Mustafa Özdemir'in gerçekleştirdiği "Futbol Tutkusu, Avrupa Yolcusu" projesini biliyorsunuz. Mustafa'nın yorgunluğa yenik düşmesi ve hastalanması üzerine yarım kalan projeyi bir başka okuyucumuz Kerem Akbaş devam ettirmiş, İspanya'ya kupayı getiren maç olan Almanya yarı final karşılaşmasını yerinde izlemiş ve bizler için yazmış. Kendisi aynı zamanda Sihirli Krampon Blog'un yazarı ve Radyospor'daki BlogFutbol programının hazırlayıcılarından. Buyrunuz...
Uçağım Barcelona havaalanına indiğinde tek düşündüğüm kendimi bir an önce otele atmak ve sonra yarı final heyecanını sokaklarda yaşamaktı. 2002 deneyiminden beyin hücrelerime kazınmış olan hatıralar aklıma geliyor İspanya - Almanya maçı beni oldukça heyecanlandırıyordu.
Sokaklarda ki coşkuyu bir an önce hissetmek için kendimi La Rambla'ya attığımda hayal kırıklığına uğradığımı söyleyebilirim. Uruguay - Hollanda maçının başlamasına 2 saat vardı ve bulduğum ilk turist noktasına yaklaşıp "fanzone" nerede diye sordum ama görevli bana öyle bir şey olmadığını söyleyince yıkıldım. Sonra eşimle birlikte Barcelona sokaklarını keşfe çıktık. Ben bir yandan Gaudi'nin sihirli değneği ile dokunduğu binalara bakarken bir yandan da maçı izleyecek yer bulma telaşındaydım. Eşimi de kandırmanın yolu güzel bir barda Sangrida ısmarlamaktan geçiyordu.
Elimizde şehir hatirası gezerken, yorgunluğunda etkisiyle olacak eşim bir bar gösterdi ve içeri daldık. Neredeyse tamam mı turuncularan oluşan barda yaşlı bir adam Hollanda'yı tutmamız karşılığında bize yerini verebileceğini söyledi. Adama neden Hollanda diye sorduğumda anladım ki Suarez'in kaleci misali çıkardığı top sonrasında Urugay'ın yarı finalist olmasını kimse içine sindirememiş. İçkilerimizi söylemiş ortama yeni yeni ısınırken 18. dakikada Van Bronckhorst'un golü ile çılgınca sevinen bir kalabalığın içinde kaldık. Hemen arkamda oturan Hollanda'lı genç "bu sefer finalde kaybetmeyeceğiz" dedi. Turnuvanın en iyi oyunculardan biri olan Forlan'ın golü geldiğinde dakikalar 41'i gösteriyordu. Türkiye maçı izlerken gol yemişiz gibi hissettim o anda. Kimse sevinmiyor, biraz önce coşku ile sohbet ettiğimiz Hollandılar kendi dillerinde küfür savuruyorlardı.
İlk yarı sonunda içkilerimizi tazeledik ve çok uzun süre sonra ilk defa bir barda sigara içtim. İspanyollar ya da Katalanlar yasalarını bu konuda biraz gevşek tutmuşlar ama sigara bulmak zor bir iş. Hiç bir markette sigara satılmıyor. Belli yerlerde sigara otomatları var. Hatta pek çok barda içkinizi makinadan alırsanız daha az para ödüyorsunuz.
2. yarıda önceki maçlarda olduğu gibi vites yükselten Hollanda 70'te Sneijder ve 73'te Robben ile farkı ikiye çıkartınca eğlence başladı. 90+2' de gelen Uruguay golünden sonra kısa bir tedirginlik olsa da son düdükle birlikte bar sahibi ile birlikte Hollandalıların sevinci görülmeye değerdi. Bar sahibi sarışın bir teyzeydi. Kocalı Hollandalıymış. Bakalım pazar günü ne olacak dedi.
Yan masamızda oturan temiz yüzlü bir çiftle göz göze geldik ve konuşmaya başladık. Adı Joshua. Birleşik Devletlerden kalkmış İspanya turuna gelmiş. Tam bir futbol hastası. Türk olduğumu öğrenince Türk futboluna dair bildiklerini saymaya başladı. Hiddink, Beşiktaş, Quarezma, Hakan Şükür, Guiza, Fenerbahçe ve Galatasaray bildikleri. ABD'nin 2. turda elenmesi içinse "Buralara gelmek bile güzel ileride daha olacağız." dedi. Futbolla bu kadar ilgili birini bulmuşken dev ekranda toplu maç izlenebilecek bir yer gördün mü diye sordum. Söyledikleri çarpıcıydı. "Milli takım burada insanların umrunda değil. Madrid'te 5000, 10000 kişilik gruplar halinde insanlar maç seyrediyor ama burası Katalunya ve milli takımları Barcelona."
