Vodcast #4 || Beşiktaş'ın Tasarruf Tedbirleri

Yılın son gönderisi ve vodcasti de Beşiktaş'ın mali politikası ve tasarruf tedbirleri. İyi seyirler...

Vodcast #3 || Trabzonspor'un Olcan ve Jebrin Transferleri

İlk vodcast serimizin üçüncü bölümünde Trabzonspor'un Olcan Adın ve Torric Jebrin transferlerini değerlendirdik...

Vodcast #2 || Galatasaray'ın Ocak Transfer Stratejisi

İlkini Fenerbahçe özelinde yapmıştık, ikincisi Galatasaray'ın devre arası transfer dönemindeki yaklaşımı üzerine... Yarın yayınlanacak iki vodcasti de Trabzonspor'un Olcan Adın ve Torric Jebrin transferlerine ve Beşiktaş'ın tasarruf tedbirlerine ayırdık. İyi seyirler...

Ve İlk Vodcast || Alper Potuk, Özgür Çek & Fenerbahçe

Sihirli Krampon Blog yazarı ve Sportivi'deki Hat-Trick programından yorumcu arkadaşım Kerem Akbaş ilk kez bu fikrini açtığında "Vodcast, he mi" minvalinde bir tepki vermiştim. Sonunda en zor kısmı olan ilk adımı attık ve çalışmalarımızı 2011 sonunda tamamladık! 20'şer dakikalık 'vodcast'ler halinde her hafta düzenli olarak yayınlayacağımız bu videolarda spesifik bir konu üzerine sohbet edeceğiz, fikirlerimizi paylaşacağız. Konular değiştikçe bazen aramızda başka arkadaşlar da olacak ama temel formatımız bu.

Şimdilik iki sıkıntımız var, birisi isim, diğeri intro. Intro üzerine çalışmalarımız devam ediyor ama isim için de sizlere danışmaya karar verdik. Bizim aklımıza yatan en güzel ismi öneren arkadaşımıza Simon Kuper'in Futbolun Şifreleri kitabını hediye edeceğiz. Ayrıntılar vodcastlerde.

Sırasıyla Fenerbahçe'nin Alper Potuk ve Özgür Çek transferleri, Galatasaray'ın transfer stratejisi, Trabzonspor'un Olcan Adın ve Torric Jebrin hamleleri ile Beşiktaş'ın tasararruf tedbirleri ilk hafta başlıklarımız. Camiamıza hayırlı olsun.

Hayatım Futbol, 3 Ay, 13 Sayı


Ekim ayında başladığımız dergi yolculuğumuzda üç ayı devirmek üzereyiz ve 13.sayıya ulaştık. Twitter'la sadece o ana sıkışıp kaldığımız, aylık dergilerin ise günceli yakalamakta güçlük çektiği ortamda Türkiye'de benzeri olmayan, haftalık bir futbol dergisi çıkarmaya çalışıyoruz ve ilk sayıdan bugüne kadar geldiğimizde gittikçe gelişen bir iş olduğunu görmek zor dğeil.

Sevgili İlker Yılmaz'la birlikte editörlüğünü üstlendiğimiz, bloglardan tanıdığınız birçok iyi kalemin de düzenli olarak yazılarıyla katkıda bulunduğu Hayatım Futbol'un 13.sayısında iki konuk yazara da yer verdik. Türk futboluyla yakından ilgilenen Dar Alanda Uzun Paslar Blog'unun yazarı Göksel Sert, bizler için Türkiye liglerinin en başarılı takımı Bozüyükspor'u yazdı. Mesleği gereği zaten ekonomiyle haşır neşir olan Sihirli Krampon Blog'un yazarı Kerem Akbaş ise bizlere menajerlik ekonomisinin boyutlarını çarpıcı bir şekilde anlattı.

Ayrıca derginin kapağında yer alan, Fenerbahçe'nin devre arası transfer hedeflerinden Borges'i Alper Öcal yazdı. Ben de futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük hocaları arasında yer alan Bela Guttman'ın Benfica dönemine dair bir şeyler karaladım, meraklılarına duyurulur.

