Genç Oyuncu Raporları #13: Ankaraspor'un Gençleri...

Ankaraspor'un düşürülmesi süreci sonrası en çok merak edilen konulardan birisi de oyuncuların nasıl paylaşılacağıydı elbette. Transfer dönemi kapanmışken bu dönemi iyi değerlendirememiş kulüplerin bence oldukça kaliteli bir kadroya sahip olan Ankaraspor'u paylaşması gerekiyordu mantıken ancak normal piyasa koşullarına göre gelişmiyor sanırım bu transferler. Ankaragücü'nün pastanın en büyük dilimini alması normaldir belki ama geride kalan ve transfer yapmamış oyunculara bakınca bir gariplik olduğunu sezmemek mümkün değil. Yerlileri bir kenara koyarsak birçok kaliteli yabancı oyuncu da var ve bu oyuncular kendi milli takımlarında forma giyiyorlar; Theo Weeks ve Roguy Meye.

Hem yerli olması hem de Beşiktaş'tan ayrılması sonrası yakaladığı ciddi form grafiği Aydın Karabulut'u diğerlerinden farklı kılan unsur. Ankaraspor'la bu sezon nerdeyse her maçta 90 dakika forma giydi ve bu süreçte sol bekte şans buldu. Ofansif bir kanat oyuncusunun sol beke adaptasyonu belli bir süreci gerektirir. Bu formasyonu tamamlayabilse gerçekten kalburüstü ofansif bir bek alternatifi kazanabilirdi Türkiye, Ankaraspor'un sürüncemede kalan durumunun yan etkilerinden birisi de bu oldu. Umarım Jürgen Rober'in başlattığı bu gelişim süreci Ankaragücü'nde de devam eder.

Milli oyuncular dedik, Theo Weeks ve Roguy Meye için. Bu iki oyuncunun yanına Konate'yi de yazabiliriz rahatlıkla. Bu üç oyuncu hem yaşları hem de ortaya koydukları performans itibariyle TSL yabancı ortalamasının gayet üstünde yer alan adamlar, özellikle Theo Weeks'in istikrarlı olarak forma şansı bulduğu ilk dönemde ortaya koyduğu performansı hatırlayanlar olacaktır. Melih Gökçek'in iki ay önce 20 bin dolar bonservis bedeliyle aldığı oyuncunun bonservisini 5 milyon euro olarak açıklaması da bunu gösteriyordu rahatlıkla. Şu aşamada 5 milyon euro gibi bir talebin olması pek akla yatkın değil tabii, zaten yabancı kontenjanları fazlasıyla sıkışık olan İstanbul takımları yeni bir transferi düşünmeyeceklerdir şu aşamada. Diğer Süper Lig takımlarından talibi olmaması ilginç geldi yalnız, ya da Ankaraspor'un, daha doğrusu Ankaragücü yönetiminin bu oyuncuları bonservisleriyle elden çıkarmayıp Bank Asya'daki takımlara kiralama amacı olabilir, gelecek sezon yeniden bir planlama yapabilmek için. Ligimizde görev yapan yabancılara bakıyorum da, bu oyuncuların boşta kalıyor olması pek akıl kârı değil.

Meye ve Konate de Weeks kadar değerli oyuncular, son dönemde daha düzenli forma şansı bulmaları da cabası. Ligimizde bu tip kontra atağa yatkın forvetler ciddi katkı yapabiliyor takımlara, bu iki oyuncu da bu kategoride değerlendirilebilir TSL özelinde. Şu anda bu üç oyuncu da Ankaraspor'da gözüküyorlar TFF kayıtlarında. Bu oyuncuların kariyeri ne yönde şekil alacak, şimdiden merak ediyorum. Yerlilerden göz hapsinde tutulması gereken oyuncularsa İlhan Parlak, Uğur Demirkol ve Umut Sözen. Muhtemelen Bank Asya'dan talipleri çıkacaktır bu oyuncuların, eğer doğru takımı tercih ederlerse gelecek senelerde isimlerini tekrar gündeme taşıyabilirler...

