2010'un En Çok Okunanları

1- Bursa'nın Yeni Stadyumu: Timsah Arena
Bursasporlular yeni statlarını dört gözle bekliyor sanırım. En çok okunan blog yazısının bu olmasını beklemezdim açıkçası.

2- Yoldaki Orta Saha: Musa Çağıran
Geçen sezonun devre arasında geleceği kesinleşince bir Musa Çağıran serisi hazırlamıştık. O serinin en çok okunan yazısı. Bu devre arasında da kiralık olarak nereye gideceğini konuşacağız galiba.

3- Cevad Prekazi & Galatasaray
Prekazi, Jovanovic, Galatasaray üçgeninde geçenlerin etik boyutuyla ilgili bir yazıydı. Bu da yılın ilgi görenlerinden.

4- 2010 Dünya Kupası & Excel Fikstürü
5- Jaja Coelho & Trabzonspor
6- Galatasaray'ın En İyi 5 Devre Arası Transferi
7- Çağlar Birinci vs Galatasaray Altyapısı
8- Kelepir Yıldız Adayları: Muhammet Demir & Orhan Gülle
9- Serdar Eylik Fenerbahçe'de (!)
10- Lorik Cana & Galatasaray

Mansiyon Ödülü: Galatasaray Kulübesi
Bu fotoğraf epey ilgi görse de ilk 10'da yer alamadı ama herkesin gönlünü fethettiğine şüphe yok!

Fikir, Twitter ve Blog aleminden tanıdığımız Ata İsmet Özçelik'e ait, ben de yıla böyle veda edeyim dedim. Yeni yılda daha aktif bir blog dileyip tükkanı kapatalım...

Ne Şiddet, Ne Linç. Sadece Herkese Eşit Adalet!

Yazılış sürecine katkıda bulunamasam da benim de gönül ve fikir bağlılığım olan bir grup bağımsız Galatasaray taraftarının ortak emekle oluşturduğu bir fikir metnidir. Benim de kafamda toparlamaya çalışıp yeterli mesai ayıramadığım yazıyı iyi bir şekilde detaylandırmışlar. Çeşitli blog, forum ve sözlüklerde yayınlandı ama görmeyenlerin okumasını tavsiye ederim...

NE ŞİDDET, NE LİNÇ, SADECE HERKESE EŞİT ADALET!


Galatasaraylılardan spor kamuoyuna bir çağrı:


26 Aralık 2010 tarihinde Florya Metin Oktay tesislerinde oynanan U17 Galatasaray-Fenerbahçe maçının devre arasında yaşanan nahoş olaylar kamuoyunu üzmüş ve korkutmuştur. Profesyonel sporun eşiğinde bulunan çocuk yaştaki gençlerin her ne sebeple olursa olsun şiddete maruz kalmalarının mazur görülecek hiç bir yanı yoktur.

Kınama, üzüntüleri dile getirme, ihmalden dolayı özür dileme ile sınırlı tepkilerin ve ilgili federasyonlar tarafından kulüplere yönelik verilen muhtelif cezaların bugüne kadar şiddetle mücadeleye dişe dokunur bir katkısı olmadığı aşikardır. Bu boşluğu doldurma iddiasıyla hazırlanan Sporda Şiddetle Mücadele Yasa Tasarısı'nın ana amacı da şiddeti tetikleyen, körükleyen, şiddet olaylarının önüne geçilemez düzeyde kitleselleşmesine yol açan bütün unsurların bilaistisna tespiti, cezalandırılması ve spor müsabakalarının dışına atılmasıdır.

Dehşet ve ibretle izlemekteyiz ki, 26 Aralık 2010 tarihinden bugüne kadar Galatasaray - Fenerbahçe U17 maçında çıkan olaylarla ilgili süreç, gerek medya gerekse her iki kulübün yöneticileri tarafından, öngörülebilecek en vahim şekilde ele alınmaktadır.

Yazılı ve görsel medyaya yansıyan ve kamuoyuna sunulan bilgi ve yorumlar, olayı aydınlatma ve benzer olayların tekerrürüne mani olma isteğinden çok, insanların özel hayatlarını ve bilgilerini deşifre etmeye varan bir dezenformasyon bombardımanı şeklinde sürdürülmektedir. Öncelikle bütün bu süreçte yayınlanan görüntüler eksiktir. Kamuoyuna sunulan bilgiler, olayların tamamının sağlıklı ve rasyonel algılanmasını sağlamaktan uzaktır. Bu şekliyle de kolayca saha içinde kalması sağlanabilecek bir tartışmanın, seyircilerin müdahil olduğu bir şiddet eylemine dönüşmesine nelerin yol açtığı gündem dışı bırakılmaktadır.

