İngiltere Günlüğü: 21 Ocak

Elstree'deki otel odama adım attıktan sonra çook yorgun olmama karşın hemen yatacak halim yoktu tabii, ilk işim odada minibar var mı diye kontrol etmek oldu, yokmuş. Onun yerine ufak bir kettle ile çeşit çeşit çaylar konmuş. Düzeneği çözüp bir sütlü çay hazırladım kendime. Yarı nescafe, yarı çay tadında, ilginç bir şeyi içtikten sonra televizyonu açıp Sky Sports'tan havadisleri almaya niyetlendim ama adamlar bildiğin pankreası realiti şov yapmışlar. Acun, Hülya Avşar, Ali bilmemne tipli adamlarla takılıyorlar orada. Yarın sabah bir Premier Lig keyfi sürerip deyip yattım.

Türkiye'deyken telefonda konuştuğum Zeynep, ikinci gün için toplanma saati olarak 9 demişti. Zeynep, Nike Türkiye'nin basınla ilgilenen organizatörü. Acaba Türkiye saatiyle mi söyledi, İngiltere mi derken hiç adetim olmadığı üzere yusuflayarak 8.45'te aşağı indim. Henüz aksanı oturtamadığım İngilizcemle resepsiyona Zeynep'in burada olup olmadığını soruyorum. Anlaşıyoruz ama Uğur Karakullukçu demenin bir İngiliz için işkence olduğunu fark ediyorum o sırada.

Neyse efendim, Zeynep'le ekibin diğer elemanlarını beklerken, Goal Dergisi'nden Yakup abiyle ile NTV Spor ekibinden Bülent abinin iPhone 4 almak için erkenden kuyruğa girdiğini öğreniyoruz. Irmak Kazuk ise bize daha sonra katılacağını söylüyor. Otobüs Nike Akademisi'ne doğru hareket ettiğinde aslında şehir merkezine uzak bir yerde olduğumuzu fark ediyorum. Bir nevi Riva'dayız yani. Dönüş yolunda ağaçsız bir tek yer yok ve daha ilginç olanı ağaç boyunu geçen herhangi bir ev de yok. İki katlı, dış cephesinde genelde ahşap malzeme kullanılmış evler var. Trafiğin soldan akmasına hâlâ 'vay anasına arkadaş' modunda bakarken, Akademi'ye adım attık.

Yeri gelmişken henüz tam açıklamadığımı fark ettim, anlatayım. İngiltere'ye gitme sebebim esasen Nike'ın The Chance adlı, 40 ülkeyi kapsayan projesine blog yazarı olarak davet almam. 40 ülkede yapılan seçmelerde 100 amatör genç belirlendi ve Londra'daki daimi seçmelere getirildi. Türkiye'den ise önce Orkun Dervişler ile Kerem Tulgar seçilirken, kontenjan artınca Doğukan Meşekoparan da ekibe dahil oldu. Bu 100 gençten sekizine İngiltere'de bir yıl boyunca prestijli bir üniversiteyle ortak bir programla futbol eğitimi verilecek. Bir yıl sonra da Arsenal'in büyük hocası Arsene Wenger bu çocuklardan birine profesyonel sözleşme önerecek. Konsept bu.

Akademi'ye geldiğimizde her Türk gibi önce çimlere göz atıp, "Adamlar yapmışlar!" triplerine girdikten sonra basın odasına geçtik. Çocuklar o sırada ısınıyordu. Orada bir günün ardından internete girdikten sonra ilk iş telefonun niye çekmediğini sormak oldu. Sağolsun, Twitter'da beni takip eden bir arkadaş Vodafone TR'de çalışıyormuş, işlemlerimi halletti. Fulham'da antrenörlük yapan, çocuklara eğitim veren ekibin önemli isimlerinden biriyle söyleşi yaptıktan sonra maçları izlemeye geçtik. Bizim çocukların yer aldığı 7'e 7 maçı izlemeye gidip Orkun ile Kerem'in takımının iyi iş yaptığını görünce rakip takımın stoperi Doğukan'ın şansının azaldığını düşündüm. Daha sonra çocuklarla biraz sohbet ettikten sonra otele döndük.