Her zaman olduğu gibi dergiye dair olumlu, olumsuz her türlü görüş ve önerilerinizi bekliyoruz.

Daha birçok yazı, video ve fotoğraf içeriğine ulaşabileceğiniz 13.sayının linki şu: Hayatım Futbol, Sayı:13

Eğer "Uğur, sen bu dergiye daha önce neler yazmıştın, göremedik" diyenler ise arada bazı fireler olsa da şuradan Hayatım Futbol'daki eski yazıalrıma ulaşabilirler: Uğur Karakullukçu, Hayatım Futbol Arşivi

Fatih Terim'den Adana Demirspor Yorumu

Rivayet odur ki aynı yıl Adana Demirspor'a 3-0 kaybedilen maçta Erol Togay'a kafa atıp kırmızı kart gören Fatih Terim, 11 Aralık 1983'teki maça fena bilenmiştir. Devre arası geldiğinde skor 5-0'dır ama soyuna odası koridorlarını inleten bir Fatih Terim vardır: "0-0 gibi oynamayanın anasını..." Çünkü bu Fatih Terim için kırmızı kart görüp atıldığı maçın intikamıdır.

Aradan 28 yıl geçti, Fatih Terim üçüncü kez Galatasaray'ın başında ve Türkiye Kupası'ndaki rakipleri Adana Demirspor. Zevkli, nostaljik bir mücadele olacağı kesin, işin içinde Galatasaray'a Adana Demirspor'dan gelen Fatih Terim, bir başka Adanalı Hasan Şaş gibi aktörler de olunca keyfi de bir başka olacaktır.

7'den 77'ye Ryan Giggs

38 yaşındaki bu adam kendisinin de istemesi halinde Manchester United'dan bir yıllık daha kontrat önerisi alacak ve 39 yaşında bir hücum oyuncusu olarak Premier Lig'de forma giymeyi sürdürecek. 22 yıl... Benim 90 dakikasını hatırladığım ilk maç olan Manchester United-Galatasaray maçında da Ryan Giggs vardı, 99'da Bayern'in elinden Devler Ligi'ni alırken de; David Beckham'la da oynadı, Cristiano Ronaldo'yla da... Şu anda hâlâ forma giymeye devam eden futbolcuların en büyüğüdür bu yüzden gözümde. Saygılar abi...

Wigan Athletic maçından sonra Sir Alex Ferguson:

"Bence Ryan bir yıl daha oynayabilir. Ne hızı, ne dayanıklılığı, ne de enerjisi üç yıl öncekinden farklı. Kesinlikle hiçbie fark yok. Bu harika bir şey. Onunla sonsuza kadar devam edemeyeceğimizi biliyoruz ama en az bir yıl devam edebileceğimiz kesin. Tabii Ryan da isterse"

Alper Potuk Neden 5 Milyon Avro?

Günün 5 milyon avro değerindeki sorusu: Yerli oyuncuya bu kadar büyük bonservis bedelleri ödenmeli mi? Daha spesifik olmak gerekirse Alper Potuk bu kadar eder mi? Bu elbette paranın ödendiği oyuncuya göre değişir. Kayserispor'daki performansı düşüşte olan Mehmet Topuz'a 9 milyon avro, Trabzonspor Gökhan Ünal'a 5 milyon avro öderken bunların cep yakan transferler olduğu konusunda herkes hemfikirdi ama peki ya Alper için? Ben bu soruya evet diyemiyorum çünkü amiyane göndermeyle "bir transfer asla sadece bir transfer değildir", koşulları da göz önünde bulundurmak gereklidir. Alper Potuk için 5 milyon avro elbette ucuz değil ama çok pahalı demenin de yanlış olduğunu düşünüyorum. Neden?