Üstüne üstlük bu eksik ve yanıltıcı teşhis, giderek, insanların özel hayatını görsel ve sesli ifşa eden gerçek ve tüzel kişiler hakkında çeşitli hapis ve para cezası öngörmekte olan TCK'nun 134. maddesi hilafına açıkça suç unsuru içeren bir linç kampanyasına dönüşmüştür.

Pazar gününden beri FBTV'den aldığı görüntülerle eksik ve yanlı haber yapan NTV ve NTVSpor kanalı ile, saat başı olayla ilgili gözaltına alınan kişilerin isimlerini ve ne iş yaptıklarını ifşa eden FBTV yasayı alenen ihlal etmektedirler. Bu yayınlar, sosyal paylaşım alanlarında ve taraftar sitelerinde çeşitli kullanıcı isimleriyle tehdit girişimlerine de yol açmaktadır.

Uygulanan şiddet ve yapılan hataların karşılıklı olduğu açıktır. Adalet eşit dağıtılmalıdır. Bir şiddet olayından ders çıkartmak, gerçeklikten kopmak ve yargı sürecine girmiş olan failleri, yasaları hiçe sayarak bir linç kampanyasının hedefi haline getirmek değildir. Tam aksine, adaletin bu suretle eksik tecellisi, yasal sorumluların görevlerinin gereğini yerine getirmemeleri ve linç kültürü vicdanlarda daha vahim yaraların açılmasına neden olur.

Bu çerçevede:

1 - 26 Aralık 2010 tarihinde Florya Metin Oktay tesislerinde oynanan U17 Galatasaray-Fenerbahçe maçı devre arasında yaşanan olayların seyirciyi de kapsayacak şekilde büyümesinde ağır sorumluluğu bulunan ve görgü tanıklarınca biri Fenerbahçe takımı görevlisi, digeri üzerinde kahverengi deri mont olan en az iki kişinin soruşturma kapsamına alınması en azından hukuki bir zorunluluktur. Ayrıca, bu insanların yayınlanan görüntülerde de Galatasaraylı oyuncuları yumrukladıkları net olarak görülmektedir.

2 - Sorumsuz ve medya etiğine uymayan yayınları yapan kanallar ile sosyal paylaşım alanlarında gözaltına alınan kişileri ve ailelerini tehdit edenlerin internet üzerinden işlenen suçlar kapsamında, haklarında gerekli işlemlerin yapılması; ayrıca bu tür yayınların "Devam eden bir dava ile ilgili" olmaları hasebiyle acilen durdurulması hukuk ve adalet adına diğer bir sorumluluktur.

Bütün bu fotoğrafta, asıl ibret verici olan, Galatasaray ve Fenerbahçe yönetimlerinin sergiledikleri tutumdur.

TFF'nin ifadesiyle, Sporda Şiddet Yasası ve bu yasa çerçevesinde beklenen tavır değişiklikleri içinde en önemlisi, kulüp yöneticilerinin kendi kulüplerinin en önemli çıkarının şiddetin önlenmesi olduğunda birleşmeleridir.

26 Aralık 2010 U17 maçı sonrası Fenerbahçe yönetiminin tutumu hiç de şaşırtıcı değildir. Gerek kendi televizyon kanalları, gerekse medya uzantıları vasıtasıyla süratle bir mağdur/saldırgan temeli oluşturulmuş, yukarıda belirtilen yasadışılığa aldırılmaksızın bu temelde bir kampanya açılmış durumdadır. Böylesi sağlam bir kurguyu bu kadar hızlı sahneye koyanlardan, olayların başlamasına yol açan oyuncularını ve görevlilerini sportif olarak cezalandırma yoluna gitmelerini ve kendi müdahale alanları dahilindeki diğer tahrikçileri yargı sürecine katmalarını beklemek büyük saflık olacaktır.

Şaşırtıcı olan, görünürde şiddetle mücadele uğruna kendi kulüplerinin mağduriyetine aldırmayan Galatasaray Spor Kulübü yöneticilerinin tutumudur.

Tavırları şiddetle mücadelenin ruhuna uygun görünmekle birlikte, olayların bütünüyle aydınlatılmasına; eksik görüntü ve tanıklıkların yargıya iletilmesine; halen yargıya intikal etmiş olanlar dışında başka sorumluların da yargılanmasına katkıda bulunmamak, fiilen şiddete çanak tutmaktır.

