Daha ilk saniyelerinde efsane olmaya göz kırpmıştı bu maç aslında, sadece biz farkında değildik o an için. Ne olduğunu anlayamadan sol bek Placente'nin defansın arkasında attığı o sert ve ani top, Meira'nın da zamanlama hatasıyla henüz 11.saniyede tabelayı 0-1'e çevirmişti bile. Akıllara İsviçre-Türkiye maçı geliyor ilk an, kazanmak zorunda olduğumuz ancak ilk dakikalarda golü yediğimiz maç olarak. Bir yandan sonu benzemez inşallah diye dua ediyorum tabii.
Başta Arda olmak üzere sol taraftan ters ayakla kesilen ortalarla tehlikeli olmaya çalıştık gol sonrası, bir tanesi az kalsın gol oluyordu ancak orda da önce direk, sonra kısmet engelledi golümüzü. Direkten dönen top ordaki iki Galatasaraylıdan birinin önüne düşse daha şoku atlatamadan skoru dengeye getirebilirdik. Bu ataklara hayıflanırken bir de Mehmet Topal'ı kaybedince insanın ister istemez morali bozuluyor zira Servet ve Emre Güngör'ün sakatlıkları sonrası bir de Topal'ı uzun süreli kaybetmek ihtiyacımız olan son şeydi, her şey ters gidiyordu bizim adımıza. Derken oyuna girenin Harry Kewell olduğunu gördük. Bu hamleyle akınları sol tarafa yatık olarak Arda üzerinden gerçekleştiren Galatasaray sağ tarafı da hücuma kazandırırken Sabri-Kewell gibi savunması yetersiz bir hat oluşturmuş olduk orda. Gerekli bir riskti, bunun gerekliliği ilerki dakikalarda görülecekti zaten.
İlk yarı ilerledikçe Galatasaray'ın baskısı arttı ancak gol pozisyon bakımından zengin olduğunu söylemek zordu, Kewell'ın sağ taraftan kaleye paralel giden sert şutunu kenara koyarsak. Ancak sağ taraftan gelişen bir diğer akında Barış'ın yay civarına çevirdiği top, Meira'nın topu belki doğru belki yanlış bir tercihle durdurması, geriden gelen Arda'nın sol köşeye topu sert ve kavisli şekilde göndermesi beraberliği getiriyordu Galatasaray'a. Bu golde Diawara'nın payını da atlamamak lazım, ayağını o kadar yanlış bir zamanda salladı ki ancak o şekilde gol olurdu diyebileceğimiz bir pozisyon izletti bizlere.
İlk yarı böyle bitecek diye düşünüyordu herkes, ben ise keşke önde girsek derdindeydim. "O sırada uzay-zaman bükülmesi dediğimiz olay gerçekleşti, Hagi çıktı, topu 90'a astı." demeyeceğim elbette ama desem de yalan sayılmazdı pek. Commandante'ye saygısızlık olarak adledilmesin ama Hagi'nin Monaco'ya attığı golle kıyaslanacak türden bir goldü bu. Bütün efsane goller de Fransız takımlarına oluyor nedense; Prekazi, Hagi, şimdi de Kewell. Bu düzeydeki yeni nesil oyuncunun Harry Kewell olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum.
İlk yarıya 2-1 önde girmenin, 3 dakikada ses tellerimizi feda etmenin verdiği rahatlıkla girdik devre arasına. Bu ara Kewell'ın gollerinin her tekrarında çıkan orgazmik seslerle ve avuçlarımızı patlatmaya çalışırcasına birbirine çarpan ellerimizin sızlamasıyla geçti, gitti. D-Smart'ın aklınca istatistik verdiği 0.2 saniyelik sürede ekrana gelen koşu mesafelerine baktığımızda Milan Baros'un açık ara sahanın en çok koşan oyuncusu olduğunu görüyorduk, daha doğrusu üç kişi de aynı halüsinasyonu göremeyeceğimize kanaat getirip fikir birliği sağlıyoruz arkadaşlarla. Arada sürekli dönen OK reklamı da cabası.İkinci yarıya iyi başlayacağımızı az çok tahmin etmiştik zira Galatasaray'ın bu sezonki Avrupa maçlarını incelediğimizde skor avantajını eline geçirdiğinde gerçekleştirdiği pas trafiğini dünyada uygulayabilecek takım sayısının bir elin parmaklarını geçmeyecek türden olduğunu görüyorduk. Öyle de oldu, özellikle 3. golden sonra. Lincoln'ün klası işte burda yatıyor, birebir kaldı mı karşısındaki defans oyuncusuna düğüm atabilecek türden çalımları var ve bunu çok sakin ve doğru biçimde yapıyor. Topu çekişi, Arda'ya net gollük pası verişi yine olağanüstüydü. Baros'la beraber takımın en çok koşanı olduğunu da ayrıca vurgulamamız gerekir. Arda Turan'ın golü koklamasındaki gelişim de gözden kaçmamalı, geçtiğimiz sene bu kadar içeri giren, gol atan bir oyuncu değildi Arda. Şampiyonluğun geldiği ikinci yarıdan itibaren kendini zorluyor bu konuda, iyi de yapıyor. Bu anlamda Euro 2008'in Arda'ya önemli katkısı oldu. Maç öncesi yazısında bu maç için yıldız adayım olduğunu söylemiştim zaten, haksız çıkarmadığı için ona ayrıca teşekkür etmem lazım.
