilgilenen birisinin de Türkiye'deki futbol medyasının çapsızlığı üzerine düşünmesi ve bunun değişmesi gerekliliği sonucuna varmasından doğal bir şey de olamaz fakat ayrımında olamadığımız bir şey var. Şu anda göz önünde olan, belki de ileride yerini başka bir ifade etme biçimine bırakacak olan blog yazarlığı, konumuz özelinde futbol blogu yazarlığı bu medyaya alternatifliği beslese de hem çıkış noktası, hem de yapısı itibariyle medyaya alternatif değildir arkadaşlar. Futbol blogları kendi içerisinde bir kültürdür, felsefesinde de futbolun derinliğinden beslenen yazma, kendini ifade etme dürtüsünden ileri gelir. Senelerce Fenerbahçe'yi takip etmiş bir insanla Galatasaray'ı takip etmiş bir insanın bile bambaşka birikimleri oluyorken yüzlerce, binlerce insanın bunu yazıya dökme fikrini hayata geçirmesidir futbol blogları. Özünde bir tepki olsa da, medyaya alternatifliği içerse de bu küme içinde tanımlamak bence yeterli değildir.
Futbol blogu, daha doğrusu blog yazmanın temelinde yatan unsur kendini ifade etme isteğidir. Daha da saf haliyle kendini ifade edip bunu okuyanlarla fikir, düşünce alışverişi haline getirebilmektir. Bakın, forumların çıkış noktasına bakarsanız da benzer bir ihtiyaç göreceksiniz. Forum da benzer duygu bütünlüğündeki insanların bir araya gelerek birbirleriyle iletişime geçmesini amaçlar ve kökeninin daha çok forumlara dayandığını düşündüğüm bloglar da bu alışverişi daha öznelleştirme ihtiyacı duyan, belki de o topluluktaki baskın fikirlerden sıyrılmak isteyen insanların yöneldiği ve büyüttüğü bir kültürdür. Ortada bir okuyucu kitlesi de varken insanın kendini bireysel olarak ifade edebilmesinin, çok dillere pelesenk olsa da yozlaşmış haliyle değil, kelime anlamıyla egosunu tatmin edebileceği bir platformdur bloglar... Yani özet geçersek medyayla ilintili olsa da temelinde iletişim yatar blogun ve futbol bloglarına da futbol medyasının alternatifi elbisesini giydirmek bir süre sonra beklentileri hayal kırıklığına dönüştürecek, hedefi de beklentilere karşılık veremeyen bloglara, dolayısıyla bu blogları yazan insanlara çevirecektir. Çevirdi de daha doğrusu..
Bu noktada Blog-Medya ilişkisine bir göz atmak lazım. Türkiye'nin yakın tarihiyle de ilintili olarak her konunun detaylarına inemeyen, sinik, bir süre sonra bunu alışkanlık haline getirmiş tembel, hantal bir medya var ve özellikle zaman kısıtı olmayan internetin yaygınlaşmasıyla çoğalan ve genişleyen, daha fazlasını talep eden insan kitlesinin isteklerini farklı şartlarda gelişmiş bu medyanın karşılaması mümkün değil. İnternetteki gelişim de öyle bir noktaya doğru gitmekte ki bu klasik, kimine göre ana akım medya da kitlesi doğrultusunda evrilmek durumunda artık. Bunu "seksi fotoğrafları için tıklayınız" gazeteceliği olarak yapanlar çoğunlukta olsa da nitelikli, düşünen kitle olarak tanımlayabileceğimiz bir okuyucu kitlesini de hedeflemenin zorunluluğu medyayı bir açmaza itiyor. Elitist konuşuyorsun diyenleriniz olabilir fakat bir şeyleri değiştirme arzusu olan, her meseleye kafa yoran, daha fazlasını talep eden bir toplum değiliz maalesef, iki kere ikiye dört demek gerek. Belki bu hale itilmiş bir toplumuz ama talepkâr kitlenin azınlıkta olduğu, her insanın temelde katılması gereken, insani taleplerin bile geniş kitlede yankı uyandırmadığı bu yapıda düşünen her insan kendi çapında bir azınlıktır. Buna elitist adını koymak bence yanlış olsa da ayrışan bir kitle vardır. Bu futbol okur-yazarlığında da var. Yani toplamda seçici olan sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkmış bloglar değil blogun okuyucu kitlesidir benim nezdimde.