Bir saat dinlenmeye çıktığımda sütlü çayımı yapıp Sky Sports'u açtım ama bu kez de kriket maçı vardı. Sevenleri vardır illa ki de o kadar dar alanda oynanan bir spor için dev stadyumlar yapılması, daha da garibi o statların dolması bana garip gelmiştir. Neyse, biraz izledikten sonra bu kez son 32'ye kalan gençlerin açıklanacağı Wembley'e doğru yola çıktık. Türk Telekom Arena'nın açılışından yeni çıkmış biri olarak stadyumdan etkilenme kotamı doldurmuş durumdaydım ama Wembley de bambaşka bir stat hakikaten. Soyunma odalarına kadar gezme fırsatı bulduk, fotoğraflarımızı çekip içeri geçtik. Akşam yapılacak tören öncesi yemeği beklerken, Wembley internetiyle Sopcast'ten Beşiktaş-Bucaspor maçını seyrederek de tarihe geçtik sanırım.

Yemek öncesi bir de Figo'nun basın toplantısı vardı tabii. NTV Spor muhabirlerinden Irmak Kazuk, kıstırmışken Beşiktaş'ın Portekizlilerini sordu. Türk futbol hakkında hiçbir fikri olmadığını söyleyen Figo'nun tavrı gücümüze gitmişti ki, bir gün Türkiye'de teknik bir göreve gelme ihtimaliyle ilgili kontra soruya "işim olmaz" tribi atınca hakikaten kızdık Figo'ya. Snobluk da bir dereceye kadar kabul edilebilir ama olumsuz yanıt vermenin de bir adabı vardır. Hoş, bizim değerli basınımız bu haberi "Figo Kartal'a hayran" olarak sunmayı becermiş, sorun yok yani. Soruyu soran, cevabı alan biz değilmişiz gibi...

Toplantı sonrası yemeğe geçip, bizim çocukların son 32'ye girip girmediğini merakla beklemeye başladık. Bu arada Avusturya'yı temsilen katılan Atakan Yiğit de oldukça düzgün Türkçe konuşan bir arkadaşımız. İlk onun seçildiğini izledikten sonra Orkun ile Kerem'in de siyah takımda yer aldığını gördük. Doğukan tahmin ettiğim gibi seçilememişti ancak tören sonrası en neşeli olan oydu. Çocukları tebrik ettikten sonra bu kez günü kapatmanın huzuruyla kendimi odaya attım. Yarın sabah 7.30'da kalkıp aralıksız bir maratona girecektim. Üstelik programda Emirates Arena'da Arsenal-Wigan maçını izlemek de vardı...

Fenerbahçe'nin Büyük Maçları

Bugün oynanan Fenerbahçe-Trabzonspor maçının ilk 20 dakikasını izlendiğinde klasik bir Kadıköy maçı olduğunu çözmek zor olmasa gerek. Yüksek oranda top kazanan ve rakibin bozulan akınlarından teknik ve hızlı oyuncularla sonuca giden ve bunu işletecek güven ile beceriye sahip olan bir Fenerbahçe. Trabzonspor'un düzenini işleten bazı parçaların ikinci devreye formsuz girmesinin bu yenilgide payı olduğunu düşünmekle beraber sarı-lacivertlilerin bu kimliğini sahaya yansıtabilmesinin payının büyük olduğuna inanıyorum.

Karşılaşma üzerine çok detay üzerinde durabiliriz ama Fenerbahçe'nin son dört buçuk yılını incelediğimizde baskın olarak ortaya çıkan bu geleneği irdelemek bence daha ilgi çekici. Zico'nun iki yıl boyunca oynattığı pasör, topu ayağında tutmayı seven takımdan, Daum'un orta saha direncini temel alan kondisyon oyununa meyilli 2009/10 takımına kadar hepsi asgari bir geleneğe bağlı ve kendine denk olarak düşündüğümüz her takım karşısında farklı bir iş ortaya koyabiliyordu. Aykut Kocaman'ın Fenerbahçesi ise işte bu noktada diğer takımlardan ayrılıyor ve bozduktan sonra rakip zaaflarından üretime giden bu geleneği uygulamak yerine sıfırdan üretmek istiyordu ancak bunun Galatasaray ile Beşiktaş derbilerinde işlemediğini görmüştük. Kadıköy'de bugün izlediğimiz maç, bence Trabzonspor'un oyun kimliğinin de topa sahip olarak pas yapma üzerine kurulu olmasının da etkisiyle Fenerbahçe'nin genlerini hatırlamasını işaret ediyor.

