Güngör'lerin Kaderi: Eren & Emre

Günün en üzücü haberlerinden biri Eren Güngör'ün Temmuz'da ameliyat olduğu diz bağlarının tekrar kopması ve sezonu kapaması oldu. Sezon başı kampında Litex Lovech'le oynanan hazırlık maçında bağları kopardığı haberi yeterince kötüydü zaten, iyileşmeden tekrar koparması hiç iyi lmadı. Altay'da yaptığı çıkış sonrası geldiği Kayserispor'da oyununu bir üst seviyeye taşıyan ve stoper yetiştirmekte güçlük çeken Türkiye adına ümit beslediğimiz oyunculardan biri olan Eren'in bu kadar istikrarlı bir sezonun ardından bir sene boyunca forma giyemeyecek olması büyük talihsizlik. Sarı kart cezalısı olduğu bir maç hariç 33 maçta da 90 dakika forma giymişti 08/09 sezonunda, gerçekten kolay iş değil. Tüm maçlarda forma giyen Souleyman Hamidou ve Fabio Bilica'nın ardından ligin en fazla süre alan oyuncusuydu o sene. Zaten bu istikrarlı oyunu,iki kez milli takımda oynayarak ve stoper rotasyonuna yavaş yavaş da olsa girerek ödüllendirilmişti.

Altay'da Kayseri'ye geçişinin ne kadar önemli olduğunu şu yazıda incelemeye çalışmıştık, Kayserispor'un ona forma şansı vermesinin çok doğru bir hamle olduğunu söylemiştik. Birkaç sene üst üste düzenli oynayabilme şansını kaçırması yazık oldu, sakatlığın yan etkileri de umarım kariyerine yansımaz. Diz sakatlıkları sporcuların en büyük belasıdır ve her sakatlık öyle ya da böyle bir şeyler götürür oyuncudan. Aynı dizinden ikinci sakatlığı yaşaması pek hoş bir haber değil bu açıdan. Zaten sıkıntılı olduğumuz bir bölgede diğer potansiyelli stoper adaylarından Semih Kaya da malesef benzer bir sıkıntı yaşıyor, neyse ki o iyileşmek üzere. İkisine de fazlasıyla ihtiyacımız var, o kesin.

İstikrarlı stoper denince bir dönem akla gelen isimlerin başında geliyordu Emre Güngör. Ankaragücü'nde üç sezon düzenli oynamış ve 23 yaşında kaptanlığa kadar yükselmişti. Aslında ederi daha fazlaydı ancak Galatasaray doğru zamanda ve tok satıcı rolünde ona talip olunca çok uygun bir fiyata bitirme şansı elde etmişti. Hatırlarsanız henüz 6 ay önce ligdeki muadili Yasin Çakmak için Fenerbahçe 1.5 milyon euro ödemişti, onun bonservisi ise sadece 400 milyardı. Song'un yokluğunda stoper rotasyonunu genişletmesi düşünülmüştü ancak o Song'un varlığında da oynayan o oldu. Mücadele futboluyla şampiyonluğa yürüyen genç, yerli iskeletinde önemli bir yer edinmişti.

Euro 2008 süreciyle beraber o da 'müzmin sakat' olarak anılan oyunculardan birine dönüştü. Geçen sezon boyunca onun baldırını tutarak henüz ilk 20 dakikada kenara geldiği maç sayısı herkesin hafızasında 3'ten az değildir eminim. Kendine yeterince iyi bakıyor mu, emin değilim ancak sallantıda geçirdiği bir seneden sonra Frank Rijkaard döneminde bir adım öne çıkması gereken yerli oyunculardan biriydi aslında ancak şu ana kadar bunu yapabilmiş değil. Takımın en güvenilir savunma oyuncularından biriyken bugün 35 yaşındaki Emre Aşık'ın arkasında kalıyor olmasını sorgulaması gerektiğini umarım biliyordur. Daha doğrusu umarım Emre Aşık'tan bir şeyler öğrenmeye çalışıyordur sevgili Emre...