GSK Yönetim Kurulu olaylar karşısındaki mevcut duruşuyla, son derece geniş bir taraftar kitlesi tarafından "kritik bir olayda rakip takımın üzüntüsünü paylaşan akl-ı selim yöneticiler" olarak değil, Fenerbahçe Spor Kulübü'nün geçmiş pek çok olayda olduğu gibi bu olayda da kendisine çıkar sağlamaya çalışan geleneksel politikalarının destekçileri olarak algılanacaktır.

26 Aralık 2010 tarihinden bugüne kadar yaşanan süreç, bugüne kadarki şekliyle tüm spor kamuoyuna Sporda Şiddet Yasası'nın ne kadar elzem olduğunu değil, hangi düzeyde tedbir ve müeyyide içerirse içersin hiç bir yasanın, uygulamada adalet hiçe sayıldığı, günlük çıkar ve düşmanlıklar alenen körüklenmeye devam edildiği müddetçe hiç bir faydası olamayacağını ispat etmektedir.

Spor müsabakalarında şiddeti bitirmek için adil uygulamaların yeni yasal düzenlemelerden daha önemli olduğunun bilinciyle, 26 Aralık 2010 tarihinde yarım kalan Galatasaray - Fenerbahçe arasındaki maç dahil olmak üzere geçmiş bütün spor müsabakalarında vuku bulmuş şiddetin her türlüsünü bütün kalbimizle bir kez daha kınıyoruz.

GALATASARAYLILAR

23

 Michael Jordan'ın forma numarası değil bu 23. Galatasaray'ın Spor Toto Süper Lig'de 17 hafta sonunda topladığı puan. Şöyle diyelim. Galatasaray her iki maçından birini kazansaydı bugün daha fazla puana sahip olacaktı. Bırakın şampiyonluğu, oynadığı maçların yarısını kazanamayan bir takıma dönüştü, dönüştürüldü Galatasaray ve bu artık sinir bozucu boyutlarda.

Yönetimin mevcut durumda rasyonel bir tavır alacak pozisyonu yok. Zaten nispeten iyi geçen bir dönemde dahi beklenilen farkla seçim kazanamayan Adnan Polat ve ekibi, o günden beri her şey ters yüz giderken, iktidarını koruma derdindedir şu an. "Futbol dışında her şey iyi gidiyor canıım" söylemi de tamamen karizmasını, gücünü korumaya yönelik bir savunma mekanizmasıdır. Bu pozisyonu bırakıp rasyonel bir tavır sergileme şansı olduğuna ben inanmıyorum. Muhalefetin son dönemde meşrulaşan ancak aslında işi boş olan baskısı buna müsade etmeyecektir.

Bu sebeple gidişatı değiştirebilecek tek isim her türlü yetkiyle donatılmış, transferde karar verici olan bir Hagi'dir ki onun geldiği günden bu yana iyi bir sınav verdiğini söylemek zor. Aslında Hagi'nin ne yapmaya çalıştığını büyük ölçüde anlıyorum. Mevcut iskeleti motive edip kısa vadede onlarla iş görmek istemesi oldukça realist bir yaklaşım fakat doğru olanın bu olmadığı daha ilk günden belliydi. Burada olduğu gibi ilk basın toplantısına gitme şansım olmuştu ve ona direkt olarak "Takımı bugüne kadar izliyor muydunuz, özellikle son birkaç ayı" mealine gelen bir soru sormuştum. Cevap olarak "Takımı tanımaya çalışıp devre arasında neler yapabileceğimize bakacağız" demesi bugüne kadar neden mevcut iskelette ısrar ettiğinin de cevabıdır benim gözümde.

Hagi'den yerli hoca etkisi bekledik lakin o saha içi sorunlara sandığımız kadar hakim değildi. Aslına bakarsak olmak zorunda da değildir ama bunun sıradan bir düşüş olmadığını, motivasyonla aşılamayacak düzeyde bir kadro planlama problemi olduğunu görmesi gerekliydi. En azından şu devreyi daha da rencide olmadan bitirmiş olmak önümüze bakmamızı kolaylaştırabilir. Son maçta Anıl'ın çıkıp gol atması, Hakan Balta'nın orta üçlüde (bence) mevcut alternatiflere göre daha iyi iş görmesi gibi detaylar daha geniş çaplı bir operasyonun önünü açacaktır. Uzun yıllardır yapılamayan yerli kadrosunu yenileme fikrinin uygulamaya koymak bence en kritik bölüm olacak. Yabancı gönderip yabancı almanın bu takımın mevcut durumunu düzeltmeye yetmeyeceği defalarca görülmüştür. 10'dan en büyük beklentim de bu...