Tekrar işin medya tarafına dönelim. Eğer spor medyası üzerine doğru bir profil çıkarılmak isteniyorsa medyanın homojen bir yapı olmanın çok uzağında olduğunu ve özelleştiğini kabul etmemiz lazım ve aslında blog yazarlığından gazetelerde yazmaya geçiş yapma fırsatı elde edenlerin de aslında internet kültürüne hakim, buralardan beslenen gazetelerde yer aldığını göreceksiniz. Yani blog yazarlarını sömürelim hacı diyen adamlar değil, bu insanlara hakikaten değer veren ya da yazılarında farklı bir şey gören insanlardır. Ben hiçbir blog yazarının Ercan Saatçi tarafından keşfedilip Hürriyet'e kazandırıldığını görmedim mesela. Radikal, Taraf ve BirGün spor servisleri bu noktada anaakım diye eleştirilen medyadan hem içerik, hem de internet kültürüne bakış olarak ayrılır. Bu noktada "Sen oralara gittin, davayı sattın" sığlığında bakılmadığında aslında benzer bir kültür ve okuyucu kitlesinden beslenen yerler olduğunu göreceksiniz. Kendimden örnekleyeyim, Taraf Spor Servisi'nin başında Ekiş Sözlük'ün tanınan yazarlarından Arvo'nun yani Ali Murat Hamarat'ın olduğunu, altı kişilik serviste yine Ekiş Sözlük'te koparnick olarak tanınan, Love Game Tennis yazarı Onur Akmeriç'in de çalıştığını söyleyebilirim en basitinden. Yani anaakım medya denen olgu içinde tam olarak yer almayan, aksine blog, daha geniş kümesiyle futbol üzerine içerik üreten internet evreninde yer alan insanların anaakım medyada kendi platformlarını oluşturmaya başlaması süreci var daha çok. Medya bu insanları kendi potasında eritmiyor, bu insanlar medya içerisinde kendi kimlikleriyle bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Kimse kimseye "Sen blog yazarısın, gel Pazartesi Milliyet'te başla" da demiyor. İnternet kültürü biz istesek de istemesek de gazeteleri dönüştürüyor zaten.
Bu noktada iki başlık belirleyip "1-Stajyerliği ya da emeğinin karşılığını almamayı göze alıp isminin çıkmasını isteyen X bir blog yazarı (ki yüzeysel bakılırsa ben girerim bu tanıma, öyle değil) 2-Blog sermayesini sömürmek isteyen dış mihrak gazeteciler" diye bir ayrım yok. Medyada bir ayrım varsa bu iki grubu ben şu şekilde tanımlarım:
1- Bu futbolu bildiğimiz hamasi, içi boş ve en azından bize bıkkınlık veren türde, saha dışında yönetim, hakem, teknik adam üçgenine sıkışmış bir şekilde yorumlayan ve çoğunlukla eski futbolcu ve hakemlerden oluşan, anaakım olarak tanımlanan topluluk
2- Bu düzeni değiştirmeye çalışan, futbolun özüne değer veren, mümkün olduğuna içerik üreterek bir şeyler yapmaya çalışan topluluk
Konuyu blog yazarları özelinden çıkarıp genel medya perspektifinde bakarsak internetin yükselişi ikinci grubun gittikçe güç kazanmasına yol açtı ve bugün en önemli yorumculardan biri olarak görülen Mehmet Demirkol'u, Bağış Erten'i, Uğur Meleke'yi en iyi spor yazarları dendiğinde akıllara gelen isimler arasına soktu. İsimler özelinden gitmeyelim, birini beğenip öbüründen tiksinebilirsiniz, o subjektif bir konu ve buradaki mesele o değil. Mesele dediğim gibi futbol medyasında yükselen bir cephe var ve internetteki spor kültürünün yoğunlaşmasının bir sonucu olan blog yazarları da bu adamlarla aynı gemide bulunuyorlar. İstesek de istemesek de yazdığımız yazılarla, ortaya koyduğumuz verilerle ve bu üretimi takdirle karşılayan okuyucu kitlesinde geniş bir kesişim kümesi var. Yani blog yazarlığından gazeteye geçiş en azından benim açımdan birbiriyle çelişen, tırnak içinde "davayı satma" olarak adlandırılacak bir durum değil. Zaten üstte de anlattığım gibi dava diye adlandırılan beklentiler de blog yazarlığının yükselişinin kökenini bence doğru yorumlanmaması sonucu ortaya çıkmış, lakin özünde çok da yanlış demekten imtina ettiğim düşüncelerdir. Yani şu gün Taraf gazetesine haber, köşe, maç yazısı vs. gibi içeriklerle katkıda bulunuyor olmam bence blog yazarlığımla çelişen bir konu değil. Zaten klasik medyadan yayılmasının, dile getirilmesinin doğru olduğunu düşündüğüm konularla klasik medyada çeşitli sebeplerle dile getirilemeyecek -ki bu sebep çoğunlukla yazı uzunluğu ve okunabilirliğidir- konular arasında fark vardır ve internette yani blog üstünde kendimi ifade etmek benim için çok daha kolaydır. Yani tutup da "Ya gazeteci ol, ya blog yazarı" demenin bence alemi yok. Kaygı özgürlükse dışarıdan bakıldığında teorik kısıtlar olabileceği düşünüldüğü halde ben pratikte hiç böyle bir sorunla karşılaşmadıö. Hafiften "ya sev ya terket" mantığını da içinde barındıran bu yaklaşım fazlasıyla dışlayıcı ve içe kapanık geliyor bana. Blogda temel olan yazıysa ve yazar kendisini kısıtlanmış hissetmiyorsa bu konuya yoğunlaşmanın anlamı olmadığına inanıyorum. Eğer okuyucular böyle düşünüyorsa tercihini yaparak okumamayı tercih edebilir zaten. İnternet aleminin temel özgürlüğü de budur, kimsenin kimseye zorla bir şeyler okutma tekeli yok. Kendi doğrunuzu yaratabiliyorsunuz takip ettiklerinizle ve bu konuda kimseye hesap vermek durumunda değilsiniz, değilim.