Brandon Jennings & Çaylak Gardlar

Bildiğiniz gibi nadiren basketbol üzerine yazıyorum, hem burayı okuyan insanların genel beklentilerini karşılamak, hem de kısıtlı olan zamanımı daha sıkı takip ettiğime inandığım konular üstüne yazmak adına ama ara ara istisnalar yapmak gerekiyor bu tip özel durumlarda. Burdaki özel durum çaylak Brandon Jennings. NBA takibimin en yoğun olduğu play-off ve draft döneminin benim adıma en ilgi çekici oyuncularından biriydi Brandon Jennings. NBA draftına giren birçok oyuncudan farklı bir yol izlemiş ve kolej kariyeri yerine Avrupa'da tecrübe kazanıp öyle drafta girmeyi tercih etmişti, bu da ABD'de pek alışılageldik bir durum değildir. Zaten Avrupada istatistik yapmak zor, bir de "Gözden ırak, gönülden de ırak" durumu olunca pek tercih edilen bir alternatif değil Avrupa ama popülist yaklaşmayıp böyle bir yol seçmesi ona yol, su ve elektrik olarak dönüyor gibi.

Aslına bakılırsa İtalya'da fazla ses getiren bir performans ortaya koyduğu söylenemez, hatta bir ara süre bile alamadığı bir dönem yaşamıştı ama görünen o ki Virtus Roma deneyimi ona bir şeyler katmış. NBA sezonuna öyle bir giriş yaptı ki şimdiden All-Star adayları arasına girebileceği konuşulur oldu. Ersan İlyasova'yla aynı takımda forma giymesi de onu izlemek için güzel bahane. Son maçı izleyemedim ama Ersan'la beraber uçuk bir performansa imza atmış Jennings; 32 sayı, 11 asist. 32 sayı atabilecek bir skor potansiyeliniz olabilir ama bir çaylak için 32 sayının yanına 11 asist eklemek gerçekten muazzam bir iş. Kötü draft tercihleriyle tanınan Bucks'ın 9. sıradan bu kadar iyi bir oyuncu düşürebilmesi takdire şayan. Jennings "Bu çocuk olacak." dedirtiyor, zaten takımın en önemli skor opsiyonlarından biri oldu bile şimdiden. 6 maçta 20 sayı 5 asist barajının üzerine geçmeyi başardı, bunun yanına eklediği 4.2 ribaund ortalaması da var. Tam bir kombo gard performansı. Ersan da varken umarım NTV biraz daha eğilir Bucks maçlarına da netten link aramak durumunda kalmayız daha fazla.

Brandon Jennings ortaya koyduğu performansla fazlasıyla dikkat çekti ama bu draftta birçok değerli kombo gard var. Bunların başında da Tyreke Evans geliyor. Kings'in dördüncü sıradan draft hakkı varken ve oyun kurucu seçecekken Rubio'yu pas geçip Tyreke'i almalarına şaşırmıştım açıkçası ama görünen o ki Kings en azından şimdilik pişman olacağı bir karar vermemiş gözüküyor. İstatistikleri de Brandon Jennings'le fazlasıyla benzer, 16.4 sayı, 4.3 ribaund ve 4.4 asist ile oyunun her yönüne katkı veren bir oyuncu görüntüsünde. Fizik olarak NBA'e en hazır gardlardan biri olduğunu biliyorduk, zaten 100 kilo kas yığını bir arkadaşımız ama bu çıkışı benim beklentilerimin bir adım ötesinde, onu söylemem lazım. Tyreke Evans'ın arkasından 5. sırada Ricky Rubio'yu seçen Minnesota'nın 6. sıradan da bir gard seçmesi garipsenmişti draft esnasında ama Jonny Flynn de hiç fena iş çıkarmadı gibi. Onu daha izleyemedim hiç ama 15-3.4-3.2 gibi bir ortalama tutturmuş. Geçtiğimiz senelerle kıyaslayınca bolca iyi gardın geldiği bir draft olarak anılacak sanırım 2009 draftı...

Yaş 35, Yolun Yarısı (mı?)...