Maçı bu noktada bitirdiğimizi düşünürken en az Galatasaray'ın dönüşü kadar zor bir işi başaracağını bilmiyorduk tabii Bordeaux'nun. Arkadaşıma 3-1'in çok iyi olduğunu, şok bir gol yesek bile turu zora sokmayacağımızı ballandıra ballandıra anlatırken Cavenaghi imzalı iki golü ağlarımızda görmemiz çok uzun sürmedi. İşin ironik tarafı Galatasaray'ın en rahat oyununu 3-1 ile 3-3 arasında oynamış olmasıydı. Cavenaghi'ye olan hayranlığımı sıkça dile getiriyorum blogda, bu sefer sinirlerimizi bozmuş olsa da ne kadar klas bir golcü olduğunu bizlere tekrar gösterdi. Umarım onu bir gün Galatasaray'da görmek nasip olur bizlere.
Kabus dakikaları o zaman başladı işte. Takımın moralinin dibe vurması, Gouffran'ın oyuna girip defansın arkasına yaptığı etkili koşular iyice sinirlerimizi zıplatmıştı. Takımın toparlanması 85. dakikayı buldu. Bu dakikadan sonra seri korner atışları kazanmaya başladık. Lincoln ve Arda'yla etkisiz atılan kornerlerden yakınıyorduk ki 13. ve bana göre yine etkisiz bir korner atışı sonrası Bordeaux'lu oyuncunun Sabri'ye çıkardığı nefis top, onun net vuruşu ve bir diğer Bordeaux'luya çarpıp ağlara giden gol. Maç içinde Sabri'nin adını bağırmayacağımı deklare etmiştim ama böyle bir golü Sabri bile atsa yere, göğe haykırmam gerekiyordu adına, o kadar efsanevi ve önemli bir goldü çünkü. Bir oyuncuya çarpmasının bir önemi yoktu, o golü Galatasaray çoktan haketmişti zaten. Gol sonrası 3 dakikalık bekleyiş ve ardından gelen inanılmaz bir sevinç. Bu duyguyu tatmayalı yıllar olmuştu, emeği geçen herkese teşekkürlerimi bir borç biliyorum.Son 16'ya kaldık, rakip Hamburg. Milan, Fiorentina, Aston Villa, Tottenham, Deportivo gibi takımların elendiği, son 16'ya kalamadığı kupada Galatasaray son 16'da. Bana göre turnuvanın en güçlü ekiplerinden biriyle eşleştik ama en az onlar kadar güçlü ve kapasiteli bir takım olduğumuzu bugün net bir şekilde gösterdik sanıyorum. Geçtiğimiz sene Leverkusen'i geçip Hamburg'la eşleşme şansını kullanamamıştık, kısmet bu seneyeymiş. Bu sefer de Hamburg'u, eleyecek Galatasaray, İN-ŞAL-LAH!