Medyadan bağımsız olarak bir de son üç senelik süreçte oldukça genişleyen ve kendine has bir yazar/yorumcu/okuyucu kitlesi oluşturan blog küresinde bu değişime karşı olanlar var ki bu meselenin temelinde yatan da esasen bu tepkidir. Blog İdman Yurdu projesiyle işin reklam/maddi kazanç tarafına tepki oluşturan, gazeteye/televizyona geçişlerle "dava" algısı sebebiyle samimiyet sorgulamasına yol açan bu kümelerin tam ortasında yer alan birisi olarak tavrım ne olursa olsun, bu tepkiden nasibini ziyadesiyle alanlardan biri oldum. Etraftaki birçok yazıyı okurken verilen örneklemelerde kendimi görmem de çok da şaşırtıcı değil açıkçası zira değişen algı meselesini görmemek için kör olmak lazım.
Geçen perşembe, Eursport spikeri ve Taraf gazetesi yazarı olan Dağhan Irak'ın "Bloglamak ya da bloglamamak..." başlıklı yazısı etrafında başlayan ve genişleyen tartışmayı gözlemlediğimde doğruluk payı olan argümanlar da bulunmakla birlikte bence yanlış yorumlanan hususların olduğunu düşünüyorum. Kendimce bunlara değinmek istiyorum kısa kısa ki bunların çoğu kişisel olacak... (Yazı zaten uzun) Bunların ilki ve bence en yanlış olanı bloglarda teknik/taktik içeriğin yer almasının samimiyetsizlik ya da "futbolu çok biliyorum" egosunun bir ürünü olduğunun iddia edilmesi ki bu tartışma temelindeki yazıda da geçiyor. Futbolun sadece saha içi unsurlardan beslenmiyor olabilir ama futbolun oyun kısmına da bakmak gerekliliğini "4-2-3-1, 4-3-3 ne ya" argümanıyla çürütmek fazlaca yüzeysel ve futbolun kendisine bir bakıma ihanet gibi geliyor. Tamam, taktikler, dizilişler herkesin ilgi alanı olmayabilir ama her maçın özünde olan bu konuya eğilmenin ve saha içine yoğunlaşarak buradan çıkarım yapan ve beslenen yazılar yazmanın nesi kötü olabilir? Blog kültürünü farklılaştıran en önemli unsur bence insanların futbol üzerine Türkçe içerik bulamaması ve blogların bu noktada bir ihtiyacı tatmin etmesiydi. Anaakım medya eleştirisi yapılırken maç haricinde her şeyin konuşulması konusunda hemfikir olan insanlar niye üretilen bir içeriğe karşı çıkar ki. Bu noktada zaten herkesin tercih hakkı var ve futbol üzerine yazmaya çalışmanın garipliğini ben anlayamıyorum. Noat Samisa'yı açıp okuyun en azından. Orada dahi blog kültürüne uymayan bir şey görüyorsanız zaten baya bir farklı düşünüyoruz demektir.
Bir diğer temel eleştiri Borges'in de bu konuyu üstüne alınmasına ve muhtemelen yukarıdaki tepki bütününü oluşturan kişiler tarafından hedef tahtasına konmamış kişilerden biri olmamasına rağmen çıkış yapmasına sebep olan konu: Amatör blog yazarlığından gazetelere, daha doğrusu yazılı/görsel basına geçiş yapma arzusunun etik olmadığı konusu. İşi biraz da kişiselleştirip "Kişi kendinden bilir işi" desturundan hareket edersem bu isteğin temelinde Borges'in de tanımladığı "Hayatını futbol yazarak yani sevdiği işi yaparak kazanma fikrinin cazibesi" yatıyor. Benim için de bu böyledir. Blog ve medyanın birbirine düşman değil iki ayrı ve yeri geldiğinde paralel kulvarlar olduğuna inandığımı yukarıda uzun uzun açıkladım. Yazı yazmayı severken eğer kendimi geçindirebilecek düzeyde bir gelir elde edebileceksem bunu tercih etmemek için de bir sebep göremiyorum. Aileden ya da X bir öğeden bağımsız bir hayat kurabilmek için haftanın neredeyse altı gününü bir iş dalına satmak zorunda olduğumuz şu dünyada bunu zul olarak görmeyeceğim, yaparken keyif alacağım bir alana yönelmek de yeterince insanidir.