35 yaş birçok futbolcu için psikolojik bir eşiktir ve ancak profesyonel yaşantısını iyi düzenleyen futbolcular bu yaşa kadar üst düzeyde tutunabilir. Tugay Kerimoğlu ise bu ülkede bu anlayışın sembol ismidir, bayrak adamıdır. News of the World, 39 yaşındaki Tugay'ın İngiltere 1. Lig takımlarından Milton Keynes Dons'la eski hocası Paul Ince'in teklifi üzerine antrenmanlara başladığını, takımda oyuncu/antrenör olarak yer alacağını yazmış. Haberin doğruluk payı nedir, emin değilim ama böyle bir oyuncumuz olduğu için ülkece şanslıyız, onu söylemekte bir sakınca yok.Tugay'ın bu haberini görmüşken hafif dozda bir araştırmayla şu anda ligimizde oynayan 35 yaş üstü oyunculara bir bakayım dedim, karşıma 10 futbolcu ismi çıktı. (eksik olma ihtimali var elbette) Klişe tabirle bu oyuncuların en tecrübelisi (!) Roberto Carlos. Geçtiğimiz seneden beri Brezilya ve Real Madrid söylentileri ayyuka çıksa da Carlos hâlâ alternatifsiz gibi gözüküyor sol bekte. 36 yaş, 6 ay ile Rüştü Reçber yerli oyuncuların en yaşlısı konumunda. Rüştü, kısa süreli Barcelona kariyerini bir kenara koyunca Süper Lig'de en fazla forma giyen oyunculardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Fatih Terim'in onun İstanbul'a transferine ön ayak olduğu hep konuşulur, o anılardan bugüne hâlâ İstanbul'da oynuyor olması her şeye rağmen takdire şayan.

Yaşına rağmen kariyerini ligin zirvesinde sürdürebilen diğer isimlerse profesyonelliğiyle saygıyı hak eden bir diğer oyuncu olan Emre Aşık ile Beşiktaş'ın vazgeçemediği sol beki İbrahim Üzülmez. Yanılmıyorsam İbrahim bir takımda aralıksız en uzun süre forma giyen oyuncu Süper Lig'de, 'İstikrar Abideleri' isimli bir derleme daha yapmıştım benzer veriler üzerinden.

Dünyada bu tip örnekleri düşündüğümüzdeyse aklımıza ilk gelen 38 yaşındayken Kamerun takımıyla 90 Dünya Kupasında forma giyen Roger Milla geliyor. Dünya Kupası tarihinin en yaşlı golcüsü olabilir, onu da kontrol etmek lazım. Futbolu geç bırakan Dino Zoff var bir de benim bildiğim, 41 yaşına kadar oynamış olması gerek. Socrates ve Garincha'nın da geç bırakanlardan olduğunu kitaplardan biliyorum. Hem yurt içinde hem yurt dışında bildiğiniz, futbolu geç bırakan oyuncuları derleyelim beraber, aklınıza gelenleri yorum bölümüne alalım. Ligdeki iki haftalık ara böyle derlemeler için güzel bir fırsat. Bekliyorum...

Diyarbakırspor 1-2 Galatasaray

Diyarbakırspor'un maça hırslı ve istekli başlamasına Galatasaray uyuklayarak karşılık verince gidişatın Diyarbakırspor'un 1-0'ı yakalayacağını anlamak pek zor değildi. Galatasaray defansının savrukluğu golde Ayhan'ın ofsaytı bozması ve Mendoza'yı kovalayan adam olmasından fazlasıyla belliydi zaten. Transferinin Diyarbakırspor adına olumlu bir hamle olduğunu yazdığımız Mendoza bugüne kadar pek gözükmemiş olsa da Galatasaray'a karşı bulduğu ilk pozisyonu net bir vuruşla değerlendirmesini bildi ve Diyarbakırspor'u maçın başında öne geçiren golü attı. Aslında Galatasaray için yabancı bir senaryo değil bu, golü yedikten sonra maça başlayan bir takıma Galatasaraylılar alışkın. Özellikle Avrupa deplasmanları sonrası böyle bir tehlike vardır her zaman, dediğim gibi Diyarbakır'ın maça iyi başlaması da bu 'uyarı golü'nün erken gelmesini sağladı.