Looking for Eric

Film Ekimi kapsamında Türkiye'deki galasını yaptı bu akşam Looking for Eric, ilginç çeviri ismiyle "Hayata Çalım At!". İlk gününde bilet almaya çalışıp bulamadığım, sonra dayanamayıp evde izlediğim bir filmdi aslında Looking for Eric ama sinemada gerçekten de bir başka. Filmi Lost izliyormuşçasına izlemiyorsanız ikinci kez sinemada tekrar izlemenin de ilginç bir tarafı var aslında. Kaçırdığınız birçok noktayı görüp filmi kafanızda daha iyi oturtabiliyorsunuz. Looking for Eric de beklentileri boşa çıkarmayınca keyifli bir akşam geçirdim Taksim Emek sinemasında.
Bundan sonrasında işin içine biraz spoiler karışabilir, o yüzden filmi bekleyip sinemada izleme niyetinde olanların birinci paragrafla yetinmelerini tavsiye ederim. Film depresyondaki orta yaşlı bir adamın hikayesini anlatıyor. Postacı olan Eric hayatının aşkı Lily'yle yıllar önce ayrılmış, ikinci eşinden kalan iki üvey çocuğuyla beraber yaşamaktadır ve intiharı dahi düşünmektedir. En son mutlu olduğu anı Eric Cantona'yı Manchester United formasıyla izlemek olarak hatırlayan Eric, hayata tutunmak için de Eric Cantona'nın hayalini görmektedir. Eric Cantona'nın tavsiyeleriyle hayatını düzene sokmaya başlayan Eric, bir yandan ilk eşi Lily ile arasını düzeltmeye çalışırken bir yandan da hayatın getirdiği zorlukları aşmaya çalışıyor. Bolca Eric Cantona görüntüsü eşliğinde elbette. Eric Cantona'nın Manchester United formasıyla yaptıkları perdeye yansıdıkça anlamsız bir gurur duydum nedense, o golleri ben atmış, o efsane asisti ben yapmışçasına sevindim. Büyük adam gerçekten Cantona.

Film anlayabileceğiniz gibi net bir futbol filmi değil ama hayatın içinden bir hikayeyi bir futbolcu üzerinden anlatabilmesi önemli. Film içindeki Manchester United-FC United göndermesi, Eric ve Cantona'nın aslında taraftar ve futbolcu figürlerini ve bu iki tarafın düşünce sistematiğini yansıtan diyalogları filmi fazlasıyla izlenir kılıyor bir kere. Sen git plajda oyna lafı bile yeter gerçi. Bir futbolseverseniz bu açıdan fazlasıyla tatmin olacaksınız, bu kesin. Eric Cantona'nın da hakkını vermek gerek bu noktada, hiç zorlanmadan rolünün altından kalkmayı başarmış. Kendini oynaması belki kolaylık sağlamış olabilir ama Cantona'yı bir aktör oynasa bu kadar iyi bir performans görür müydük diye düşünmedim değil, bu da o yapmacık tavırla oyunculuk yeteneğinin arasındaki ince çizgiyi belirliyor. Cantona sınavı fazlasıyla geçiyor oyunculuk tarafında da.

Filmin 'Film Ekimi' çerçevesinde malesef başka gösterimi yok, Türkiye'ye ne zaman geleceği konusunda da bir bilgi yok henüz. İnternette filmin DVD-Rip versiyonu dolaşıyor bir süredir, izlemek isteyenler ona göz atabilir ancak girişte de dediğim gibi sinemada da kesinlikle izlemeniz gereken filmlerden birisi Looking for Eric. Hatta gaza gelirsem film geldiğinde tekrar bir uğrayabilirim sinemaya. Çıkışında "Hurray Cantona!" diyebilmek için...