Konuyla ilgili hazırladığım iki grafikten ilki (yukarıda) Zico'nun göreve geldiği 2006/07 sezonundan itibaren derbilerde (Galatasaray, Beşiktaş), büyük maçlarda (Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor) ve diğer lig maçlarında alınan puanların ortalamalarını içeriyor.
İlk bakışta da görebileceğiniz gibi Kocaman dönemine kadar derbi ve büyük maçlarda yakalanan başarı takdir edilmeyecek gibi değil. Kabaca bir hesapla kendi çapınızdaki bir rakipten 3 ya da 4 puan almanız bir sezon içinde yeterli görülür ki bu da 1.5-2.0 puan ortalamasına tekabül eder. Fenerbahçe'nin Kocaman'a kadar 2.25, büyük maçlarda ise 2.17 ortalamanın altına düşmemesi tarihi bir performans aslında. Bu başarının Kadıköy'de keskinleşmesi ise az önce bahsettiğim tuzağın uygulanabilirliğinin Kadıköy'de artmasına işaret.

Fenerbahçe büyük maçlarda oyunu ikinci bölgede kabul eder, Fenerbahçe bütün halinde kapanır ve Fenerbahçe rakip savunmayı dengesiz yakalar. Bir de yüzdeli bir şekilde bitirir ki Nobre'den bu yana gelen forvetlerin tamamı bu maçlarda sezon içi performansının üstüne çıkmıştır. Bu akşamki Trabzonspor karşılaşmasını da bu çerçevede yorumlamak gerektiğine inanıyorum. Mamadou Niang'ın bitirdiği pozisyonun benzerlerinin başka kadrolarla seneler önce farklı rakiplere karşı uygulanmış birçok versiyonu da bulunabilir.

Öte yandan diğer lig maçlarında Christoph Daum'un takımından sonraki en başarılı ekibe sahip olan Aykut Kocaman'ın şampiyonluk yarışında sonuna kadar var olacak bir ekibi olup olmadığına ise bu maçta karar vermemek gerektiğini de muhalefet şerhi olarak düşüyorum...

Bursaspor 2-0 Galatasaray || Yeni Bursa'nın Laneti


Son iki yıldır izlediğim Bursaspor-Galatasaray maçları daha bir denk, daha bir tempolu geçiyor. Sonuçları bir kenara bırakıyorum, oyun gidişatı ve temposu olarak Süper Lig'de beni en tatmin eden rekabetlerden birisidir bu eşleşme. Galatasaray'ın düzensiz yapısı sebebiyle motivasyon temelli oyununa karşı Bursaspor'un zaten başarı yolunu bilen kadrosu keyifli eşleşmler üretti lakin kantarın topuzuna iki takımı ve oyunu koyduğunuzda ibrenin net olarak bir tarafı göstermediği bu tip eşleşmelerde iki temel nokta geçerlidir. Bir, ilk golü atan dengeleri tayin eder; iki, ev sahibi olanın dengeyi değiştirme şansı daha kuvvetlidir.

Bugün de farklı bir maç izlemedik. İskoç golcü Miller bir adım ofsayt pozisyonda elle karışık düzelttiği topta golü yapınca Galatasaray'ın yenilme ihtimalinin beraberlik ya da galibiyet senaryolarının çoktan önüne geçtiğini herkes biliyordu. Manisaspor döneminden ümitli olduğumuz ancak Galatasaray'da kaleye geçtiğinden beri Aykut Erçetin'den ve Leo Franco'dan bir fazlası olmadığını, elimizde tutamadığımız Morgan De Sanctis'in de pasaportu haricinde yanından geçemeyeceğini bize ispatlamıştı. Vederson 40 metreden vurduğu, sadece vücudunu koysa kaleye girmeyecek topu temel bir kalecilik hatasıyla içeriye alarak kalan son kredisini de tüketmiş oldu. Ankaragücü maçıyla bunu üst üste koymamız Ufuk Ceylan'ın Galatasaray'ın birinci kalecisi olamayacağının bir ispatıdır. İki kere iki dört.
  