1-Mevkii
Alper Potuk her şeyden önce bir takım için en önemli bölge olan orta sahanın ortasında oynuyor ve iki sene içinde ortaya koyduğu istikrarlı performans ve yetenekleri gösterdi ki 20 yaşındaki Alper, Emre Belözoğlu ve Selçuk İnan sınıfına geçebilecek en önemli yerli orta saha oyuncusu adayı. Bu adamlar fark yaratan oyunculardır, o bölgeyi kaliteli bir yerliyle doldurabilmek zirveye oynayan bir kadro inşaasında temel taşlardan birini yerleştirebilmek demek. Top sürme becerisi olan, dinamik, ayağı düzgün, defansif açıdan da sağlam durabilen bir oyuncu Alper. Bu açıdan bu düzeyde bir fiyat çekilmesi normal.


2-Gelişime açıklığı
Burası birçok kişi için göreceli bir kavram ama Alper, üzerine koyabileceğini gösteren, sahada yapabildikleriyle zaman ve maç tecrübesinin katkısıyla daha ileri gidebileceğini gösteren bir oyuncu. Şu an "bir Emre ya da Selçuk değil" diyebiliriz ama onların hemen arkasına rahatlıkla yazarız. Fenerbahçe'de ne şekilde kullanılacağı, oynatılıp oynatılmayacağı gibi faktörler de göz önünde olacaktır ama bugün görülmese de milli takım düzeyinde bir orta sahaya dönüşme yolunda olduğunu kimse yadsıyamaz.

3-Konjonktür
Bir başka önemli nokta da bu. Bir oyuncunun etiketi sadece kalitesiyle belirlenmez, günün koşulları da en az onun kadar önemlidir. Bir palto almaya mayıs ayında gitmekle kasım ayında gitmek arasında büyük farklar vardır. Yaz transfer dönemi ile ocak ayında bu kalibrede bir transfere girişmek arasında da bu tip bir fark var. Herkesin planlama yaptığı, Eskişehir'in de yerine bir başka oyuncu koyabileceği yaz döneminde olsa belki bu fiyat bir nebze daha düşük olabilirdi ama devre arasında bu adam isteniyorsa bu fiyat ödenir. Galatasaray'ın geçen yıl Yekta Kurtuluş'a 3 milyon 750 bin avro, Bogdan Stancu'ya 5 milyon avro ödemesinin sebebi de bu. Kışın karpuz yemenin bir bedeli var.

Alper Fenerbahçe için ne anlam ifade ediyor?
Her şeyin ötesinde belki de ilk olarak buraya bakmak gerek. Fenerbahçe için Alper ne anlam ifade ediyor ki bu para gözden çıkarılıyor. Madde madde sıralarsak;

1- Fenerbahçe'nin gelecek sezon ne konumda olacağı belli değil, Bank Asya 1.Lig'de de yer alma ihtimali varken kaliteyi koruyabilmenin tek yolu her şartta Fenerbahçe'de kalıp oynayacak yerli oyunculara yaslanmak. Fenerbahçe planını Lugano'ya, Santos'a, Niang'a ya da Cristian'a göre yapamaz. Plan Serdar Kesimal'ın, Alper Potuk'un, Caner Erkin'in Bank Asya'da da düzenli oynayıp Süper Lig'e dönüldüğünde hazır bir iskeletin korunabileceği düşünülerek yapılır. Fenerbahçe'nin 3 Temmuz sonrası bütün parayı yerli oyunculara dökmesinin en temel sebebi bu. Sanılanın aksine ligde kalınacağının garantisinin alınması değil, tam tersi alınamaması sebebiyle bu böyle bana göre.

2- Emre Belözoğlu... Aykut Kocaman'la yaşadığı son sürtüşme onun da gelecek sezon planları içinde olmadığını işaret ediyor olabilir. Zaten Atletico, Benfica gibi takımların da onu devre arasında alabileceği yazıldı, çizildi. Alper Potuk transferi de bu söylentilerle beraber okunursa daha büyük anlam kazanıyor. Eğer 32'sini doldurma yolunda ilerleyen Emre'den de ortalama bir bonservis bedeli çıkarılırsa Bank Asya tehlikeli Fenerbahçe'nin Alper-Emre değişimini yapmasının makul durduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak; Alper Potuk ucuz bir transfer olmamakla birlikte mantıklıdır ve bir plan dahilinde gerçekleştirilmiş bir hamle gibi durmaktadır. Oyunculuğu tartışılabilir ama Süper Lig'de ve ümit milli takımda canlı olarak izlediğim orta sahadaki çocuk yatırım yapılmaya değer. Kestirip atmamakta, önce izlemekte fayda var.