Konya'daki Anıl Dilaver

Galatasaray'ın ilk 11'leri açıklandığında en büyük sürpriz olarak Anıl Dilaver öne çıksa da birçok kişi kadrodan pek de memnun değildi. Gökhan Zan'ın oynaması (ki bence bugün iyiydi), Serdar Özkan, Neill'ın sağ bekte olması gibi birçok etken öne çıkıyordu ama her zaman savunduğum bir şey var. Bir takımın belli bir kadroyla kötü gittiği açıkken her türlü yeni alternatife açık olmak gerekir. Galatasaray bu dinamizmi kaybetmiş, belli başlı formayı tapulamış oyuncularla yenilmeye mahkum bir oyuncu topluluğuna teslim olmuştu. Başta Anıl olmak üzere yeni seçeneklerin olması en azından bir ihtimali barındırıyordu bir yerlerde...

Maçı çok analize değer bulmuyorum, özellikle ilk yarıda derli toplu bir oyun ortaya konsa da pozisyon denilebilecek bir organizasyon üretemeyen bu takımın çapı belli. Çok yeni şeyler beklememek lazım ancak yeni oyunculara bakmak gerekiyordu ki kariyerindeki ilk lig maçına çıkan 20 yaşındaki Anıl'ın golü bu açıdan güzeldi. Ona ayrı bir gözle bakmayıp heyecanlanmayan Galatasaraylı oldğunu sanmıyorum. Adı Anıl diye ya da genç diye değil bu. Bir yenilikti bu maçta Anıl Dilaver ve bu kadar kötü giden saha içinde herhangi bir yenilik şans bulmayı hak ediyor.

Anıl'ın herhalde 10'a yakın A2 maçını canlı izlemişimdir yakın dönemde, fırsat oldukça GS TV'den de izlemeye çalışıyorum. Benim için üst düzey maçlarda performansı düşen ve 9 numarada zorlanan bir oyuncu olmuştur her zaman. Çalışkanlığıyla, temel yeterlilikleriyle bir yere gelebilir diye düşünsem de burasının Galatasaray olması zor. Hâlâ aynı görüşteyim lakin sahadaki Galatasaray bu kadar kötüyken Anıl gibi en az 3-4 A2 takım oyuncusunun rotasyonu delmesi de fazlasıyla normal.

İlk yarıdaki net pozisyonda pas tercihi yanlış olabilir ama stoperlerin arasında kaybolmasıydı mühim olan. Hagi'nin bu durumu görüp Kewell'ı göbeğe çekerek onu forvetin kenarlarına atması Anıl'ın topla daha verimli buluşmasına imkan tanıdı ve kısa süre içinde bir güzel pas, bir de golle süsledi bu performansını. Yani demarke forvet olarak iş yapabilirliği olduğunu bizlere gösterdi. Anıl Galatasaray'da kalıcı olur, olamaz o ayrı konu ama bu takımda çıktığı her maç sadece Anıl'ın değil, Galatasaray'ın da kazancıdır.

Altyapıdan çıkan oyuncuları Rıdvan Dilmen tabiriyle "Bir Arda Turan değil" diyerek kenara atmadan çeşitli dönemlerde faydalanıp değerlendirmek gerekiyor. Anıl da en azından uzun süredir atıl kalan altyapının üstyapıyla bağ kurmasını sağlayacak bir gol attı. En azından buna vesile olur diye ümit ediyorum. Benim için Konyaspor karşısında alınan üç puandan ziyade bu önemli...

Son Barikat Beşiktaş: Dinamo Kiev / Aris-Manchester City

Siyah-beyazlı taraftarların kullandığı slogan ve pankartlardan biridir 'Son Barikat' fakat Türkiye'nin Avrupa'daki konumuyla da birebir örtüşüyor. Bursaspor'dan mucize beklerken standart bir 3-4 puan dahi alamamışken, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin ayıbını bir miktar da olsa temizleyebilecek tek takım olarak Beşiktaş kaldı ve şubat ayından itibaren geçilecek bir tur, görülecek bir çeyrek/yarı final, beş yıl boyunca Türkiye'nin sırtında taşıyacağı bu kamburu bir nebze hafifletebilir.