Onun dışında. Golsüzlüğü koruyup son bölümde artan kontratak şanslarından faydalanmak kağıt üstünde güzel gözükebilir ama Gheorghe Hagi'nin bu akılcı stratejinin Galatasaray'ın bütünsel savunmadaki arızalarının toplamına bakıp gol yemeden bu tip bir maçı tamamlamasının mucize olduğunu, alınabilecek en muazzam sonucun da Kadıköy'de alındığını görmesi gerekli. Tamam, takım savunmasına önem vermek, orta sahayı kalabalık tutmak iyi bir şey ama Emre Çolak'ı teoride orta saha oyuncusu diye yazıp, Kazım'ın sırtı dönük dokuz numarayı başarıyla icra edebileceğini düşünüp bunun üstüne oyun planı kurmak bence olsa olsa naifliktir. Emre'nin Galatasaray'ın hücumlarını yönlendirecek oyun zekasına, becerisine ve yeteneğine sahip olmadığına inananlardanım. Bunu da her geçen gün daha fazla ispat etmekte. En ufak bir umut ışığı görsem dahi Galatasaray'ın altyapı temelli her oyuncuya fırsat vermesinden yana olurum ancak Emre Çolak'ta bir Ferhat Öztorun potansiyeli dahi yok. Olsa olsa yeni nesil bir Aydın Yılmaz çıkar ondan. Aslı varken de taklidine ihtiyacı yok.

Stancu hem topu alışı, hem de pas tekniğiyle farklı bir adam olduğunu belli ediyor, Culio'nun topla kat edip pası verdikten sonra hareketine devam etmesi, Yekta'nın enerjik ve akıllı oyunu da takdir edilmesi gereken noktalar ancak puzzle'ın bu parçalarını birbirine bağlayacak düzen ortada yok ve resimde olması gerektiğini hissettiğimiz ancak anlamlandıramadığımız bu parçalardan henüz net bir resim çıkmış değil. Belki puzzle'ın ortasına yapılacak bir hamle daha işleri kolaylaştırabilir ancak bugün ya da yarın için fazla ümitvar olmadan, yılların çöküntüsünü zamanla üstümüzden atacağımızın bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor.

Bu sebeple Bursaspor yenilgisi Galatasaray adına bir hayal kırıklığı yaratmamalıdır. Henüz yeni bir takım yaratılmadı ve 10 gün önce gelen iki-üç oyuncu kadro yapısının arızalarını anında gideremez. Zaten o durumda olsak Arda ve Baros'un takımda olduğu her maç muazzam geçerdi. Geçmedi, şu gün de geçmez. Epey sağlam bir yaz operasyonuna ihtiyaç var ki ben bu operasyonu esasen 2010'da yapılacağına inanıyordum. Mayıs-haziran'daki düşüncelerimi şekillendiren de bu operasyon ihtiyacının görülüyor olduğunu düşünmemdi. Çapsızlığın, idare etmenin verdiği dayanılmaz hafifliğin artık sökmediğini bilmek dahi bir başlangıçtır şimdilik.

Bursaspor'un bugün yapmak istediği en önemli şey Galatasaray orta sahasına üstünlük kurup oyunu kendi yarı sahasında kabul etmemekti. Arka tarafta İbrahim Öztürk ile Serdar Aziz'in yokluğu göbeğin oldukça yavaş kalması, yani Galatasaray'a pozisyon üretme şansı olarak geri dönme ihtimali verebilirdi ama Sağlam'ın öğrencileri olayı önde çözdü ve kazandı. İlk golün de lehlerine işlediğini söylemem gerekir yine de. Bursaspor, geçen yılın son döneminde kusursuz işleyen formunda değil belki ama hâlâ belli bir yapıları, düzenleri var. Durum bu oldukça da iş yapacaklar. Safkan bir 9 numaraya kavuşmaları takıma girdiklerinde Volkan Şen ile Sercan Yıldırım'ı rahatlatacaktır. Ozan-Sercan-Volkan üçlüsü formundan uzakken hâlâ ligin en iddialı ekiplerinden biri olmaları onların ne kadar sağlam bir ekip olduğunu gösteriyor. Sonuna kadar da bu yarışta olurlar, en kötü ihtimalle üçüncülüğe tutunurlar diyorum.