Burak Yılmaz ve Diğerleri

Süper Lig'de 17 maç haftası tamamlandı ve gol krallığı sıralaması bu... Burak Yılmaz ve diğerleri. 16 gol atan Burak'ın en yakın takipçisinin 7 gollü Pierre Webo olması hem ligin ilk yarısının durumu, hem de Burak'ın ne kadar büyük bir iş yaptığının en net göstergesi. Bu iki konuya da Hayatım Futbol'da ve blogda derinlemesine değineceğiz. Şimdilik malumu ilan edelim.

Xherdan Shaqiri Nereye?


Bizim basın adı az çok duyulmaya başlayan yıldız adaylarını muhakkak bir Türk kulübüne yakıştırır. Bugün uğruna 40 milyon avroluk tekliflerin reddedildiği Eden Hazard için onlarca Fenerbahçe haberi bulabilirsiniz arşivden. Basel'in genç yıldızı Xherdan Shaqiri de biraz o hesap...

Shaqiri'nin dünya vitrinine çıkması aslında yeni değil, 2.5 sene önce Nijerya'da düzenlenen U-17 Dünya Kupası'na dayanıyor. Türkiye'nin de bugün Gaziantepspor'un başındaki Abdullah Ercan yönetiminde çeyrek final gördüğü turnuvanın şampiyonu İsviçre'ydi ve o takımın en önemli oyuncusu tartışmasız Xherdan Shaqiri'ydi. Wolfsburg'a transfer olan Ben Khalifa gibi isimler de vardı elbette ama Shaqiri takımın yaratıcı gücüydü, hücum lideriydi.

O günden bu yana takımı Basel'de düzenli olarak forma giyen Shaqiri son altı ayda kendini Avrupa piyasasına iyiden iyiye ispatladı. Yaz döneminde oynanan U-21 Avrupa Şampiyonası'nda takımını finale kadar taşıyan isim yine Shaqiri'ydi. De Gea, Thiago Alcantara, Iker Muniain ve Juan Mata'nın oynadığı, efsane bir İspanya takımına boyun eğdiler ama Shaqiri turnuvanın açık ara en iyilerinden biri oldu. Turnuvanın arkasından "Su içinde 10 milyon avro" muhabbeti yapıyorduk ki artık İsviçre Milli Takımı'nın da düzenli bir oyuncusu. Şimdi 10 milyon avroya alana da şapka çıkarmak gerek çünkü bu 19 yaşındaki adam takımı Basel'i Manchester United'ın önünde Şampiyonlar Ligi'nde son 16'ya taşıdı. 15 milyon avrodan aşağı bir teklife Basel'in masaya oturacağını hiç sanmıyorum açıkçası.

Tavsiyem "Amrabat'tan vazgeçen Galatasaray, Shaqiri'ye yöneldi" gibi absürt haberlere kulak asılmaması. Shaqiri'ye yönelmek için de vazgeçilecek oyuncu Amrabat değildir zaten, mantık hatası oradan başlıyor. Galatasaray'ın eli eskisinden rahat ve beklenmedik transferler görebiliriz, eyvallah da bu kadarını da değil. Xherdan Shaqiri gitse gitse epey sağlam bir paraya İngiltere'ye ya da İtalya'nın kalburüstü bir ekibine gider. Onun da devre arası gerçekleşmesi pek mantıklı gözükmüyor.