Son 32 kuraları her zaman risklidir ve geçen sene de sıkça söylediğim gibi bence seribaşı/seribaşı olmayan farkının en aza indirgendiği kura çekimi bu. Bir kere havuz geniş ve homojen sayılmaz. Şampiyonlar Ligi'nden gelenlerin ikiye ayrılması dahi işleri karıştırıyor. Galatasaray, geçen yıl grup lideri olup Atletico Madrid'i seçmişti misal. O gün herkes çok heveslense de gayet kötü bir kura olduğu aslında açıktı. İşte bu yıl Beşiktaş'ın en azından ilk turda şansı yaver gitti.

Dinamo Kiev, biraz da şans eseri bir-iki maçını göz ucuyla da olsa takip edebildiğim bir ekip. Avrupa'da en sevdiğim ekiplerden biri olan BATE'nin grubunda lider olsalar da bunu BATE deplasmanından galibiyetle dönmeye borçlular. Yoksa grup içinden kolayca sıyrılmış bir ekip değiller. Hemen hemen aynı ayarda bir grupta (bence daha zorlu) yer alan Beşiktaş ise Porto'nun hükmettiği maçlar haricinde "Avrupa kupası maçları" stiline yatkınlığını ortaya koydu. Süper Lig temposundan farklı oynanan bu maçlarda bence Schuster'in Beşiktaş'ı iş görecektir. Dinamo Kiev'in daha üstün olmadığını net olarak söyleyebiliriz. Bence siyah-beyazlıların bu turu geçme şansı Kiev'den yüksek. Yine de Dinamo Kiev geleneğinin Türkiye'den tur alma tecrübesinin olduğunu kendime muhalefet şerhi olarak düşüyorum.

Öbür taraftan Manchester City'nin geliyor olması ise kuranın kötü yanı. Bence kupanın dört-beş favorisinden biridir City. Şimdiden mart ayında oynanma ihtimali olan bir eşleşme üzerine konuşmak yersiz olsa da benim tercih edeceğim bir eşleşme olmazdı Aris-Manchester City.

"Son Barikat Beşiktaş" dedik, altını dolduralım. Blogda en kısa sürede Türkiye'nin UEFA sıralamasındaki yeri ve gelecek sezonlar için muhtemel senaryolar, Beşiktaş'ın ve Bursaspor'un takım puanı incelemeleri yer bulacak...

Neurosport & Gazoz Ligi

Tam saha, 11'e 11 maç yapma zevkini, mevkii bilincini ilk olarak iki-üç sene önce tatmış, futbol konuşmakla top tepmek arasında dağlar kadar fark olduğunu ilk o zaman anlamıştım. Şimdilerde benzer bir deneyimi Bağış Erten önderliğinde organize edilen Gazoz Ligi'nde tecrübe ediyorum. Saha içindeki rolüm çok matah bir şey olmasa da NTV Spor ve Eurosport Türkiye'de iş yapan/yapmış arkadaşlarla birlikte oluşturduğumuz Neurosport takımıyla her hafta maç yapıyoruz ki sadece maçı izlemek, topa dokunmak bile bana farklı bir şeyler katıyor, en azından saha içiyle empatimi güçlendiriyor.

Takımda kimler var derseniz kadro geniş: Yücel Tuğan, Emre Özcan, Gürcan Ulusoy, Emre Alayoğlu, Onur Erdem, Mustafa Özdemir, İsmail Şenol, Onur Salman, Alican Keser, Uygar Karaca, Armağan Ükünç, Koray Gök, Soner Öztürk, Gürsoy Ercan, Barış Gerçeker, Ozancan Sülüm, Sencer Yücel, Emek Ege... (Atladığım muhakkak vardır, kusura bakmayın) Teknik ekipte de Caner Eler ile Erman Yaşar var. Blog, Twitter aleminden pek çok tanıdık ismin bir araya getirdiği bu takımla Beşiktaş'ın Fulya Tesisleri'nde salı/çarşamba maç yapıyoruz. Maçı izlemek, iki lafın belini kırmak isteyen olursa kulübede bekliyor olacağım.

Son olarak bize bir jest yaparak formalarımızdan tozluklarımıza kadar ekipmanımızı herhangi bir karşılık beklemeden hazırlayan Nike Türkiye'ye de teşekkürlerimi sunarım. Oynasak da oynamasak da kendi adının yazılı olduğu bir forması olması hoş bir his. 19 numaralı formamla emeği geçen herkesi selamlıyorum.

Gazoz Ligi dedik, merak eden olursa hangi takımların ligde yer aldığını, kimlerin oynadığını takip edebileceğiniz bir blog da mevcut. Dünya Kupası esnasında Avrupa'yı gezip bloga leziz yazılar bırakan sevgili dostum Mustafa Özdemir'in ilgilendiği blogun linki de şuradadır efendim.

Related Posts with Thumbnails