Haftasonu Spor Ekranı: 29-31 Ocak

Futbol

29 Ocak Cumartesi
13:30 Karabükspor-Kayserispor / Lig TV
14:00 Karşıyaka-Ç.Rizespor / TRT 1
14:30 Everton-Chelsea / NTV Spor
16:00 Sivasspor-Antalyaspor / Digi Kanal
16:30 W.Bremen-Bayern Munih / TRT 3-HD
17:00 Avustralya-Japonya / Eurosport
17:00 Bucaspor-Kasımpaşa / Digi Kanal
18:30 Kaiserlaustern-Mainz 05 / TRT -HD
19:00 Lazio-Fiorentina / Spormax
19:00 Bursaspor-Galatasaray / Lig TV
19:15 Southampton-Manchester United / NTV Spor
21:00 Hercules-Barcelona / NTV Spor
21:45 Catania-Milan / Spormax & TV8
21:45 PSV-Willem II / Beyaz TV
22:00 Lille-Lens / Kanal A

30 Ocak Pazar
13:30 Brescia-Chievo / TV8
13:30 Tavşanlı Linyitspor-Mersin İdman Yurdu / TRT 1
14:00 Ankaragücü-Manisaspor / Digi Kanal
14:00 Arsenal-Huddersfield / NTV Spor
15:00 İBB-Beşiktaş / Lig TV
15:30 NAC Breda-Ajax / Beyaz TV
16:00 Inter-Palermo / Spormax & TV8
16:00 Notts County-Manchester City / NTV Spor
16:30 Stuttgart-Freiburg / TRT 3 & TRT HD
17:00 Gaziantepspor-Gençlerbirligi / Digi Kanal
18:00 Bordeaux-Nice / Kanal A
18:30 E.Frankfurt-M'Gladbach / TRT 3 & TRT HD
19:00 Fenerbahçe-Trabzonspor / Lig TV
19:00 Samsunspor-Altay / TRT 1
20:00 Osasuna-Real Madrid / NTV Spor
21:45 Juventus-Udinese / Spormax & TV8
22:00 Monaco-Marseille / Kanal A

31 Ocak Pazartesi
20:00 Adanaspor-Kartalspor / TRT 6
20:00 Eskişehirspor-Konyaspor / Lig TV
22:00 Racing-Valencia / NTV Spor


Basketbol

29 Ocak Cumartesi
03:00 Chicago Bulls-Orlando Magic / Ntv
13:00 (Kadınlar) Galatasaray Medical Park-Beşiktaş Cola Turka / Gs TV
15:00 Galatasaray Cafe Crown-Karşıyaka / Spormax
15:00 (Kadınlar) İstanbul Üniversitesi-Fenerbahçe / Fb TV
17:00 Banvit-Beşiktaş Cola Turka / Spormax

30 Ocak Pazar
13:00 Aliağa Petkim-Fenerbahçe Ülker / Spormax

31 Ocak Pazartesi
01:00 Oklahoma City-Miami Heat / Ntv Spor


Voleybol

29 Ocak Cumartesi
17:30 (Kadınlar) Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom-Eczacıbaşı Vitra / Sports TV

30 Ocak Pazar
15:00 (Kadınlar) Fenerbahçe Acıbadem-IBa Kimya Ted Kolejliler / Fb TV
17:30 İstanbul Büyük Şehir Belediyespor-Arkas Spor / Sports TV

Kaynak: Simas Jasaitis Blog

İngiltere Günlüğü: 20 Ocak

Aslında gideceğim uzun süredir belli olmasına karşın duyurmak için işlerin kesinleşmesini beklemiştim ancak ayın 19'u geldiğinde halen çıkmamış bir vize ve elimde yanmak üzere olan biletlerle kalınca adam gibi duyurusunu yapmak da fırsat olmadı. Elimde Wenger'e hazırladığım Gökhan Zan ile İbrahim Akın sorusu, yanmış biletler ve ağzımda İngiltere Konsolosluğu'na edilen küfürlerle birlikte ertesi gün işin yolunu tuttum. Ne var ki bu kez de vize çıkmış, bu vizeyle ne yapacağımı şaşırmış bir biçimde etrafımdakilere bakar oldum.