Seni farklı kılan ne, hatta sen kimsin de diyenler de çıkabilir lakin bu çözüme varacak bir tartışma değil. Blog yazarken devamlılığı sağlamak nasıl bir süreç işiyse bu da benzer bir sürecin sonunda gerçekleşiyor. Esas sorun bu yönde eğilim gösteren insanların bunu ulvi amaçlarla yapıyormuş gibi gösterme eğilimi olduğunun sanılması. Kendi adıma konuşursam hakikaten yok öyle bir şey... Söz konusu farklı bir iş ve blogda yazıp yazmamak çok da mühim olmuyor, en fazla yardımcı olmuştur. Farklılık yaratılan nokta haber, köşe yazmak istediğiniz konunun gazeteye girmesi muhtemel diğer konulardan daha kaliteli ve ilgi uyandırıcı olup olmayacağıdır, blog yazıları da en fazla bir dayanak olabilir bu önerilerde. Ben blogumla medyayı değiştiriyorum temeli olan bir fikir değil bu açıdan. Blog yazarı bir şeyi değiştirmez, ben Uğur, o Orhan, öbürü Veli, başkası Gürcan olarak değiştirir. Bunun da blog yazarlığıyla ilintisi yoktur. Bloglar değil internetin kendisi uzun süredir medyayı değiştiriyor, dönüştürüyor. Birkaç blog yazarının buraya yönelmesi de sebep değil sonuç olabilir en fazla.
Fakat bu noktada da "Kariyer için blog" mu sorusu gündeme geliyor ve dananın kuyruğunun koptuğu nokta burası. Bir etik tartışması varsa burada yapılmalıdır. "Kariyer için blog tutma" kavramının pratikte bir karşılığı olmadığına inanıyorum ben. Bloglara kendi kültürü içinde gelen okunurluk desteği yardımını almış insanlar olabilir ama bu amaçla blog tutmaya başlayarak devamını getirmek bence mümkün değil. Özellikle Futbol Blog'un ardından gelen Yenilsen de Yensen de'nin getirdiği geçici popülerlik -ki bana da kendimi ifade etme fırsatı vermiştir bu program- blogları belli bir noktaya doğru itmiş olabilir, bu eleştiriye daha doğrusu tespite sonuna kadar katılırım lakin bu amaçla yola çıkmış birisinin bence yetkin bir blog yazarı olması çok zor çünkü blog tutmanın felsefesi diye yukarıda tanımlamaya çalıştığım gibi amacında içerik üretmek, birikim paylaşmak ve insanlarla ilgili konuda iletişim ihtiyacını gidermek var. Bunlar olmadan blog yazmaya çalışmak bir süre sonra geri tepiyor bence. Ayrıca bu şekilde yola çıkıp da başarılı olan blog varsa da yargılamaktan ziyade helal olsun diyebilirim, zaten birikimi olan birisi içerik üreterek bir yerlere gelebilmişse niye kızılır ki o insana? Ben takdir edebilirim en fazla. Etiklik noktasında tartışılması gereken ve atlanan bir diğer boyut bence medyadan gelerek blog kültüründen faydalanma arzusu ki onu ayrıca açmak gerekir. Yok eğer Futbol Blog ve Yenilsen de Yensen de öncesi döneminden beri var olan bloglar da bu kariyer-blog eleştirisi içinde yer alıyorsa, hatta temelini oluşturuyorsa gazetede,televizyonda, medyada yer almanın blogun içeriğine etki edip etmediğine bakmak lazım. Blogun içeriğini ve çizgisini kaydırmadan bu yolda ilerleyen birkaç adama da fazlaca anlam yükleyip "Din elden gidiyor" ana fikirli, fazlaca teorik eleştiriler getirmek bence gereksizdir, daha doğrusu eleştiri getirirken dozajı ayarlamak ve bunu insanca tartışabilmek gerekir. Tanımadığınız insanlara "Senden tiksiniyorum" deyip arkasından saydırdıktan sonra "Eleştiri kaldıramıyor" demek hakikaten komik oluyor yoksa...
İşin reklam/kapitalizm/anarşizm/BİY eleştirisine fazla girmek istemiyorum çünkü temel sorunu gözlerden kaçıracak ve dağıtacak bir unsur. Eleştiri elbette getirilebilir, belki de getirilmelidir lakin konuyu buraya indirgemenin doğru olmadığına inandığımı belirteyim sadece.
Bu yazıda kendimden örneklemelere gitmiş olsam da yazıyı kimseye bir cevap verme niyetiyle değil, kendimin de bu konuya birçok yönden bakabilme şansına sahip olduğumdan fikrimi ifade etme isteğimden dolayı yazdım. En başa dönersek kendi fikirlerimi ve argümanlarımı ne kadar uzatırsam uzatayım, tamamen aktarmam zor ama çerçeve saygı sınırlarını geçmeyeceği sürece her türlü fikre saygılıyım. Zaten herkesi ikna etme gibi bir zorunluluğum yok, daha da ötesine geçersek bu yazıyı neden yazdığımı sorgulayacak, gereksiz bulacak okuyucuların olduğunu da biliyorum. Futbol blogları üzerine blog tutmanın işin özüne aykırı olduğunu düşünen biri olarak bekleme sebebim de budur lakin bazen de yazmak gerekiyor işte...