DK Play-Offları, FIFA Sıralaması & Euro 2012

Son iki maç haftasına kadar yer almaya çalıştığımız ancak başaramıdığımız play-off dönemine girdik artık Dünya Kupası elemelerinde ve Dünya Kupasında yer alacak son 8 takım bu elemeler sonunda belli olacak. Bu sekiz takımın dördü de bildiğiniz gibi Avrupa elemelerinde ikinci olan takımların birbirleriyle olan eşleşmelerinden gelecek. İşte soru işaretleri tam da burda başlıyor. FIFA, bu 8 takımı eşleştirirken eskiden olduğu gibi açık bir kura üzerinden değil de FIFA sıralamasına göre iki pota ayırırarak eşleştireceğini açıkladı. Bu kuralın statüde elemeler başlamadan yer almaması ve yeni açıklanması büyüklerin korunduğu yönünde algıyı kuvvetlendiren bir başka faktör.

Seribaşları: Fransa, Portekiz, Rusya, Yunanistan
Diğerleri: Ukrayna, İrlanda, Bosna, Slovenya

FIFA sıralamasına göre torbalar -Ahmet Çakır duymasın torba dediğimizi- bu şekilde oluşuyor. Özellikle İrlanda cephesinden bu sisteme ciddi bir tepki gelmiş, teknik direktör Trapattoni kura sistemini "futbolun ölümü" olarak yorumlamış, kaleci Shay Given da baya giydirmiş. Aslına bakılırsa bu sistem pek yeni sayılmaz, bir önceki Dünya Kupası elemelerinde de 6 takım aynı usülle eşleştirilmişti FIFA tarafından. İspanya ve Çek Cumhuriyeti ile beraber seribaşı olmamıza rağmen İsviçre'ye elenmiştik bildiğiniz gibi, pek de hoş olmayan bir biçimde. Bu konuyla ilgili güzel bir makale yazmış Sports Illustrated yazarı Gabrielle Marcotti, daha detaylı bir şeyler okumak isteyenler şurdan bakabilirler.
FIFA sıralaması demişken kendi açımızdan da bir değerlendirme yapmak gerek zira yaşadığımız düşüş gerçekten endişe verici. Son elemelerde koyduğumuz başarısız grafik bize Ağustos 1999'daki 40.lıktan sonraki en kötü derecemizi getirdi. Bu rakamlar bize basit bir sıralamadan daha fazlasını söylüyor elbette zira Euro 2012 elemeleri için 7 Şubat 2010'da çekilecek kuradaki torbalar Dünya Kupası 2010 elemelerinin de dahil olduğu puanlamalar üzerinden belirleniyor. Bu keskin düşüşün 2. torbadaki yerimize etki edip etmeyeceğini merak edenler olabilir, en azından bu elemelerde bir sıkıntı yaşamayacağımızı ve 'şimdilik' güvende olduğumuzu söyleyebilirim.Bunun sebebi ise oldukça basit, katılamadığımız Almanya'daki 2006 Dünya Kupasının ağırlığı %40'tan %20'ye geriledi. Başarılı bir performans ortaya koyduğumuz Euro 2008'in %40 etkisi ise devam ediyor. Kuralar Şubat ayında çekileceğinden Dünya Kupası 2010 finalleri bu elemelerdeki kura çekiminde puanlamaya dahil değil, kötü bir eleme geçirsek de en azından bu açıdan kurtarmış durumdayız. Euro 2012 elemeleri, dolayısıyla kura çekimi bu açıdan çok önemli zira berbat bir performans ortaya koyduğumuz DK elemelerinin üstüne olmadığımız bir Dünya Kupası ve ağırlığı azalan Euro 2008 puanlarımız eklenince 2. torbada tutunmamız için elimizde kalan tek değişken Euro 2012 elemeleri olacak. Bu sebeple sadece katılmak da yetmeyecek, iyi bir derece ve puanla Euro 2012'ye katılmak zorundayız. Şimdinin konusu değil bu elbette ama bu elemelerin bir sonucu olarak ilerde karşımıza çıkacak olduğunu şimdiden bilsek hiç de fena olmayacak...

