Galatasaray formasını sadece bir sezon giymiş olmasına rağmen ismini akıllara kazımış oyunculardan biridir Gintaras Stauce. Galatasaray'ın altın çağının başladığı 1996'dan hemen önce ayrılmış olması onun için büyük talihsizlikti. Eğer o sezon takımda kalsaydı belki de Avrupa yolculuğumuzda kaleyi koruyan isim olacaktı ve belki de Henry'nin kafa vuruşunu çıkaramayacak ve Türk futbol tarihinin kaderi değişmeyecekti. Böyle şeyleri düşünürüm hep durduk yere, etrafımdakilere söylesem deli sanırlar. Biz de kalkıp bloga yazıyoruz işte.
Stauce'yi akıllara kazıyan adamsa Ercan Taner'dir. Tam da onun ağzına oturan, yaya yaya uzatabileceği bir isimdi, o da usta bir spiker olarak o dönem bunu çok iyi kullanmıştır. Her derbi öncesi eski maçların tekrarları sırayla verilir, orda bir şekilde duyarsınız bunu. Benim Stauce'nin ismini ilk duymamsa Galatasaray-Spartak Moskova maçı öncesine dayanıyor. Yok artık, kaç yaşındaydın o zaman diyenleriniz olabilir, haklısınız. Zaten maç da aklımda kalmamış pek, skoru hariç. Hatırladığım bizim gazetelerin birinde Galatasaraylı oyuncuların aslan, Spartak Moskovalı oyuncuların ayı şeklinde verilmesiydi. Bütün bir gün açıp açıp ona bakmıştım o zaman. Ertesi gün de "Bir aslan bir ayıya nasıl yenilir?" diye üzülmüştüm. Stauce ismine aşinalığım biraz da o günlerdendir aslında.
İşte o günlerde Spartak Moskova kalesini 6 yıl aralıksız koruyan Gintaras Stauce yaklaşık iki senedir Spartak Moskova'da kaleci antrenörlüğü yapmaktaymış, ilgimi çeken detay bu oldu. Bizde de vardır eski oyunculara kulüp bünyesinde görev verme geleneği ama bizimkileri teknik direktörlükten aşağısı kesmiyor pek, en kötü ihtimalle yardımcı antrenörlük. Şu işe mutfağında başlayan kaç kişi sayabiliyoruz? Neyse, işi yine Galatasaray'a getirdik bir şekilde, burda konumuz Stauce. Litvanyalı eski kalecimize yeni kariyerinde başarılar diliyorum. Belki yolu bir gün buralara da düşer...
14 yorum:
O maçta Galatasaray'da Hayrettin'in arkasında yedek bekleyen Nezih Ali Boloğlu, şu an Galatasaray'da kaleci antrenörlüğü yapıyor.
Valla yazarken Nezih hoca aklıma geldi ama ne yalan söyleyeyim, kalecilerimize gerçekten faydalı bir hoca olduğu konusunda ciddi şüphelerim var. Ülkece kaç tane iyi yerli kaleci yetiştirdik ki iyi kaleci antrenörlerimiz olsun. O sebeple ben kaleci antrenörlerinin yabancı olması gerektiğini düşünüyorum...
Stauce hakkında aklımda kalan tek şey,degajlarının asla orta sahayı geçememesi idi.Hatta yanlış hatırlamıyorsam o zamanki degajları cengaver kaptan Bülent Korkmaz atardı.Onun dışında ne kadar kaliteli bir kaleciydi?Onu hatırlamıyorum.
çok severdim bu adamı yıllar geçti unutmadım daha ama pek kimse hatırlamaz 2-1 lik barça maçında kaleyi korudu diye hatırlıyorum yanlış mıyım?
bir de bu kelebek etkisini ben de sürekli düşünürüm rahat ol yani yalnız değilsin:)
O dönemlerde babamla görürdük Galatasaray maçlarını. Bugün hala daha babam Stauce'nin penaltı yeteneğini söyler. Penaltıyı vuracak futbolcu topa vurmadan kendini atmazdı Stauce. Hep topa vurulana kadar bekler, ona göre topun gittiği yere dalardı.
Kısa yoldan köşeyi dönmek ve hiyerarşinin en üstünde bulunma arzusu bu ülkenin en köklü geleneklerinden şüphesiz. Bu durumda bunun futbola yansıması. Her eski futbolcunun teknik direktör olması gerektiği gibi bir eğilim belirdi 2000 sonrası. Bunun başlıca sebebi ise futbolun ülkemizde gerçek anlamda profesyonelleşip sektörleşmesinin bu döneme rastgelmesi. Yoksa biraz geriye baktığımızda örnekler çok. Fenerbahçe'de Nurettin Yıldız, Beşiktaş'ta Zafer Öğer kaleci antrenörü olarak örnek çok. Nezihi,Eser,.. Dikkat ederseniz tüm bu isimler kariyerleri 80 öncesinde olan ya da 80li yıllarda başlayan isimler.