18 yorum:
Bu medya alanı bana hiç blogcunun -astronotun aya gidip taş toplaması misali- korunaklı şekilde girip "ekmeğini kazanıp" sonra kötülüklerinden hiç etkilenmeden geri çıkabileceği bir alan gibi görünmüyor. Zaten "alanda oynanan oyunu kurallarına göre oynama" zorunluluğundan ötürü, girilen hiçbir alan böyle değildir. Bu oyunun kuralları ve kendine özgü tanımları var. Kurallar kime ait? İnternet medyasıyla yakınlığı olan ve "İyi Medya" olarak gördüğünü yazıda belirttiğin mecralar yalnızca siz blogcular için medya alanına iniş pistleri konumunda; medyanın tamamı bunlardan oluşmadığı gibi, medyada kuralları koyan da kendileri değil. (Taraf'ın kendisi için hemen böyle konuşmazdım ama spor servisi gazetenin tümünün durumunda değil tabii.) Bir kere o alana indikten sonra ne yapacağınızı bunlar belirlemez. Hani yalnızca kendini geçindirebilecek kadar bir geliri geri çevirmek için neden göremiyorsun ya, bu, bana iniş pistine yeni inmiş ve etrafı gözlemleyen birinin beyanatı gibi geliyor. Taraf'ta, Radikal'de ve Birgün'de iken elbette böyle düşünülür ve böyle söylenir. Seni kişisel olarak itham etmiyorum; yalnızca düşününce bana bu konuda ürettiğin söylem, medya alanının tümüne bu iniş pistlerinden giriş yapmış bir newcomer'ın üretebileceği söylemlere uygun geliyor. Bulunduğun yerden henüz medyanın bütün imkânlarını görebildiğini ve yine de mütevazı taleplerde bulunduğunu söyleyemeyiz. Giderek "geçinilebilecek miktar" ve "kazanılacak ekmek" gibi tanımların, medya alanının sunduğu imkânlar nispetinde genişlemesi tehlikesi var. (İmkân demişken bir parantez, geçenlerde Borges'in Aceto reklamdan yalnızca şu kadar para alıyor filan diyerek imkânı parayla eşitlemesi biraz uyduruk bir yaklaşımdı; o yüzden imkân kelimesi karşısında lütfen para kazanılmadığı söylenmesin. Başka bir şeyden bahsediliyor genelde.) Bu tanım değişimi tehditinin yanında bir de dün "kendimi ifade etmek, fikirleri paylaşmak" olan tanımlanan gayeyi bugün "aslında bir de ekmeğimi kazansam iyi olur"a dönüştürmüş olan bir istenç söz konusu. Bu istencin, yarın öbür gün söz konusu blogcuları Habertürk'te Ahmet Çakar'ı onaylarken görülme noktasına taşımayacağının garantisi nedir? Hevesli newcomer'lar olarak elbette tek tek hepiniz bunun olmayacağını garanti eden şeyler söyleyebilirsiniz fakat öte yandan medya alanının tepeleri de hep bir zamanlar newcomer olanlar tarafından doldurulmuş durumdadır.
Yoo, ben merkez medyada bu kadar özgürlük olmayacağının farkındayım, kalite ve imkan arasında bir ters orantı var, o kesin. Yine de kısa ve orta vadede Taraf, Radikal gibi yazı özgürlüğü yerine para vadeden bir gazeteye gitme gibi bir durumum yok çünkü ben okuyorum. Okurken en azından kendi harçlığımı yazı yazarak kazanmak, yazılarımı da daha geniş kitlelerle paylaşa isteğim var. Aslında bütün bunların ne benim, ne de sizler için önemi olmalı çünkü burada temel olan blogdur ve ben bir blog yazarı olarak yazılarıma bunu yansıtmıyor isem (hatta çoğu zaman yazı fikri/fırsatı anlamında katkısı da olmuştur) benim bugün bu husus üzerinden düşmanlaştırılıyor oluşum(uz)da yaklaşım yanlışı var demektir. Borges'in kastettiği de gelip bir gazetede haber çevirmekten ziyade kendi fikirleri üzerinden geçimini sağlayarak blog fikrini temelde devam ettirmektir. Para kazanmak profesyonelleşmekten ziyade zaman serbestliği yaratmak adına dile getiriliyor burada.
Çok para para deyip insanları da boğmak bence yanlış ama en azından medya-blog hattından düşmanlık üretmek yerine sadece bloglara konsantre olmak daha doğru diyorum ben. Kimsenin kimseye üstünlük tasladığı, blog yazarlığı öğrettiği de yok. Tartışmanın tamamen teorik ve blog kültüründen bağımsız öğelerin daha çok yer aldığı kısır, hatta kişisel bir tartışmaya doğru ilerlediğini görüyorum. En azından merak eden insanlar (varsa) benim ne düşündüğümü bilsinler, yeterli. Ben bir blog yazarı olarak bloguma özen gösteriyorsam kimsenin bana blogum hakkında ahkam kesmeye, ders vermeye hakkı yok...