Yalnız bu maç özelinde şöyle bir durum vardı, Diyarbakırspor'un "Maça çıkmayacağız." söylemiyle başlayan ve sporun dışına kayan bir tartışma ekseni sebebiyle futbolculara sadece bir futbol takımı değil de tüm bu dengelerin ortasında kalmış bir avuç temsilci gibi davranılması maçı geren bir unsurdu. Yoksa rakibin ayağına çift daldıktan sonra kalkıp rakibe tepki gösteren futbolcuların olmasını başka bir mantıkla açıklamak mümkün değil. Hakem Tolga Özkalfa da sağolsun, bu ortamı fazla germemek ve 'dengeleri korumak' adına ev sahibi lehine bir tavır koyunca sertliğe maruz kalan ve ardından azar işiten bir takım haline geldi Galatasaray 1-0 sonrası. Arda Turan'ın ceza sahasını cepheden gören bir yerde düşürülüşünden sonra top 40 metre geriye gidince avantaj oynatmak ya da Barış Özbek'e ceza sahası içinde çift dalıp arkadaşını da indiren Tolga'yı görmemek vasat bir hakemin yapacağı işler değil. Hele o hareketten sonra Tolga'nın kalkıp Barış'ı itecek cesareti bulması ise ayrı bir vaka. Hakem şu bu konuşmak istemiyorum gerçekten ama dış faktörlerden etkilenmiş olduğunu hissettiğim zaman da en azından not düşmek gerek, bu da öyle bir not olarak kenara düşülsün.

Galatasaray, Dinamo Bükreş maçı sonrası iyi bir maç başlangıcı yapamadı belki ama golü yedikten 10 kişi kaldığı döneme kadar toparlanıp maçı alacak hücum varyasyonlarını rahatlıkla yaptı. Zaten Diyarbakırspor ara ara lige dönen ve veteran oyuncuları toplayıp ligde tutunmaya çalışan, futbol yönetiminde sürekliliği sağlayamayan ortalama kulüplerden biri. İki iyi forvetleri var ve bu oyuncular üzerinden skora gidiyorlar. Fenerbahçe maçı da benzer şekilde başlamış ve bu maça çok benzer bir şekilde bitmişti hatırlarsanız. O maçı izler gibi oldum bazı anlarda. İki maçta da İstanbul ekipleri adına ilk gollerin ilk yarı bitmeden önce sağ beklerden gelmesi de hoş bir tesadüf olsa gerek bu anlamda.

Sabri Sarıoğlu'na sık sık parantez açar olduk bu sıra, umarım bu parantezler son dönemde olduğu gibi performansı ve saha içindeki duruşuyla ilgili olmaya devam eder. Bazı oyuncular vardır, size ümitsiz vaka izlenimi verir ama bir anda olgunlaştıklarını görürsünüz, hem oyun hem de mental bakımdan. Ayhan Akman, işin saha içi kısmı ağırlıklı olsa da böyle ağır bir değişim geçirmiştir mesela, keza Ümit Karan'ın Ankaraspor dönüşü Galatasaray'da profesyonelliğe önem veren bir oyuncu haline gelmesi gibi. Sabri Sarıoğlu belki de tüm bunların ötesinde bir değişime imza atıp hem saha içi yeteneklerini nasıl kullanması gerektiğini bilen, hem de kendisini bunca zaman antipatik kılmış özelliklerini bir kenara koyan bir oyuncu haline geldi ve bunu sadece birkaç ayda yapmış olması harika. Belki bunu futbolla yüzeysel olarak ilgilenen birçok insan anlamayacak, belki yıllarca dağlara taşlara orta yapan biri olarak anılmaya devam edecek ama belki de kariyerinde ilk defa onu takip eden ve yaptıklarıyla defalarca üzdüğü birçok insanın saygısını kazanacak bu yaptıklarıyla. Şu Sabri'yi gördükçe tahtaya vurasım geliyor gerçekten, bana yeniden 'bizim çocuk' dedirtebilmesi bile yeter. Golünün güzelliği sebebiyle değil elbette bu yazdıklarım ancak bu söylediklerimin belki de en iyi anlaşılacağı zaman bu maç sonrasıydı. Algıları değiştirmek gerek arada bir, sabit fikirli olmak da her zaman doğru bir şey değil. Sabri de bunun sınavını verdiriyor birçok futbolsevere. Saygıyla selamlıyorum efenim.

Devreye Sabri'nin golüyle berabere girince Galatasaray'ın bir şekilde maçı kotaracağı az çok belli olmuştu gerçi ama futbol dinamiklerini önceden bilmek mümkün değil, daha edebi bir deyimle futbol tanrılarına pek de güven olmaz. İşte Barış'ın gördüğü kırmızı kart,Espinoza'nın pozisyon alma konusundaki becereksizliğiyle süslü Arda Turan golünden önce gelse belki de bambaşka bir maçı konuşuyor olabilirdik. Barış Özbek'in de bu kadar kolay kart görmesi şaşılacak şey, hele sarı kart sahibiyken o pozisyonda topa el sokmak da neyin nesiydi, hiç çözemedim. Yeni orta saha rotasyonunda gayet iyi iş görürken tutup da kendini cezalı konuma sokması ve takımı zor durumda bırakması affedilecek hata değil. Mustafa Sarp'ın ve Tobias Linderoth'un takıma girmesiyle beraber zor girdiği rotasyonun bir anda dışında bulabilir kendini Barış.