Antrenörlük yapan isimler de bulmak mümkün Beşiktaş'ta Ulvi,Gökhan,Kadir isimlerinden yakın döneme gelirsek yine ilk 90'lardan Mutlu Topçu'yu bulabiliriz. Gelgelim 90'ların ikinci yarısından itibaren bu eğilim tamamen ortadan kalkmış durumda. Bunda yukarıda bahsettiğim gelenek ve sporumuzda yer almayan plansız hareket etme geleneğinin payı var. 1. ve 2.ligde sezon içinde o kadar hoca kovuluyor ki eski bir futbolcunun teknik direktör olarak ismi üzerinden takım bulma olanağı inanılmaz fazla. (not: bir teknik direktör,bir yardımcı antrenör bir genel menejer bir altyapı antrenörü bir gazeteci bir tv yorumcusu olarak Ali Gültiken güzel bir örnektir Türk sporunun omurgasızlığına) üzerine söylenecek çok şey var bu konunun ama Ali Gültiken aklıma gelince Mersin İdman Yurdu'nu soktuğu rezil hal aklıma geldi ve asabım bozuldu.
Bir temenni ile sonlandıralım konuyu
Kaleci antrenörünün yabancı olması gerektiğine katılıyorum. En azından uluslararası maç tecrübesi olan biri olmalı e haliyle bu vasıflara sahip eski bir yerli kaleci bulmak zor. Temennim Mondragon'un futbolu bıraktıktan sonra bu görevi yapması yönünde. Zamanında Fatih Terim Taffarel'i getirmiş ama bu birliktelik pek uzun sürmemişti. Mondi'nin İstanbul'da yaşamak isteyeceği düşüncesini de göz önünde bulundurursak mümkün görünüyor iş yönetime kalmış..
Galatasaray'ın 2-1 kazandığı bir Fenerbahçe derbisinin 47. dakikasında rahmetli Sedat Balkanlı'nın geri pasında topa vuracakken ıska geçmesi ve topu direği yalayarak kornere gitmesi kalmış bu abiyle ilgili aklımda. Daha o zaman ASY'nin kalelerinde demirden hafif ve eğri direkler vardı kale direklerinin hemen ardında ağları tutan...
bu olmasaydı o olmasaydı diye bende hep düşünürüm. mesela hanryin kafası gol olsa fatih hoca bizde kalırdı belide cl yi alırdık :) böyle binlerce fikir yürütürüm.
eskilere gidiyor insan.sen o kadar eskimisin yau uğur:) stauce deyince akla gelen ilk şey reflekslerinin çok iyi olması ve penaltı kurtarması.bir kalecide fizik böyle olunur.örnekleri verirsek:v.d.sar-p.cehc-casillas-rüştü-taffarel vs. kötü örnekleri verirsek.başta volkan demirel.fizik olarak biraz fazla ağır.buda refleklerini etkiliyor.bundan dolayıda eğer uzaktan köşeye sert şut çekilmişse genelde seyrediyor.stauce bu bakımdan o zamanlara göre ender fizikli kalecilerdendi.iyi bir kaleciydi.
Türkiye Kupası finalinde Fenerbahçe karşısında 1-1 sonrası uzatmalara giden ve penaltılara kalan maçta Aygün'ün penaltısını kurtararak kupayı Galatasaray'a getirmişti. O kurtardığı penaltı, o maçta kurtardığı 3. penaltıydı. Fakat çok ilginçtir, takım o kurtarışın ardından hemen altıpas üzerinde sevinç yumağı olmuşken Stauce bir kenara çekilip Baltık soğukkanlılığıyla arkadaşlarını izlemişti. Güldüğünü hatırlayan varmıdır bilemem.
Böyle şeyleri hatırlayıp blog yazmaya kalkışmakta yalnız değilsin önce onu belirteyim. Takımdan ayrıldığına üzüldüğüm adamlardan olmuştu. Ama ben seninki kadar uzun vadeli kalabileceğini düşünmemiştim hiç. İşin mutfağından başlamak kısmında sonuna kadar haklısın. Suat Kaya öyle başlayarak bana ümit vermişti. Ancak o da uzun vadeli yapmadı o işi. Johan Neeskens gibi bir adamın yıllardır neden ikinci adam olduğunu oturup öğrenmeliler. Bu işin bir ekip işi olduğunu kavramalılar. Ama bizimkiler Fatih Terim gibi kibir abideleri ile çalıştıklarından burunlarından kıl aldırmazlar maalesef.
Bir de Galatasaray'ın Şampiyonlar liginde attığı ilk golü yiyen kalecidir.
Van Der Sar'a benzetmişimdir hep kendisini... tabii tip olarak...
İlk öğrendiği Türkçe kelime:
"Çatal"
Yorum Gönder