Yorumumun teorik (ve Türkiye şartlarında hemen onun peşine gelmesi olağan olan) "kısır" tartışma eksenine dahil edilmesini anlarım fakat bu kişiselleştirme ve düşmanlaştırma ithamları beni de kapsıyorsa bence yanlış olur.
"Teorik düzey" itici geliyor muhtemelen ama bana kalırsa, tek tek pclion'u, borges'i, ali'yi veli'yi odaktan uzaklaştırmanın en iyi yolu, soyutlamak, onları alanlar içinde bulunan pozisyonları dolduran kişiler olarak ele almaktır. Ne bileyim, 4-3-3'ü Sabri üzerinden tartışmak var bir yanda, bir yanda da sağ bek pozisyonunun imkânlarını ve durumlarını tartışmak var. Böylesi bir teoriklikten kaçınılmazsa odak alanlara ve pozisyonlara doğru kayar. Benim bir önceki yorumda kullandığım medya alanı, blog alanı, yeni-giren, hakim konumda olan gibi laflar da bu sebepleydi ve ithamları değil daha ziyade tespitleri içeriyordu. Kişiselleşme bence bunlara verilen yanıt söz konusu pozisyonları dolduran kişiler kendilerini bir istisna olarak öne sürdüklerinde başlıyor; senin, medyaya geçişin ve o alanda yükselişin içerdiği risklerin ifade edilmesi karşısında "okuduğunu", "böyle bir yükselişin senin için söz konusu olmadığını" söylediğinde olduğu gibi. Uğur okusun, medya kariyeri konusunda pek hırslı olmasın ama o öyle biri diye medyanın otomatik olarak sivrilen blogcuyu kendi atmosferine dahil etme, kendi kurallarını ona dayatmaya hamle etme kuralı ve bu kuralın etkisi altında blogosferin de şekil şemal değişimi geçirmesi durumu ortadan kalkmıyor ki? Örneğin duyumcu bloglar, onları açan ve yürüten insanlar senin gibi olmayıp özünde kötü kişiler olduğu için mi peydah oldu? Hayır, bir ölçüde medya ve reklam alanlarının blogları kuşatmasının payı var bence; "hit" ve izleyici sayısı bu kuşatma nedeniyle blogosferde altın kural haline geliyor ve alanın aktörleri de buna yöneliyor filan. Tespitleri kişisel alma ve kişiliği önplana alarak bertaraf etme gibi şeyler olmasa böyle böyle tartışmalar da yapılabilir ve ne kadar güzel de olur.
Redingot, genel tartışmalar için söyledim onu, sana yönelik değildi. Kendimi ifade edemedim herhalde. Keşke her tartışma böyle olsa...
Burada esas soru Alternatif bir Medya mümkün mü ve nasıl düşüncesi ekseninde şekillenen bir süreç olmalı ki bu internetin açtığı yeni cephe sayesinde oluşan bir durum. Senin aksine her ne kadar ideolojik konumlanış olarak Radikal,Taraf,BirGün gibi gazeteler ana akımdan ayrışıyor gibi görünse de ben bunların da (BirGün'ün ilk dönemleri hariç) ana akımın farklı tezahürlerini olduğunu düşünüyorum. Gerek haber kaynakları gerek haberlerin aktarılış şekli olarak farklılaşmazlar. bir haber aracı olarak değil bir yorum aracı olarak varolmaları ve bu yorum aracının da anti-demokratik olmaları konusunda ana akımla benzeşirler. Bu noktada sana Ergun Aydınoğlu'nun Köşelerde Çok Kötü şeyler oluyor makalesini önerebilirim. Ki sanırım YTU'da okuyorsun aynı hocanının bahar yarıyılında açılan Medya ve Politika dersini serbest seçimlik olarak almanı da tavsiye ederim.
Açıkçası Dağhan Irak'ın köşesinde yazdıklarının en ufağını bile umursamadım ve bloggerların bunu umursamasına da bir anlam veremedim. ''Blogta yapılan faaliyetin kişisel üretimden çıkıp bir gazetecilik ya da köşe yazarlığı faaliyetine dönüşmesi, blogu kendi etiğinin dışına çıkarmakla kalmıyor'' ifadesi bile benim gözümde anti-demokratik bir eğilim. Normları belirleyenlerin bunları bir tahakküm aracı olarak kullanması hakim medyanın temel özelliklerinden biri ve bu tutum da bunun dışında değil. Yine de bu tartışma içerisinde sizlerden yana da taraf olamıyorum. Zira blog dünyası her ne kadar aksini iddia etse bile bu şekilde ana akım medyaya eklemleniyor. İnternetin demokratik bir medya aracını tüm medyalara yayma olasılığı ve mücadelesini baltalıyor. Kaldı ki bunu yaparken emeğinin sömürülmesine göz yumarak mevcut düzenin değişmesinin önünü tıkayarak dönüşebilmesine aracı oluyor. Şüphesiz yazılı ve görsel basın bir günde değişmeyecek ama yine şüphesiz bir değişim olacaksa bu karşısında duran güçlü bir alternatifin yaratacağı kırılma ile gerçekleşecek. Bloggerlar özgür iradeleriyle istedikleri tercihi yapabilmeli, sisteme eklemlenebilir, sistem içerisinde özgün bir pozisyon oluşturduklarına oluşturacaklarına inanabılır hatta bir kariyer ve kapital aracı olarak dahi blogları kullanabilir.Bu kesinlikle yargılanamaz. Blog kişinin kendi ürünüdür ve bu ürünü nasıl kullanacağının belirleyicisi de kendisidir. Ancak gerçek şu ki bu tutum internetin açtığı yeni cephenin de düşmesine ve ana akımın da internete kaymaya başlamasıyla önemli, özgün ve özgür bir cephenin kaybolmasına yol açabilecektir.