2007 Erciyes, 2009 Galatasaray, 2012 Karabük

Kalede Orkun Usak, orta sahada Mustafa Sarp ve kulübede tabii ki Bülent Korkmaz... Ayrılmasına ve ayrılış şekline her Galatasaraylının üzüldüğü "Büyük Kaptan"ın 2007 Erciyesspor'unda yaptıklarına saygı duyuyoruz elbette ama kötü organize edilmiş bir kadroyu daha doğru düzenlemek ve gelen sonuçlarla kazanılan özgüvenin getirileriyle yaptıklarının arkası hiçbir zaman gelmedi, bu gidişle de gelmeyecek. Bursaspor, Gençlerbirliği, sonra Galatasaray derken dönüp dolaştığı nokta yine aynı. Beş sene önce de küme düşme hattındaki bir takımın başına devre arası gelmişti, bugün de öyle ama Bülent Korkmaz aradan geçen beş yılda yaptıklarıyla yüzleşmek yerine hâlâ ve hâlâ çözümü geçmişinde arıyor.

İkinci yarısının kısa bir bölümü hariç Beşiktaş kalesine gitmekte dahi zorlanan, orta sahayı dahi geçemeyen Karabükspor'da devre arası transfer çalışmaları başlamış, ilk hedef de Bülent Korkmaz referansıyla Mustafa Sarp... Türk futbolunda linç kültürünün temel öğelerinden biri haline geldiği için çok da laf etmek istemiyorum Mustafa'ya aslında ama Bülent Korkmaz referansıyla Galatasaray'a geldiği günden bugüne çizdiği profil hocasınınkinden farksız. O da 2007'de Erciyesspor'daydı, beş yıl sonra Karabükspor'da aynı role oynayacak ama aradan geçen zamana iki UEFA, üç de şampiyonluk sığdırmışçasına yaptığı özgüven dolu açıklamalara diyecek yok. Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin tekliflerini reddedip Karabük'ü seçmesinde bu yüksek özgüvenin de payı büyük olsa gerek!

2007 Erciyes, 2009 Galatasaray ve 2012 Karabük... Atanına, tutanına, kulübesine kadar her şey aynı.* Eğer Orkun Usak'ı Galatasaray, Bülent Korkmaz'ın başında olduğu Bursaspor'un elinden almasaydı bu listeye bir de 2008 Bursa eklenecekti. Başta Galatasaray'ın olmak üzere Türk futbolunun bu tablodan çıkarması gereken bazı dersler var gibi...

*Mustafa Sarp, Bülent Korkmaz aracılığıyla gelse de Galatasaray'da beraber çalışma şansı bulamamışlardı.

Melo ve Çetesi || Galatasaray 1-0 Manisaspor


Bu sene ligde en sıradışı işi yapan ekip kim derseniz adaylarımdan birisi kesinlikle Manisaspor olurdu. Eti budu belli, daha önce başardıkları sınırlı bu kadroya maddi sıkıntı nedeniyle bonservissiz alınan Akaminko ve Klukowski dışında adam akıllı takviye yapamayan Manisa'nın Kemal Özdeş yönetiminde geldiği nokta hakikaten takdir edilesi. Sahadaki her oyuncu doğru rolde ve birbirini iyi tamamlıyorken özellikle savunmada geçit vermemeyi biliyorlar ki bugün de maçın kilitlenmesinde ve beraberliğe doğru yol alınmasında bunun payı çok büyüktü. Savunmanın göbeğindeki Hüseyin ve Dixon ile eski Ordulu Akaminko harika bir oyun çıkarttı ama golsüzlüğü bozan sihri yapan bir isim vardı: Selçuk İnan.

Sezon başında hangi takıma giderse lig dengelerini o takım lehine bozacak bir anomali görüntüsündeki Selçuk, Trabzon'da ortaya koyduğu ligin en iyi ve istikrarlı oyun kurucusu etiketinin ağırlığını Galatasaray'da henüz tam anlamıyla koyamadı belki, kabul. Fakat Galatasaraylıların yıllardır görmediği orta sahadan gol desteği alma, serbest vuruştan gol bulma gibi yaklaşık bir 10 yıl önce mazi olmuş özel katkıları sağlaması bile bugün onu apayrı bir değer olarak ortaya koyuyor. Beşiktaş maçında denemişti ama falsosu fazla gelmişti, Trabzonspor maçında ağları buldu, Manisaspor maçında topun başına geçtiğinde yanımdakilere "Selçuk barajın üstünden aşıracak ve gool" dedirtecek düzeye geldi. Öyle de oldu. Hakikaten büyük oyuncu, büyük bir futbol talihsizliği yaşamazsa daha da iyi olacağını söylemek güç değil ama bugünkü Galatasaray'ı geçen seneden ayıran isim kim derseniz bu Selçuk İnan değil Felipe Melo olur. Bugünkü takıma da Q7 fenomenine gönderme yapacak olursak olsa olsa "Melo ve çetesi" diyebiliriz.