Başta Arda olmak üzere sol taraftan ters ayakla kesilen ortalarla tehlikeli olmaya çalıştık gol sonrası, bir tanesi az kalsın gol oluyordu ancak orda da önce direk, sonra kısmet engelledi golümüzü. Direkten dönen top ordaki iki Galatasaraylıdan birinin önüne düşse daha şoku atlatamadan skoru dengeye getirebilirdik. Bu ataklara hayıflanırken bir de Mehmet Topal'ı kaybedince insanın ister istemez morali bozuluyor zira Servet ve Emre Güngör'ün sakatlıkları sonrası bir de Topal'ı uzun süreli kaybetmek ihtiyacımız olan son şeydi, her şey ters gidiyordu bizim adımıza. Derken oyuna girenin Harry Kewell olduğunu gördük. Bu hamleyle akınları sol tarafa yatık olarak Arda üzerinden gerçekleştiren Galatasaray sağ tarafı da hücuma kazandırırken Sabri-Kewell gibi savunması yetersiz bir hat oluşturmuş olduk orda. Gerekli bir riskti, bunun gerekliliği ilerki dakikalarda görülecekti zaten.
İlk yarı ilerledikçe Galatasaray'ın baskısı arttı ancak gol pozisyon bakımından zengin olduğunu söylemek zordu, Kewell'ın sağ taraftan kaleye paralel giden sert şutunu kenara koyarsak. Ancak sağ taraftan gelişen bir diğer akında Barış'ın yay civarına çevirdiği top, Meira'nın topu belki doğru belki yanlış bir tercihle durdurması, geriden gelen Arda'nın sol köşeye topu sert ve kavisli şekilde göndermesi beraberliği getiriyordu Galatasaray'a. Bu golde Diawara'nın payını da atlamamak lazım, ayağını o kadar yanlış bir zamanda salladı ki ancak o şekilde gol olurdu diyebileceğimiz bir pozisyon izletti bizlere.
İlk yarı böyle bitecek diye düşünüyordu herkes, ben ise keşke önde girsek derdindeydim. "O sırada uzay-zaman bükülmesi dediğimiz olay gerçekleşti, Hagi çıktı, topu 90'a astı." demeyeceğim elbette ama desem de yalan sayılmazdı pek. Commandante'ye saygısızlık olarak adledilmesin ama Hagi'nin Monaco'ya attığı golle kıyaslanacak türden bir goldü bu. Bütün efsane goller de Fransız takımlarına oluyor nedense; Prekazi, Hagi, şimdi de Kewell. Bu düzeydeki yeni nesil oyuncunun Harry Kewell olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum.
İlk yarıya 2-1 önde girmenin, 3 dakikada ses tellerimizi feda etmenin verdiği rahatlıkla girdik devre arasına. Bu ara Kewell'ın gollerinin her tekrarında çıkan orgazmik seslerle ve avuçlarımızı patlatmaya çalışırcasına birbirine çarpan ellerimizin sızlamasıyla geçti, gitti. D-Smart'ın aklınca istatistik verdiği 0.2 saniyelik sürede ekrana gelen koşu mesafelerine baktığımızda Milan Baros'un açık ara sahanın en çok koşan oyuncusu olduğunu görüyorduk, daha doğrusu üç kişi de aynı halüsinasyonu göremeyeceğimize kanaat getirip fikir birliği sağlıyoruz arkadaşlarla. Arada sürekli dönen OK reklamı da cabası.İkinci yarıya iyi başlayacağımızı az çok tahmin etmiştik zira Galatasaray'ın bu sezonki Avrupa maçlarını incelediğimizde skor avantajını eline geçirdiğinde gerçekleştirdiği pas trafiğini dünyada uygulayabilecek takım sayısının bir elin parmaklarını geçmeyecek türden olduğunu görüyorduk. Öyle de oldu, özellikle 3. golden sonra. Lincoln'ün klası işte burda yatıyor, birebir kaldı mı karşısındaki defans oyuncusuna düğüm atabilecek türden çalımları var ve bunu çok sakin ve doğru biçimde yapıyor. Topu çekişi, Arda'ya net gollük pası verişi yine olağanüstüydü. Baros'la beraber takımın en çok koşanı olduğunu da ayrıca vurgulamamız gerekir. Arda Turan'ın golü koklamasındaki gelişim de gözden kaçmamalı, geçtiğimiz sene bu kadar içeri giren, gol atan bir oyuncu değildi Arda. Şampiyonluğun geldiği ikinci yarıdan itibaren kendini zorluyor bu konuda, iyi de yapıyor. Bu anlamda Euro 2008'in Arda'ya önemli katkısı oldu. Maç öncesi yazısında bu maç için yıldız adayım olduğunu söylemiştim zaten, haksız çıkarmadığı için ona ayrıca teşekkür etmem lazım.