Lafın kısası, 10 kişi kaldıktan sonra verilen pozisyonlara, takım kendini arkaya attıktan sonra stabil bir hücum planını sahaya yansıtamamasına rağmen olağanüstü koşulların olduğu bir deplasmandan alınan üç puan fazlasıyla tatmin edici. Lig boyunca 34 maç oynarsınız ve bazılarından geriye sadece aldığınız 3 puan kalır, Galatasaray adına öyle bir maç olacak Diyarbakırspor deplasmanı. Fenerbahçe'nin bay geçtiği haftayı rakibinin arkasında kalarak tamamladı Galatasaray ve İnönü deplasmanına çıkacak rakibine bir adım daha yaklaşmaya çalışacak, milli maç arasından sonra elbette...

Türkiye U17 1-1 Kolombiya U17 || Penaltılarla Giden Tur...

Türkiye'nin 2002 Dünya Kupasındaki yolculuğunu hatırlayanlar bu U17 Dünya Şampiyonasındaki Türkiye'ye fazlasıyla benzetmiştir o takımı. Gruplarda ve 2.turda herhangi bir Avrupa takımıyla oynamadan geçen Türkiye o zaman da tartışma konusu olmuştu, bu turnuvada da benzer bir şüphe vardı ve oynanan rakiplerin kalitesi soru işaretiydi. Turnuvanın favorileri arasında gösterilen Arjantin'i eleyen Kolombiya, bu anlamda milliler için rüştünü ispatlama maçıydı bir yandan da.

Turnuva boyunca maçlara erken gol bulan ve skoru tutmasını bilen bir U17 takımı vardı, bugün de benzer bir başlangıç görmek bu anlamda şaşırtıcı olmadı. Türkiye 19. dakikada Muhammet Demir'le golü bulmadan önce karşılıklı pozisyonlar vardı. Muhammet Demir gerçekten çok büyük bir golcü olacak böyle devam ederse. İlk yarı boyunca bulduğu pozisyonlara bakarsanız hemen her şeyi yapabildiğini görüyorsunuz. Vücudunu koyuyor, topu saklayabiliyor, hem kafayla hem ayakla net vuruşlar yapabiliyor, uzakta şut atıyor, top sürüyor. Acayip bir oyuncu gerçekten, Sercan Yıldırım'ın pabucunu kısa sürede dama atabilir. Bursaspor'un muhtemel Sercan satışı sonrası forvet transferi yapmasına gerek yok. Golde duran topu kullanan Engin'in de hakkını vermek gerek elbette, hemen her duran topu etkili kullandı ve iyi bir ofansif orta saha performansı ortaya koydu. Kolombiya'nın stoperleri Saiz ve Murillo uzun ve etkili stoperler, Muhammet'in insanüstü performansına rağmen pek geçit vermediler havadan golden sonra.

Gelen gol sonrası her Türk milli takımında olduğu gibi oyunun kontrolünü alan ve psikolojik olarak rahatlayan bir takım vardı sahada, topun hakimi oldular ve Kolombiya'yı pek yarı sahaya sokmadılar. 43. dakikada sol bek Onur'un bindirme esnasında topu kaptırması bir kontratak tehlikesi yarattı ancak bir diğer Fenerbahçeli bek olan Okan, Castillo'nun şutunda kademeye girerek pozisyonun gol olmasını engelledi. Okan gerçekten bu turnuvanın parlayan isimlerinden biriydi, önündeki Ömer Ali Şahiner'le beraber çok etkili bir kanat ikilisi oluşturdular. Özellikle BAE maçının yıldızları onlardı. Ömer bugün biraz tutuk başlasa da yine etkili olan kanadın sağ kanat olmasını sağladı. Konya Şekerspor'da oynuyormuş Ömer Ali, kısa sürede transfer piyasasının gözdelerinden biri olabilir yurtiçinde, bence bu jenerasyonda ciddi anlamda zayıf olan Galatasaray'ın düşünmesi gereken bir oyuncu. Arkasındaki Okan'la uyumu Fenerbahçe'yi de cezbedebilir tabii, zaten ilgilendiği haberlerini okudum kısa bier araştırma sonrası.