Bugün Manisaspor maçı tartışılırken Ege ekibinin mükemmel uyumu ve öne çıkan takım kimliğinden ziyade Galatasaray'ın bulduğu pozisyon sayısının diğer maçlara göre az kaldığı, oyunu domine edemediği yönünde yorumlamalar gelebilir ama esas ıskalanan bence Galatasaray'ın kalesinde neredeyse hiçbir tehlike yaşamamış olması. Bunda en büyük pay sahibi ise savunma dörtlüsünün önünde tek başına bir hat, bir duvar gibi duran Felipe Melo'dur. Onu maç içinde sağ ya da sol çizgiden kontraya çıkmak zorunda kalan adamın ayağından topu aldığını, olmadı taca attığını defalarca görebilirsiniz. Birebirde zaten üstün fiziğiyle geçilmesi çok zor oyuncu ki bugüne kadar kariyerinde en büyük eleştiri noktası olarak öne çıkan konsantrasyon problemini de Türkiye'nin ve Galatasaray'ın değişik havasıyla atmış görünüyor. Melo ait olduğu yeri buldu gibi ve bunu saha içine yansıttığı enerjiyle de görebilmek mümkün. Onun yanında çok daha rahat oynayan Selçuk, yetenek tamamlayıcısı Engin, Fatih Terim etkisiyle daha özverili oynamaya gayret eden Emre... Bunları bu sene fark yaratanlar olarak görebilirsiniz ama bu oyuncuları bir arada tutan arkalarında Melo gibi bir bodydguard'ın duruyor olmasıdır.

Manisaspor maçında Muslera'nın tek kurtarışını yaptığını saymazsak kalesinde tehlike dahi yaşamayan Galatasaray'ın galibiyet serisini 6 maça çıkarmasında hücumunun yanı sıra bu savunma performansının da payı büyük ve genelde bu atlanıyor. Devre arasında derinleştirilecek bu kadronun özlenen günlere yelken açabileceğini artık görmek mümkün. Kemal Özdeş'in öğrencileri de büyük bir takdiri hak ettiği gibi ligi ilk 8'de bitirecek oyun düzeni ve kalitesine sahip olduğu gerçeğini kabullenmek gerekiyor. Satabilecekleri oyuncular da belliyken onların alternatiflerini hazırda tutup maddi zorluklara rağmen bir seviye üste çıkma ihtimalleri de var. Güzel takım, güzel ekip. Yolları açık olsun...

İdam Sehpasındaki Milan Baros: Ordu 0-2 Galatasaray

Çok değil, sadece 2.5 ay önceydi. Başkan Ünal Aysal'ın da kitleleri sokağa dökecek açıklamalarının da körüklediği transfer arzularıyla fellik fellik forvet aranıyordu. Bugün methiyeler düzülen Johan Elmander zaten adamdan sayılmıyordu da üç sezonda ligde 40'ın üzerinde gol atmış, oynadığı neredeyse her maçta skora etki etmiş, eti budu belli bir Milan Baros'un adamdan dahi sayılmaması şaşırtıcıydı, çokça da üzücüydü. Öyle bir ortam vardı ki "Yahu bu adam Baros, yapmayın etmeyin" demek bile güçtü. Bugünkü Orduspor maçında ortaya koyduğu oyun, Elmander'le gösterdiği uyum, 10 milyonlarca avro harcamak yerine bazen eldekileri doğru değerlendirmenin önemini de gösteriyor. Oyunun gidişatı itibariyle sıkıntılı geçebilecek maçı bir gol, bir asist, bir de asist kadar değerli pasın haricinde harika bir performansla tamamlayan Baros bugün kral ama aynı zamanda transfer tanrılarına bu kadar da kolay kurban adamamak gerektiğinin de bir kanıtı. Hoş, çok mu ekstra, çok mu beklenmedik oynadı, hayır ama gelen tepkiler bu oyunun ne kadar günlük olduğunu bizlere gösterir cinsten. Bir değerlendirme yaparken derin bir nefes almak ve ona göre düşünmek şart. İdam sehpasına çıkan Baros'a vurulmayan tekme bugün Galatasaray'ın kazanmasını getiren en önemli unsurlardan birisi...