Maçı bu noktada bitirdiğimizi düşünürken en az Galatasaray'ın dönüşü kadar zor bir işi başaracağını bilmiyorduk tabii Bordeaux'nun. Arkadaşıma 3-1'in çok iyi olduğunu, şok bir gol yesek bile turu zora sokmayacağımızı ballandıra ballandıra anlatırken Cavenaghi imzalı iki golü ağlarımızda görmemiz çok uzun sürmedi. İşin ironik tarafı Galatasaray'ın en rahat oyununu 3-1 ile 3-3 arasında oynamış olmasıydı. Cavenaghi'ye olan hayranlığımı sıkça dile getiriyorum blogda, bu sefer sinirlerimizi bozmuş olsa da ne kadar klas bir golcü olduğunu bizlere tekrar gösterdi. Umarım onu bir gün Galatasaray'da görmek nasip olur bizlere.
Kabus dakikaları o zaman başladı işte. Takımın moralinin dibe vurması, Gouffran'ın oyuna girip defansın arkasına yaptığı etkili koşular iyice sinirlerimizi zıplatmıştı. Takımın toparlanması 85. dakikayı buldu. Bu dakikadan sonra seri korner atışları kazanmaya başladık. Lincoln ve Arda'yla etkisiz atılan kornerlerden yakınıyorduk ki 13. ve bana göre yine etkisiz bir korner atışı sonrası Bordeaux'lu oyuncunun Sabri'ye çıkardığı nefis top, onun net vuruşu ve bir diğer Bordeaux'luya çarpıp ağlara giden gol. Maç içinde Sabri'nin adını bağırmayacağımı deklare etmiştim ama böyle bir golü Sabri bile atsa yere, göğe haykırmam gerekiyordu adına, o kadar efsanevi ve önemli bir goldü çünkü. Bir oyuncuya çarpmasının bir önemi yoktu, o golü Galatasaray çoktan haketmişti zaten. Gol sonrası 3 dakikalık bekleyiş ve ardından gelen inanılmaz bir sevinç. Bu duyguyu tatmayalı yıllar olmuştu, emeği geçen herkese teşekkürlerimi bir borç biliyorum.Son 16'ya kaldık, rakip Hamburg. Milan, Fiorentina, Aston Villa, Tottenham, Deportivo gibi takımların elendiği, son 16'ya kalamadığı kupada Galatasaray son 16'da. Bana göre turnuvanın en güçlü ekiplerinden biriyle eşleştik ama en az onlar kadar güçlü ve kapasiteli bir takım olduğumuzu bugün net bir şekilde gösterdik sanıyorum. Geçtiğimiz sene Leverkusen'i geçip Hamburg'la eşleşme şansını kullanamamıştık, kısmet bu seneyeymiş. Bu sefer de Hamburg'u, eleyecek Galatasaray, İN-ŞAL-LAH!
4 yorum:
Kewell'in Emre'ye sarılmadan önceki ve Arda'nın şu resimdeki hırs yansımaları herşeyi anlatmaya yeterli sanırım ne post'a nede tek kelime açıklamaya gerek var ..
Matthias, benim boş post geçtiğim pek görülmemiştir, biraz daha sabretseydin keşke. :) Bu destan uzun ve detaylı bir yazıyı hakediyor...
kewell'ı yerin dibine soktuk, çıkardık ama yeri gelmişken hakkını da verelim.
hakikaten iyi top oynadı bugün. diğer maçlardaki gibi sadece golde yoktu, oyun içindeki birçok aksiyonda da etkin roldeydi.
içeri katedip kendisine şut açısı yarattığı gibi, SABRİ'ye de çok güzel koşu alanları açtı. tıpkı deivid'in geçen sene gökhan gönül'e sıkça yaptığı gibi.
skibbe döneminde maç içerisinde çok yer değiştiriyorlardı arda'yla ve bu rakibini dengesini bozmaktan ziyade daha çok bizim dengemizi bozuyordu.
bugün ilk defa beğendim kendisini.
inşallah hem bu formu, hem de SABRİ'yle uyumu bakİ kalır.
PCLion FC, yine ilk devre istatistiklerinde en çok koşan oyuncular listesinde Baros'u Lincoln'ün takip etmesi de çok ilginç ve manidardı bence.
Tabii bunu değerlendirirken hafta boyunca basında çıkan Bülent'in Lincoln hakkındaki fikirlerini de hesaba katmak lazım.
Yorum Gönder