Sözün özü Dağhan Irak gibi, bloglardan aşrıma haberler spor gazetelerinde çıktığında ya da kendi gazetesinde maaşsız çalıştırılan muhabirler işten çıkartıldığında onların emeğini savunmayı dert edinmeyen ancak köşelere rekabet geleceğini görünce emek savaşçısı kesilenlere karşı sizden, bağımsız alternatif medya mücadelesinde ise size karşı olarak bakıyorum bu konuya.
Simdi burada iki dinamik var.
Eger blogger'in amaci anaakim medyaya gecmek ise, muhtemelen ileride sahip oldugu guc onu bozacaktir. Lakin onun yazdiklarini okuyarak feyz almis insanlar da cikacagindan orada bir devinim olacaktir. Bunun nihai sonucu, blogger tabaninin genislemesi olur.
Ideal olan ise, blogger'larin kendi gucleri imkaninda daha genis kitlelere yayilmasi ve de anaakima muhtac kalmadan alternatif olusturmalaridir. Fakat bu Turkiye gibi internet kulturunun daha emekleme asamasinda oldugu bir yerde olacak is degil. En az 10-15 yil lazim.
Diger bir secenek ise kiyida kosede kalip prensip dogrultusunda dogru bildiklerini yazmak, etkiledigin cevrenin kisitli kalacagini bilsen de motivasyonunu kaybetmemek. Bu gercek bir idealizm, lakin ancak vakit bollugunda gerceklesecek bir idealizm.
O yuzden bugun bu tartismalarin "conclusive" olabilme sansi yok. Iki tarafin da hakli argumanlari var, ama bir sekilde ileriye donuk bir devinim olacak, ve daha bu gelismeye don bicecek data yeterliligine sahip degiliz. O yuzden teoride cok bogulmamak lazim.
Tabii bu arada medyada "devrim" falan olmayacagini ve de bizim neslin (1. nesil blogger?) muhtemelen yol acici pozisyonunda kalacagimizi da kabullenmemiz lazim bir yerde. En azindan bu ihtimale hazirlaniniz.
aferin koç, biliyosun çokça konuştuk seninle şu blog ve getirisi/götürüsü konusunu. senin mevzular bayagı bi karışıktı, tam bu meselelerin kızıştıgı günlerde kendini anlatman iyi olmuş.
Amma kuyruk acısı varmış insanların ha...
Blogger olmak güzel bir şey, ama ne zaman tam ünlü olamayanların bloglara sarılması işin sancısını ortaya çıkardı.
http://kopekterbiyecisi.blogspot.com
sanal ortamda yazarak para kazanılabilir mi? İşte cevabı:
http://resif.com.tr/index.php?/yakinda/babamn-ettigi-bktan-laflar/
PS: Yayınevi benzer projelere her zaman açık...
paranın karıştığı yer ak pak olur mu?
soyle bir sey gördüm mesela:
"xxx: xxx" yazım yarın
Taraf Gazetesi'nde! (Edit:Siyasi görüş anlamında Taraf ile uzak, yakın bir alakam, benzerliğim yoktur!!!)
hani bir sürü şeyi filtrelemeye çalışırken, bunları da yakalamak gerek. gazetede yayınlanmayı sadece kisisel pr olarak gören insanlar var sanki. oyle ya da boyle bir sekilde uzaktan yakından alakanın olmadıgı gazete icin yazi veriyorsun. bunun baska ne aciklamasi olabilir?
ya birşey açıklamak zorunda değilsin!
ne için yazdığın seni bağlar, okuyucu seviyorsa okur o da okuyucuyu bağlar.
Gerisi teferrüattır...
Tuncay abi, tam anlayamadım demek istediğini. Elbette ben kişisel PR'ım için de yazıyorum bir yandan, yoksa niye gazeteye yazayım? Yer kısıtlı, zaman kısıtlı... Yazılarımı "Şu yazım Taraf gazetesinde" şeklinde sunmayı ben tercih etmiyorum, özel durumlar haricinde. Sadece blog yazılarımın linki otomatik olarak Twitter'a düşer, o kadar...