Apar topar fırlayıp Kadıköy'den Mecidiyeköy'e pasaport almak için yol alırken, yolda en kral sekreterin beceremeyeceği bir telefon trafiğiyle rezervasyonların hâlâ durup durmadığını, uçak bileti için nasıl bir yol izlememiz gerektiği, kaçta gidebileceğimi, uçak fiyatlarını ayarlamaya çalıştım. Bunun yanı sıra seyahatle ilgilenen Buket de o yaban İngiliz ellerinde havaalanından otele nasıl gideceğimi ayarlamakla meşguldü. Sınava son dakikada çalışan öğrenci psikolojisiyle geçen saatlerin ardından eve kapağı atıp hazır bavulu dağıtmamanın verdiği huzurla son hazırlıklıkları tamamladım ve maç, pardon uçuş saatini beklemeye başladım.

İşin ilginci bırakın yurtdışını, Marmara Bölgesi dışına dahi sayılı kez çıkmış bir insan olarak uçaklarla da ilk kez muhattap olacaktım, keza pasaport işlemleriyle de. Otobüsle Şirinevler'e, oradan metroyla kısa sürede havaalanına geçtikten sonra pek de zor olmayan işleri halledip sıkışınca internet bağlantısı bulmak için bir numaralı adres olan kahve dükkanına kapağı attım. Burada son dakika tavsiyeleri almaya çalışırken, en önemlilerini atlayacağımızı daha sonra fark edecektim.

Beni uğurlamaya gelen arkadaşlarımla vedalaşıp çeşitli hediye taahhütleri verdikten sonra üstünde TK 1987 yazılı bilete bakıp doğum tarihimle bir ilgisi olup olmadığını düşünmüştüm. Değilmiş. 1987 sefer sayılı uçağa kapağı atıp kalkmayı beklemeye başladım. Kalkış için hızlanırken, kendimi lunaparkta gibi hissetsem de annemle babamın bu ani hareket ve hızlanmadan haz etmeyeceğini de düşündüm bir yandan.

Neyse efendim, öyle ya da böyle İngiltere'ye indik ama esas hikaye hakikaten burada başladı. Sözde uluslararası aramalara açtırdığım telefonum Heathrow'a indiğimde bir türlü çekmiyordu. Pasaport kontrolünde beni yakalayıp İngilizce çıkış formlarını bana doldurtan teyze yüzünden kuyruğun en sonuna da kalınca kısa süreli bir kabus başladı. Çıkış yaptığım yerde kimseyi bulamayınca orada Türkçe konuşmakla meşgul abilere yanaşıp telefon edip edemeyeceğimi sordum. İlk telefon hakkımı şöförle, olmayınca İngiltere'deki organizatörle kullanıp ikisine de ulaşamayınca olay hakikaten vahim bir hâl aldı. Artık dinleme konusunda epey antrenmanlı olduğum İngilizcemi test etme zamanı gelmişti ki, "Excuse me" ile başlayan ilk cümlemin ardından Kenan abi ufukta gözüktü. Kurtulmuştum.

İngiltere'ye ilk kez ayak basan herkes gibi ben de bir direksiyon şakasına maruz kaldım tabii. İngiltere'nin aksilikler ülkesi olduğunun bir fotoğrafı gibiydi sanki. İngiltere denince neden herkesin "Karşıdan karşıya geçerken dört kere etrafına bak" dediğini çözüyordum yavaş yavaş. Dönüş yolunda Kenan abinin Karacabey'de kiralık oynadığı dönemde ümit milli takıma davet alıp dönem futbolundaki ayağı eline verme kültüründen nasibini alıp gidemeyişinin hikayesini dinledim. Şimdi oğlu Tottenham'da futbol oynuyormuş. Genç futbolcuları takip ettiğimi duyunca sohbet daha da koyulaştı.