Hediyelik eşya dükkanlarına ve insanların giydiklerine bakınca Joshua'nın söylediklerinin ne kadar doğru olduğu anlaşılıyor. Herkesin üstünde bordo-mavi sarı yakalı yeni sezon formaları ve sırtlarında ya Messi ya da David Villa yazısı. Ertesi gün maçı birlikte izlemek için Joshua ile sözleştik ve kendimizi yine sokaklara attık.
Ertesi gün ortalık biraz daha sarı kırmızıya dönmüştü. İspanya formalı insanlar, ispanya bayrağını pelerin yapmış süper kahramanlar artmıştı. Joshua ile sözleştiğimiz metro istasyonunun 4 tane çıkışı varmış. Belki barda karşılaşırız diye kendimizi pubların olduğu yere attık. Güzel de bir yer bulduk. Biraz daha geç kalsak maçı izleyemeyecektik.
5 Alman kız, 300 İspanyol ve 2 Türk başladık maçı izlemeye. Eşime bak bu Beşiktaş'ın eski teknik direktörü, bak bu da Fenerbahçe'nin eski teknik direktörü dedim. Futboldan ortalama bir bayan kadar anlayan eşim "Nasıl yani bizimkiler bunları mı kovmuş? Peki yerine kimleri almışlar ? " diye sordu. Mevzu derin olduğu için fazla eşelemeden maçı izlemeye koyulduk.
Macar hakem Kassai düdüğünü maçı başlatmak için çaldı ve bir sonraki faul düdüğünü 20-25 dakika sonra çaldı. Maçın hemen başında Villa'nın girdiği pozisyon barı çalkaladı. Anlamakta zorlandığım tek şey sadece 2 elemanla o kadar kişiye nasıl hizmet ettikleriydi. Ama fazlada kafama takmadan maça döndüm. Müller'siz Almanlar girdikleri 1-2 pozisyonla bardaki Almanların varlığını bize hissettirseler de güzel ve ince oynayan Almanya'ya alışık olmadığım için gönlümün şampiyonu yaptım onları. Alman gibi başladığı turnuvanın sonuna doğru Türk gibi oynayan Mesut önümüzde kümelenmiş Almanların tek umut bağladığı oyuncuydu. İlk yarı sonunda Almanlar skordan, İspanyollar oyundan biz ise ortamdan memnunduk.
2. yarı oyunu rakip sahaya yıkan İspanyollar için eksik olan tek şey goldü. İlk yarıda girdiği bir pozisyonu kalenin üstünden dışarı yollayan Puyol, 2. yarıda kornerden gelen topu bu sefer ağlarla buluşturdu. Bir sevinç yumağının ortasında bulduk bir anda kendimizi. Futbolun birleştiriciliği bu olsa gerek. Herkes birbiriyle sarmaş dolaş maçın bitmesini beklemeye başladı. 2 Barcelona'lı oyuncunun iş birliğinden gelen golün coşkunun bu kadar fazla olmasında rolü vardı kuşkusuz. 81. dakikada oyundan Villa'nın çıkması bardakiler tarafından protesto edildi. Oyunu dengelemek için saldıran Almanların geride bıraktığı geniş alanı kullanan Pedro bencillik hastalığına yakalanınca Del Bosque ipini çekti ve Pedro'yu oyundan aldı. 18 şutun 7 tanesinin kaleyi bulduğu maçta sadece 16 faul olması oyunun kalitesini ortaya koyan önemli bir etkendi. Topun 76 dakika oyunda kalması da başka bir kalite göstergesi. 1031 isabetli pas sayısı ile turnuvanın en yüksek sayısına yine bu maçta ulaşıldı. Ayrıca bir ayrıntı İspanya gol atmadan önceki içki fiyatı ile golden sonraki içki fiyatında fark var. 1 gol fiyatları %10 yukarı çekiyor.
Kassai'nin son düdüğü sonrası kendimizi "Viva Espana" diye bağırarak dışarı attık. İşte o anda Dünya Kupası'nın varlığını hissettim. Ancak yine de sokaktaki 100 İspanyol taraftardan 90 tanesi bizim gibi turist. La Rambla bizim İstiklal caddesi gibi hemen soluğu orada aldık. Sadece bir kameralı bir kutlama olmasıda ilginçti. Türkiye'de olsa tüm kanalların kameraları İstiklal'i kuşatırdı. Bizdekine göre sönük de olsa güzel bir atmosferdi. O gece tatili biraz daha uzatıp finali izlemek için kalsam mı diye çok düşündüm ama şeytana uymadım.
Katalonya'da bir garip yarı finaldi. Turistlerce kurtarılan bir yarı final gecesi. Cnn+ 'ta ertesi gün İspanya'nın çeşitli yerlerinden sevinç gösterilerini izlediğimde Barcelona'daki kutlamaların sönük kaldığına bir kez daha emin oldum.
2 yorum:
Yazılarını kendi blogundan da beğenerek takip ettiğimiz Kerem Akbaş, bize ordaki atmosferi gitmiş gibi aktarmış...Teşekkürler...
Gitmiş gibi aktarmış derken, bizi oralara, o atmosfere götürmüş manasında demiştim..Saygılarımla..
Yorum Gönder