Sol taraftaki Enes ise pek verimli oynayamadı maç boyunca. Enes tercihine bir şey diyemiyorum zira Berkin de bu turnuvada Avrupa Şampiyonasındaki formundan çok uzak, sanırım son dönemde geçirdiği 2-3 haftalık sakatlık formuna yansımış. Uzatmalarda da pek etkili değildi açıkçası. Enes'in yerine giren Gökay'ı ise pek anlayamadım, sadece kullandığı penaltıyı beğendiğimi ekleyebilirim.

İkinci yarı ise takım tamamen skora yatmaya çalışan, yarı sahasına çekilmiş bir göürntü sergiliyordu. 10 kişi+Muhammet şeklinde bir oyunla da bir yere kadar ilerleyebiliyorsunuz, 4 kişiyle boğuşan ve hemen her pozisyonda bir darbe alan Muhammet de bir insan evladı sonuçta ve arkası dönükken top alıp 50 metre sürüp gol atacak hali yok. Malesef bir hücum planı geliştiremeyen takımımz golü yediği anda maçı Kolombiya'ya teslim edeceğinin sinyallerini zaten vermişti. Bu golün 90. dakikada ve iyi bir maç çıkaran stoper Sezer ve kaleci Deniz Mehmet'in ortaklaşa hatasından gelmesi daha acı oldu tabii. Uzatmalarda da hiçbir varlık gösteremeyen ve maçı penaltılara bağlamaya çalışan taraftık ve maalesef bir diğer başarılı defans oyuncumuz Furkan'ın üstten auta diktiği penaltıyla turnuvaya veda ettik. Turnuva sonrası bizimkilerin de dahil olduğu genel bir değerlendirme yaparız. Eğer kazansaydık galibiyle eşleşeceğimiz maçta İsviçre, İtalya karşısında 2-1 galip, bir yandan da Galatasaray maçını izliyorum. O yüzden burda bırakalım...

Trabzonspor 0-2 Beşiktaş || Bitiremezsen Bitersin...

Bir takımın kadro kalitesi sadece maç içinde oynadığı akıcı oyun ve bulduğu pozisyon sayısı belirlemez, bunları ne oranda bitirebildiğiniz de en az bu iki faktör kadar değerlidir. Lucescu'nun takımlarında en fazla şikayet edilen ve aynı zamanda övülen de buydu zamanında, skoru alabilme becerisi. Bugünün Galatasaray'ının rakiplerinden bir adım önde olduğu konulardan biri de budur, bulduğu pozisyonları bir şekilde gole çevirir. İşte Trabzonspor'un bugün sahadan 2-0 mağlup ayrılmasının sebebi de bulduğu pozisyonları bozuk para gibi harcayan, bırakın 2-3 pozisyondan birini gole çevirmeyi, 10 taneden bir tanesini gol yapıp yapamayacağını kestiremediğiniz bir forvet hattına sahip olmasıdır. Bu maça fazla söylenecek bir şey yok. Maçın ilk yarım saatini izlediğimde gidişat böyle olursa Beşiktaş'ın maçı kazanacağını söylemiştim, bunu söylemek de pek marifet değil zaten. Gol atamazsanız ve atmak için çabalayan tarafsanız golü yersiniz ve çıkaramazsınız, futbol böyle bir oyun. Trabzonspor bu oyunda zirveyi zorlamak istiyorsa "İbrahimoviç'ten seçmeler" adlı bir eseri icra etmeye çalışan ama bu denemeleri hep top kaybıyla sonuçlanan Gökhan Ünal'la, kaleye 5 metre mesafeden kafasına gelen ortaya yumuşacık ve kalenin 3 metre üstüne vuran Umut Bulut'la bu iş olmaz, malesef böyle.