Taraf gazetesi özelinde bir şey diyorsan siyasi duruşu beni çok da alakadar etmiyor açıkçası, beni muhattap olduğum insanlar yani spor servisi ilgilendiriyor. Gazete seçme lüksüm olsa dahi "Şu gazete tam bana göre" diyebileceğim bir gazete yok ortada, o halde ben orada yazmam diye özellikle ayırdığım bir durum da yok. Yazılarıma karışılmıyor olması kafidir. Benim adıma ulusal bir gazetede köşe yazmak bir referanstır ve bunun için yazıyorum zaten. Benim yazıda demek istediğim başka bir mecrada yazıyor olmamın blog yazarlığımla bir bağlantısı ve etkisi yok. Ben hâlâ buraya azami özeni gösteriyor ve epey bir zamanımı buraya ayırıyorken (ki blog mantığında düzen de zorunlı olmayabilir) varsayımlar üzerinden çıkarım yapmak ve bloga saflık, naiflik, amatörülük misyonu biçmek garip. Blog zaten amatördür, ben ilk günkü kadar özgür yazabiliyorsam problem nerede?...
aslında lafımın hicbir kısmı sana degildi ugurcum. senin de taraf'ta yazıyor olman o acıdan sanssız bir benzerlik olmus. yanlis anladiysan kusura bakma.
gecen birisinde gördüm bu yapistirdigim yazıyı. kisinin kisisel pr'ı icin yazması son derece normal bir durum. aynısını ben de yaptım zaman zaman, hala da yapıyorum arada.
taraf da takdir ettigim bir yayın organı. oyle ya da boyle yapılmayanı yapıyorlar.
demek istedigim su. her ne olursa olsun, kisinin kendi fikirleriyle bagdasmayan yayın organında yer almasını anlamlandıramıyorum. cunku yukarıya yapıstırdıgım yazıda mide bulandıran kısım da tam olarak o. yani yazılanın benim tarafımdan anlamı su: "kisisel pr'ım icin taraf'ı kullanıyorum, orada yazımı yayınlatıyorum ama taraf gazetesinin genel durusuyla alakam yok. sadece kullanıyorum onları! onlara edeceginiz küfürleri bana da etmeyin"
yazdıgın yayın organının siyasi durusu seni alakadar da etmeyebilir, yani siyaset olarak bagimsiz takilmayi seversin, en nihayetinde spor yazısı yazıyorsundur, gerek de yok yani bir yerde. ama tamamen zıt goruste oldugun bir yerde yazmak bana anlamsız geliyor.
buydu meramım :) hd'yi baglattım, 46 inç'i koydum. varol'un eve alternatif futboleviniz erenköy'de hizmete giriyor. bayramdan sonra!
Kastettiğin PR çalışmasını görmedim ama anladım sanırım, yazılar benim elimden geçiyor. :) En azından şunu söyleyebilirim, rahatsız olduğum bir ortamda çalışmıyorum kesinlikle, hâl böyleyken gazetenin dışarıdan nasıl algılandığı da beni çok ilgilendirmiyor, daha çok bunu kastettim.
46 inç televizyon Varol Döken malikanesinin bir duvarını kaplar diye tahmin ediyorum. (Çiğ süt mod on) Rezervasyonu yaptıralım o zaman şimdiden. :)
Uğur kardeşim,seni ilk güünden beri okuyorum,Taraf gibi düzenli okudğum bir gazetede yazıyor olmana da ayrıca sevindim:)
İnternet ortamında kaliteli yazılar yazıp bir basamak yükseğe(medyaya) çıkmak kadar doğal ne olablir?
Medyada meşhur olup sonra blog yazarı olmak mı doğal yoksa?
Bunun yanında,fotomaç-fanatik vs vs. yazar proflinden skılmayan kaç kişi kaldı bu ülkede?
Öyle ya da böyle,kaliteli blog yazarları en gec 3-4 yıl içinde medyada söz sahibi olacaktır.Bu yüzdendir ki,Demirkollar,Uğur melekeler gibi avrupa futboluyla harmanlanmış bilgi kokan yorum sahipleri ilgi çekiyor.Mesela Borges-Pclion-Tardini Büfe-Noat gibi yazarlar bu ekolün blog yazarları ayağını oluşturyor,bu ekol sahiplernin kaliteli yazaılarının merhale kat edip medyada söz sahibi olması 'zamanın ruhu' nun yansıtıyor.
Benim garibime giden Dağhan gibi engin bir yorumculuk gücüne sahip br arkdaşımızın bu gidişata itiraz etmesi?(neyse belki ben az bliyorum)
Uğur,og dünyasıyla ilgli bir tespitte bulunarak nokta koyuyum.Medyadaki bu 'fener'tekelleşmesinden kaynaklı bir tepkisellikle kaliteli blog yazarlarının çoğu da Galatasaralı(aceto-pclion-tardini-borges-flyng vs).
Bu da incelenmeye değer bir konu kanımca:)
sağlıcakla.
hayatta girmek istemediğim şu topa illa sokacanız de mi beni?
arkadaş blog rakı içmeye yarar, ben başka işe yaradığını görmedim!
ayrıca 46 inç'lik ordu değil 46 inç'lik bardak makbul, sonuçta bir yerden sonra nereye baktığını unutuyor insan...
Yorum Gönder