İlk 20 dakikasında neredeyse atak geliştiremeyen, topla oynadığı kısıtlı sürenin çoğunda kendi yarı sahasında baskı yiyen ve çıkamayan Galatasaray'ın Elmander'in muhteşem top kontrolü ve takımı öne yıkışı Fevzi Elmas'ın da hediyesiyle Galatasaray hanesine bir gol olarak yazıldı. Galatasaray'ın görünürdeki en önemli sorunu olan kanatlarda düzenli oynamasına karşın gün geçtikçe formdan düşen Kazım'ın pek de alışkın olmadığımız topsuz koşularla iki net pozisyon bulup birini atması da maçı çözdü. İki pasta da Baros imzası olduğunu not düşelim.

Orduspor ise Fenerbahçe maçındaki dominasyonu ve ön alan presiyle göz dolduran Galatasaray'ı yarı sahadan çıkarmayacak kadar oyuna hakimken pozisyon üretemeyişi ve savunma güvenliğini kuramayışıyla puan şansını sıfırladı. Juan Culio, maçın en başarılı isimlerindendi ki aslında Arena'da yaptıklarından farklı bir şey yapmadı. Bugün eksikliğini çektiğimiz sol kanatta top taşıyabilecek, aynı anda orta sahaya katkı verecek, faul alacak, dengeleyici adam rolünü Ordu'da gayet iyi yapıyor. Zaten başkan da her seferinde "Bonservisini alacağız, o artık bizim oyuncumuz" diyor ki boşuna değil. Yönetime güvenemeyip istediği transfere mecbur bırakma hamlesi olarak onu gözden çıkaran Fatih Terim'in Arda Turan'ın gidişi sonrası yaptığı ilk açıklamanın "Bilsek Culio'yu göndermezdik" olması tesadüf olmasa gerek. Mor-beyazlılar skor üstünlüğünü vermeleri sebebiyle hiçbir zaman inisiyatifi alamadı ve artık iyiden iyiye oturan Galatasaray savunmasını aşamadı. Ön alanda bu kadar çok topla oynayıp neredeyse gol pozisyonuna girememenin sebepleri üzerine düşünmeleri gerek. Yine de dağılmak üzere olan Ankaragücü, Samsunspor, Karabükspor gibi ekiplerden bir gömlek üstün oldukları belli, eksikleri olsa da rakiplerinin üzerinde ligi tamamlayacak gibiler ki Süper Lig'de ilk sezonunu geçiren bir takım olarak bu yeterli bir hedef.

Galatasaray belki oyunu istediği etkinliği özellikle ilk yarıda sağlayamadı, çekip çeviremedi ama kazanmak için buna ihtiyaç duymamayı öğrenmeye başladı ki şampiyonluk hedefindeki bir ekip için bu maçlar hayati derecede önemlidir. Ordu'daki maç bu açıdan hatırlanacak mücadelelerden biri olacak.

Son olarak maç başına bir sarı kart düsturu edinen genç stoper Semih Kaya'nın Manisaspor karşısında olmayacağını da söyleyelim. Kaydedeceği bir sonraki aşama bu sarı kartlarını azalmak olmalı, yoksa korkarım ki 20 küsür 16 sarı kart görüp dört kez cezalı duruma düşecek!

Trabzonspor 0-3 Galatasaray || Geliyor...