Beşiktaş'ın zorlu bir deplasmandan 2-0 galip çıkmak dışında bir getirisi, daha doğrusu oyunu bir adım öteye taşıma anlamında herhangi bir belirti yoktu bu maçta, sadece Trabzonspor'un zaafından yararlanmasını bildiler ve ekstra bir bireysel performansla golü bulup maçı koparmasını bildiler. Fabian Ernst gerçekten başka bir oyuncu, zamanında ederinden fazlaya geldi dediysek de şu takımdaki diğer oyuncuların maliyetlerini gördükten sonra bu adamın parasına laf söyleyen çarpılır. 3 milyon değil 5 de olsa iyi adam, yararlı adam ve harcanın paranın hakkını bir şekilde veriyor ve şu ligde bir farklılık yaratıyor.

Fabian Ernst dışında hakkı verilmesi gereken bir diğer bireysel performans da Hakan Arıkan'dan geldi. Spikerin abartılı bağrışmalarını bir kenara koyalım, gerçekten çok iyi bir maç çıkardı ve maça ısındığında ortalamanın üstünde refleksleri ve konsantrasyonu olan bir kaleci olabileceğini gösterdi bugün Hakan. Bazı performanslar vardır ki o kaleci görüldüğünde akla gelir, Hakan'ın kaderinde de malesef takımın da katkısıyla pek hoş olmayan Avrupa kupası maçlarıyla anılmak var. En azından bundan sonra "maç alan performans" olarak kolayca akla gelecek bir maçı olacak Hakan'ın, özgüvenine bir katkı yapacaktır diye umuyorum. Yerli kalecilerin performanslarında psikolojik faktörler fazlaca ön plandadır yabancı kalecilere göre. Bu gece Hakan'ın fazlasıyla iyi bir uyku çektiğine eminim, önümüzdeki maçlara da bu performansın etkileri olursa şaşırmayacağım açıkçası.

Trabzon'a dönelim. Umut'un ve Gökhan'ın gözünü kırpmadan harcadığı pozisyonları bir kenara koyarsak kaleye indiklerinde topu ceza sahasına bir türlü iletemediğini gördük Trabzon'un. Günlük bir şey miydi, yoksa kronik bir sorun mu bilemem ama orta yapmayı yeni öğreniyormuşçasına denemeler vardı kanatlardan, o kadar doğru bir şekilde pas trafiğini sağlayıp boş ve net orta şansı yakalamışken karşı taraftan taça giden ortalar yapabilmek kolay iş değil. Türkiye Liglerinin en arızalı olduğu konulardan biridir isabetli ve güzel orta yapan oyunculardan yoksun olması ama vasat bir orta dahi çıkaramayan adamların bu kadar üst düzeyde işi ne yahu?

Bir de Engin Baytar meselesi var. Ben bu adama ısınamadım, ısınamayacağım. Gözle görülür bir teknik becerisi olmasına rağmen bu kadar yanlış kararlar veren, bu kadar takım oyununu baltalayan, bireysel oynamaya çalışan ama onu da beceremeyen bir adamın Trabzonspor'a transfer olabilmesinin tek sebebi geçtiğimiz sezonlarda sırtında yazan 61 numaralı formadan başka mantıklı bir gerekçesi olamaz bana göre. Etkili bir bölgede topla buluşuyor ama inatla topu bir o yana, bir bu yana çekmekten pasını, ortasını yapamıyor Engin. Ben ekran başında çıldırdım, Trabzonsporlular ne düşündüler acaba. Bir kere de topu çekmeden pasını verse, ortanı yapsa belki de onun için de farklı bir deneyim olacak, biz de gerçekten işe yarar bir şeyler yapabilme potansiyeli var mı, onu görmüş oluruz. Yoksa "yeteneğini kullanamayıp yitip giden oyuncular" adlı listelere yatay geçiş yapacak kısa sürede.

Velhasıl, Trabzonspor deplasmanından çıkarılmış 3 puanla günü kârlı kapatan bir Beşiktaş var ve arkalarındaki Trabzonspor'u da zor durumda bırakıp artık önlerindeki rakiplerine rahat rahat bakacak konuma geldiler. Trabzonspor'da ise ıslıklar ve protestolar vardı. Bence sahadaki oyunun karşılığı takımı ıslıklamak olmamalıydı ama burası Türkiye, daha da özele inersek Trabzon'ken ihalenin takıma kalmasını da çok yadırgamamak gerek. Ben Umut Bulut'a Fabregas pası attıktan sonra hanesine asist yazdıramayan Selçuk İnan'a yanarım sadece...
Related Posts with Thumbnails