Peki nedir üstteki fotoğraf kardeşim diyebilirsiniz. Açıklayayım. Otele girmeden önce ise benzinliğin ufak bir marketine uğradık. Hayatımın en yoğun ve ilginç günlerinden birini olmasına karşın tutup da çektiğim tek fotoğraf daha önce görmediğim içecekler oldu. Hoş, benim abur cubura merakımı bilenler pek de şaşırmamıştır bu duruma ama koskoca İngiltere'de fotoğrafı çekilebilecek ilk şey olarak içecek reyonunu bulmam benim için bile fazla olabilir.

Otele adım atıp oda numaramı söylediğimde "Nereden biliyorsun arkadaşım" şeklinde başlayan diyalog herhalde adam akıllı ilk İngilizce muhabbetimdir, turistlere yol tarif edememek dışında. Bana hiç Türk'e benzemediğimi, daha çok İtalyan gibi durduğumu söyleyen siyahi, taş ablaya saygılarımı sunduktan sonra odama çıkıp bu yazıyı gününde yazmayı planlamıştım ancak İngilizlerin son sürprizi fena olmuştu. Adamların prizleri de farklıydı ve bana telefondan ulaşamayan herkes yaşayıp yaşamadığımı öğrenmek için ertesi günü beklemek zorundaydı...

Beşiktaş'ta Ersan Gülüm & Sonrası

Portekizli çılgınlığının artıları, eksileri muhakkak vardır ama bir futbolsever olarak bu adamları seyretmenin ayrı bir keyif olduğuna eminim herkes katılır. Bucaspor maçını göz ucuyla takip edebildikten sonra Trabzonspor maçında benim hissettiğim budur en azından. Lakin bu kadar yabancıya yaslanan her Süper Lig takımı yerli sıkıntısını muhakkak tadacaktır fikri aklımın bir köşesindeydi ki Beşiktaş adına bence olabileceklerin en kötüsü oldu ve bu kadronun X faktörü, ekstra adamı, denge unsuru Ersan Gülüm'ün sezonu kapattığı haberi geldi.

Yerlileri beşe tamamlama sıkıntısı bir yana, direkt olarak stoper rotasyonu çatlamış durumda. Sakatlıktan yeni çıkmış Tomas Sivok, elden çıkarılamaması sebebiyle kadroda tutulamayan Matteo Ferrari ve stoperde oynadığı her an takımın kucağına bombayı bırakabilecek pozisyonda olan İbrahim Toraman. Kısacası kadro içi çözümü kolay bulunamayacak bir durum söz konusu. Beşiktaş, efsane bir şampiyonluk kovalamak için gerekli motivasyona kavuşmuşken bu kritik sakatlığı kadro içinden çözmeye de çalışmayacak gibi. O yüzden piyasadaki elle tutulur stoper alternatiflerine bir göz atalım.

1-Gurbetçi Pazarı
Devre arasında yurt içinden acil transfer yapmak zaten şişmiş durumdaki piyasada epey tuzluya mâl olacağından yurtdışından alternatif bakmak en mantıklısı gibi gözüküyor.

Bonservisi bu yaz Mainz'a geçen Malik,
Mainz'da düzenli şans bulamıyor.
Malik Fathi: Daha çok sol bek kimliğiyle tanınsa da stoper-bek olarak bir nevi Hakan Balta'sı olabilir Beşiktaş'ın. Bonservisi 2009/10 yılının ikinci devresinde kiralık olarak 18 maçta forma giydiği Mainz'a geçti ancak transferinin ardından pek şans bulamıyor. İlk devrede altı lig maçına çıkabilmiş. Eski piyasası yok, maliyeti de çok yüksek olmayacaktır. Ersan da dönünce de Üzülmez sonrası, ki ne zaman olacağı soru işareti, sol bek rotasyonunu genişletecektir. Mainz onu devre arası kamp çalışmasında defansif orta sahada da denemiş, bu bölgede de derinlik yaratabilir. Bence en akla yatkın transfer o.