1 Litre Benzinim Olsa...

'Diğer' Hocalarımız: Hami, Ogün & Abdullah

Bu yazının bir Trabzonspor nostalji yazısı olmasını isterdim ama malesef öyle değil. Dağılan milli takım yapılanmasında gözden kaçan çok ama çok önemli, belki de istikrarlı bir sistem oluşturamayış sebeplerimizin bir tezahürü, bir sonucu Hami, Ogün ve Abdullah'ın bu görevlerde bulunması. Bu isimlerin futbolculuktan hocalığa geçiş sürecini, amiyane tabirle stajyerliğini bence en az A milli takım teknik direktörlüğü kadar üzerine düşünülmesi gereken kademelerde yapmaları, uğruna kendimizi paraladığımız o sihirli kelime olan 'istikrâr'ın bir türlü gelmemesinde göründüğünden daha büyük payı var.

Kulüp takımlarının istikrârlı bir kadro ve sistem oluşturabilmeleri için en gerekli öğelerin başında geliyor altyapı, bunu biliyoruz ancak milli takım için altyapıların önemi çok daha hayati düzeyde. Milli takım mevcut oyuncu havuzunuzdan en iyi oyuncuları seçerek oluşturduğunuz bir yerdir, ülke bazında en iyilerin arasında olmak içinse en kalifiye oyuncuları yetiştirebilmeniz gerekiyor. Bu sebeple oyuncu yetiştirme konusundaki beceriksizliğimiz her ne kadar bu işte en büyük sorumlulardan biri olsalar da sadece kulüplere ihale edilemez. Cem Yılmaz'ın yaptığı her espri gibi çoktan itinayla klişe haline getirilmiş "Eğitim şart!" esprisinin tam yeri aslında, durumumuzu bundan iyi özetleyen bir söz olamaz. Bir çözümden söz edeceksek ilk önce sporu okullara entegre etmemiz gerekiyor, dışarda bırakmamız değil. Pekin Olimpiyatları sonrası federasyonların ve idarecilerin dilinden düşmeyen okul entegrasyonunda ilk adım zaten sağa-sola dönmekten fazlasının yapılmadığı Beden Eğitimi derslerini seçmeli hale getirmekle atılmış. Eğitim sistemimizin sakatlığını biliyoruz zaten, oraya girersek söylenecek çok şey var ama bunları da birinin söylemesi gerekiyor artık, tüm ümitsizliğe rağmen. Bizde ders denince 'ceza' gelir akla okullarda, futbolun eğlenceli bir olgu olması fazla tezât yapımıza. O yüzden fazla uzatmayalım burayı, Fatih Terim'in geldiğinden beri ısrarla her röportajında bunu belirttiğini, gerçekleştirilmesi gereken bir proje olduğunu not düşerek.