Trabzon, Galatasaray'ın uzun süredir zorlandığı bir deplasmandı ve psikolojik bir barajdı. Üstelik Şenol Güneş geldiğinden bu yana Trabzon, kendi ayarındaki ekipler karşısında daha rahat oynayan, istediği sonucu alabilen bir ekip. Şampiyonlar Ligi'nde dahi altı maçta tek mağlubiyet gördüler, onda da oynadıkları oyun belliydi. Böyle bir ekibe karşı Galatasaray'ın 3-0'dan da öte, net olarak üstün götürerek aldığı bir galibiyet olması çok önemli. En başta bu...

Fatih hoca maç sonu toplantısında da söylediği gibi Fenerbahçe maçındaki 11'i bir mesaj vermek için koydu ki Engin Baytar dönmüşken Emre Çolak'ın takımda yer bulması çok kolay değildir normalde. Buna karşın elbette Fenerbahçe maçındaki gibi Hun akıncılarıymışçasına akan hücumlar göremedik ilk yarıda ama rakibin ilk hatasında cezayı kesmek, serbest vuruştan doğrudan gol bulmak belki de oyun dominasyonu kadar önemli. Sezon başında Johan Elmander'in yedek bile olamayacağı sanrısı hakimdi çoğu kişiye ama başta Fatih hoca olmak üzere herkese kendini ispatladı ve övgüyü hak ediyor. Her zaman doğru yerde, her zaman doğru işi yapmaya çalışıyor. Milan Baros'a göre ayağı daha düzgün ve arkasındaki oyuncularla daha kolay top alıp verebiliyor. Elbette Baros'un enerjisi de önemli ki iki maçtır gol atmasa da kötü oynamıyor ama şu düzende İsveçli birinci adam.

Hatırlarsınız, sezon başında Selçuk İnan bu takıma ne kadar hakim olursa bu takım o kadar iyi oynayacak demiştim ki ne zaman tempoyu ayarlayabilecek kadar top alıp verdi, o zaman dişliler daha iyi işlemeye başladı. Bunun için belki de ayağı düzgün son bir parça gerekli takıma. Pas yapmaya elverişli ve pozisyon üretmeye katkı verecek bir açık oyuncusu bu takımı iki seviye üste çıkaracak. Felipe Melo'ya da nazar değmesin, büyük bir deliği tek başına tıkadı, kariyerinin en istikrarlı performanslarından birini sergiliyor burada. Yeteneklerinin karşılığını veriyor, umarım kalıcı olur.

Öte yandan işin bir de işin Trabzon tarafı var ki başta takımdan önce taraftarın analizini yapmak gerekiyor belki de... Hocası Şenol Güneş olan, sahadaki oyuncularının tamamı oyuna konsantre olmuş, ellerinden gelen her şeyi yapan bir takıma bu kadar köstek olmak için hakikaten çaba harcamak gerekir. Selçuk İnan'ın, Engin Baytar'ın ıslıklanmasında değilim kesinlikle ki katılmasam da olabileceğini düşünürüm ama kaptanının olduğu bölgeye su yağdırmak nasıl bir ruh halidir? Tolga Zengin, Trabzonspor'un sahadaki en önemli temsilcisi, kimliği. Kadın taraftarların "Böyle taraftar istemiyoruz" tezahüratı belki de söylenebilecek tek şey...

Son olarak Semih Kaya... Bakın, böyle böyle bir çocuk var, oynatılsa gayet de oynar dedikçe "İyi olsa hocası niye oynatmasın" argümanıyla karşılaşıp durduk. Sonra Fatih Terim geldi ve oynattı, demek ki mesela oynatılmakta değil, oynatmakta. Kim çıkıp "Semih Kaya 18 yaşında böyle değildi, iki senede kendini çok geliştirmiş" diyebilir? Aradan geçen sezonlarda oynadığı maç, geçirdiği sakatlık sayısı da ortadayken. İyi olsa oynatırlardı değil, iyi olsa oynatırdı demek gerekiyormuş demek ki...

İkisi deplasman üç derbi, 7 puan. Farklı bir Galatasaray'ın yolda olduğu biraz da buradan belli gibi. Son birkaç parça daha...
Related Posts with Thumbnails