Ömer Toprak: Gurbetçi ve stoper taglerini verdiğinizde bu blogdan Ömer Toprak cevabını almamanıza imkan yok, fırsat gelmişken ismini bir kez daha analım. Milli takıma seçilmesi gündemde olan, 21 yaşında ve geçen yıl geçirdiği ağır sakatlık sebebiyle piyasası çok uçmayan bir stoper. Fiziğine ve çalışkanlığına diyecek yok. Eksikleri olabilir ama Beşiktaş'ın mevcut stoperleri arasında ilk 11'de kendine yer bulacaktır. Pasaportu da cabası. Paraya kıyılır, 3-4 milyon avro gözden çıkarılırsa alınabilir.


Serdar Taşçı: Geçen yıl adı Juventus, Milan gibi ekiplerle geçiyordu ama Stuttgart'ın yaşadığı keskin düşüşün yanı sıra hocasıyla da ters düşüp kulübede sık sık oturur olunca eski piyasasını kaybetti. Khedira'yı beğenirim ama Dünya Kupası öncesi Ballack yerine bir stoper sakatlansaydı Serdar şu anda daha iyi bir takımda oynuyor olabilirdi. Kaderin bu oyununu Beşiktaş değerlendirebilirse büyük iş yapar ama zor diyorum.

2-Yurtiçi Çözümler
İbrahim Öztürk: Bursaspor'un en istikrarlı stoperlerinden. Ne yalan söyleyeyim, çok ısınamadığım adamlardandır ama işini iyi yapıyor, sağlam da duruyor. Bursaspor şampiyonluk yarışına bu kadar önem veriyorken onu gözden çıkarır mı, zor ama iyi bir teklife hayır da demeyebilirler.

Barış Başdaş, bu sezon 11 lig, 3 kupa, 3 de U21 maçına çıktı.
Barış Başdaş: Yekta'yı iyi bir paraya okutarak devre arasında transfere açık olduğunu belli eden Kasımpaşa, Barış'a da cömert bir teklif gelirse hayır demeyecektir. Bence hâlâ eksikleri olan bir stoper, üst düzeyde bir-iki sezona daha ihtiyacı var ama eldeki alternatifler kısıtlı ve parayı verince düdüğü çalınabilecek yeteneklerden biri. Düşünülebilir.

Serdar Kesimal: Açık ara en sağlam alternatif ancak sayılan adamlar içinde gurbetçi adaşı da dahil en pahalısı olacaktır. Kayserispor'un peak yapmış adamları bırakmama konusundaki inadı da tecrübeyle sabitken 7 milyondan aşağısına pazarlık dahi yapmayacaklardır. Zor transfer.

3-Altyapıdan Çözümler
Bana en uzak alternatif gelse de merak edenler için onları da yazalım.

Furkan Şeker: Beşiktaş'ın A2 takımının kaptanı. Aynı zamanda son dönemin en başarılı genç milli takım jenerasyonu olan 92'lilerin de as elemanlarından biri. Nijerya'da çeyrek final gören U-17 takımında görev yaptı. A2 Ligi'nde de başarılı performanslar çıkarıyor ve kendi yaş grubunun en tecrübeli oyuncularından. Fundementalı epey sağlamdır ama boydan kaybediyor biraz. Yine de şu stoper rotasyonunun dördüncü-beşinci alternatifi olabilir, sırıtacağını da hiç sanmıyorum.
1993 doğumlu Atınç, A2 takımın düzenli oyuncularından...



Atınç Nukan: Futbolcu fiziği nedir diye sorsalar fotoğrafını çekip koyacağım adamlardan Nukan ama Denizli döneminde bu fiziği hatrına A takımla maça çıksa da Furkan kadar üst düzey maça çıkmışlığı yok. Yeterince olgunlaşmadığını düşünüyorum. Daha zamanı var.


Sezer Özmen: A2 takımdan değil ama A2'den kiralanan bir stoper Sezer. Collina stiliyle bir kez görenlerin dahi aklında yer eder. Nijerya'da Furkan'ın ekürisiydi, ona göre daha uzun ve hava toplarında etkili olanı. Çaykur Rizespor döneminde şans bulamadı bildiğim kadarıyla, Ersan'ın yerine net çözüm olarak düşünülmez sanırım. Yine de eldeki makul alternatiflerden birisi.
Related Posts with Thumbnails