Biraz daha somut şeylerden devam edelim öyleyse. A milli takımımızın kadrosuna bakalım ve ülke içinden yetiştirebildiğimiz en yetenekli oyuncularımızı bir sayalım. Arda Turan, Tuncay Şanlı, Emre Belözoğlu, Nihat Kahveci. Bu oyuncuların hepsinin benzer bir yönü yok mu sizce de? Oynadıkları bölge ve oyun stilleri itibariyle zaten teknik becerilerine dayalı, aldıkları eğitim oyunlarına fazla bir şey katmamış oyuncular bunlar. Bizim bir oyuncu yetiştirme planımız olsaydı bu oyuncuların yanına rahatlıkla koyabileceğimiz bir ön liberomuz, bir stoperimiz, bir kanat bekimiz olurdu, daha doğrusu olmalıydı. Milli takımımızın ön liberosunun Marco Aurelio olması başlı başına bu eksikliği vurguluyor zaten. Elinizde Mehmet Topal gibi bir fizik var ancak bu fizik bir türlü potansiyeline ulaşamıyor. Dardanelspor'dan Galatasaray'a geldiğinde ilk maçında 40 metreden şut deneyebilecek cesareti ve bu şutu çıkarabilecek kas kuvveti mevcuttu Mehmet Topal'da, peki gün itibariyle sizce Mehmet Topal daha iyi bir şutöre evrilebildi mi? Milli takım elindeki bu potansiyeli kullanılabilir hale getirmek için ne yapabilmiştir? Galatasaray'a gelmeden önce genç milli takımlar tarafından önce kaç kere izlenmiş ve alt yaş kategorilerine çağrılmıştır? Biraz da bu soruların cevabında yatıyor eksikliklerimiz.
Hami Mandıralı, Ogün Temizkanoğlu, Abdullah Ercan. Aslında bu isimler burda birer değişkenden fazlası değil, bizim için değişmeyen tek faktör altyapı hocalığından bihaber, milli takım kadrolarında birer jest olarak bulundurulan isimler olmaları. İspanya'ya, Almanya'ya bir bakın, bu mevkiilerde hocalık tecrübesi olmayan eski futbolcular değil çeşitli altyapılarda ve kulüplerde kendisini ispatlamış gerçek antrenörler yer bulur. Geçtiğimiz sene Galatasaray'ı çalıştıran Michael Skibbe, Almanya milli takımında yardımcı antrenör olmadan önce 11 yıl çeşitli altyapılarda ve Bundesliga takımlarında teknik direktörlük yapmıştır. Galatasaray'ın getirmeye çalışıp başarılı olamadığı Mathias Sammer, Almanya genç milli takımları sorumlusu görevine getirilmeden önce 5 yıl Bundesliga'da görev almıştır.

Bizde A milli takımdan sonra en önemli kademe olan U21'in başında Hami Mandıralı var, ondan önce Ümit Davala, Ünal Karaman ve Tolunay Kafkas vardı. Sanki bu takımların görevi A milli takıma oyuncu yetiştirmek değil de başındakileri yetiştirmek. İşin ironik tarafı futbolculuk döneminde teknik direktör olabileceği düşünülen birçok oyuncu altyapılarda görev almayı da hakaret sayıyor kendine, yardımcı antrenörlüğü bile. Hani yaptığımız kökten yanlış ama o yanlışı bile doğru şekilde yapamıyoruz. Ondan sonra 15 yaşındaki oyuncudan üç pas üst üste yapmasını öğretemeyen, tek bildiği koşmak ve mücadele için gaz vermek olan bir futbol ekolüne evriliyoruz. Bu bile fazla bize aslında ya, Almanya sağolsun.

Bu ülkenin altyapı kökenli tek üst düzey hocası Abdullah Avcı ve doğru düzgün bir yapılanmaya gideceksek bence en doğrusu bu modelin başına onu getirmektir. Almanya'daki Sammer'in koordinatörlüğüne benzer bir statüyle U21 ve altı tüm takımlardan sorumlu kişi olabilir, genç milli takımların planlamasını o yapar. Aynı zamanda da 21 yaş altı takımının başında olur. Benim aklıma yatan, şu garip kadrolaşmadan bir nebze olsun sıyrılmamızı sağlayabilecek tek formül bu kafamdaki. Belki Suat Kaya da alt yaş takımlarından birini alabilir, hem altyapılarda hem üst düzey liglerde gerçek anlamda tecrübesi olan başka hoca da yok zaten. Fatih Terim'in istifası ve yerine gelecek kişi çok kritik elbette ama bu yeni yapılanmada önemli bir ayak da bu. Biraz da vizyonumuzu ortaya koyacak olan ayak aynı zamanda...

Terim'in Milli Takımı

Related Posts with Thumbnails